Gezi duruşması: Duvar gibi heyet, intikam aracına dönüşen hukuk
Hemen tüm sanıklar kanıtsız, delilsiz iddianameye karşı bir ordu söz sarf etse de mahkeme heyeti sanki bir duvar gibi. Önlerindeki bilgisayar ekranlarından yüzleri görünmüyor ve fakat göründüğü kadarıyla bir anlam verilebilecek mimiklere sahip değiller.
GERÇEK GÜNDEM - FİLİZ GAZİ
Ülkenin 80 ilinde gerçekleştirilen protestoların adı tarihe “Gezi direnişi” olarak geçerken o dönemle ilgili iktidarın kavgası sona yaklaşıyor.
Gezi duruşmasına gelen kalabalık salona yerleşmeye çalışırken SEGBİS’ten (Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi) küçücük bir odada beyaz plastik sandalye üzerinde oturan Osman Kavala görünüyor. Uzun zamandır birbirini görmeyen insanların buluşma yeri gibi salon. Birbirine sarılan, hal hatır soran insanları izlerken mahkeme salonunda olduğumu bir anlık unutuyorum.
“BELKİ SİZ ŞİMDİ UNUTTUNUZ AMA RANTI DEĞİL EKMEĞİ BÖLÜŞMENİN İNSANA ONUR VEREN BİR YANI VARDIR”
Tüm bunlara rağmen neşe kılığında dolaşan endişeyi fark etmemek mümkün değil. 70 yaşında ağır müebbetle yargılanan Mücella Yapıcı’nın saçları yeni boyanmış. Üzerindeki bordo ceket tiril tiril. Gezi direnişine sahip çıkan bu kalabalığa hazırlık ve hatta cezaevine hazırlık gibi… Yüzündeki tebessümün nerdeyse tüm duruşma boyunca kaybolmamasını izliyorum hemen iki sıra arkasından. Şerafettin Can Atalay ve Tayfun Kahraman adına da müşterek yapacağı savunmayı elindeki kağıtlardan okurken, “Oldukça öfkeliyim, o yüzden okuyorum” diyor. “Tepe örgütü, finansörü yoktur Gezi’nin. Olamaz da…” dediğinde sesi daha da dirileşiyor ve şunları söylüyor:
“Milyonlarca insanı haftalardır sokakta tutan ancak halkın kendi iradesidir. Beş kuruş fon boğazımızdan geçmedi. Tüm ihtiyaçlar imece usulü yapıldı. Belki siz şimdi unuttunuz ama rantı değil ekmeği bölüşmenin insana onur veren bir yanı vardır.”
Yapıcı, Gezi’de öldürülenleri anıyor. Ali İsmail Korkmaz’ı, Ethem Sarısülük’ü, Ahmet Atakan’ı, Berkin Elvan’ı, Mehmet Ayvalıtaş’ı… “Bu iddianame akla, vicdana sığmıyor, insan olmanın gereklerine saygı duymuyor. Gezi’de yurttaşlar sorumluluğunu yerine getirdi. Biz sorumluluğumuzu yerine getirdiğimiz için yargılanıyoruz. Biliyorum ve inanıyorum ki Gezi eşitlik, özgürlük, adalet ve demokrasi için bu ülkenin sönmeyecek umududur” diyerek bitiriyor sözlerini.
Aynı savunmayı Şerafettin Can Atalay, Tayfun Kahraman da okuyor. Başka bir hayatın mümkün olduğu bir seçeneğin oluşturulduğundan söz ediliyor kısaca ve direnişi kafaya koyan kitlelerin fonla bir ilişkisinin olamayacağı anlatılıyor sabırla.
Çiğdem Mater yapmadığı filmden dolayı yargılandığını anlatıyor. Dört yıldır hayatlarını kangrene dönüştüren yargılama sürecini anlatıyor sanıklar. Tayfun Kahraman ise bu dosyadan yargılandığını, beraat ettiğini hatırlatıyor heyete. “Dayak yiyerek darbe olmaz, biz dayak yedik” derken ve tüm savunması boyunca sakin ses tonu değişmiyor. Şu sözleri söylerken de:
“Eylemler sürerken Taksim Dayanışması’nın dönemin Başbakanı Erdoğan ile görüşmelerini okuyor ve bu açıklama nedeniyle Gezi parkında ve başka yerlerde bir sürü cinsiyetçi küfür işittim soğukkanlı açıklama yaptığım için.”
MAHKEME HEYETİ DUVAR GİBİ…
Hemen tüm sanıklar asılsız, kanıtsız, delilsiz iddianameye karşı bir dolu söz sarf etse de mahkeme heyeti sanki bir duvar gibi. Önlerindeki bilgisayar ekranlarından yüzleri görünmüyor ve fakat göründüğü kadarıyla bir anlam verilebilecek mimiklere sahip değiller.
Şerafettin Can Atalay tok sesiyle “Bu bir yargılama faaliyeti değil. Politik bir temaşadır, politik faaliyettir. Defalarca beraat kararlarına, takipsizlik kararlarına rağmen yargılama devam ettiriliyor. Sizin hukukla bir ilginiz yok. Ülkede açlık, yoksulluk var. Dün akşam ana muhalefet partisi karanlıkta oturdu. Bugün bunu konuşmamız gerekirken sırf Recep Tayyip Erdoğan istediği için bize ceza vereceksiniz” diyor.
Savunmasında sıklıkla savcı Edip Şahiner’e çatıyor: “Tüm iddia tek bir telefon konuşmasına bağlı. Avukatım ‘dinleyin ses kaydını’ dedi. Dinlemediniz. Edip Şahiner bunu diyebilir. O AKP taşra teşkilatında bir memur. O der ama siz diyemezsiniz.”
Osman Kavala’ya geliyor söz. Hücreden farksız tutulduğu odadan salona sesleniyor. Öncelikle mahkemeye değil kamuya olan sorumluluğu nedeniyle savunma yaptığını belirtiyor. İddianamede sunulan delillerin absürtlüğünü anlatırken oldukça ciddi. Heyetten bir kişinin ise Kavala’nın savunması esnasında gözlüğü burun üstüne düşer vaziyette telefonuyla dakikalarca meşgul olduğunu izliyorum. 4, 5 yıldır cezaevinde tutulan birini dinlerken, bu rahatlığa da aynı anda tanıklık etmek manidar. Hayatlar bu kadar basit.
Duruşma sürerken Mücella Yapıcı Tayfun Kahraman’a sarılıyor. Sözsüz teselli ile yoran bir süreci birlikte aşacaklarının moral dokunuşları izlediğim. Ben bu satırları yazarken duruşma devam ediyor. John Berger’in “Eylemsiz özgürlük olmaz” sözü aklımda. Gezi, özgürlüğün, hayati taleplerin dile gelmesinin bir tezahürüydü.
Yargılama pazartesi devam edecek. Kararın açıklanacağı o gün için avukatların, hukukçuların kati bir tahmini yok. Hukukun çizgileri mevcut iktidar tarafından tebeşirle yazılıp çizilen bir ceza aracına dönüştüğü için her şey belirsiz. Bunca yıl boyunca sanıkların hayatı intikam alır gibi o belirsizliğe hapsedilmeye çalışıldı.
(Çizim: Murat Başol)
NE OLMUŞTU?
Gezi davası soruşturması 2013'teki Gezi direnişinden dört yıl sonra başladı. Savcılığın iddianamesi 19 Şubat 2019 günü açıklandı, 4 Mart'ta mahkeme tarafından kabul edildi ve Haziran 2019'da yargılama başladı. İddianamede, 16 kişi hakkında müebbet hapis istendi. 657 sayfalık iddianamenin çoğu dinleme kayıtlarından oluşuyordu. Yargılanan sanıkların bir kısmı hakkında geçmiş yıllarda defalarca beraat ve takipsizlik kararları verildi ve fakat yargılama intikamı bitmedi.
Osman Kavala'nın 18 Ekim 2017'de gözaltına alınmasıyla başlayan 16 sanığın yargılandığı Gezi davası sürecinde 18 Şubat 2020’de beraat kararı verilene kadar Silivri'deki İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görüldü. 18 Şubat’ta 16 sanıktan dokuzuna beraat kararı çıktı. Osman Kavala, 4,5 yıldır tutuklu bulunuyor.