17 Ağustos’un yıldönümünde korkutan rapor
TMMOB'un 17 Ağustos raporunda çarpıcı ifadelere yer verildi.
Sözcü- İnşaat Mühendisleri Odası (TMMOB) İstanbul Şubesinin raporunda “Yapı durumunun mevcut stoku sır değildir. Hem bizler hem de Çevre Ve Şehircilik Bakanlığı yetkilileri tarafından defalarca kamuoyuyla paylaşılmıştır. Buna göre, ülkemizde yaklaşık 20 milyon yapı bulunmaktadır, bu yapıların 13 milyonu kaçak ve ruhsatsızdır. İstanbul’da bulunan 2 milyon yapının da en az yarısının aynı şekilde kaçak ve ruhsatsız olduğu anlaşılmaktadır” denildi.
Son dönemde Sütlüce’deki bina başta olmak üzere meydana gelen göçükler için hazırlanan raporda “Ülkemiz tarihinde Sütlüce örneğinde olduğu gibi, Diyarbakır Hicret, Konya Zümrüt apartmanı faciaları yer alıyor. Ne yazık ki kamu erki gerçekleri yok sayarak sorunları çözebileceğini düşünüyor. Karşı karşıya kaldığımız her afette kamu erkinin bu yaklaşımı gerceğin duvarına çarpıp dağılıyor. Ancak bedeli ağır oluyor. Son yüz yılda 100 binden fazla insanı depremlerde kaybeden bir ülkenin inşaat mühendisleri olarak içinde bulunduğumuz çaresizliği, mesleğimizin bilimsel ve evrensel kabulleri doğrultusunda kamaoyu oluşturarak gidermeye çalışıyoruz.” ifadelerine yer verildi.
Son dönemde İstanbul’da ardı ardına yaşanan çökmelere de değinilen raporda “Bu olayların sorumlusu son derece doğal olan sağanak yağış değildir. Sorumluluk, 2753 ada 28 parselde derin kazı gerektiren inşaat faliyetine, mevcut duvarı yeteri kadar güçlendirmeden izin veren proje müellifi, yapı denetim firması, müteahhit ve belediyedir” denildi.
İMAR BARIŞI ZAFİYET YARATIR
Raporda ayrıca İmar Barışı uygulamasının da yapı denetiminde zafiyet oluşturacağı, denetimsizliği adeta teşvik edeceği” savunuldu. İstanbul’daki 2 milyon yapının yarısının da kaçak olduğu vurgulandı.
TMMOB’nin açıklamasında ise 20 yıllık süreçten ‘ibretlik’ detaylara yer verildi.
Açıklamada şunlar kaydedildi:
17 Ağustos 1999 Marmara Depremi'nden bugüne;
• Yapılan sayısız yapı denetimi düzenlemesinde kamusal denetim ticarileştirilmiş, meslek odalarının önerilerini dışlayan bir yaklaşım egemen olmuştur. Yapı Denetim Yasası'nda kamu yapıları denetim dışı tutulmuş; TMMOB'ye bağlı ilgili Odaların yasa ve yönetmeliklerce tanınmış görevleri içinde bulunan mühendislik, mimarlık hizmetlerinin mesleki yeterlilik, eğitim, belgelendirme, denetleme gereklilikleri dışlanmıştır.
• 2011 yılındaki Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı yerel yönetimlerin yapı, ruhsat vb. yetkilerini de üstlenmiş, TOKİ'ye çok özel yetkiler verilmiş, “kentsel dönüşüm” iktidarın elinde merkezileştirilmiş, bütün ülke imara açılmış, Yapı Denetimi Yasası'nda denetim dışı yapıların sayı tür ve dağılımında önemli değişiklikler yapılmış, yasanın denetim kapsamı daraltılmış, denetimsiz yapılaşmanın sınırları genişletilmiştir.
• Ulusal Deprem Stratejisi ve Eylem Planı'nda (UDSEP-2012-2023), Neoliberal serbestleştirme politikalarında önemli bir yer tutan “kamu-özel sektör işbirliği” yöntemi ile deprem gibi karmaşık ve tamamen kamusal düzlemde olması gereken bir alanın özel sektöre terk edilmesi için yeni adımlar öngörülmüş, “Serbestleştirme, özelleştirme, sivil toplumu güçlendirme ve yerelleşme” bağlamlı, kamu kaynaklarını ve kamu erkini ayrıcalıklı biçimde kullanan, yasama-yargı denetimini dışlayan, özel sektör ve uluslararası sermaye kuruluşlarıyla iç içe olan bölgesel kalkınma ajanslarına depremle ilgili sorumluluk verilmiştir. TMMOB'nin tüm uyarılarına karşın mühendislik, mimarlık uygulama, hizmet ve örgütleri bu strateji belgesinde de dışlanmıştır.
• Onuncu Kalkınma Planı'nda da, “Kentsel dönüşümün doğurduğu değer artışlarından kamuya kaynak sağlanması” ve “Özel sektör tarafından geliştirilen kentsel dönüşüm proje sayısının artırılması” amaçlanmıştır. Planda ayrıca “teknik müşavirlik firmalarının inşaat sektörünün tüm üretim süreçlerinde ve kamu-özel işbirliği projeleri ile kentsel dönüşüm gibi alanlarda daha etkin faaliyet göstermeleri temin edilecektir” denilerek mühendislik, mimarlık hizmetlerinin kamusal niteliğinin özel sektör lehine tasfiyesi açık bir şekilde yer almış ve böylece doğal afetler konusu, iktidar ve sermaye çevrelerinin sınırsız kâr-rant amacına tabi kılınmıştır.
• Başbakanlık tarafından yayımlanan “On Birinci Kalkınma Planı Hazırlıkları ile İlgili 2017/16 Sayılı Başbakanlık Genelgesi” ile 2019-2023 dönemini kapsayan On Birinci Kalkınma Planı için gerçekleştirilecek hazırlık çalışmalarında, daha önceki plan çalışmalarının aksine, “Afet Yönetiminde Etkinlik Özel İhtisas Komisyonunun” kurulmasına bu plan döneminde gerek olmadığı kamuoyuna duyurulmuştur.
• Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, 28.07.2017 tarih ve 30137 sayılı Resmi Gazete'de yayınladığı “6306 Sayılı Kanunun Uygulama Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik” ile “Riskli Alan” kararının verilmesinde temel bir girdi olan “alanda daha önceden meydana gelmiş afetler varsa, bunlara dair bilgiler”in kullanımını yürürlükten kaldırmıştır.
• 5902 sayılı Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun'u gereğince 2009 yılında oluşturulan Deprem Danışma Kurulu “yılda en az dört kez toplanır” şeklindeki ana çalışma ilkesine aykırı olarak, 2013-2016 döneminde hiç toplanmamış 2017 ve 2018 yıllarında ise birer kez toplantı gerçekleştirmiştir
• Sadece deprem konusunda değil heyelan, sel, tsunami, küresel iklim değişikliğinin yarattığı etkiler gibi tehlike unsurlarına karşı yerel düzeydeki sınırlı ve çoğunlukla afet sonrası çabaların dışında, ülke genelinde, sistematik bir “risk yönetim sistemi” inşa edilmemiş, ülkemizin “afet gerçekliği” imar, tarım, madencilik, enerji, sanayi gibi ana sektörlerde karar süreçlerinde göz ardı edilmiş/edilmeye devam etmektedir.
• “İmar Barışı” adıyla yasalaşan yeni “İmar Affı” ile açılan hukuk davaları sonucu planları ve ruhsatları iptal edilmiş olan her biri bir “kent ve çevre suçu” niteliğinde yükselen denetimsiz ve kaçak yapılar yasal hale getirilmiştir. Üstelik 3194 sayılı İmar Kanununa eklenen geçici 16. Maddede “Yapının depreme dayanıklılığı hususu malikin sorumluluğundadır” denilerek olası bir afet sonucunda siyasi mali ve kamusal sorumluluktan kaçılmıştır.
Sonuç olarak ve yeniden, 17 Ağustos 1999 Marmara Depreminin 19. Yılında, TMMOB ve bağlı Odaları olarak diyoruz ki: ‘Depremlere karşı bütünlüklü, sağlıklı, insanca bir yaşam ve çevre için, ülkemizin yeni büyük sosyal afetler, sosyal yıkımlar yaşamaması için gereken önlemlerin ivedilikle alınmasını, yapı denetimi uygulamasını yönlendiren kararlar ve ilgili tüm mevzuatın, TMMOB ve bağlı Odalar, üniversiteler ve ilgili kesimlerin katılımıyla düzenlenmesini bir kez daha vurguluyoruz.
TMMOB ve bağlı Odaları olarak diyoruz ki: Siyasi iktidarın mevzuatta yaptığı kabul edilemez değişiklilerle, TMMOB yasasında tanımlanmasına karşın, TMMOB ve bağlı Odalarının, kamu/özel sektör projelerini planlama, tasarım, üretim ve denetleme süreçlerinden dışlanmasını, Odaların üyelerini denetlemesi, sicillerini tutması, mesleki faaliyetlerinin kayıt altına alması, “imzacılıkla” ve sahte mühendislerle mücadelesi gibi mesleki ve kamusal görevlerinin engellenmesini, Meslek Odaları üzerinde mali ve idari denetim kurarak vesayet ilişkisinin hayata geçirilmek istenmesini tümüyle reddediyoruz.
TMMOB ve bağlı Odaları olarak diyoruz ki: Unutmadık, Unutmayacağız, Unutturmayacağız.”
AKUT: 1999’A GÖRE HAZIRLIKLIYIZ
Büyük Marmara depremi ve sonrasındaki afetlerdeki kurtarma çalışmalarında aktif rol alan Arama Kurtarma Ekibi AKUT da “17 Ağustos'u asla unutmayacağız! O gün geleceği de kurtardık” temalı bir sosyal medya farkındalık projesi oluşturdu.
Birçok ünlü oyuncu, müzisyen ve milli sporcunun gönüllü olarak destek verdiği çalışmasında Büyük Marmara Depremi'nde enkazdan kurtarılan ve şu an Dernek Gönüllüsü olan Selcan Kurt, Bülent ve Elif Şentürk de yer aldı.
AKUT Başkanı Recep Şalcı “17 Ağustos Türkiye’nin en büyük depremlerinden bir tanesi ve aynı zamanda Türkiye’nin çaresizlikle yüzleştiği nadir anlardan biri. 17 Ağustos depreminin ilk anlarında çok ciddi bir travma yaşandı ve insanlar sonrasında bir kurtarma faaliyetlerine girdi. Ancak asıl travmalar daha sonradan ortaya çıkmaya başladı. 1999 depreminde en çarpıcı kısım bir kurtarma anı bir de iyileştirme ve insani yardım kısmında olanlardı. İyileştirme ve insanı yardım kısmı beni gerçekten çok fazla etkilemişti. Depremin ikinci günü çalışırken 80 yaşında bir teyze geldi, elinde sebzeler vardı. Biz satıyor sandık, meğerse bize getirmiş. ‘Evladım ben üst köyden geliyorum, bunları bahçeden topladım sizin için’ dedi. O zaman Türk olmaktan övündüğüm anlardan biriydi. 17 Ağustos bu açıdan çok önemli bir gün. Depremin ikinci gününden itibaren kıtlık çekilmedi. İnanılmaz bir bolluk vardı. Türkiye’nin her tarafından yardım geldi. Biz yurt dışında da operasyonlara gidiyoruz. Onlarda böyle bir şey yok. Onlar tamamen bireysel hareket ediyorlar” diye konuştu.
Türkiye’nin olası bir depreme karşı 1999 depremine oranla yüzde 80 daha hazır olduğunu ve deprem gibi afetlere tamamen hazır olabilmek için doğru bir kentsel dönüşüm yapılması gerektiğini belirten Başkan Recep Çalcı, olası afetlere karşılık ön hazırlık aşaması için ise şunları söyledi; “17 Ağustos Türkiye için bir milattı. Felaketler başımıza gelmeden önce bizim hazırlıkları yapmamız gerekiyor. Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi ‘Felâket başa gelmeden evvel, onu önleyecek ve ona karşı savunulacak önlemleri düşünmek’ gerekir. Geldikten sonra dövünmenin yararı yoktur. Vatandaşlar da bireysel olarak kendilerini afetlere hazırlamalı. İnternette güzel bilgiler var. STK’lardan eğitim alabilirler. Bunun yanı sıra en azından bir STK’ya üye olsunlar. Farkındalık oluştursunlar. En azından bir ilk yardım eğitimi almaları bile bir can kurtaracaktır. Keşke ya da tüh dememek için bunu yapmalarını ısrarla öneriyoruz.”