Nazım Hikmet'e destan yazdıran Büyük Taarruz'un cephe arkası hikayesi

"Atatürk’ten günümüze kalan en büyük ders iç cephenin esas olduğudur. Bugün de Türkiye’nin temel meselesi iç cephesinin sağlamlaştırılması ihtiyacıdır."

Nazım Hikmet'e destan yazdıran Büyük Taarruz'un cephe arkası hikayesi

25 Ağustos 2020... 98 yıl önce bugün tüm hazırlıklar tamamlanmış, Büyük Taarruz için emir verilmişti. Emekli Tümgeneral Ahmet Yavuz ile 26’sında başlayıp 30’unda zaferle biten o büyük taarruzu Cumhuriyet'ten İpek Özbey'e anlattı.

- Siz Sakarya Savaşı’ndan Büyük Taarruz’a kadar geçen süreyi hazırlık devresi olarak nitelendiriyorsunuz. Biz de bugün Büyük Taarruz’a giden yolda hazırlığı konuşacağız. Şöyle başlamak istiyorum: Başkomutan Mustafa Kemal, İtilaf Devletleri’nin barış önerisiyle gelmeyeceğini biliyor muydu? Bunun için mi savaş hazırlığı yapıyordu? Nereden biliyordu; tecrübe mi, sezgi mi, tahmin mi?

Evet, Başkomutan, İtilaf Devletleri’nin adil bir barış önerisiyle gelmeyeceğini biliyordu. Bunu yaşayarak öğrenmişti. Mondros’a göre İzmir’in işgalini meşrulaştıran bir madde yoktu ama Yunan ordusunu İzmir’e çıkardılar. Başka yerleri de işgal ettiler. Güvenmiyordu. Güvendiği tek güç millet, ordu ve geliştirdiği işbirliği ağıydı. Yunan ordusu Anadolu’da oldukça adil bir barış yapmak mümkün değildi. Mustafa Kemal bunun bilincindeydi.

- Ama mütareke teklifine cevap hazırlanırken barış önerisi de geldi, değil mi?

Mart 1922’de mütareke / ateşkes talep edildi. Bu öneri kategorik olarak geri çevrilmedi. Ayrıntılar görüşülürken barış önerisi geldi, Sevr’in yumuşatılmış bir kopyasıydı. Karşı şartlarımızı ileri sürdük. Nisan 1922’deki cevap mütareke koşullarını uygun bulmasa bile barış kapısını kapatmadı. Ancak savaştan sonra kapandı.

İÇ CEPHE ESASTIR...

- Teklif nasıl karşılandı?

Olumlu karşılandı, ama iyimserlik rüzgârı da esmedi. Savaş kararı meşru olmalıdır. Bütün barış arayışları boşa çıkmış olmalıdır. Savaşın sorumlusu ise karşı taraf olmalıdır. Temel yaklaşım buydu. Çünkü Meclis’te barış isteyenlerin sesi gür çıkmaktaydı. İstanbul cephesi barış istiyordu.

- Tüm bu hazırlık içinde Atatürk’ün bir sözü var: İç cephe esastır... Siz bu sözü nasıl okuyorsunuz?

Atatürk’ten günümüze kalan en büyük ders iç cephenin esas olduğudur. Bugün de Türkiye’nin temel meselesi iç cephesinin sağlamlaştırılması ihtiyacıdır. İşgalciyi kovmak için savaşa devam etmek mecburiyeti vardı. Bunun için verilmiş olan karar taarruzdu. Ancak taarruz tam hazırlıkla yapılabilirdi. Başkomutana göre yarım hazırlıkla, yarım tedbirle yapılacak bir taarruzu yapmamak, yapmaktan daha iyiydi. Netice alıcı bir taarruzu yapmak ise üç vasıtanın hazır hale getirilmesine bağlıydı. Birincisi millet; ikincisi Meclis; üçüncüsü Ordu’ydu...

- Tüm bu gelişmeler yaşanırken ülke ne durumdaydı?

Bir yanıyla iyi durumdaydı, bir yanıyla kötü. Her dış savaş bir parça iç savaştır. 1920 ve bir ölçüde 1921 yılı iç savaş yıllarıydı. Yokluk, yoksulluk bir yandaydı, ama diğer yanda umut vardı, milletin onur mücadelesi vardı, Ankara’ya dayanan Yunan ordusunu Sakarya’da durduran bir ordu vardı, inanılan ve güvenilen bir lider vardı.

- Kimler komutanın yanında, kimler karşısındaydı?

İngiltere, Yunanistan ve Saray tam karşısındaydı. Fransa ve İtalya çıkarlarına göre tavır alacaklardı, ama etkisizleştirilmişlerdi. Buna mukabil milletin kahir ekseriyeti arkasındaydı. Sakarya’da kendini kanıtlayan kaya gibi bir ordu vardı. Meclis’te arkasında duran geniş bir vekil grubu vardı. Ancak bir de Meclis’teki İkinci Grup vardı. Bugün bile öyle bir Meclis tahayyül ve tasavvur etmek mümkün değildir. Çok sert ve yıkıcı bir muhalefet vardı.

İKNA GÜCÜ YÜKSEKTİ

- Neden?

Çünkü Meclis hükümeti sistemi yürürlükteydi. Çok ilginç bir biçimde sultan ve halife taraftarı olan bu vekiller Mustafa Kemal’e karşı demokrasi şampiyonlarını oynuyorlardı. Katlanmak zordu. Ancak Mustafa Kemal’in ikna gücü çok yüksekti. Karizması karşısında güçleri kırılıyordu. Sonuç olarak Gazi’yi bu dönemde en çok meşgul eden Meclis’te oluşan ikinci grup olmuştur. Elbette her vekilin her karara katılması beklenmemelidir. Muhalefet her Meclis’te olmuştur. Olmaya da devam edecektir, ancak muhalefet etmek yıkıcı olmak demek değildir. Vatan işgal altındayken, halk varını yoğunu verirken, zar zor bir ordu kurulmuşken Meclis’te yapılan muhalefetin amacı daha iyi bir savaş verilmesi içinse faydalıdır.

Rauf Bey’in Malta’dan dönmesi ve Refet Bey’in de ona yakın davranması zaman zaman Karabekir Paşa’nın uzaktan da olsa yönetsel talepleri bazı vekillerin öbekleşmesine yol açmıştır. Cumhuriyet’e gidişi kavrayan herkes bu süreçte ya gönüllü olarak Atatürk’ün yanında yer almıştır ya da karşı tavır almıştır.

Ancak koşullar açık tavır almaya uygun olmadığı için dolaylı tutumlar ön plana çıkmıştır. Milli Mücadele önderleri arasında daha sonra yaşanan büyük kırılmalarda bu dönemde yaşananların yıkıcı etkisi olmuştur. Bir diğer meşguliyet konusu ise Enver Paşa’nın arayışlarıydı. Ülkeye dönecek ve vatanı kurtaracaktı. Tek amacı yurda dönmek ve iktidarı ele almaktı.

BAŞKOMUTANLIĞI BIRAKMAYACAĞIM

- Başkomutan 6 Mayıs’ta Meclis’te ders niteliğinde bir konuşma yapıyor. Bu konuşmanın önemini anlatır mısınız?

Meclis, 5 Mayıs günü Başkomutanlık yasasının süresini uzatmamıştı. O gün yapılan konuşmaları tek tek inceledi ve büyük bir nezaketle cevap verdi. Bazılarını iğnelemekten de geri durmadı. Başkomutanın, 6 Mayıs 1922 günü Meclis’te yaptığı konuşma derslerle doludur. Konuşmanın tamamı çarpıcıdır. Konuşmasında, “Türk ordusunun taarruz gücü yoktur” diyen eski askerin sözlerine ve onu alkışlayanlara müthiş öfke duymuştu. Bunu dile getirdi.

Esasında bu tarz konuşmalar işine de geliyordu. Çünkü “Türk ordusu taarruz edemez” algısı, baskın etkisi yaratmasına katkı sağladı. Konuşmasının en canı alıcı yanı ise “Her ne olursa olsun Başkomutanlığı bırakmayacağım” demesiydi.

Bu ifade; makam ve unvan sevdasının değil, kendini vatanı kurtarmaya adamış bir büyük adamın yüksek sorumluluk duygusunun dışa yansımasıydı. Kurtuluş Savaşını yapan lider ve yol arkadaşlarının mücadele felsefesini, bir anlamda bu yüksek sorumluluk duygusunda aramak lazım. Zaten Atatürk büyük komutanlarda mutlaka olması gereken özelliklerden birini “yüksek sorumluluk duygusu” olarak ifade eder. O gün bıraksaydı, bugün suçlanırdı. O yaptıklarını; aldığı riskleri ve sorumlulukları ferdi olmaktan övünç duyduğu milletine, bizlere, gelecek kuşaklara borcunu ödeme olarak görmüştür. Tarihsel derinlikten bakıldığında farklı bir izahı yoktur.

Zira o zorluklara katlanabilmenin yegâne yolu adanmış bir yaşamı tercih etmekten geçer.

TAARRUZDA BAŞARI İHTİMALİ KUMARDA ZAR ATMAK GİBİDİR

- Taarruz planı tam olarak hangi tarihte, nerede şekillendi?

Başkomutan’ın, Fevzi ve İsmet Paşalar ve ordu komutanlarıyla Akşehir’de yaptığı 27/28 Temmuz toplantısında plana son şekli verildi. 2’nci Ordu Yakup Şevki Paşa plana rezervliydi. “Bu taarruzda başarı ihtimali, kumarda zar atmak gibidir,” dediği yazılıdır. Ama plan başarılı olsun diye canla başla çalışmıştır. Taarruz başarıya ulaştığında da büyük bir tevazu ile Başkomutan’ın elini öpmek istemiş; Atatürk de büyük bir alçakgönüllülükle, “Hep beraber başardık, ben sizin elinizi öpeyim” demiştir. Bu büyük adamların asaletine bakar mısınız? Son yıllarda yaşadıklarımızın perspektifinden baktığımda bir yandan göğsüm kabarıyor, ağlayacak gibi oluyorum. Öte yandan göğsüm sıkışıyor, utancımı içime akıtmaya çalışıyorum.

- Yunan ordusunun durumu nasıldı?

Yunan Küçük Asya Ordusu Komutanı Hacı Anesti İzmir’deydi. Afyon ve kuzeyini savunan 1. Kolordusu ve Eskişehir kuzey ve güneyini savunan 3. Kolordusu savunma düzeni içindeydi. İki kolordunun orta gerisinde ihtiyat 2. Kolordu ihtiyattaydı. Moral durumu zayıftı.

HER ADIMI HESAPLI...

- Peki Türk ordusunun?

Batı Cephesi Komutanlığı kuzeyde 2’nci Ordu, güneyde1’inci ordusuyla taarruz kademesinde ağırlık merkezi Afyon güneyinde 1’inci ordu bölgesindeydi. Yüksek bir özgüven ve moral, ordu saflarını sarmıştı. Taarruzun başlangıcındaki heyecanın yerini coşku alacaktır.

- Taarruz hazırlıkları 25 Ağustos’ta tamamlanıyor, General Trikupis, alınan tüm tedbirlere rağmen 30 bin kişinin Afyon güneyinde toplandığını öğreniyor, sonra?

Maalesef bir hain birkaç gün önce Yunan ordusuna sığınıyor. Ordunun Afyon güneyine kaydırıldığını ve yığınak bölgesini açıklıyor. Ancak Trikupis aşırı ciddiye almıyor. Mesela büyük bir hata olarak 25/26 Ağustos gecesi Afyon’da düzenlediği baloyu iptal etmiyor. Yine de tedbir olarak bir tümenin Afyon’a doğru yanaştırılmasını sağlıyor.

- Başkomutan Mustafa Kemal hiçbir konuşmasında “Yakında taarruz edeceğiz” demiyor, niçin?

Çünkü taarruzda başarı baskın etkisi elde etmeye önemli ölçüde bağlıydı. Hem niyetin hem de faaliyetlerin açığa çıkarılmaması gerekiyordu. Çok özen gösterdiği bilinir. Her adımının hesaplı olduğunu görüyoruz.

- Bu denk kuvvetlerin muharebesi miydi? Ne kadar risk alındı?

Esasen birbirine sayısal anlamda eşit denilebilecek iki kuvvetin mücadelesiydi. Ancak sahip olunan silahların modernliği açısından Yunan ordusu daha güçlü sayılırdı. Süvari gücü Türk tarafında üstündü. Sonuç üzerinde de etkisi oldu. İlkesel olarak taarruz eden kuvvetin üçe bir üstün olması arzu edilir. Böyle bir üstünlük yoktu. Ancak alınan riskle bu üstünlük sağlandı. Büyük bir risk alındı. Alınmasaydı zafer de gelemezdi. İngiltere’nin takviyesinden çekinildiği için bütün telgraf irtibatları kesildi.

- Ve emir veriliyor... saat kaç?

Batı Cephesi Komutanlığı 25 Ağustos 1922 saat 12.30’da taarruz emrini verdi. Komuta yeri Şuhut’taydı. Önce Kocatepe güneyine daha sonra Kocatepe’ye alındı.

- Başkomutan da o gün oraya gidiyor mu?

Evet. Başkomutan o sabah Kocatepe’deydi. Nâzım Hikmet’in Kuvvayi Milliye Destanı’nda dediği gibi “Bıraksalar bir yıldız gibi kayarak Kocatepe’den Afyon ovasına atlayacaktı.”

Etiketler
Nazım Hikmet Türkiye