Dört tuğladan biri yeraltına: 'Mafyanın başkenti: İstanbul'
Sözcü gazetesi yazarı Aytunç Erkin, Ankara Ticaret Odası tarafından 2004 yılında yayımlanan “Hayatımız Mafya” başlıklı raporda yer alanlara dikkat çekti.
Sözcü gazetesi yazarı Aytunç Erkin, “’Hayatımız Mafya’” başlıklı bir yazı kaleme aldı.
Erkin bugünkü yazısında, hakkında yakalama kararı bulunan Sedat Peker’in ifşalarıyla ortaya çıkan bürokrasi içerisindeki “mafya” düzenine dair dikkat çeken ifadeler kullandı.
Ankara Ticaret Odası tarafından 2004 yılında yayımlanan “Hayatımız Mafya” başlıklı bir rapor yayımlandığını hatırlatan Erkin, “Rapora göre, Türkiye'de yeraltı dünyasının cirosunun milli gelirin dörtte birini yani 60 milyar doları bulduğu ifade edildi” dedi.
Rapordaki bulguları aktaran Erkin, İstanbul’un mafyanın başkenti olarak ifade edildiğini belirtti.
Erkin’in yazısı şöyle:
Toplumcu dünya görüşünün teorisyeni Karl Marks dedi ki: “… Burjuva iktisatçı ve düşünürleri belirli olayları incelediklerini zannederek, o olayda yoğunlaştıklarında ana noktayı gözden kaçırırlar. Bu karmaşadan yararlanan sistem, kendi yolunda bir engelle karşılaşmadan ilerler…” Esas mesele “ana noktayı gözden kaçırmamak”! Çünkü, sistemin kendi yolunda engelle karşılaşmadan devam etmesine müdahale etmek şart. Sedat Peker üzerinden yapılan tartışmaların kaynağı ne? Sistem! Adını koyalım: Mafyokrasi… “Kendi çıkarları için her çareye başvuran gizli grup” olarak tanımlanan mafyanın, “gizli grup” olmaktan çıktığını görüyor herkes. Peki, bu son 20 yılın sonucu mu? Hayır! Örneğin…
Tarihsel olarak bakalım. 1206 yılında Cengiz Han tarafından kurulan Moğol İmparatorluğu, dünyanın yüzde 22'sine yayılmıştı. Batı ile Doğu bu nedenle birleşti. İpek ve Baharat Yolları'nda ticaret yapmak güvenli oldu ve “Pax Mongolica/Moğol Barışı” denilen dönem yaşandı. Neden? Cengiz Han, “pazarın güvenliğini” sağladı. Geldik mi yine ekonomi-politik bakışa. Örneğin… Tarihçilerin ortak tespitlerine göre, Osmanlı da pazar güvenliğini sağladı ve büyüdü. Tımar sistemi de bunun yansımasıydı. Devlet, üretimi kontrol altına aldı ve üretimin sürekliliğini sağladı. Ana noktayı gözden kaçırmamak önemli. Suç ekonomisinin, yeraltı ekonomisinin büyümesiyle “pazar güvenliği” kalmaz! Özellikle 1980 sonrasında, dünyada esen neoliberal rüzgarın sonucunda mafyokrasi doğmuştur. Bu yüzden adını koyalım: Bu bir sistem sorunu. 18 yıl öncesine gidelim.
MAFYANIN BAŞKENTİ: İSTANBUL
Tarih 7 Haziran 2004… Ankara Ticaret Odası (ATO) “Hayatımız Mafya” başlıklı bir rapor yayımladı. Rapora göre, Türkiye'de yeraltı dünyasının cirosunun milli gelirin dörtte birini yani 60 milyar doları bulduğu ifade edildi. O dönem milli gelir 238 milyar dolardı… Mafyanın 100'e yakın faaliyet alanı olduğunun altı çizildi. Faaliyet alanları da tek tek sıralandı:
Otopark mafyası, arazi mafyası, çek-senet mafyası, organ mafyası, çocuk mafyası, ihale mafyası, uyuşturucu mafyası, kumar mafyası, altın-pırlanta mafyası, kira-tahliye mafyası, fuhuş mafyası, icra mafyası, sigara mafyası, silah mafyası, naylon fatura mafyası… Dahası da var ama uzatmadım. “Hayatımız Mafya” raporuna göre, İstanbul mafyanın başkenti. Rapora göre, Türkiye'deki organize suçların hemen hemen yarısı İstanbul'da işleniyor. 1998'de kurulan İstanbul Organize Suçlar Şube Müdürlüğü ekipleri 1998 yılından 2002 yılı sonuna kadar 454 suç örgütünü çökertti. Aynı dönemde 325 çete lideri yakalanırken, çetelerin sadece İstanbul'da bin 637 olaya karıştığı resmi belgelerde yer aldı. ATO'nun raporuna göre, organize suçlarda ilk sırayı İstanbul alırken diğer iller şöyle sıralanıyor: “Adana, Ankara, Aydın, Antalya, Balıkesir, Bursa, Gaziantep, Mersin, İzmir, Kayseri, Kocaeli ve Samsun”. Raporda, mafyanın etkili halkla ilişkiler faaliyeti yürüterek topluma hitap eden yöntemler kullandıkları belirtiliyor. Medyanın haber programlarında, mafyadan söz ederken kullandığı ‘ünlü baba, yeraltı dünyasının tanınmış ismi, ünlü kabadayı, çete reisi' gibi tanımlamaların ise üstü kapalı olarak övgü içerdiği kaydedilen raporda, bu terimlerin, izleyicilerin bir kısmında korku, bir kısmında da özenti yarattığı ifade ediliyor.
Bazı televizyon dizilerinin de uzmanlar tarafından özellikle çocuklar üzerinde özendirici etki oluşturduğuna ve ‘iyi mafya' kavramı yerleştirildiğine dikkat çekilen raporda, mafya babalarının Robin Hood gibi gösterilmesinin yanlışlığı da vurgulanıyor. En can alıcı cümleyi de ekleyelim: “Bir kamu yatırımı yapmak için konulan dört tuğladan biri yeraltı örgütlenmeye gitmektedir. Organize suç örgütleri şirket veya holdinglerin yapısını bir model olarak kullanmaktadır.”
DÜNDAR KILIÇ: KAÇMASI GEREKENLER KAÇIRILIR
Bu bir sistem sorunu vurgusunu yapıyorum. 18 yıl önce hazırlanan “Hayatımız Mafya” raporundan kısa bir özet yaptım size. Dün, bugün ve gelecek… Üretimi yöneten kim? Uyuşturucu kaçakçısı, kara paracı, dolar vurguncusu ve faizci olursa “mafyokrasi” rejimi işler! Geçen yıl sizinle paylaşmıştım yine paylaşacağım. Tarih 10 Ocak 1992… “Kabadayı” Dündar Kılıç, özel bir televizyon kanalında “Kırmızı Koltuk” programına katıldı ve ‘mafyayı' şu cümlelerle tanımladı: “… Şimdi efendim, bütün dünya ülkelerinde mafya teşkilatları vardır. Türkiye'de de vardır. Ama mafya kimdir, işte bu tartışılır. Mafya bir teşkilat olayıdır. Mafyanın mecliste milletvekilleri olur, bakanları olur, polis müdürleri olur, her kesimi hatta fahişeleri bile olur. Bu teşkilatlara sahip olan insanlardır mafya… “Mafya, anlattığım gibi bir örgüt olayıdır. Mafya vardır tabii… Devlet bankalarını soyanlar, bu fakir halkın parasını soyanlar, hileye dayalı teşkilatlar kurup, bu paraları alanlar mafyadır tabii…
“… Kabadayılar halkın bağrından kopmuştur. Hangi kabadayı, nerede, devletin kasalarına elini uzatmış veyahut kötü bir faaliyet göstererek bir kimsenin para karşılığında canını yakmış veya bir yerde kiralık katil olmuş? Ama kabadayılara iftira ediliyor. “… Birtakım insanları gizlemek için, işte göstermelik suçlu lazım olduğu zaman, bilhassa olağanüstü dönemlerde, bu ara rejimlerde işte, kabadayıları zincir yaparlar, birbirlerine bağlarlar, kamuoyu önünde ‘işte suçlu yakaladık' derler. “… Aslında mafya teşkilatları daha evvelden uyarılır ve kaçması gerekenler kaçar, kalması gerekenler kalır.” Başka söze gerek var mı?