Bitmek bilmeyen OHAL: 'Polis yetkilerini bırakmak istemiyor'
OHAL'in ilan edilmesiyle başlatılan, metro çıkışı, otobüs durakları, vapur iskeleleri gibi yerlerde polisin kimlik kontrolü yapması kalıcı hale getirildi. Yetkililer tarafından, bunun açıkça yasaya aykırı olduğu söylendi.
OHAL'le birlikte hayatımıza giren, polisin insanları durdurup kimlik sorması, arama yapması, bekletmesi yaygın ve sürekli bir uygulamaya dönüştü. Konuyla ilgili konuşan emekli birinci sınıf emniyet müdürü ve polis başmüfettişi Yusuf Fidan, "Polislerin sistematik kimlik kontrolü ve herhangi bir şekilde kişilerin üstlerini araması yasaya açıkça aykırıdır" dedi.
Deutsche Welle Türkçe'den Emine Algan'ın konunun derinlemesine ele alındığı haberine göre, 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyetleri Kanunu’na, 2007’de eklenen 4/a maddesi ile polisin "durdurma ve kimlik sorma" yetkisinde yeni bir düzenlemeye gidildi.
Deutsche Welle Türkçe'de yer alan haber şu şekilde:
Şehirlerde metro çıkışı, otobüs durakları, vapur iskelesi önlerinde, kalabalık meydanlarda bekleyen ve gelip geçenleri durdurup kimlik isteyen polisler. Neden istendiğini bilmeden, sormaya da çekinerek kimliğini uzatan ve GBT (genel bilgi taraması) yapılırken polisin sorularına cevap veren insanlar. Yahut il ve ilçe girişlerinde konuşlanan polisin durdurduğu otobüs, minibüs, özel araçlarda seyahat eden herkesin kimliğinin toplanması, GBT yapılana kadar beklenmesi, bazen yolcuların indirilip aracın aranması…
Herhangi bir olağanüstü durum olmaksızın ülkenin her yerinde, günün her saatinde rastlanan bu görüntüler uzun süredir yerleşik hale geldi. Avukat Mahir Arduç, "GBT bir özgürlük sorunudur" başlıklı makalesinde, polisin bu uygulamasını "ilan edilmemiş bir sıkıyönetim" diye niteliyor. Son zamanlarda mahalle bekçilerinin de giderek yaygınlaşan bir şekilde kimlik kontrolü yapmaya başlaması ise tartışmayı alevlendirdi.
DW Türkçe’nin görüşlerine başvurduğu hukukçular ve emekli emniyet müdürleri, uygulamanın hukuka ve yasaya aykırı olduğu konusunda hemfikir.
POLİSİN UYGULAMASINA DAYANAK OLAN MADDE: PVSK 4/a
2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyetleri Kanunu’na, 2007’de eklenen 4/a maddesi ile polisin "durdurma ve kimlik sorma" yetkisinde yeni bir düzenlemeye gidildi. Polisin bu yetkiyi hangi durumlarda ve ne şekilde kullanacağı tek tek sıralanan maddeye göre durdurma için "makul sebep" şartı var. Hukukçular ucu açık olduğu için bu maddeye karşı çıkıyor. Ancak mevcut halinde bile "Süreklilik arz edecek, fiili durum ve keyfilik oluşturacak şekilde kullanılamaz" ibaresi var. Ayrıca polis durdurduğu kişiye önce kendi kimliğini göstermek ve durdurma sebebini açıklamak zorunda. Yaygınlaşan uygulamada her iki şart da yerine getirilmediği için tepki çekiyor.
Avukat Tamer Doğan, birkaç gün önce metro çıkışında kendisini durdurup kimlik isteyen sivil polisle aralarında geçen tartışmayı anlatıyor. İbraz ettiği kimliğini polisin çekiştirmesi üzerine elinde sımsıkı tutup vermediği için yetki tartışmasına girdiklerini ve sonunda polisin "neyse" diyerek bıraktığını anlatıp şu değerlendirmeyi yapıyor:
"Pazardan karpuz seçer gibi ‘Sen gel, şöyle geç’ diyerek sürekli olarak GBT, ince arama yapan, PSVK madde 4/a’yı işine geldiği gibi yorumlayan kolluk güçleri OHAL’deki yetkilerini bırakmak istemiyor."
Peki, bu haksız uygulamaya maruz kalanlar ne yapabilir? İlk adım bir yurttaş olarak haklarını bilmek. Bu da yetmiyor tabii.
Altı yıl önce emekli olan birinci sınıf emniyet müdürü ve polis başmüfettişi Yusuf Fidan, "Polislerin sistematik kimlik kontrolü ve herhangi bir şekilde kişilerin üstlerini araması yasaya açıkça aykırıdır" diyerek mevcut durumu şöyle özetliyor:
"İki türlü arama var; adli ve idari. Adli olan suç meydana geldikten sonraki arama. İdari arama, suçu önleyici tedbirdir ve arama kararını hâkimden almak gerekir. Fakat kanuna acil durumlarda ‘mülki amirin emriyle de arama yapabilir' maddesi koydular. Yani vali, kaymakam. Mülki amirin olmadığı yerlerde kolluk amiri, o yoksa memura bu yetki verildi. İyice işi çığırından çıkardılar."
Emniyet müdürü olarak görev yaptığı dönemde "Polis çevirince ne yapalım?" diye soranlara, "Arama kararın var mı?" diye sormalarını tavsiye ettiğini anlatan Fidan şimdi öyle demiyor:
"Şu anda soranlara diyorum ki sakın sorma, bir de gidip karakolda sabahlama! İşin hukuki yönü iyice bitti. İki polis memuru sokakta gezerken istediğini durdurup, arama yapıyor. Oysa kimlik sormanın bile yasal gerekçesi olması lazım. Şu anki yasada bile makul şüphe diyor. Yani o insanın hal ve hareketleri, olaydan kaçan birinin eşkâline benzemesi falan... Ama kimse buna riayet etmiyor. Ver kimliğini, GBT, üstünü arayacağım! Araç aranmasına ilişkin düzenleme, ikametle aynıydı. Polis akademisinde ben bunların derslerini verdim."
"POLİSLE DİDİŞMEK FAYDA GETİRMEZ"
Polis hakkında şikâyet olursa arama tarih ve saatine göre geçmişe dönük bir talimat yazıldığını ve olayın kapatıldığını söyleyen Fidan, keyfi uygulamalara karşı önerisini şöyle dile getiriyor:
"Kimlik sorma ve arama sırasında itiraz etmek, vatandaşlar açısından ayrıca sıkıntılı durumlar doğurabilir. Bu konuda kolluk kuvvetleriyle didişmek fayda getirmez. Benim tavsiyem, vatandaş bu aramanın tutanağa bağlanmasını ve kendisine de bir suret verilmesini isteyebilir. Bu tabii ki sürtüşmeye girmeksizin yapılması gereken bir durum. Daha sonra gerekirse hukuki yollara başvurabilir."
"BEKÇİ KİMLİK SORMAZ"
Yasaya aykırı şekilde insanları durdurup kimlik soran sadece polis değil. Parklarda, açık alanlarda, insanları rahatsız edecek şekilde kimlik soran bekçiler hakkında giderek artan şikâyetler var. Avukat Ayhan Erdoğan, "Bekçi kimlik soramaz, böyle bir yetkisi yoktur" diyor. İzmir’de yaşanan bir olay mahkemeye yansıdı ve 35. Asliye Ceza Mahkemesi, bekçilerin böyle bir görevi olmadığını teyit etti. Mahkeme kararı basına yansıyınca Emniyet Genel Müdürlüğü, "Yönetmeliğe göre bekçilerin kimlik sorma yetkisi var" diye açıklama yaptı. Ancak avukat Erdoğan, "Her yönetmelik bir kanuna dayanır. Mahalle bekçileriyle ilgili yönetmelik kanuni dayanaktan yoksun. O yönetmeliğin içerdiği tüm hükümler hukuk açısından çöp anlamındadır" diyor.
Ayhan Erdoğan eski bir polis. Sol görüşlü polislerin kurduğu Pol-Der'in yöneticilerinden olan ve başbakanlığı döneminde Bülent Ecevit’in yakın koruması olarak görev yapan Erdoğan, 12 Eylül’de 44 gün işkence gördü ve cezaevinde yattı. Darbe döneminin en ağır koşullarını yaşadı. Kenan Evren’in cumhurbaşkanlığı sırasında istifa edip hukuk okudu. Yaklaşık otuz yıldır avukatlık yapıyor. Eski bir polis olarak geçmişle bugünü kıyaslamasını isteyince şu değerlendirmeleri yapıyor:
"12 Eylül öncesinin bir özelliği vardı, her an her yerden kurşun gelebilirdi. Polislik bu anlamında bugünkünden çok daha riskliydi. Fakat enteresan bir şekilde bu dönemin polislerinden çok daha hukuka yakın olma çabası veren, bu çabayı ciddi sürdüren sol kadro vardı. DAL grubu dediğimiz, siyasi şubenin sorgulamalarında işkence çok yoğun oldu. Ama genel olarak toplumsal olaylarda daha çok dağıtma üzerineydi polisin tavrı. Şimdi mesela kadınların yürüyüşünde, dağılan kadınlara plastik mermi atanların ruh halini merak ediyorum. Bence psikolojik tedaviye ihtiyaçları var. İnsanlar dağılıyor, amaç hâsıl olmuş, ateş ediyorlar. Bunu anlamıyorum ben. İlk görevin bu toplantıyı dağıtmaksa ve dağılıyorsa gözaltına alma çaban niye? Burada bir düşmanlık, bir nefret var."