'Yaşasın Tam Bağımsız Türkiye' demekti suçları! Üç Fidanın son mektupları ve son sözleri
Üç fidandılar. Devlet 25 yaşında aldı canlarını. İdealleri ise 50 yıldır yaşıyor. 48 yıl önce bugün idam edilmişlerdi. Davalarındaki doğruluk, davranışlarındaki samimiyet, inançlarındaki güç, yok edilemeyen bir irade olarak bugün de yaşamaya devam ediyor.
Üçü de orta halli, birkaç çocuklu bir ailenin mütevazı çocuklarıydı. Özgürlük, eşitlik, adalet, barış ve kardeşlik için mücadele vermişlerdi. O kadar güçlü bir inanç ve o kadar temiz idealleri savundulardı ki yarım asra karşın o idealler, yaşıtlarınca savunulmaya devam etti.
Anadolu’nun çeşitli kentlerinde doğan, farklı kentlerinde okuyan ve adım adım, özgürlükçü, eşitlikçi tam bağımsız bir ülke idealiyle bir araya geldi: Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan...
Biri İstanbul Hukuk, diğer ikisi Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde okumaya başladı. Lise yıllarında tanıştıkları sol düşünce ilerleyen yıllarda sosyalist bir niteliğe büründü.
Birbirleri için kendilerini feda etmeyi de, OTDÜ’nün bahçesine at getirerek “beyaz atlı prens” şakası yaparak arkadaşlarını güldürmeyi de bildiler.
EZİLENLERİN YANINDA
Kimlikleri oturduğunda artık ne istediklerini de çok iyi biliyorlardı, bu yolda başlarına nelerin gelebileceğini de... Deniz Gezmiş’in, “Azgelişmiş dünya halkları emperyalizme karşı savaş verirken, gençlik bunun dışında kalamaz. Biz daima ezilenlerden yana çıkmak zorundayız. Eğer bizim kavgamız, antiemparyalist kavganın paralelinde yürümezse, ayaklarımız havada kalır. Devrimci gençlik, Amerikan emperyalizmine ve oportünizme karşı duran gençliktir. Onların görevi, sayısının azlığına, düşmanın çokluğuna bakmadan, Amerikan emperyalizmine karşı sonuna kadar dövüşmektir. O en iyi biçimde karar veren ve uygulayandır. O, boş gecelerini değil, boylu boyunca ömrünü kavgaya verendir” sözleri, ufkunun da kararlığının da göstergesi gibidir.
ÖNDE GELEN ÖRGÜTÇÜ
ODTÜ Sosyalist Fikir Kulübü’nün üyesi olan Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan da okula geldiği 1966 yılından itibaren önce hazırlık okulunda, sonra da mühendislik fakültesinde boykotların ve hemen ardından ODTÜ işgalinin önde gelen örgütçülerinden oldu. Yusuf Aslan da Deniz Gezmiş gibi Filistin’e gitti, çeşitli eğitimlerin yanında helikopter ve ucak pilotluğunu öğrendi. Fikri dernekler de kurdular silahlı eylemler de yaptılar. Ama hiç kimseyi öldürmediler...
Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan Ankara 1. No’lu Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi tarafından 9 Ekim 1971’de idama mahkûm edildiler. İdamların önlenmesi için gerek Meclis’te, gerek kamuoyunda ve gerekse örgüt arkadaşları tarafından çeşitli girişimlerde bulunulmasına rağmen sonuç değişmedi.
O günlerden kalan, “üçe üç haykırışları”, Metin Oktay ve İsmet İnönü’nün idam kararına karşı mücadelesi, Rodrigo’nun gitar konçertosu, son içilen çay, son kuçaklaşmalar, idam sehpasına nasıl gittiği ve bir de Nazım’ın “Delikanlım” şiiri oldu.
48 yıl önce bugün saat 1.00-3.00 arasında Ankara Ulucanlar Merkez Kapalı Cezaevi’nde idam edildiler.
Üç fidan, Ankara’da, askerlerin üçer mezar arayla gömün ısrarına, Bora Gezmiş’in itirazı ile yan yana toprağa düştüler...
DENİZ GEZMİŞ: Doğum: 28 Şubat 1947
Ankara Ölüm: 6 Mayıs 1972/25 yaşında, Ulucanlar/Ankara
Defin yeri: Ankara Karşıyaka Mezarlığı
Eğitim: İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Siyasi parti: Türkiye İşçi Partisi (1965-1969)
"BU YOLA BİLEREK GİRDİM"
Baba;
Mektup elinize geçmiş olduğu zaman aranızdan ayrılmış bulunuyorum. Ben ne kadar üzülmeyin dersem yine de üzüleceğinizi biliyorum. Fakat bu durumu metanetle karşılamanı istiyorum. İnsanlar doğar, büyür, yaşar, ölürler. Önemli olan çok yaşamak değil, yaşadığı süre içinde fazla şeyler yapabilmektir. Bu nedenle ben erken gitmeyi normal karşılıyorum. Ve kaldı ki benden evvel giden arkadaşlarım hiçbir zaman ölüm karşısında tereddüt etmemişlerdir. Benim de tereddüde düşmeyeceğimden şüphen olmasın. Oğlun ölüm karşısında aciz ve çaresiz kalmış değildir. O bu yola bilerek girdi ve sonunun da bu olduğunu biliyordu. Seninle düşüncelerimiz ayrı, ama beni anlayacağını tahmin ediyorum. Sadece senin değil, Türkiye’de yaşayan Kürt ve Türk halklarının da anlayacağına inanıyorum. Cenazem için avukatlarıma gerekli talimatı verdim. Ayrıca savcıya da bildireceğim. Ankara’da 1969’da ölen arkadaşım Taylan Özgür’ün yanına gömülmek istiyorum. Onun için cenazemi İstanbul’a götürmeye kalkma. Annemi teselli etmek sana düşüyor. Kitaplarımı küçük kardeşime bırakıyorum. Kendisine özellikle tembih et, onun bilim adamı olmasını istiyorum. Bilimle uğraşsın ve unutmasın ki, bilimle uğraşmak da bir yerde insanlığa hizmettir. Son anda yaptıklarımdan en ufak bir pişmanlık duymadığımı belirtir; seni, annemi, ağabeyimi ve kardeşimi devrimciliğimin olanca ateşiyle kucaklarım.
Oğlun Deniz Gezmiş
Merkez Cezaevi
SON SÖZLERİ..
"Yaşasın, Türk Halkının bağımsızlığı!. Yaşasın, Marksizmin ve Leninizmin yüce ideolojisi!. Yaşasın, Türk ve Kürt halklarının bağımsızlık mücadelesi, kahrolsun emperyalizm!.."
VİCDAN HUZURU İÇİNDE...
YUSUF ASLAN: Doğum: 1947/ Kuşsaray, Aydıncık, Yozgat
Ölüm: 6 Mayıs 1972/25 yaşında, Ulucanlar/Ankara
Defin yeri: Ankara Karşıyaka Mezarlığı
Eğitim: Orta Doğu Teknik Üniversitesi
‘Sevgili Babacığım,
3/5/1972 ANKARA
Bu mektubu aldığın zaman, ben ebediyyen bu dünyadan göç etmiş olacağım. Ne kadar sarsılacağını tahmin ediyorum. Bir buçuk seneden beri, benim yüzümden nasıl üzüntü içinde olduğunuz malûm.. Bu son olayı da, metanetle karşılamanızı, sadece diliyebiliyorum.
Babacığım, bu olayda da, Annemin ve Yücel’in, senin tesellilerine ve desteklerine ihtiyaçları çok. Bunun için, ne kadar metin olursan, hem senin sağlığın için, hem de onlar için o kadar iyi olur. Elbette ki, yıllarca emek verip yetiştirdiğin bir oğulun, bir günde öldürülmesi, kolay göğüslenecek bir olay değildir. Fakat, siz, benim ne için, kimlere karşı mücadele verdiğimi biliyorsunuz. Ben, bu açıdan rahat ve vicdan huzuru içinde gidiyorum. Sizlerin de, bu bakımdan rahat ve huzur içinde olduğunuzu ve olacağınızı biliyorum.
Babacığım, Annemin ve Yücel’in senin desteğine muhtaç olduğunu, yukarıda söylemiştim. Onları rahat ettirmek için, bütün gücünü kullanacağından zaten eminim. Babacığım, burada şunu ilâve edeyim ki, Yücel’in hastalığından kendimi sorumlu hissediyorum. Yücel için her şeyinizi ortaya koyacağınız konusunda da, kuşkum yok.
Ablamlar için söyliyeceğim: Fazla üzülmesinler. Olayın sarsıntıları geçtikten sonra, normal hayatlarını devam ettirsinler.
Mehtap’a ne diyeyim? Benim için her zaman, bol bol öpün.
Babacığım, cezaevinde kalan arkadaşları ara sıra yoklarsan, hallerini hatırlarını sorarsan, çok memnun olurum. Her birisi oğlun sayılır. Dışarıda, bizler için uğraşan dostlarımı ve dostlarını hiçbir zaman unutmayacağını biliyorum.
Mektubum burada biterken, Sizi, Annemi, Yücel’i, Ablamı, Aziz Ağabeyi, Mehtap’ı hasretle kucaklarım, Babacığım..
Sağlıkla kalın...
Hoşça kalın...
Yusuf Arslan
Not: Akrabalara da bir mektup yazdım. Fakat belki, vermeyebilirler...»
SON SÖZLERİ..
“Ben ülkemin bağımsızlığı ve halkımın mutluluğu için bir defa ölüyorum. Sizler, bizi asanlar şerefsizliğinizle her gün öleceksiniz. Biz halkımızın hizmetindeyiz. Sizler Amerika’nın hizmetindesiniz. Yaşasın devrimciler! Kahrolsun faşizm!”
YAPILACAK ÇOK ŞEY VAR
HÜSEYİN İNAN: Doğum: 1949/ Bozhüyük, Gürün, Sivas
Ölüm: 6 Mayıs 1972/23 yaşında, Ulucanlar/Ankara
Defin yeri: Ankara Karşıyaka Mezarlığı
Eğitim: ODTÜ İdari Bilimler Bölümü
“Babama, Anneme, Kardeşlerime ve Yakın Akrabalarıma,
Söyliyecek fazla söz bulamıyorum. Bir insanın, sonunda karşılaşacağı tabii sonuç, bildiğiniz sebeplerden dolayı, erken karşıma çıktı...
Üzüntü ve acınızı tahmin ediyorum. İleride, durumumu daha iyi anlıyacağmız inancındayım.
Metin olunuz. Üzüntü ve acılarınızı unutmaya çalışınız.
Bütün varlığımla hepinize kucak dolusu selâmlar, sevgiler.
Yapılacak çok şey var. Fakat, hem mümkün değil, hem de sırası değil.
Candan selâmlar...
Hüseyin İnan»
SON SÖZLERİ..
“Ben şahsî hiçbir çıkar gözetmeden halkımın mutluluğu ve bağımsızlığı için savaştım. Bu bayrağı bu ana kadar şerefle taşıdım. Bundan sonra bu bayrağı Türk halkına emanet ediyorum. Yaşasın işçiler, köylüler ve yaşasın devrimciler. Kahrolsun faşizm.”
ÜÇ FİDANI ÖĞRENMEK İÇİN 10 KAYNAK
Gülünün Solduğu Akşam, Erdal Öz.
Deniz Gezmiş Anlatıyor, Erdal Öz
Acılara Yenilmeyen Gülümseyişler, Atilla Keskin.
Darağacında Üç Fidan, Nihat Behram.
İdam Geçesi Anıları, Halit Çelenk
Hepiniz Suçlusunuz/ Denizler Yanlış Yargılandı/ Burhan Dodanlı
Emirle Gelen İdam Kararı, Veli Yılmaz.
İdam Tarih Oldu, Utancı Kaldı (Ölüme Oy Vermek...), Türey Köse.
Bizim Deniz, Turhan Feyizoğlu.
Abim Deniz/Hamdi Gezmiş/Can Dündar.
‘UTANMAZ BİR CİNAYETTİ’
Üç fidanı darağacına götüren süreç Türkiye tarihinde kara bir leke olarak yer aldı. 48 yıl boyunca her 6 Mayıs’ta yurdun dört bir yanında anılan Gezmiş, İnan ve Aslan’a dair gazetemize konuşan kanaat önderleri ve hukukçular duygu ve düşüncelerini anlattı. Deniz Gezmiş’in ağabeyi Bora Gezmiş: 48 yıl sonra ilk kez bu yıl kardeşimin mezarını ailemizden biri ziyaret edemeyecek. Mezara gidemeden, onu ziyaret edemeden de bir yıl geçirecekmişiz. Bir kardeşimiz rahatsız.
‘CİNAYETİN YOLU YARGIYLA AÇILDI’
Deniz Gezmiş ve arkadaşlarıyla aynı dönemde Mamak Cezaevi’nde tutuklu bulunan avukat Turgut Kazan: Deniz’lerin yaşadıkları ve canlarının alınması yasaya uygun bir infaz değildi. Devlet töreniyle utanmazca işlenen bir cinayetti. Failler ise sağcı siyasal iktidardı. Bugün kü sağcı iktidarın da o günlerle ortaklığı vardır. Deniz ve arkadaşları bağımsız bir Türkiye için mücadele verirken ABD’ye karşı mücadele veriyorlardı. Bu cinayetin yolu yargı formatı kullanılarak açılmıştı. Ali Elverdi o cinayetin nasıl baş failiyse bugün kü yargıç ve hâkimlerin bundan ibret alması gerekir. Yargının sindirme aracı olarak kullanılmasına karşı durmaları gerekir, aksi halde Ali Elverdi nasıl anılıyorsa onlarda öyle anılacaklar.
‘DENİZ’LER YOK EDİLEMEYEN İRADE’
Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu: Eşitlik, özgürlük, adalet, barış ve kardeşlik için mücadele veren, bu mücadelenin bedelini canlarıyla ödeyen üç fidan milyonların yüreğinde, bilincinde ve mücadelesinde yaşamaya devam ediyor. İdam sehpasındaki, “Yaşasın tam bağımsız Türkiye, yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği, yaşasın işçiler, köylüler, kahrolsun emperyalizm” sloganları, sadece dilden dile yayılan sloganlar olarak değil ülkemizin bugün içinde bulunduğu ağır ve karanlık koşullardan çıkışın istikameti olarak da bilincimizde yer etmiş durumda. Bugün Deniz’ler, her gün yeniden filizlenen umut, ve hiçbir zaman yok edilemeyen irade, cesaret ve haykırış olarak işçi sınıfının, emekçilerin, gençlerin, kadınların mücadelesinde boy göstermeye devam ediyor.
"HAKSIZLIKLARIN SONA ERMESİNİ İSTİYORLARDI"
Eski CHP Genel Başkanı, gazeteci Altan Öymen: Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan’ın idam edilmesi ülkemizdeki hukuk ve siyasi cinayetlerin en acılarındandı. Onları aramızdan ayrılışlarının yıl dönümünde sevgiyle ve saygıyla anıyorum. Demokrasiye geçiş dönemlerimizde çok güzel ve mutlu günler de yaşadık. 6 Mayıs günü ise tarihimizin en acı günlerinden biridir. Dönemin sıkı yönetim mahkemesince verilip, Meclis’teki çoğunluk oylarıyla kabul edilen o idam kararı da devletimizin bazı dönemlerindeki sorumluluk mevkisinde bulunanların nasıl sorumsuzca davrandıklarının örneklerinden biridir. 1960’lı yolların sonları 1970’li yılların başında sadece Türkiye’de değil başta Avrupa ülkeleri olmak üzere dünyanın birçok yerinde gençlik hareketleri vardı. Gençler yerel savaşların bitmesini, büyük savaşlarına son verilmesini, adaletsizlik ve haksızlıkların sona ermesini istiyorlardı. Daha iyi, daha adil, daha demokratik, daha güzel bir dünya istiyorlardı. O isteklerini demokratik rejimlerin olmazsa olmazları olan toplantı ve gösteri yürüyüşlerini kullanarak ifade etmeye çalışıyorlardı. O yoldaki çabaları engellenip, olaylar çıkarsa kimsenin canına, malına zarar vermeden üstesinden gelmeye gayret ediyorlardı. Dünyanın pek çok ülkesindeki durum böyleydi. Bazı ülkelerde sarf edilen çabaya rağmen toplantı ve gösterilerde şiddet sınırının aşıldığı oluyordu. Ama o durumda güvenlik güçleri önlemlerin orantılı olmasına dikkat ediyordu. Polisin elindeki kalkana ağaç dalı ile karşı çıkanlara silahla karşılık verilmiyordu. Toplu halde gözaltına alma yetkisi de kişilere dayak atmak için değil, durumun sakinleşmesini sağlamak ve adil bir soruşturma yürütülmek için kullanılıyordu. Bizdeki gençlik gösterilerinde ise güvenlik soruşturması da başlamadan polis veya jandarma kurşunuyla ölen birçok gencin yanı sıra ise 3 genç mahkeme kararıyla idam edildi. Bunun sonucunun ne kadar haksız, ne kadar hoyrat olduğunu görmek için başka ülkelerdeki gençlik hareketlerine bakmak lazım.
‘UĞURSUZ GÜNÜ UNUTAMAM'
Sanatçı Zülfü Livaneli: O uğursuz günü unutmama imkân yok. Gaziosmanpaşa semtinde oturuyorduk o sıralar ve Halit Ağabey’le birlikte Denizlerin avukatlığını yürüten Mükerrem Erdoğan arkadaşımızdı. Haberleri ondan alıyorduk. O sabah infazdan sonra bize geldi, perişan haldeydi, idamın ayrıntılarını anlattı. Hepimiz sel gibi gözyaşı döküyorduk. Deniz’in uzun boyundan dolayı ayaklarının yere değdiğini, bir dakika sürmesi gereken ölümün 25 dakika sürdüğünü, bu infazın Hüseyin ve Yusuf’a izlettirildiğini, hâkim olmadığı halde idam kararı veren Ali Elverdi’nin idamları yüzünde keyifli bir ifadeyle sigarasını tüttürerek seyrettiğini anlattı. Yurtsever gençlerdi, katil değillerdi. 1973 yılında Denizler için yakılmış bir ağıdı ilk albümümde söyledim. N’olayıdım, n’olayıdım/ Okuryazar olayıdım/ Deniz mahkemeye düşmüş /Avukatı ben olaydım
6 MAYIS, DÜŞÜNMEYİ GEREKLİ KILIYOR
Anayasa Hukukçusu ve CHP İstanbul Milletvekili Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu: 6 Mayıs 1972’de üç gencin yaşamdan koparılması, Türkiye’nin dünü ve bugünün üzerine yeniden düşünmemizi gerekli kılmaktadır. TBMM bir yandan, sıkıyönetim koşullarında ve silahların gölgesinde anayasa değişikliğine yönlendirilirken, öte yandan mahkemeler verdirilen idam karını onaylıyordu. İdam kararlarının anayasaya, hukuka ve vicdana aykırı olduğunu belirtmeye bile gerek yok. Ancak vurgulanması gereken, toplumsal vicdanda derin yaralara yol açan bu tür hukuk dışı kararları onarma olanağının bulunmayışı. Cumhuriyetin siyasal kazanımlarını yok eden son anayasa değişikliği de olağanüstü yönetim altında ve hayırcıları terörize ederek oylatıldı. O nedenle meşru değil.
Unutmayalım, 1972’de olağan hukuk düzenine demokratikleşme umudu vardı; 2020’de ise, “tek kişi yönetimi”ne yöneltilen her eleştiri, darbe çağrısı olarak algılanıyor. (Olcay Büyüktaş - Seyhan Avşar / Cumhuriyet)