Elazığ’ı yılların ihmali vurdu
Elazığ’ı yılların ihmali vurdu. Şimdi Elazığ’a ağlıyoruz yarın kim bilir nereye ağlayacağız?
Gerek bugün Abdullah Paşa olarak bilinen eski 1800 Evler Mahallesi ve gerekse Zarfan’da kooperatifleşme eliyle üretilen konutlar, devlet müteahhitlerine yaptırılan binalar, çürük ve ihtiyaca cevap vermekten uzaktır.
Daha yapıldığı yıllarda çatlakları bulunan, sıvaları dökülen evler 2+1 olarak üretilmiş ve köyde geniş aile olarak yaşayanların tercih edebileceği konut olma özelliğinden uzaktır. Nitekim, köyleri baraj sularının altında kalan kalabalık aileler, afet konutlarını andıran bu konutları değil “yap-sat”çı apartmanları seçti.
Cumhuriyet'ten Miyase İlknur'un haberi şöyle:
Bazıları da konut açığını görerek kamulaştırma paralarıyla müteahhitliğe soyundu.
Keban Holding’e gelince...
Holding bünyesinde kurulu fabrikaların bir kısmı kapandı, geri kalanlar da geçen yıllarda özelleştirildi. Bu holdingden hisse alan köylülerin elinde hisse senetleri hatıra olarak kaldı.
1965 yılında yapılan imar planında, şehrin çevresinde yer alan kırsal yerleşmeler, gelecekte problem yaratabileceği düşünülerek plan içine dahil edilmedi. Oysa bu mahalleler planlara dahil edilseydi sonradan gelişen plansız ve kontrolsüz yapılaşmanın önüne geçilebilirdi. Ama bu gecekondu bölgeleri yıllar sonra planda yer almamasına rağmen şehre mahalle olarak katıldı. Bu da kaçak yapıları plana katarak sağlıksız bir kentleşmenin yolunu açtı.
1965 yılında en fazla 4 katı kabul eden az katlı ve düşük yoğunluklu bir yapılaşmayı öngören ikinci imar planı yapıldı. Fakat bu plan da sanayileşmenin ve Keban Barajı’nın boşaltacağı köyleri hesaba katmadan yapıldığından sorunu çözmedi.
Depremin vurduğu mahalle imara açıldı
1970’lerin ikinci yarısından itibaren kentte artan terör olayları nedeniyle şehirde tersine göç başladı. Özellikle sol kesim başta Mersin ve Adana olmak üzere büyük kentlere yerleşti. Ancak 1990’ların başından itibaren bu kez terör nedeniyle dış ilçelerden ve çevre illerden yoğun bir göçe maruz kalan Elazığ’da yeniden konut açığı ortaya çıktı. Terör mağduru göçmenlerin öncelikli tercihi ucuz konut olunca Sürsürü ve Abdullahpaşa mahallelerine olan talep arttı.
Yeraltı suları ve karstik kaynaklar üzerinde bulunan Sürsürü Mahallesi, zaten sanayi yatırımlarına yakınlığından dolayı 1950’lerden itibaren yapılaşma tehdidi altındayken, 1994 yılında ek imar planı ile 290 hektarlık bir alan daha yapılaşmaya açıldı. Hem de deprem riskine rağmen. Üniversiteler ve bilim adamları bu yapılaşmanın riskli olduğuna dair onlarca akademik araştırma yaparken, yerel yönetimler deprem açısından riskli araziye sahip Sürsürü Mahallesi’nin kalan alanlarını da imara açtı.
Elazığ’ın Doğu Anadolu Fay Hattı’nın üzerine kurulu bir şehir olduğu biliniyor. Bunun dışında yakın çevresinde Bingöl, Diyarbakır-Lice ve Tunceli-Pülümür’de belli periyotlarla yıkıcı depremlerin olduğu da bilinen bir vaka.
Varto, Pülümür, Bingöl ve Lice kaç kez deprem nedeniyle yerle yeksan olurken Elazığ’da hiçbir can kaybı olmadı. Çünkü çocukluk dönemime rastlayan bu depremler sırasında Elazığ, varsılları cumbalı konaklarda, yoksul ya da orta gelirlileri ise tek ya da iki katlı evlerde yaşıyordu. O yıllarda apartman ve kooperatif furyası henüz başlamamıştı.
Depremin ana üssü olan Sivrice ise Hazar Gölü’nün bulunduğu ve yaz aylarında serin sularında çimmek (yüzmek) için gittiği bir sayfiye yeriydi. Çevresinde kamu kurumlarının kampları olan küçük bir kasaba hüviyetindeydi. Yazlık ev çılgınlığı Sivrice’de de sadece iki katlı değil çok katlı apartmanların dikilmesine neden oldu.
Üstelik Hazar Gölü’nün dibinde suların yuttuğu tarihi bir şehir kalıntısının bulunmasına rağmen. Bir eski şehir, bir gölün altında ne arıyor? Arazinin kayma ve deprem nedeniyle yarılmasının doğal sonucu olduğu açıkça ortada iken Sivrice’yi koca bir kente dönüştürmek cinayete davetiye çıkarmak demektir.
Son söz; tarihi MÖ 2000’li yıllara uzanan Harput’ta Urartular döneminde yapılan Harput Kalesi (Süt Kale), MS 179 yılında yapılan Meryem Ana Kilisesi, İtalya’daki Pisa Kulesi’nden daha eski ve yere eğimi daha fazla olan 1156 yılında yapılan Ulu Cami ile tarihi Harput konakları yıkılmıyor da on-yirmi yıl önce yapılanlar yıkılıyor ve insanlar ölüyorsa buna afet değil insan eliyle telefat denir.
Şimdi ülke olarak Elazığ’a ağlıyoruz. Yarın kim bilir hangi şehre ağlayacağız. Bu deprem, her acıda olduğu gibi bizleri birleştirirken yine her acı anında olduğu gibi yine birbirimize kinimizi, nefretimizi kusmamıza vesile oldu. Muhalif belediyelerden gelen yardımı sahadaki görevliler eliyle geri çevirme, depremi fırsat bilip karşılıklı laf sokma, Elazığ halkına yönelik ahlaksızca toplu karakter suikastı yapma herhalde sadece bize özgü bir durum olsa gerek.
Alan Paton’un romanın adını taşıyan “Ağla Sevgili Yurdum”, genç yaşında kaybettiğimiz Tuncay Akdoğan’ın bir sarkısının da başlığını taşıyor aynı zamanda. Biz de yazıya girerken o başlığı ödünç aldık. Yazıyı Tuncay Akdoğan’ın şarkısının son dizeleriyle bitirelim bari.
Gün gelir dört yanın nefrete boğulursa
Güllerin, göllerin, dağların ayrılırsa
Aşkımız, sevgimiz seni yalnız bırakırsa
Ağla sevgili yurdum ağla