'Sansür yasası'nda herkesi ilgilendiren maddeleri CHP'li Bülbül anlattı: '2021'den beri mesajlarımız okunuyor olabilir'
CHP’nin hukukçu kurmaylarından Aydın Milletvekili ve TBMM Adalet Komisyonu Üyesi Süleyman Bülbül, 'sansür yasası'nda herkesi ilgilendiren maddeleri anlatarak dikkat çeken uyarılarda bulundu.
Türkiye, geçtiğimiz yasama yılının sonundan itibaren AKP’nin dezenformasyonu engelleme iddiasıyla çıkarmak için çalıştığı “sansür yasası”nı tartışıyor. Geçtiğimiz günlerde Meclis’te kabul edilen yasanın bazı maddelerindeki belirsizlikler konuyu daha da tartışmalı hale getirirken, söz konusu yasa “AKP’nin seçim öncesi sopa göstermesi” olarak değerlendiriyor. Hukukçular sansür yasasını kabul edilemez bulurken, Birleşmiş Milletler’den birçok uluslararası STK’ya kadar çok sayıda da tepki geldi. Yasaya yurtdışından olduğu kadar yurtiçinde de tepkiler yükseldi. Özellikle gazeteciler sosyal medyada tek ses olup “Susmak yok” etiketiyle on binlerce paylaşım yaptı. Gazetecilerin yanında muhalefet kanadından da çok sayıda tepki yükselirken, özellikle partilerin hukukçu kurmayları yasayı sert bir şekilde eleştirdi.
CHP’nin hukukçu kurmaylarından Aydın Milletvekili ve TBMM Adalet Komisyonu Üyesi Süleyman Bülbül de yasayla ilgili önemli detayları Gerçek Gündem’e anlattı.
CHP Aydın Milletvekili Süleyman Bülbül
Bülbül “Sonuna kadar mücadele edeceğiz, kanunu Anayasa Mahkemesi’ne taşımayı düşünüyoruz. Halkın haber alma hakkı engellenemez” ifadelerini kullanarak ilgili yasanın yaratacağı sorunları şu ifadelerle aktardı:
ÖZGÜR BİREY BASIN ÖZGÜRLÜĞÜYLE MÜMKÜNDÜR
Haber alma hakkının anayasal bir hak olduğunu vurgulayan Bülbül; “Anayasal hak ve özgürlüklerin Anayasa’da yazması değil, kullanılması önemli. Anayasal hak ve özgürlükler kuraldır ve istisnalar kuralın önüne geçmemelidir. Halkın gerçek ve doğru haber alma hakkı var, bu bağlamda basın özgürlüğü çok önemli. Halkın haber alma hakkı ancak özgür bir basınla halka verilebilir. Siz basının özgürlüğünü ortadan kaldırıp engeller koyarsanız, basına otosansür uygularsanız ve basın özgürlüğünü ortadan kaldırırsanız halk haber alma hakkını kullanamaz. Haber alma hakkını kullanamayan halk sorgulayamaz. Halkın sorgulamadığı bir toplumda demokrasiden söz edilemez, ortaya otokratik bir rejim çıkar. Bu rejimlerde de halkı yönetmek çok basittir. Eksi bir AKP’li vekilin söylediği söz aklıma geldi. Demişti ki ‘Eğitim arttıkça oylarımız artıyor.’ Eğitimli insan sorgulayan insandır, sorgulayan insan da haber alma hakkını kullanabilen insan. Yani özgür birey, sorgulayan birey ancak basın özgürlüğü varsa vardır. Bu nedenle basın özgür olmalı.” ifadelerini kullandı.
9 ÜYELİ BASIN KARTI KOMİSYONUNUN 5 ÜYESİNİ İLETİŞİM BAŞKANI BELİRLEYECEK
Yeni kanunun getirdiği değişiklikleri aktaran Bülbül; “İletişim Başkanlığı denilen ve taraflı bir cumhurbaşkanına bağlı olup taraflı bir propaganda yapan kurumun başında bulunan kişi, basın kartı komisyonunun 9 üyesinden 5’ini belirleyecek. Düzenleyici ve denetleyici bir kurum olan İletişim Başkanlığı’nı alıp Basın Kanunu içine ekliyorsunuz ve ona diyorsunuz ki ‘Siz bir gazetecinin gazeteci olup olmadığını belirleme hakkına sahipsiniz. Bunun için 9 kişilik komisyonun 5 üyesini belirleyeceksiniz.’ Burada belirleyecek olan kişi İletişim Başkanı yani cumhurbaşkanının sopası. İletişim Başkanı 9 kişilik komisyonun 5 üyesini belirleyecek ve sonra bu komisyon basın kartı alınmasına dair kurallarla ilgili yönetmelik yapacak. Ve söz konusu yönetmeliğe göre Basın Kartı Komisyonu çalışmalarını sürdürecek. Bu anayasaya aykırı çünkü İletişim Başkanlığı’nın kamu tüzel kişiliği yok. Anayasanın 124’üncü maddesi çok açık; kamu tüzel kişiliği olmayan birimler yönetmelik çıkaramaz. İkinci itirazımız ise basın kartlarıyla ilgili düzenlemeler yönetmeliklerle yapılmaz, kanunla yapılır. Yönetmelikle yapılması Türkiye Cumhuriyeti’nin yasama organı TBMM’nin yetkisinin gasp edilmesi demek. Bununla beraber en az 10 maddede anayasayı ihlal var, hangisine ne diyeceğimizi şaşırıyoruz.” sözleriyle düzenlemelerin anayasaya aykırılığını vurguladı.
BASIN İLAN KURUMU İKTİDARIN SOPASI
Anayasaya aykırılık durumundan sonra sözlerini sürdüren Bülbül “Basın İlan Kurumu da ikinci olay. Bu kurum şu anda iktidarın sopası ve şu an 36 kişiden oluşuyor. Bu sayıyı şu an 42 kişiye çıkarıyorlar, 2 kişiyi de RTÜK’ten alıyorlar. RTÜK’ün kuruluş düzenlemesinde “Basın İlan Kurumu’na üye verme” gibi bir durum yok. Dolayısıyla RTÜK’ten üye alınması yasaya aykırı. Basın İlan Kurumu biliyorsunuz ki reklam ve ilan verme konusunda sabıkalı. Kendi yandaşlarına yüzde 95 ilan ve reklam veriyor. Reklam ve ilan cezaları ise muhalif basına veriliyor. Örneğin Evrensel gazetesi 1,5 seneden beri reklam ve ilan almayı bırakın, geçtiğimiz ay ilan alma yetkisi de kaldırıldı. Birçok gazeteci Basın İlan Kurumu ve İletişim Başkanlığı’ndan mahkeme yoluyla hak kazanmasına rağmen kartını alamıyor. Bu çerçevede Basın İlan Kurumu iktidarın tam anlamıyla basının terbiye sopası olarak görevini yapıyor. Şimdi dijital mecrada çalışan siteleri Basın Kanunu içine derç ediyorlar ve bunlara reklam ve ilan verme yetkisini de Basın İlan Kurumu’na veriyorlar. Basın İlan Kurumu zaten yazılı medyada yaptığı uygulamalarla sabıkalı, muhalif olan herkese cezasını çektiriyor. Şimdi dijital medyayı bu kanun içine alıp Basın İlan Kurumu’na yetki vermek, internet medyasını da terbiye edecekler anlamına geliyor.
Bir de ilginç bir durum var; Basın İlan Kurumu, basın ahlak ve meslek ilkelerini belirler deniliyor. Yasa daha çıkmadan 7’nci ayda Basın İlan Kurumu basın ahlak ve meslek ilkelerini belirleyici bir yönetmelik hazırladı. Yönetmelikte deniyor ki ‘Basın meslek kurallarına aykırı olanların basın kartı iptal edilir.’ Bu muğlak ifadelerle hazırlanmış yönetmelik; siz muhalif medyaya gerekli cezaları verebilirsiniz, basın kartı vermeyebilirsiniz, gazeteci olmalarını engelleyebilirsiniz, istediğinize reklam istemediğinize ceza verirsiniz anlamına geliyor. İlginçtir, BİK Genel Kurulu’nda bir yönetmelik yapma yetkisi veriliyor. Süreli yayınları denetleme yetkisi savcılığa aitken artık bu yetki BİK’e geçiyor. Bu durum da anayasanın 124’üncü maddesine aykırı ve kanunla düzenlenmesi gerekiyor. Yasama yetkisi gasp ediliyor. Yani nereden tutarsanız elinizde kalıyor.” ifadeleriyle yeni düzenlemelere tepki gösterdi.
BİLGİ TEKNOLOJİLERİ VE İLETİŞİM KURUMUNA YARGI YETKİSİ VERİLDİ
Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu hakkında yapılan düzenlemelere de değinen Bülbül; “BTK’da ise servis sağlayıcılarına alan daraltma yetkisi veriliyor. Deniyor ki ‘erişime kısıtlama ve içerik çıkarma yetkisi yargıya aitken artık bu yetki size ait’. Bu bahsedilen şey yargı yetkisi. Anayasanın 9’uncu maddesine göre yargı yetkisi bağımsız mahkemelere aittir. Siz bu yetkiyi nasıl yürütmeye bağlı bir kuruluşa verebiliyorsunuz? Yargı yetkisini tam anlamıyla BTK’ya veriyor, daha sonra ‘mahkemeye gidilsin’ deniyor. Böyle bir şey olmaz. Açıkça şu an yasama ve yargı Saray’a bağlandı. Saray’ın üç kurumuna yargı yetkisi ve yasama yetkisi vererek basını ve medyayı koordine etmek; muhalif medyayı cezalandırmak istiyorsunuz. Böyle bir şey mümkün değil.” dedi.
29’UNCU MADDE
Kanunun en çok tartışılan maddesi olan 29’uncu maddeyi de değerlendiren Bülbül; “Gerçeğe aykırı bilgiyi alenen yayan kişi sanık olarak yargılanacak. Yeni bir suç oluşturuluyor, TCK’nın 217’nci maddesinde bir düzenleme yapılıyor. Gerçeğe aykırı bilgiyi yayma suçu diye bir suç oluşturuluyor. Bu suç nedeniyle korku ve panik yaratmak saikiyle; kamu düzeni, iç ve dış güvenlik ve genel sağlığa aykırı olarak kamu barışını ortadan kaldırıcı gerçeğe aykırı bilgi yayanlara 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezası öngörülüyor. Biz Adalet Komisyonu’ndayken bir Yargıtay üyesi geldi, bu tür davalara bakan dairede üye olan bir isim. Dedi ki ‘bu madde Ceza Kanunu açısından sıkıntılı bir madde.’ Bildiğiniz gibi ceza kanunu yapma tekniğinde hukuki belirlilik ve hukuki güvenilirlik en önemli unsurlardır. Burada belirlilik yok çünkü ifadeler muğlak. Kullanılan ifadelerin altı dolu değil, bu nedenle her yargıç tarafından farklı farklı değerlendirilir. Subjektif sonuçlara gebe ve farklı farklı uygulanır. Dolayısıyla çok büyük sorunlar yaratır. Bu madde basın özgürlüğü açısından da sıkıntılıdır, bunu hem biz hem Yargıtay üyesi arkadaşımız söyledi. Gerçeğe aykırı bilgi ne demek? TÜİK, ENAG ve İTÜ enflasyonu farklı açıklıyor. Ben bir paylaşım yapıp TÜİK doğru söylemiyor desem ve ENAG ile İTÜ’nün verilerini paylaşsam ben 29’uncu maddeden dolayı yargılanacağım. Kime göre gerçeğe aykırı bilgi, kime göre kamu barışının bozulması?
Bana göre kamu barışı, toplantı ve gösteri yürüyüşlerine yapılan müdahalelerle bozuluyor. Bana göre müdahale edenlerin başında bulunan, talimat veren kişi. İktidar çevrelerine göre ise açıklama yapanlar. Yani kime göre kamu barışını bozacağız? Yani bu madde açıkça bir bomba. Bir de ağırlaştırıcı maddesi var; örgüt üyesi olarak ve ismini gizleyerek paylaşım yaptığın zaman cezası yarı oranında artırılıyor. Türkiye’de örgüt üyesi olmak çok kolay, üç kişi bir araya gelse örgüt oluyor. Aynı şekilde herkes terörist oluyor; Boğaziçi öğrencilerine terörist diyorlar mesela, İBB’de çalışan yüzlerce terörist diyorlar. Bu nedenle bu maddenin çok büyük sonuçları olacaktır.
Örneğin Yeni Şafak, İBB’ye ait bir araçta 144 kilo esrar bulundu diye bir haber yaptı. Ancak daha sonra aracın Albayrak’ların damadına ait olduğu ortaya çıktı. Bu noktada Yeni Şafak 29’uncu maddeye aykırı davrandı. Son bir haftada en az 5 haberde daha aynı şey yaşandı. Örneğin Genel Başkanımız Amerika’ya gittiğinde karşılayan ismin FETÖ’cü olduğunun söylenmesi ve daha sonra bu yalanın ortaya çıkması, Mersin’deki terör eylemi gibi kendilerinin ihlal ettiği haberler çıktı. Bu açıdan bu yasa açıkça seçim yasası teklifi. Basına sansür ve otosansür getirmek istiyorlar.” ifadelerini kullandı.
Türk Ceza Kanunu’nun 323’üncü maddesi var, bu madde savaş halinde özgürlüklerin sınırlandırılması ile ilgili. Ama bu anayasanın 15’inci maddesine bağlı bir madde, sadece savaş halinde uygulanabiliyor. Bunlar savaş olmadığı halde, anayasanın 13’üncü maddesi “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir.” dediği halde normal yaşamda kullanılacak 29’uncu maddeyi getiriyorlar.
34’ÜNCÜ MADDE
Kanunun 34’üncü maddesine de değinen Bülbül; “Bakın bu madde çok ilginç, BTK’ya servis sağlayıcılarından kısa mesajların bilgisini isteme yetkisi veriliyor. Servis sağlayıcılar bu bilgileri vermezse para cezası öngörülüyor. Kısa mesaj nedir; Whatsapp mesajlarıdır. BTK’ya örneğin sizin ve benim aramda geçen bir yazışmanın bilgisini alma hakkı veriliyor. Nerede Kişisel Verileri Koruma Kanunu? Nerede özel hayatın gizliliği? Benim kiminle mesajlaştığım neden BTK’yı ilgilendiriyor? Zaten 2021’den beri BTK’nın bu mesajları aldığı yönünde iddialar var. Bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak deyim yerindeyse çıplak yaşıyoruz. Anayasanın 20’nci maddesi özel hayatın gizliliği ihlal ediliyor, kişisel verilerin korunması ihlal ediliyor. Anayasanın en az 10 maddesi ihlal ediliyor.” dedi.
ABDULHAMİT SANSÜRÜ BENZETMESİ
Geçmiş dönemlere baktığını ve Abdulhamit döneminde basına uygulanan sansürle ilgili bir belge okuduğunu aktaran Bülbül; “Ben bir araştırma yaptım, Meclis’te de bir konuşma yaptım. Abdulhamit döneminde Yıldız Sarayı Başkâtipliğinden Matbuat Müdürlüğüne gönderilen 9 maddelik yönerge var. Örneğin; Birinci madde her şeyden önce padişahın değerli sağlığına, ürünlerin durumuna, ticaretin ve sanayinin gelişmesini bildiren haberlere öncelik verilmesini öngörüyor. O zamanki padişaha bakın, şimdiki Türkiye’ye bakın. İkisi de aynı.
2’inci madde Millî Eğitim Bakanlığının ahlak açısından onaylamadığı hiçbir romanın veya yazı dizisinin yayınlanmaması. Demek ki o zaman da Millî Eğitim aynı durumdaymış.
5’inci madde ‘kişilere sataşılmaması; en önemlisi şu ki bir vali veya mutasarrıfın hırsızlık yaptığı, para yediği, adam öldürdüğü veya ayıplanacak bir iş yaptığı söylenecek olursa saklanması gerekir’ diyor. Yani devletin en üst kademesinden biri hırsızlık yaparsa saklayın açıklamayın denmiş.
6’ncı madde çok önemli: Kişilerin ve vilayet ahalisinin bazı yolsuzlukları bildirmek için Hükümdara verdikleri dilekçelerin yayınlanması kesinlikle yasaktır. Yani yolsuzluk yapılmaya devam edilsin diyor.
9’uncu madde var, en son madde: Bazı kötü niyetli kişilerin yersiz yorum ve gözlemlerine yol açabileceği için bu yönergenin gazetede yayınlanması yasaktır.
Şimdi 1878’de yayımlanan bu yönerge ile şu anki Basın Kanunu adı altında getirilen sansür yasasının ne farkı var? Hiçbir farkı yok. Aynı kafa, aynı zihniyet. Bizler hesap verilebilir, şeffaf ve demokratik bir sistemden yanayız. 2018’de gelen ucube sistem yasama ve yargıyı Saray’a bağladı. Artık bakanlar saray bakanı, devlet parti devletidir. Bu süreçte güvenlikçi politikalarla korku iklimi yaratarak basını susturup, halkın haber alma hakkını engellemek için bu sansür yasasını getirdiler. Biz sonuna kadar mücadele ediyoruz, dün gece de mücadele ettik, yine edeceğiz. Biz bu kanunu Anayasa Mahkemesi’ne götüreceğiz ve mücadelemizi sürdüreceğiz. Çünkü demokrasi ve özgürlüklerin yaşandığı bir ülkede böyle bir yasa teklifi dahi olamaz. Bu yasayı getirenler açıkça bizim dediğimiz haberi yapacaksınız, yolsuzluk ve hırsızlıkları yazmayacaksınız, yazarsanız cezaevine gidersiniz diyorlar. Tekli bir dijital medya yaratmak ve halkın haber alma hakkını engelleyecekler. Yasal düzenlemenin kısaca özeti bu”