Zeynep Altıok yazdı: 25 yıl bir acıyla yaşamak...
Sivas katliamında yaşamını yitiren şair Metin Altıok'un kızı CHP 26. dönem İzmir Milletvekili Zeynep Altıok Akatlı, katliamın 25. yıl dönümünde yazdı.
ZEYNEP ALTIOK AKATLI
“Benim yeryüzünde
Ah-ü zârım var”
25 yıl bir acıyla yaşamak...
Bunu anlatmak zorunda kalmak...
Anlatamamanın ağırlığı... Daimi bir yetememek duygusu... Daimi bir yalnızlık hali...
Acının, yalnızlığın, en mahrem duygunun paylaşılmasını görev olarak benimsemek...
En kıymetlilerle bile paylaşılamayan bir iç duygudur o. Hatta kimliğinizdir.
Artık ben ölürüm sandığınız yerden hiç çıkamayacak gibiyken bir bakmışsınız 25 yıl olmuş. Bu acıyla yaşanıyor. Aşılmayan, aşılamayan bir acı. Form değiştiriyor. Sizinle birlikte geliyor. Sönmemiş ama suskun yine de patlamaya hazır bir volkan gibi. Zamana ya da koşula uyduğunuzda herkes kapanmış bir yara gibi görüp öyle bakıyor size. Siz normal davrandıkça sıradanlaşıyor yaşadığınız onların gözünde. Geçmiş gitmiş gibi. İnsanlar hoyrat, düşüncesiz. Kimi zaman önünüze çıkarıvermekte bile beis görmüyorlar.
İçinize kapanırsanız ses vermemekle, mücadelesizlikle, umursamazlıkla, kaçmakla suçlanıyorsunuz? Sivas unutulmasın diye, babanız yaşasın diye “armağan kitap” hazırlıyorsunuz ülkenin en tanınmış kadın yazarı “O Sivas’ta zana yaradı zaten. Kör ölür badem gözlü olur” diye çıkabiliyor karşınıza. Siyasetten medet umuyor ve adalet için temsil ve söz için talep açıyorsunuz, “babasının soyadını kullanıyor” deniyor. Aynı fikirde olmuyorsunuz “babana layık değilsin kemikleri sızlar” deniyor, denebiliyor. Sanki onu sizden iyi tanıyabilirmiş gibi üstelik büyük bir konfor içinde oturduğu yerden ‘yaşasaydı’(!) ne düşüneceğini söylüyor size birileri. Adalete vesile olmaktansa peşinde koşana saldırma konforu. Siyaseti bir amaç için araç değil de varlık nedeni olarak görüp bir var olma yarışına kapılanlar en önce canınızın en yandığı yerden yıpratma kolaycılığına başvuruyorlar. “Ben gittim ama o davalara hiç gelmedi” diyebiliyorlar örneğin. Adalet mücadelesi için yüreğinizin hiç kaldırmadığı ve 25 yıldır adaletin a’sına yaklaşılamamış bir salonda olmayışınızdan dem vurarak 25 yıllık mücadelenizi ellerinin tersiyle ittirip yok saymak istiyorlar. Daha kötüsü kendilerine varlık biçiyorlar oradan. Eleştiri ile sömürü ve istismar arası bir yerdir orası. Yani o ismi, o davayı bu hoyratlıkla kullanan kendisidir ama ne gam?!25 yıllık sönmemiş bir volkanla yaşıyor gibiyim. O volkan bazen sakindir içimde bazen köpürür. Böylece akıyor yaşam her yıl, bazen herhangi bir anda yeni bir fay kırılıp magma yer değiştiriyor. Bu yerleşik duyguyla yaşadığım 25. yıl yeni bir fay hattı, yeni bir kırılma getirdi koydu önüme. Bir süredir sürekli yutkunuyorum yutkundukça içime akıp beni dağlıyor Sivas gündemi. Sivas yangınının közü yeniden bir magma olup içimde geziniyor.
Madımak anekdotları uçuştu ortalıkta
“Yanmadılar, boğuldular”, “Pencereleri açsalardı ölmeyeceklerdi” fütursuzluğuyla “ben” merkezinden anlatılan betonarme Madımak anektodları uçuştu ortalıkta. Olanak veren ‘doğan görünümlü şahinler’, o olanağı nimet sayıp siyasi kariyerine kenar süsü çekenler, cehaletin ve belleksizliğin güvencesinde aklanma, temize çıkma kampanyasından nemalanarak asrın demokrasi liderliğine soyunanlar, sizi vitrin yapıp cama düşen yağmur lekelerini dahi silmeye gerek duymayarak siyaset şekillendirenler, muktedire “comandante’lik yakıştırıp sizi 25. yılda yok etmeyi görev bilenler...
Acıları kişiselleştirmekten kaçındım yıllarca. Ortaklaşsın ve çözümün bel kemiği olsun istedim. Sözümüzü Meclis’te çoğaltmanın, siyasi parti örgütlülüğünün gücü ile değişime yol açmanın mümkün olduğuna inanarak umutla çıktığım yolda giderek daha da yalnızlaştım. Ülkemizin sıkışık siyasi gündeminde hep önce taze acılara koşma gereği doğdu. Bu taze acıların Sivas’tan eski acılardan bağımsız olmadığını bunu görerek geleceği örmemiz gerektiğini anlatmaya çalıştım. Yüzyıllardır dayatılan toplum baskıları ile yerli ve milli değerler üzerinden örgütlenen hatta artık silahlandırılan “kindar ve dindar” nesil ile mücadelenin öğretilmiş çaresizlik bakışıyla, günü kurtaran pragmatik çözümlerle, kimseyi “tahrik etmeyecek” kaçamak söylemlerle, eylemi olmayan içi boş çözüm vaadleriyle olamayacağını söyledim. Toplumun dayatılmış ve yerleştirilmiş değerlerini giyinerek sağın söylemini benimsemenin çare olamayacağını, sağdan oy almak için dönüşen olmak yerine sahici olarak sosyal devlet ve sosyal adalet üzerinden kendimizi anlatmamızın önemini yineledim. Yetemedim. Devlet geleneğine teslim olmuş, iktidarın hiç değilse bir parçası olabilmeyi hedef gören istikşafi bir hevesin içinde eridim.
Herkesin büyük umutlar bağladığı, iktidarın herkesi ayrıştırıp yaftaladığı kırılgan iklimde kritik seçim öncesinde “Sussam olmuyor, susmasam olmaz! Ben Türkiye için, partim zarar görmesin diye yutkundukça! Birileri kendini temize çekecek diye öldürülen canlarımız kullanılamaz... Kimse sabır taşı değil!” demesem de olmazdı. Onca ayrışmanın, nefretin arasında olumsuzluk ve kavga izlenimi yaratmamayı doğru bularak zamanın koşulunda o kadar söyledim.Yüzde 60 ile ilk turda seçimi alamadık! Sağın ortaklığı sağdan oy getirmedi. Solun, emeğin, kadının tasfiye edildiği milletvekili listesi ile oy artıramadık. Dokunulmazlıkların kaldırılması, savaş tezkeresi gibi nice itirazım, benim 25. yılın TBMM’sinde, insanlığa karşı işlenen suçlar için bir kanun maddesi tanımlanması, “devlet sırrı” ve “zaman aşımı” uygulamalarının kaldırılması için söylemek istediklerime yer bulamamam gerçeğine dönüştü.
Siyasal İslam iktidara geldi
25 yıl önce “Cumhuriyet burada kuruldu. Burada yıkılacak!” “Kahrolsun laiklik!” diyen siyasal İslam; güç aldığı cemaatler aracılığı ile iktidara geldi, kadrolaştı, toplumu uyuşturdu, düşünen ve muhalefet eden herkesi sessizleştirdi ve OHAL rejimini, insan yakmanın cezasızlığını kalıcı kılan bir baskı rejimini fiili olmaktan çıkararak resmiyete döktü. Ilımlı islam” fantazisinin mimarı “yetmez ama evet” söylemi ile başlayıp, ‘Kimlik siyaseti yapmayacağız’ diyerek ezilen toplumların hakkını ve adaleti “şühedanın huzurunda” aramakla; ‘Siyasete dini sokmayacağız’ diyerek inançlılığını ispat gayretkeşliği ile islam referansları ile mesaj verip, Cumhuriyetin kurucu partisini yönetim mertebesinde sağ siyasetin temsiline emanet etmekle devam eden en hafif tabiri ile öngörüsüzlük, en iyimser tabiri ile “aldatılmışlık” girdabında kaldık hepimiz.
Bugün Sivas Katiamı’ndan 25 yıl sonra ülkemiz yaşam biçimini, inançlarını, değerlerini beğenmediğine vur emri çıkartanlara duyarsız kalıp seçimin ertesi günü CHP’ni hedef gösteren bir bakanın açıklamaları ile çalkalanıyor. Yaşamı öncelemesi ve iktidarını kimse ölmesin diye kullanması gerekenlerin gencecik evlatlarımızın ölümünden adeta mutlu olarak şehitlik üzerinden toplumu kutuplaştırması, suça zemin hazırlaması, nefret kültürünü tetiklemesi kaygı verici olmanın ötesinde kararlılıkla mücadele edilmesi ve artık (!) uyanarak net bir tavır koyulması ihtiyacını somutlaştıran niteliktedir.
Temmuz ateşi harlı bunu biliyoruz zaten.
(Birgun.net'ten alınmıştır.)