Bir kadının ırzı kime aittir?
"Mesela, tecavüze uğrayan bir kadın neden intihar eder?"
Cumhuriyet yazarı Mine Söğüt, İpek Er'e tecavüz eden uzman çavuş Musa Orhan'ın serbest bırakılmsı hakkında yazdığı yazıda 'iffet' ve 'devlet' kavramlarını sorguladı.
Söğüt'ün yazısı:
Bir genç kıza tecavüz eden ve onu intihara sürükleyen bir erkeğin tutuksuz yargılanmak üzere salınması...
O erkeğin güçlü birileri tarafından korunuyor olma ihtimali...
Bir tecavüz mağdurunun, hem de kendi canına kıymış bir mağdurun başına gelenlerin yine hesabının sorulmama tehlikesi üzerinden...
Günlerdir yine erkek şiddetini ve adaletsizliği tartışıyoruz.
Ve yine asıl sorulması gereken soruları sormuyoruz.
Mesela, tecavüze uğrayan bir kadın neden intihar eder?
Başına geleni anlatmak, suçluyu ifşa etmek, hakkını aramak yerine neden bir suçluluk girdabına girer?
Neden kendini öldürürse sözünün belki geçerli olacağına inanır?
Neden canından vazgeçecek kadar ileri gider?
Irz nedir ve neden her şeyden daha kıymetlidir?
En önemlisi de ırz kimindir, kime aittir?
Bu soruların gerçek cevaplarına dönüp bakmayan ve aklını bambaşka bir yönde çalıştırmayı tercih eden insanlık...
Kendi sorunlu ahlak anlayışının sonuçlarıyla yüzleşmek yerine kendisine daima bir günah keçisi bulur.
Bu günah keçisi akılsız insanlar için “kuyruk sallayan” kadındır;
Akıllı insanlar içinse “tecavüz eden” erkek.
Ama asıl “günah”, her iki taraf için de tartışmasız bir şekilde kutsallaştırılan ve dokunulmazlığı olan ahlak kavramına aittir.
Toplumlar kadınları katletmeye;
Onları herhangi birinden şiddet gördüklerinde, hırpalandıklarında, küçük düşürüldüklerinde, ellerinden hakları alındığında ya da özgürlükleri kısıtlandığında başlarına gelenle...
Tecavüze uğradıklarında başlarına gelen arasında dağlar kadar fark olduğuna inandırmakla başlarlar.
Baba, ağabey ya da koca tarafından dövülmeyi olağan karşılaması istenen...
Ama nikâhlı olmadığı bir erkekle isteyerek ya da zorla seviştiğinde, sevişmek zorunda kaldığında onurundan bedenine kadar kirlendiğini hissetmesi telkin edilen kadının kendi varlığıyla ancak utanç ve günah ekseninde ilişki kurmasına izin veren toplumlar...
Kadını bir tecavüz sonrasında tüm suçları ve günahları üstlenmeye en baştan ikna eder.
Evlenme vaadiyle kandırılan ve içki içirilerek iradesi zayıflatılan bir genç kız, o adamın aslen kendisiyle evlenmeye niyeti olmadığını anladığında herhangi bir dolandırıcıyla değil de bir ırz düşmanıyla baş başa kaldığını düşünmeye başlar.
Irzı, kadının asla kendisine ait olmayan...
Aileden topluma neredeyse tüm dünyaya hesabını vermek zorunda olduğu bir değer olarak belirleyen toplumsal ahlak, kadına temelden düşmandır.
Irzını korumakla yükümlüyken korumamış, koruyamamış olmanın bedelini ağırlaştıran ahlakı dürüstçe masaya yatırırsanız...
İnandığınız güvendiğiniz, sizi soylu kıldığını ve bazı şeylerden koruduğunu düşündüğünüz çoğu değeri derhal çöpe atmak zorunda kalırsınız.
O yüzden bu soruları sormazsınız.
Ama bilirsiniz;
Mahkemenin öngörmeyi tercih ettiği gibi “rızasıyla” sevişmiş bir kadın, bu sevişmenin sonucunda evlenme vaadinin yalan olduğunu anladığında kendisini öldürüyorsa...
Onu “kandıran” erkek zaten masum değildir ama o kadının eğer yaşamaya devam ederse hesap vermek zorunda kalacağını bildiği aile ve toplum hiç masum değildir.
Kendinizi bu aile ve toplumdan soyutlamadan aradığınız çözümler o yüzden asla çözüm olmaz.
Ortaçağda yakılan cadılarla bugün ahlak anlayışının yaktığı kadınlar arasındaki köprüyü devamlı tamir ederek sağlam tutarsanız...
Kadınları devamlı o köprüden aşağıya atan inançları ve gelenekleri sansürsüzce sorgulamazsanız...
Meselenin gerçek hukukuna ve adaletine asla kafa yormazsanız...
Belki bugün tutuksuz yargılanan o suçlu, sosyal medya baskısıyla yarın yine tutuklanır ama tecavüze uğradığı için kendini öldüren her kadının kanı hep yerde kalır.