Uğur Dündar, o tabloya girmeyen dramı yazdı: 'Bu vicdan azabıyla nasıl yaşarım'
“Eğer gideceğim bir karantina merkezi olmadığından benim eve getirme çaresizliğini yaşadığım virüs nedeniyle babam veya annem hayatlarını kaybederlerse, ben bu vicdan azabıyla nasıl yaşarım”
Usta gazeteci Uğur Dündar, "Koronavirüse hiç böyle baktınız mı?" başlıklı yazısında, kendisi istemesine rağmen 'imkan yok' denilerek karantinaya alınmadığı için 4 kişilik ailesinin geri kalanına da koronavirüs bulaştıran bir okurundan aldığı mektubnu köşesine taşıdı.
Dündar'ın, Sağlık Bakanı Fahrettin Koca tarafından her akşam açıklanan vaka ve ölü sayılarının artık haber bültenlerinde iki dakikalık bir habere dönüştüğünü belirterek, o açıklanan tablonun gerisinde yaşananlara dikkat çektiği yazı şöyle:
Dört kişilik bir aile…
Emekli baba ve anne 65 yaş üstünde olduklarından evde karantinadalar.
Biri kız, diğeri erkek iki çocukları da onlarla birlikte kalıyor.
Erkek evlat, işi gereği çıktığı bir yurtiçi seyahat dönüşü rahatsızlanıyor.
Başlangıçta sadece burun akıntısı olmasına karşın, koronavirüs ihtimalini düşünerek -eve uğramadan- bir hastaneye başvuruyor. Doktor virüs semptomlarının farklı olduğunu belirterek, evine gönderiyor. Test yapılmasında ısrarcı olunca, sürüntü örnekleri alınıp bu kez “Covid-19” ilaçları veriliyor ve “Evde iki hafta karantina altında kalacak, olumsuz bir gelişme halinde bizi haberdar edeceksiniz. Sosyal mesafeye ve izolasyona dikkat edin” deniliyor.
Hasta “Ama eğer Covid-19 isem, yaşlı anne ve babama bulaştırmak istemem. Çünkü ev koşullarında ne kadar hijyen ve mesafe kurallarına uyarsak uyalım, virüsün onlara bulaşmaması imkansız. Lütfen beni bir yurda ya da karantina merkezi olarak kullanılan bir yere gönderin, 14 günlük süreyi orada geçireyim” deyince, böyle bir imkanın olmadığı söyleniyor.
★★★
Zorunlu olarak döndüğü evinde korktuğu durum gerçekleşiyor ve ailenin diğer üç bireyi de kısa süre içinde hastalanıyor. Yine onun çağrısı üzerine gelen sağlık ekibi test uyguluyor. İlk testlerin çelişkili sonuçlar vermesine karşın sonuçta hepsinin Covid-19 olduğu anlaşılıyor. Ağırlaşınca yoğun bakıma kaldırılan babanın tedavisine devam ediliyor.
★★★
Televizyonlarda her akşam, günün sonuçları açıklanıyor.
Yapılan test, tespit edilen vaka, ölen ve iyileşenlerin sayıları topluma duyuruluyor. Bunlar arasında klinik olarak “Covid-19 bulguları saptanmasına
karşın, test sonuçları beklenirken vefat edenler, bu hastalıktan hayatlarını kaybedenlere uygulanan koşullarda toprağa veriliyor. Ama onların ölüm raporlarına “Covid-19” yerine, “Doğal ölüm” veya “Pnömoni” kaydı düşülüyor.
Önceki gün 125 kişi hayatını kaybetmişti.
Televizyon spikerleri bu acı tablonun ayrıntılarını, daha önceki günlerde olduğu gibi, bir iki dakika içinde duyururlarken “Bugün ölenlerin sayısı şu kadar deyip” geçtiler…
Her akşam aynısını yapıyorlar. Sayıları belirtip başka bir haberi sunuyorlar…
★★★
Oysa o sayıların ardında ne dramlar, ne trajediler, mutluluk içinde sürüp giderken hiç beklenmedik anda karabasana dönüşüp, birkaç günde biten hayatlar, evlatlarını son bir kez göremeden, telefonda bile veda edemeden son nefeslerini veren anneler, babalar, eşler, sevgililer, dostlar, arkadaşlar, yakınları olmadığından cenazeleri belediyeler tarafından kaldırılan kimsesizler var.
Yıllarca ertelendikten sonra bu yaz gerçekleşmesi hayal edilen seyahat planları, onca yıllık hayatlarda belki de ilk kez kızgın güneş altında uzanıp, mavi sonsuzluklara kulaç atmak umuduyla yapılan tatil rezervasyonları var…
Engelleri aşmakla geçen, artık haklı bir “oh” demenin zamanı gelmişken noktalanan talihsiz hayatlar var…
★★★
Tıpkı Türk resim sanatının dünya çapındaki temsilcisi Fikret Mualla'nın lise öğrencisiyken, yatılı okulda kapıp eve getirdiği İspanyol Gribi virüsü nedeniyle hayatını kaybeden annesinin ardından hayat boyu çektiğine benzer vicdan azapları var…
★★★
Bana yazan okurumun “Eğer gideceğim bir karantina merkezi olmadığından benim eve getirme çaresizliğini yaşadığım virüs nedeniyle babam veya annem hayatlarını kaybederlerse, ben bu vicdan azabıyla nasıl yaşarım” dediği sorular var…
★★★
Her zaman belirttiğim gibi, biz koronavirüs ile yaptığımız savaşı mutlaka kazanacağız.
Umudumuzu asla yitirmeyecek, hatta her geçen gün biraz daha güçlendireceğiz.
Ama benim gibi düşünenler, bu savaşta hayatlarını kaybeden canlarımızdan sadece “sayı” olarak söz edip geçmeyeceğiz!..