Yanlış mı normalleştik? İspanya ve İtalya'da bitme noktasına gelen vaka sayısı Türkiye'de düşmüyor
"Denizi geçtik derede boğulmayalım" diyen Hürriyet Başyazarı Prof. Dr. Osman Müftüoğlu, "Yanlış mı normalleştik?" diye sordu.
Koronavirüs salgınının en etkili olduğu dönemde günlük vaka sayılarının ve ölüm sayılarının binlerle ifade edildiği İspanya ve İtalya'da vaka sayıları 200'lerin altına, günlük ölüm sayıları ise 10'un altına indi.
Koronvirüsle mücadelede en başarılı ülkeler arasında olduğu öne sürüler Türkiye'de ise günlük vaka sayıları 1000'li rakamlarda seyretmeye devam ediyor.
Pandemi ile Hürriyet'in başyazarı yapılan Prof. Dr. Osman Müftüoğlu, "Denizi geçtik derede boğulmayalım" başlıklı bugünkü yazısında Türkiye'nin salgınla mücadelede yaptığı yanlışlara dikkat çekti.
Toplumda bir “vurdumduymazlık sendromu” olduğunu öne süren Müftüoğlu'nun, bunun da iletişim eksikliğinden kaynaklandığını belirttiği yazısı şöyle:
Pandeminin birinci devresini mağlup tamamlayan ve hem günlük vaka sayısında, hem de insan kaybında rekor üstüne rekor kıran İtalya’da günlük yeni vaka sayıları günlerdir 200’lü rakamların altında seyrediyor.
İspanya’da da durum aynı. Pandemi orada da çok gürültülü başladı, çok insan kaybedildi. Ama şimdi İspanya’da da günlük kayıplar 200’lerin altına indi. Peki nasıl oldu da nisan başında her gün 6 bin yeni vaka açıklayan bu iki ülke, günlük rakamı 100’lü değerlere kadar indirebildi? Sebep virüsün gücünün azalması mı, yoksa halkın tedbirlere uyması mı? Yanıt net ve açık: Bence o iki ülkede maçın ikinci devresi akıllıca yürütülüyor. Halk tedbirlere uyma konusunda olağanüstü bir fedakârlık içerisinde. Ve bu tavrını ısrarla sürdürüyor.
BİZDE DURUM NE?
SORU sormaya devam edelim: İtalya ve İspanya günlük yeni vaka sayılarını 200’ün altında tutmayı başardıysa, biz neden hâlâ bu haldeyiz? Neden hâlâ denizi geçmişken, derede boğulmama savaşı vermekteyiz? Neden hâlâ 1000’li rakamlarla boğuşup duruyoruz? Neyi veya neleri eksik yapıyoruz? Daha açık bir soru ile “Hata kimde?”. Virüste mi, yoksa bizde mi? Lafı uzatmadan kişisel fikrimi hemen açıklayayım: Hata virüste falan değil, maalesef bizde, “iletişim dilimizde”. Halkımızı yeterince ikna edemememiz ve çözüm ortağı haline getiremememizde.
SORU 1: NASIL BİR İLETİŞİM DİLİ?
PANDEMİYLE mücadelenin ilk döneminde iki şey çok önemliydi:
1: BİLGİLENDİRME, 2: KISITLAMA
Biz ikisinde de başarılı olduk, ikisinde de mükemmel çalıştık, tüm dünyanın takdirini kazandık. Sağlık Bakanımız ve kadrosu da, Bilim Kurulu’muz da mükemmel işler yaptılar. Özellikle Sağlık Bakanı güven veren tavrı, günlük bilgilendirmelerindeki samimiyetiyle çok başarılı oldu. Bilim insanlarımız da görevlerini fazlasıyla yaptılar. Yazdılar, çizdiler, konuştular, halkı aydınlattılar. Ayrıca medyadan da büyük destek geldi. Neticede halkımız tarihimizin hiçbir döneminde yaşamadığı düzeyde bir bilgi bombardımanına uğradı. Bir hastalık hakkında ilk kez bu kadar çok bilgi depoladı. Yani işin “bilgilendirme” bölümünde çok başarılıydık. Aynı başarıyı kısıtlamalarda da gösterdik. Sınırları, okulları erken kapattık. Hafta sonları ve bayramları fırsat bilip başarılı sokağa çıkma kısıtlamaları uyguladık. Kısacası maçın ilk yarısında harikaydık, ilk devreyi biz kazandık. Peki sonra ne oldu? İkinci devre nasıl gidiyor?
SORU 2: YANLIŞ MI NORMALLEŞTİK?
PANDEMİ ile mücadelenin ikinci devresi doğal olarak “normalleşme” süreciydi. Görünen o ki biz kademeli normalleşme yerine, hızlı ve toplu normalleşmeyi seçerek ilk taktiksel hatayı yaptık. Bununla da yetinmedik; meseleyi sadece maskelere, çözümü sadece sosyal mesafelere, neticeyi de yalnızca cezai tedbirlere havale ettik. Aslında yapmamız gereken ve bunlardan çok daha önemli olanı, halkla doğru bir iletişim dili kurmaktı. Bence o fırsat hâlâ var. Ve rakamları 500’ün altına indirmenin yolu yeni ve farklı bir iletişim dili ve stratejisinden geçiyor. Çözüm için yapılacak ilk iş, süreci halka emanet etmek, sorumluluğa onları da ortak edip problemi onların vicdanlarında çözmeye yönelmektir. Bu aşamada “ikna” ve “vicdan” sözcükleri bence çok önemli iki ayrıntı. Ayrıca fikir önderlerinden yararlanmak, sempati ve saygıyı öne çıkarılarak halkı çözümün vazgeçilmez paydaşı yapmak gerekmektedir. Yoksa bu maçın ikinci devresi daha çoooook uzar. Canımız çok daha fazla sıkılır, ekonomik sosyal ve daha önemlisi sağlık açısından çok daha önemli travmalarla baş başa kalırız.
NETİCE ŞU: İKNA=VAAT+GÜVEN
DÜN konuştuğum önemli bir iletişim uzmanı çözüm için bana şunları anlattı: “Ortadaki tabloya bakınca işin iletişim boyutunda bazı eksikliklerin olduğu aşikâr. Cumhurbaşkanımız, Sağlık Bakanımız, fedakâr sağlık çalışanlarımız ve siyasi irade bu denli başarılı bir süreç ortaya koyarken her gün akşam saatlerinde açıklanan tablo ne yazık ki yüz güldürücü değil. Demek ki vatandaşlarımıza ısrarla aktarılan mesajlar, getirilen yasaklar, yoğunluğu ne kadar fazla olursa olsun bir türlü içselleştirilemiyor. Bir türlü kalıcı bir davranış değişikliğine yol açmıyor, açamıyor. İletişim çalışmalarının her türünde hedefe götüren ana yol ‘İkna’dan geçer. İnsanlar ancak ikna olduğunda davranışlarını değiştirir. İkna ise iki sihirli kavramın bir araya gelmesiyle gerçekleşir: ‘Vaat’ ve o vaadin yerine geleceğine dair ‘güven’in tesisi.”
Anlaşılan o ki ülkenin iletişim meseleleriyle yakından ilgilenen “Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı” da desteğini ve gücünü ortaya koymalıdır. Halkımızda izlenen bu “vurdumduymazlık sendromu”nun ortadan kalkması için ikna sürecine İletişim Başkanlığı da katkı sağlamalıdır. İnanıyorum ki iletişime gösterilecek özen ve yeni bir strateji, bizi denizi geçmişken derede boğulmaktan koruyacak ana formüldür.