Sedat Ergin'den çarpıcı 15 Temmuz yorumu
"Türkiye'nin muhtemelen çok büyük bir türbülansın, kaosun içine gireceğini düşünmemiz gerekir"
Hürriyet gazetesi yazarı ve eski Genel Yayın Yönetmeni Sedat Ergin, 15 Temmuz darbe girişimine ilişkin olarak, "Hedeflendiği gibi 03.00’te başlama vuruşunun bir engelle karşılaşmadan yapıldığını varsaydığımızda, Türkiye’nin muhtemelen çok büyük bir türbülansın, kaosun içine gireceğini düşünmemiz gerekir" dedi.
15 Temmuz'un ikinci yılında Hürriyet'ten İpek Özbey'e konuşan Ergin, "Bu durumda hükümetin karşı hamleyi organize edebilmesinde, halkın darbeye karşı seferber edilebilmesinde ciddi güçlük yaşanacaktı. Darbecilerin uydu haberleşmesini kestikleri, Digiturk gibi platformları kapattıkları bir ortamda televizyonda ne olup bittiği hususunda haber almakta çok büyük güçlük yaşanacaktı. Kendimizi bir karanlığın içinde bulacaktık" ifadesini kullandı.
Ergin'in söyleşisi şöyle:
15 Temmuz darbe girişiminin ikinci yılı. Tüm süreci iddianameler ve kaynaklarınız üzerinden inceledikten sonra hangi noktada duruyorsunuz?
- Tüm süreci inceleyebildiğimi iddia edemem. Toplam 289 darbe davası açıldı. Ben ancak belli başlı büyük davaları inceleyebildim. Önünüze çıkan somut olguları incelediğinizde, darbe organizasyonunun büyüklüğü, bu kadar ayrıntılı bir şekilde planlanmış olması gerçeği karşısında bir kez daha şaşırmamanız mümkün değil. Benzer şekilde, uzun bir zamana yayılan ve binlerce Fetullahçı askerle iletişimi yapılan bir sürecin fark edilmeden bu kadar sessizce ilerleyebilmesine ve bu kadar yoğun bir faaliyetin deyim yerindeyse atlanmış olmasına da yine şaşırmamak mümkün değil.
Bu darbe girişiminin hükümet tarafından göz yumulmuş bir darbe olduğu yolundaki iddialara ne diyorsunuz?
- Ben bu teorilere itibar etmiyorum. İddianamelerdeki somut olguları daha derinlemesine incelediğim oranda, bunun bir kurgu olmadığı yolundaki kanaatim daha da pekişti. Kanımca Türkiye’de komplo teorilerine olan yatkınlık, 15 Temmuz’un da bu şekilde algılanmasını kolaylaştırıyor. Darbe istihbaratı MİT’e geldiği halde bu istihbaratın değerlendirilmesinde yapılan operasyonel hatalar kuşkusuz bu yöndeki tezlere cazip bir dayanak oluşturuyor. Bu çerçevede açıklık kazandırılması gereken, yanıtlanması gereken sorular olduğunu belirtmeliyim. Böyle bir ihtiyaç var. Ancak görüşüme göre, bu durum 15 Temmuz girişiminin bir kurgu olmadığı gerçeğini değiştirmiyor. Türkiye’de insanların çok kuvvetli kanaatleri var ve bu kanaatler çoğunlukla olguların üzerinde asılı durduğu için 15 Temmuz darbe girişimiyle ilgili de böyle bir sorun yaşanıyor. Ayrıca iktidarın da 15 Temmuz üzerinden kendisine yeni bir siyasi anlatı oluşturma çabasına girmesi muhalefetin 15 Temmuz’a biraz kuşkuyla bakmasına yol açınca, mesele tam bir toz bulutunun içine giriyor. Keşke TBMM araştırma komisyonu çalışmalarını bu kadar erken bir şekilde sonlandırmasaydı ve keşke dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan, komisyona gelip sorulara yanıt verselerdi...
İddianameleri incelerken sizi şaşırtan, “Bu kadar da olmaz” dedirten hadiselerle karşılaştınız mı?
- Beni en çok dehşete düşüren olaylar, Akıncı Üssü’nden havalanan F-16’ları kullanan pilotların kalabalık insan gruplarının üstüne bombaları bilgisayar oyunu oynar gibi ateşleyebilmeleri, bunu büyük bir soğukkanlılık içinde yapabilmeleri oldu. Kurgulanmış birer robot, birer ölüm makinesi gibi davranıyorlar.
Darbe o gece planlandığı gibi saat 03.00’te başlasaydı ne olurdu?
- 16 Haziran sabahı başka bir Türkiye’ye gözlerimizi açmış olurduk. Bir kere, çoğumuz darbeye uykuda yakalanacaktık. Herkes hazırlıksız yakalanacağı için Fetullahçı darbeciler muhtemelen ilk hamle üstünlüğünü ele geçirmiş olurdu. Ancak yapılan planlamada, bazı büyük üslere, karargâhlara 15 Temmuz akşamı hava kararmasıyla birlikte personel girişi olacağı ve 03.00’ten öncesinde de bir hazırlık faaliyeti yürütüleceği için, bu hareketliliğin de bir şekilde dikkat çekeceğini düşünüyorum. Hedeflendiği gibi 03.00’te başlama vuruşunun bir engelle karşılaşmadan yapıldığını varsaydığımızda, Türkiye’nin muhtemelen çok büyük bir türbülansın, kaosun içine gireceğini düşünmemiz gerekir. Bu durumda hükümetin karşı hamleyi organize edebilmesinde, halkın darbeye karşı seferber edilebilmesinde ciddi güçlük yaşanacaktı. Darbecilerin uydu haberleşmesini kestikleri, Digiturk gibi platformları kapattıkları bir ortamda televizyonda ne olup bittiği hususunda haber almakta çok büyük güçlük yaşanacaktı. Kendimizi bir karanlığın içinde bulacaktık. TSK’nın bazı unsurlarında bir kafa karışıklığı yaşanabilirdi. Bir varsayım üzerine konuşmak zor ama çok büyük ve kanlı bir kaosun yaşanması muhtemel olurdu. Ordunun kendi içinde çatıştığı, polisin ordunun bir kesimiyle çatıştığı durumlar yaşanabilirdi. Kimin hangi tarafta durduğunun, kimin kime ateş ettiğinin belli olmadığı durumlar olurdu. Herkes elindeki silahı ateşlemeye başlayınca iş nereye giderdi düşünmek istemiyorum. 15 Temmuz’da meydana gelen bazı çatışmalar çok daha geniş ölçekte yaşanırdı herhalde. Ben eninde sonunda darbe püskürtülürdü diye düşünüyorum ama kaostan çıkış, zamana yayılan, kanlı bir süreç olurdu ve insan hayatı anlamında 15 Temmuz’da ortaya çıkan eşiğin çok üstünde, daha da yüksek bir maliyete yol açardı. Bir bütün olarak Türkiye çok ağır bir hasarla çıkardı bu kaostan. Kendimize gelebilmemiz çok zaman alırdı, ülkenin zamanı, enerjisi, kaynakları heba olurdu.
En çok üzerinde durduğunuz konulardan biri tutuklamalardı. Tüm incelemeniz sonucunda, sıkıyönetim görevlendirmesi listesinde adları geçen her general ya da subayın bu görevlendirmeden haberi vardır diyebilir misiniz?
- Sadece sıkıyönetim görevlendirme listesi değil, bir de üst kademe bütün TSK mensuplarının teşkilat içindeki yeni görevlerini ya da göreve devam durumlarını gösteren, üst düzey kamu kurumlarına yapılan atamaları içeren ikinci bir liste var. Bu listelerde darbecilerin kendilerine görev yazdığı ya da ‘göreve devam’ notu düştüğü her general ve subayın bu görevlendirmeden haberdar olduğu söylenemez. Darbe faaliyetinin içinde olanlar zaten listede isimlerinin yer aldığını biliyorlardı. 15 Temmuz’da İncirlik Üssü komutanı olan tuğgeneral Bekir Ercan Van’ın durumunu ele alalım. Kendisi Ankara ve İstanbul’da darbe göreviyle kalkan F-16’lara yakıt ikmali yapmak üzere iki tanker uçağının İncirlik üssünden havalanması operasyonuna, bizzat uçakların başına giderek nezaret etmiştir. Görevlendirme listesinde adının karşısına ‘Adana Sıkıyönetim Komutanı’ diye yazılması hiç şaşırtıcı değil. Ama bu listelerde adı geçen generallerin sayıca önemli bir bölümünün bu görevlendirmelerden haberdar olmadıklarına inanıyorum. Bazılarına yeni görev verilirken, bazıları için ‘göreve devam’ denmiş bu listelerde. Burada ilginç olan nokta şu: Savcılar bazı durumlarda ‘göreve devam’ yazılmış olmasını aleyhte bir delil olarak değerlendirdiler. Adının karşısında ‘göreve devam’ yazdığı için “Demek ki darbecisin” denilerek hapse atılan generaller var. İzmir’de uzun süre tutuklu kalan NATO Karargâhı’nda görevli Tümgeneral Salih Sevil’in durumu buna çarpıcı bir örnektir. Hakkındaki tek delil, ‘göreve devam’ denmiş olmasıdır. Buna karşılık darbecilerin hakkında ‘göreve devam’ yazdıkları pek çok general 15 Temmuz’dan sonra bu durumdan etkilenmedi. TSK üst yönetimi, 15 Temmuz sonrasında bu komutanların bazılarını görevde tuttu, hatta başka görevlere getirdi, Yüksek Askeri Şura’da (YAŞ) terfi alanlar da oldu. Buna karşılık, söylediğim gibi, bu listelerde görev verilen generallerin bir bölümü de hapse atıldı ve suçlandı. Google arama motoruna girip Salih Sevil diye yazın, karşınızda elleri kelepçeli bir şahıs bulacaksınız.
Burada çelişkili bir durum ortaya çıkmıyor mu?
- Ben de onu söylüyorum zaten. Listelerdeki görevlendirmeler ya da ‘göreve devam’ denmesi başlangıç aşamasında delil kabul edilirken, bazı generallerin bunun dışında tutulması, zaten sübjektif kriterlerin işletildiğini gösteriyor. Listeler konusunda şu çarpıcı örneği vermek isterim: 15 Temmuz’da Tunceli Komando Tugay Komutanı Tuğgeneral Levent Ergün’ün durumu… Darbecilerin listesinde Tunceli sıkıyönetim komutanlığına getiriliyor. Tunceli’deki savcılar da kendisini darbeci diye sorguya alıyorlar. Sorguda Tuğgeneral Ergün’ün FETÖ kumpasının mağduru olduğu, kurmay albay olduğu dönemde FETÖ’cüler tarafından sahte delillerle Balyoz davasında mahkûm edilip hapse atıldığı, sonradan masumiyeti anlaşılıp beraat ettiği ve hatta YAŞ’ta terfi ettirilerek general yapıldığı ortaya çıkıyor. Savcılar da kendisini bırakıyorlar. Bu durum darbecilerin planlama aşamasında kendilerinden olmayan pek çok subayın ismini de bu listelere yazdıklarını gösteriyor. Yaptıkları kötülüğün sınırı yok.
Neden böyle bir yönteme başvuruyorlar?
- Bence bunun bir nedeni, her yerde yeterli sayıda adamlarının olmaması. Ama her ilde bir sıkıyönetim komutanına ihtiyaç var. Çoğunluk, o ildeki en yüksek askeri yetkiliyi listeye yazıyorlar. Muhtemelen darbe başarılı olursa bizim yanımıza geçer diye bir hesap yapıyorlar ya da daha sonra bir şekilde bunları da hallederiz diye düşünüyorlar. Zaten bu darbe girişimini FETÖ ile Atatürkçü subayların birlikte tezgâhladıkları yolundaki teoriler de biraz bu görevlendirme listelerinden kaynaklandı.
Bunu biraz açabilir miyiz?
- Şöyle anlatabiliriz: Atatürkçü çizgileriyle tanınan çok sayıda general listede adı geçiyor diye tutuklanıp kamuoyuna darbeci diye takdim edilince, darbenin ‘cemaat artı Atatürkçüler koalisyonu’ tarafından icra edildiği teorisi devreye sokuldu. Tabii bu, cemaatin de çok işine geldi, sorumluluğu kendi üstünden atmak açısından. Bu şekilde tutuklanan birçok general daha sonraki dönemde sessizce tahliye edildi. Ancak bu, kamuoyunda pek fazla fark edilmedi. Bu durumda olan birçok general sayabilirim. Tutuksuz yargılanıyorlar. Aralarında beraat edenler de oldu. Örneğin darbecilerin 15 Temmuz gecesi ellerini kelepçeleyip bir odada alıkoydukları İkinci Ordu Kurmay Başkanı Tümgeneral Avni Angun, darbeci suçlamasıyla yargılandı ve sonunda beraat etti. Ama o da 17 ay hapis yattı ve KHK ile ordudan atılmış durumda.
Bu sürecin mağdurları kimler oldu?
- Bu sürecin, kabul edelim ki çok sayıda, yüzlerce mağduru var. Öncelikle hiçbir şeyden haberi olmayan ve o gece komutanlarının kendilerine verdikleri emirleri yerine getirerek, silah kuşanıp ne olduğunu anlamadan göreve çıkan çok sayıda er ve erbaş mağdur oldu. Onların büyük bir bölümü de darbeci diye içeri atıldı, hatta suçlandı, yargılandı. Neyse ki yargılama sürecinde er ve erbaşın önemli bir bölümü öncelikle serbest bırakıldı. Bazıları yine de yargılanmaktan kurtulamadı, ancak bildiğim kadarıyla davaların akışı içinde çoğu beraat ediyor. Bu durumda olan çok sayıda uzman er ve erbaş da var.
İkinci gruptaki mağdurlar arasında darbeden haberi olmayan ve verilen emirleri yerine getiren muhtelif kademede subaylar var. Örneğin, o gece “Terörle mücadele operasyonu var” diye apar topar evlerinden çağrılan ve ne olduğunu anlamadan kendini darbe faaliyetinin ortasında bulan subaylar… Yani darbe fiili içinde yer alan ama darbe yapma kastı taşımayan ve ne olduğunu anlayınca geri çekilen çok sayıda alt ve orta kademe subay var. Bu durumdaki subayların önemli bir bölümü yargılandı, mahkûm oldu ve içeride. Buna karşılık, benzer durumda olup beraat edenler de var. Örneğin, o gece komutanlarının verdiği emirle üsse gelip uçakların motorlarını çalıştıran, ancak havalanmadan kontak kapatan Malatya’daki F-4 pilotları arasından üsteğmen rütbesinde olanlar beraat etti.
Üçüncü grupta, kanımca darbenin içinde olmadığı halde salt bu görevlendirme listelerinde adları geçtiği, ayrıca bazı zorlama suç isnatları ya da aşırı şüphecilik sonucu tutuklanan ve mahkûm edilen generaller var. Bazılarının yargılaması sürüyor. Bunlar arasında kendilerine yöneltilen suçlamalar konusunda hiç ikna olmadığım generaller de bulunuyor. Geçmişte Balyoz davalarında dijital delillere dayanılarak mahkûm edilen subayların masumiyetinden o dönemde ne kadar eminsem, 15 Temmuz’dan sonra içeri giren bazı generallerin masumiyetinden de aynı derecede eminim. Yanlış anlama olmasın, ‘bazıları’ diyorum…
Neden ikna olmadınız?
- İkna olmadım çünkü dosyayı okuyunca iddiayı destekleyecek somut deliller görmedim. Örneğin, İzmir’deki mahkeme tarafından ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm edilen Edremit’teki 19. Motorlu Piyade Tugay Komutanı Tuğgeneral Nihayet Ünlü’yü ele alalım. Darbecilerin listesinde onun adının karşısında da ‘göreve devam’ yazıyor. Darbeci olduğuna ikna olmuş değilim. Tugayın başına gidip emri altındaki bütün subaylara darbeye karşı çıkılacağı mesajını vermiş. Tugayda yaprak kımıldamamış. Keza 15 Temmuz’da Diyarbakır’daki 7’nci Kolordu Komutanı olarak görev yapan Korgeneral İbrahim Yılmaz’ın da darbeye katıldığına inanmıyorum. Aksine, delil dosyasına bakınca, darbeye kuvvetli bir direnç gösterdiğini düşünüyorum. Mahkeme heyeti de zaten kendisi için savcının talep ettiği ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmetmedi, yalnızca darbeye yardımcı olduğu gerekçesiyle 12.5 yıl hapis cezası verdi. Başka örnekler de verebilirim. Son tahlilde bu insanların kariyerleri altüst oldu. Kariyerden vazgeçelim; bu durumda olanların çoğu bugün tek kişilik hücrelerde çile dolduruyor, bazılarının hücrelerinde bildiğim kadarıyla televizyon bile yasak. Temyiz süreçleri sonuçlandığında bu durumdaki askerlerin mağduriyetlerinin anlaşılacağını düşünüyorum. Ama iş işten geçtikten sonra... O zaman bu durumdaki generallerin haksız bir şekilde TSK’dan tasfiye edilmiş oldukları gerçeği karşımıza çıkacak. Ben mağdur edilen subay ve generaller açısından ciddi bir iade-i itibar meselesinin önümüzdeki dönemde Türkiye’nin gündemine geleceğini düşünüyorum.
Bir de hapsedildikten sonra sağlığı kötüleşip bugün aramızda olmayanlar var. Haksız bir şekilde suçlanıp tutuklandığını düşündüğüm Manisa 1’inci Piyade Er Eğitim Tugayı Komutanı Tuğgeneral Yavuz Ekrem Arslan, hapisteyken sağlık durumunun kötüleşmesi sonrasındaki süreçte hayatını kaybetti. Bakın daha geçenlerde FETÖ bağlantılı diye 2017’de orduyla ilişkisi kesilen ve KHK ile rütbesi alınan Kıbrıs gazisi emekli Deniz Albay İsmail Gül’ün suçsuz olduğu anlaşıldı.
Gül ordudan niye atılmış?
- Çünkü oğlunun telefonunda Bylock çıkmış. Oğlunun, cep telefonuyla iradesi dışında Bylock’un ‘Mor Beyin’ programına girdiği tespit edilince, bir başka KHK ile İsmail Gül’ün rütbesi geçenlerde iade edildi. Ama o hayata veda etmişti. Ailesi, sağlığının maruz kaldığı haksızlık üzerine bozulduğunu açıkladı. Gazeteler ‘Mezarda iade-i itibar’ diye başlık attılar. Bunun hesabını kim verecek? İnşallah başka mağdurlar için iade-i itibar kararlarının akıbeti böyle olmaz.
Bir yazınızın başlığıydı; oradan hareketle aynı soruyu sormak istiyorum: Dışişleri’nin yüzde 25’i nasıl FETÖ’cü olur?
- Bu sorunun bana değil, bu insanlar Dışişleri Bakanlığı’na alındığı dönemde bakanlığa hâkim olan siyasi iradeye yöneltilmesi gerekiyor. Bu benim ortaya attığım bir iddia değil. Ben sadece Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun TBMM’de yaptığı bir açıklamayı alıntıladım. “Meslek memurlarımızın aşağı yukarı yüzde 25’i bakanlıktan uzaklaştırıldı” diyen o. Benim hesaplamama göre, 381 meslek memuru bu şekilde Dışişleri’nden uzaklaştırılmış. Bunların ezici çoğunluğu, 2010 yılından sonra bakanlığa intisap etmiş kişiler. Ahmet Davutoğlu’nun 2009 yılında Dışişleri Bakanı olduktan sonra teşkilat yasasını ve bakanlığa giriş sınav sistemini değiştirdiğini de hatırlayalım. Bu arada, bu dönemde diplomat yapılan bu şahısların bir bölümünün dil bilmediği için yabancı dil kursuna gönderildiğini de biliyoruz. Dışişleri’ndeki cemaat kadrolaşması hadisesinin çok ciddi bir incelemeye tabi tutulması gerektiğini düşünüyorum. Bence bütün FETÖ hadisesi içindeki en vahim sayfalarından biridir Dışişleri’ndeki kadrolaşma olayı. Cemaatin operasyon olarak en kısa zamanda, en süratli şekilde nüfuz ettiği yerlerden biridir Dışişleri Bakanlığı.
Buradan sınav sorularının çalınmasının, uzun yıllar süren örgüt kadrolaşması konusunda ne kadar önemli olduğunu anlıyoruz, değil mi?
- Artık bugün kesinlik içinde FETÖ’nün devletteki kadrolaşmasında en önemli araçlardan birinin ÖSYM olduğunu, sınav soruları üzerinden yapılan sahteciliklerle geride bıraktığımız dönemde devlet içinde muazzam bir kadrolaşmaya gidildiğini biliyoruz. Gülen organizasyonunun en önemli stratejik hedeflerinden biri, hemen hemen her bürokratik birimde öncelikle personel dairelerini, sınav komisyonlarını ele geçirmek oldu. Burada kendi adamlarını devlete sokmak için her türlü hilebazlığı, sahtekârlığı yaptılar. Düşünebiliyor musunuz, yıllarca bütün askeri liselere, askeri okullara bu şekilde binlerce, binlerce insanı sokuyorsunuz. Bu hadisenin beni en çok rahatsız eden tarafı şu: Biat ettikleri gizli örgüt kendilerini kayırdığı, el altından soruları verdiği için hak etmedikleri halde bu okullara girebilen binlerce insan, aslında o okullara girmeyi hak eden başka binlerce insanın hakkını yemiş oldu. Diğerleri mağdur edildi, büyük bir haksızlığa maruz kaldılar. Onların hayatları bambaşka noktalara gitti, hak ettikleri yerlere gelemediler. Onların hayatlarını ellerinden aldılar. Buradaki büyük haksızlığın hesabını kim verecek? Cemaat yaptığı bu büyük kötülüğün hesabını nasıl ödeyecek? Bunun vebali çok büyük.
Amerika-Türkiye ilişkileri özellikle Fetullah Gülen’in Amerika’da yaşaması ve iade edilmemesi nedeniyle çok gerildi. Amerika’da gazetecilik yapmış biri olarak ne yapmaya çalıştıklarını anlıyor musunuz?
- Gülen’in ABD’de ikameti ve arkasında hangi dinamiklerin olduğu, çok karışık bir konudur. ABD devletinin bütün birimleri bu işin içinde değildir. Ancak bu tartışma, Gülen’in 1999 yılından bu yana ABD’de yaşadığı ve Amerikan sisteminin himayesini gördüğü gerçeğini değiştirmez. Bu durum, dolayısıyla Gülen cemaatinin Türkiye’de gerçekleştirdiği her türlü hukuk dışı fiille ABD’yi de dolaylı bir şekilde ilişkilendirir. ABD devletinin bazı birimlerinin, özellikle istihbarat camiasını kastediyorum, Gülen organizasyonuna olan angajmanlarının derinliği nedeniyle, bu ilişkiyi sonlandırmaktan kaçındıklarını tahmin ediyorum. Gelinen noktada Gülen’in ABD’de ikamet ediyor oluşu, Türkiye’yle ABD arasındaki ilişkileri çok büyük bir basıncın içine sokuyor. İlişkiler bu yüzden nefes alamıyor. ABD’nin Türkiye’de çok büyük menfaatleri var. Bütün bu menfaatlerini Gülen faktörü nedeniyle riske edebiliyor olması, her bakımdan üzerinde durulması gereken düşündürücü bir durumdur. Bir noktada terazinin bir kefesine Gülen’i, diğer kefesine de Türkiye’yle ilişkileri koyup bir karar vermek durumunda ABD’li karar vericiler. Ancak Amerikan sisteminin işleyişini bildiğinizde, yönetim Türkiye’ye göndermek istese bile bu kararın, yargının onayından geçmesi gerekir. Bunun da zannedildiği kadar kolay olmayacağını hesaba katmalıyız.
Bir başka önemli nokta daha var. Türkiye’de Fetullah Gülen’in önderlik ettiği organizasyon -adına ister cemaat deyin, ister FETÖ- nedeniyle mağdur olan herkes, bu kriminal örgüte sağladığı himaye nedeniyle ABD’yi de sorumlu tutmaktadır. Bu insanlar böyle düşünmekte haksız da değiller. Ben bugün bir kumpas davasının mağduru olsam, tabii ki ABD’ye kızarım, onu koruduğu için. ABD’nin, Gülen’in Pensilvanya’daki ikamet edişinin Türkiye’deki görüntüsü üzerinde yarattığı olumsuz etkiyi artık idrak etmesi gerekiyor. Ancak bütün bunları görecek bir ABD yönetimi var mı derseniz, hayır yok. ABD yönetimindeki kadroların da meselenin derinliğini bu ölçüde idrak ettikleri kanaatinde değilim.
Dünyanın bu meseleye bakışını genel olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Dünyanın Gülen meselesini çok anladığını zannetmiyorum. Bir kere, organizasyonun büyüklüğünü ve kendine özgü yapısını, tasarımını anlayamıyorlar. Çünkü bir benzeri yok, bildikleri hiçbir şablona uymuyor. Türkiye’de bu kadar insan aldanmışken dünyanın bu örgütü kavramakta zorlanmasını bir ölçüde anlayabiliriz. Bu arada Batı dünyasına yerleşen, Türkiye’nin otoriterleşen ülke görüntüsünün yol açtığı olumsuz algının da Gülen cemaatinin tam olarak algılanmasını önlediği kanaatindeyim. Türkiye süratle bir normalleşmeye gitmez, demokrasisindeki sorunları gidermez, ifade özgürlüğüyle ilgili sıkıntıları aşmaz, OHAL mağduriyetlerinin giderilmesi yönünde adımlar atmazsa, bu algı sorunu Gülencilerin işine yarayacaktır diye düşünüyorum. Hükümet Gülencilerle ilgili doğru bir mesaj verdiği zaman bile, salt Türkiye’nin algısıyla ilgili sorunlar nedeniyle, mesaj hedeflendiği yere, arzulandığı gibi ulaşmıyor. Tabii Gülencilerin de yurtdışında bu durumu kendi lehlerine etkili bir şekilde kullandıklarını kabul etmeliyiz.
Yazılarınızın tamamını okudum. İlginç anekdotlardan biri de Erdoğan’ın, muhtemelen darbeden önceki belki de son konuşmasını Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Menderes Türel’le yapmış olması. Ne konuşuyorlar?
- Ben bu bölümü DHA Akdeniz temsilcisi Salih Uçar’ın kitabından aldım. 16 Temmuz 2016 günü Antalya’da Türkiye karması ile dünya yıldızları karmasının gösteri maçı planlanmış. O sırada Antalyaspor’da oynayan Eto’o organize ediyor bu maçı. Cumhurbaşkanı Erdoğan da maçın başlama vuruşunu yapacak ve muhtemelen kısa bir süre de oynayacak. Yıldızlar karmasında dünya çapında isimler var ve bir kısmı zaten 15 Temmuz günü Antalya’ya gelmiş bile. Örneğin, Neymar, Iniesta ve Drogba, 15 Temmuz günü öğleden sonra intikal ediyorlar Antalya’ya. Davetliler arasında Arjantinli futbol yıldızı Messi de var. Messi, o gün Eto’o’ya cep telefonu üzerinden video mesajı yollayarak, 16’sında maça çıkmak üzere Antalya’ya geleceğini söylüyor. Eto’o da bu haberi hemen Menderes Türel’e iletiyor. Türel, saat 19.30’da o sırada Marmaris’te olan Cumhurbaşkanı’nı arayarak bu haberi kendisine veriyor. Cumhurbaşkanı’nın da bu haberden memnun olduğunu anlıyoruz. İlginç olan bir nokta da şu: O sırada Ankara’da Genelkurmay Karargâhı’nda Orgeneral Akar ile MİT Müsteşarı Fidan, o gece yasadışı bir askeri faaliyet olacağı yolunda gelen bir ihbarı değerlendirmekle meşguller. Akar, o sırada dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Salih Zeki Çolak’ı gelen bu ihbarı tahkik etmek üzere Güvercinlik Üssü’ne yollamış bile, “Bir şey oluyor mu, git bir kontrol et” diye… Daha sonraki aşamada, o akşam MİT Müsteşarı Fidan’ın Cumhurbaşkanı’na telefonla ulaşamadığını, dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Yaşar Güler’in müşteki olarak verdiği savcılık ifadesinden biliyoruz.
Sizi en çok etkileyen olay hangisi oldu?
- Bu olaylardan biri, dönemin İkinci Ordu Komutanı Orgeneral Adem Huduti’nin emir subayı Binbaşı Sedat Kaya’nın o gece sergilediği tutum oldu. Binbaşı, gecenin başında “Onları vurayım mı” diye komutanından izin istiyor. İzin alsa makam odasına gelen darbecileri gerçekten vuracak. Orgeneral Huduti, kan dökülmesini istemediği ve işi ikna yoluyla çözmeye çalıştığı için izin vermiyor. Binbaşı Kaya tetiği çekseydi iş karargâhta çok kanlı bir sürece de dönüşebilirdi. Çünkü bütün karargâh büyük ölçüde darbecilerin kontrolüne geçmişti. Kaya, daha sonra darbeci iki general ve bir kurmay albayın silahlarını ellerinden alarak onları etkisiz hale getiriyor. Ancak darbeciler yeniden silahlanıyor. Sonunda kansız bir şekilde mesele halloldu. Ama bazı polislerin kumpasıyla Sedat Kaya, FETÖ’cü ve darbeci olduğu iddiasıyla yaklaşık bir yıl hapis yattı. Bence Cumhurbaşkanı dosyasını okusa, cesaretinden etkilenip Binbaşı Kaya’yı belki de Beştepe’de güvenlik ekibinin başına getirebilir. Neyse ki Kaya yargılama sonunda beraat etti. Dosyası temyizde. Ama KHK ile atılmış, üniforması kendisinden alınmış bir asker artık. Huduti Paşa tetiği çekmesine izin verseydi, muhtemelen bugün bir kahraman muamelesi görecekti. Ama silah bir kez ateşlenince işler nereye giderdi, onu bilemiyoruz tabii...
O gecenin hâlâ karanlıkta kalmış, aydınlatılmayı bekleyen noktaları var mı?
- MİT Müsteşarı Fidan’ın gelen ihbarı Orgeneral Akar’la değerlendirirken Cumhurbaşkanı Erdoğan’la görüşmek istemesi, bu amaçla Cumhurbaşkanı’nın koruma müdürünü araması ancak görüşmemesi tuhaf bir durum. Fidan, Koruma Müdürü Muhsin Köse’yi arayarak, “Muhsin, sana dışarıdan bir saldırı olursa yeterli gücün, silahın ve adamın var mı” diye soruyor. Bir de Binbaşı O.K. konusu var, MİT’e gidip ihbarda bulunan helikopter pilotu... O.K.’nın günün birinde konuşması 15 Temmuz’u daha iyi anlamamız bakımından yararlı olacaktır. Aslında bence 15 Temmuz darbe girişiminin seyrini değiştiren kişi Binbaşı O.K.’dır. Kendisi, cemaat kökenli bir subay. Darbeciler kendisine o akşam için görev veriyorlar. Görevi, o gece helikopterlerle MİT Müsteşarlığı yerleşkesine operasyon yapılıp Hakan Fidan’ın alınması. O da öğleden sonra MİT’e gidip bu olayı ihbar ediyor. MİT Müsteşarı da Genelkurmay’ı haberdar ediyor, sonra Genelkurmay’a gidiyor. Bu ihbar gelince, Orgeneral Akar, Türk hava sahasını bütün uçuşlara kapatıyor, Kara Kuvvetleri Komutanı’nı da Güvercinlik’teki helikopter üssüne gönderiyor. Muhtemelen Fidan’ın karargâha gelmesi bile darbecilerin şüphelenmelerine yetiyor. Bu hareketler, darbecilerde içten bir sızma olduğu, karşı tarafın darbe hazırlığını öğrendiği kanaatine yol açıyor. Bunun üzerine planda sabaha karşı 03.00’te başlaması gereken darbe öne alınıyor. Öne alındığı için tam planlandığı gibi icra edilemiyor. Örneğin, başladıklarında görevli personelin bir bölümü, olması gereken yerlerde değil. İstanbul’da köprüyü trafiğe kapatmaları zaten faaliyetin açığa çıkmasına yol açıyor. Bunun sonucu, darbeye karşı direniş de seferber edilebiliyor. Binbaşı O.K., MİT’e gitmeseydi, muhtemeldir ki, darbe girişimi sabaha karşı 03.00’te uygulamaya konurdu ve olaylar farklı bir istikamette gelişirdi. Bu yönüyle O.K.’nın Türkiye’ye büyük bir hizmet yaptığını düşünüyorum.
Geçen hafta Genelkurmay Başkanlığı’na atanan Yaşar Güler de bu iddianamelerde karşımıza çıkıyor. Orgeneral Güler’le ilgili şahsi kanaatiniz ne?
- Orgeneral Güler, 15 Temmuz’un önde gelen mağdurlarından. Adı 15 Temmuz’la, FETÖ ile ilgili hiçbir spekülasyona karışmadı. 15 Temmuz gecesi Genelkurmay’daki odasında derdest edilip yerde sürüklenerek makamından çıkartılmış, Akıncı Üssü’ne götürülmüş, bütün bir geceyi gözleri bağlı bir şekilde, bir odada tek başına, zor koşullarda geçirmiştir. Önce başında bere var, daha sonra bunu çıkarıp gözlerini bir kumaş parçasıyla sıkı bir şekilde bağlıyorlar. İfadesinde, ayaklarından da kelepçelendiğini anlatıyor. Savcılık ifadesinde, Akıncı’da enterne edildiği durumda yaşanan çok insani bir diyalog geçiyor. Darbecilerin başına diktikleri nöbetçi asker saygıda kusur etmiyor. Güler, “Evladım, arkadan kelepçeyi biraz gevşetebilir misin” diye sorduğunda asker, “Komutanım, isterseniz ellerinizi önden bağlayayım” diyor ve kelepçeyi öne alıyor. Ancak darbecilerin yöneticilerinden biri odaya gelince, nöbetçinin bu hareketine sinirleniyor. Orgeneral Güler, 6 Temmuz günü akşam saatlerine doğru odasına gelen Korgeneral Yıldırım Güvenç ve Özel Kuvvetler ekibi tarafından kurtarılmıştır. Öncesinde Orgeneral Akın Öztürk de odaya gelerek kelepçelerin sökülmesi talimatını veriyor. Darbecilerin bu şekilde kötü muamelesine maruz kalan bir orgeneral, bugün Genelkurmay Başkanlığı makamında oturuyor. Ayrıca, Orgeneral Güler, 15 Temmuz günü ihbarın yapılmasından sonraki süreçte, MİT’le Genelkurmay Karargâhı arasındaki trafikte de önemli bir rol oynuyor.