Osman Kavala'nın eşi Ayşe Buğra'dan açıklama: 'Devlet kanadından kimse iletişime geçmedi'
Beş yıldır tutuklu bulunan iş insanı Osman Kavala’nın eşi Ayşe Buğra, “Giderek tuhaflaşan hukuksuzluk silsilesi karşısında hâlâ şaşırabiliyorum. Mahkemelerin bağımsız karar almasına güvenmem kolay değil” açıklamasında bulundu.
Prof. Dr. Ayşe Buğra, 5 yılı aşkın süredir tutuklu bulunan eşi iş insanı Osman Kavala ve yargı süreci hakkında konuştu.
Osman Kavala, 1 Kasım 2017’de “hükümeti devirmek veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs” ve "cebir ve şiddet kullanarak anayasal düzeni devirmeye teşebbüs” suçlamalarıyla tutuklandı. Yerel mahkemenin beraat kararına ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) ihlal kararlarına rağmen tahliye edilmeyen Anadolu Kültür A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Kavala, halen Silivri Cezaevi'nde tutuklu bulunuyor.
DW Türkçe’den Burcu Karakaş’a konuşan Ayşe Buğra, Kavala'nın ciddi bir sağlık sorunu olmadığını, haftada bir görüştüklerini söyledi.
Kavala’nın tutuklanmasından sonra devlet veya hükümet kanadından kimsenin kendisiyle iletişime geçmediğini belirten Buğra, "Başımıza gelenleri, beş yıl boyunca yaşadıklarımızı hâlâ inanılmaz buluyorum" dedi.
Buğra’ya yöneltilen sorular ve yanıtları şöyle:
- Geride kalan beş seneye dönüp baktığınızda nasıl hissediyorsunuz?
Ayşe Buğra: Hayatını altüst eden büyük bir gaddarlığa maruz kalan bir insan ne hisseder? Öfkelenmek ve nefret duymak mümkün ama bu tür duygulardan kaçınmaya çalışıyorum. İnsanın enerjisini ve direncini tüketen duygular bunlar. Üstelik sadece eşimi değil, cezaevindeki pek çok, bazıları çok yaşlı, bazılarının sağlık sorunları olan mahkumları böyle bir gaddarlığa maruz bırakanlara karşı öfke ve nefret gibi güçlü duygular beslemeyi, bu duyguların kişiliğimi yıpratmasına izin vermek istemiyorum. Osman’a bundan bahsettiğim zaman bana Sebastian Haffner’in Bir Alman’ın Hikâyesi kitabında buna benzer bir şey yazdığını hatırlattı. Ama beş yıl süren ve giderek tuhaflaşan bir hukuksuzluk silsilesi karşısında hâlâ şaşırabiliyorum. Başımıza gelenleri, beş yıl boyunca yaşadıklarımızı hâlâ inanılmaz buluyorum.
- Türkiye kamuoyunda Osman Kavala davasının ve yargı sürecinin doğru anlaşıldığını düşünüyor musunuz?
Başlangıcından itibaren bu yargılamanın hukuksuzluğunu, süreç boyunca yaşanan insan hakları ihlalini gören ve anlayan pek çok insan oldu. Medyada bununla ilgili pek çok eleştiri yer aldı. Özellikle Nisan 2022'de eşime verilen müebbet cezası ve onunla birlikte yargılananlara verilen 18 yıl hapis cezasından sonra, muhalefetteki hemen hemen bütün siyasi partilerden ciddi tepkiler geldi. Ama süreç boyunca siyasi yetkililerin ve iktidara yakın bazı basın organlarının karalama, kişiliğe saldırı, itibarsızlaştırma ve hüküm verme niteliğindeki ifadelerinden etkilenenler, “Kendisiyle bu kadar uğraşıldığına göre bir şey yapmış, bir suç işlemiş olmalı” diye düşünenler de oldu herhalde. Bu beş yıllık süreç o derece karmaşık, takip edilmesi o kadar zor bir süreçti ki, benim bile yargılamadaki acayiplikleri anlatmakta zorlandığım zamanlar oldu. Herkes hukukçu değil ve herkesin özellikle AİHM kararlarının ne anlama geldiği, bu kararların Türk kanunları içindeki yeri hakkında fikir sahibi olması mümkün değil. Dolayısıyla, medyadaki en iyi niyetli tartışmalar bile çok aydınlatıcı olmayabiliyor. Beni asıl rahatsız eden, muhalif kesimin zaman zaman “Bunun siyasi bir dava olduğu açık, Türkiye'de zaten yargı bağımsız değil, adil bir yargılama yapılması zaten imkânsız” diye düşündüklerini hissetmek oldu. Bunun, yaşananların normalleştirilmesine, kanıksanmasına yol açmasından korktuğum oldu. Hiç normal olmayan bir hukuksuzluk durumunun kanıksanmaya başlaması ve bunun sonucunda olup bitenin sorgulanmasından vazgeçilmesi tehlikesi bana çok endişe verici geliyor.
- Eşiniz tutuklandıktan sonra bugüne kadar hükümet ya da devlet kanadından sizinle iletişime geçen oldu mu?
Hayır, olmadı.
- Cezaevi görüşleriniz nasıl geçiyor?
Haftada 1 bir saatlik görüşmeler bunlar, aramızda bir cam panoyla telefonla konuşuyoruz. Bazen cam biraz kirli oluyor ve birbirimizin yüzünü iyi göremiyoruz, bir saat de çok çabuk geçiyor. Gene de benim için haftanın en hevesle beklediğim bir saati bu. Ayda bir de açık görüş oluyor. Karşı karşıya oturup konuşabiliyoruz, açık görüşler daha iyi tabii.
- Eşinizin sağlık durumu nasıl?
Şimdilik önemli bir sağlık sorunu olmadığı için seviniyorum ama orada ciddi bir sağlık kontrolundan geçmesi mümkün değil. Artık pek genç olmayan birinin o koşullarda beş yıl geçirmesi sağlığını nasıl etkiler? Bunu düşününce endişeleniyorum tabii. Endişelenirken de cezaevinde sağlık sorunları olan, bazıları 80 yaşını geçmiş mahkumları, onların ailelerini düşünüyorum. Çok ağır, katlanılması çok zor şeyler yaşıyoruz gerçekten.
- Bir röportajınızda, kitap paylaşımları yapmanın ikinize de iyi geldiğini söylemiştiniz. Bu aralar hangi kitapları okuyup üzerine konuştunuz?
Son zamanlarda Orlado Figes’in Europeans kitabı üzerine epeyce konuştuk. 19. yüzyılda sanat ve edebiyatın Avrupalılaşması, kozmopolit müzik, resim, edebiyat çevreleri, o çevredeki ilişkiler üzerine bir kitap. Sanat ve edebiyatın, aristokrat hamilerin ötesinde daha geniş bir piyasa için üretilmeye başlamasından ve bunun getirdiği ticarileşmeden de bahsediyor. Anlatı Turgenyev’le müzisyen Pauline Viardot ve eşinin yakın dostlukları etrafında kurulmuş. Daha sonra okuduğumuz kitaplardan biri Anna Seghers’in hikâyeleriydi. Dead Girls' School Trip çok etkileyici bir kitap, Seghers herhalde 20. yüzyılın en büyük yazarlarından biri. Osman bu yakınlarda bana Thomas Mann’la Herman Hesse’nin birbirlerine yazdıkları mektupları okuduğundan da bahsetti. Ben o kitabı daha okumadım ama okuyacağım.
- Avrupa Birliği Komisyonu’nun Türkiye raporunda, "Türkiye'nin özellikle Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala davalarında olmak üzere belirli AİHM kararlarını uygulamayı sürekli olarak reddetmesi ciddi bir endişe kaynağıdır” denildi. AB’li yetkililerin Kavala davası konusunda iktidara baskı yaptığı da basına yansıyor. Kavala yargılamasının AB ile ilişkilerde ön plana çıkıyor olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini (AİHS) imzalamış, AİHM kararlarının bağlayıcılığını kabul etmiş ve anayasasında buna yer vermiş bir ülke. AİHM’in Aralık 2019 tarihli Kavala kararında AİHS’in 18. maddesinin ihlal edildiği, yani tutukluluğunun gerisinde siyasi saikler bulunduğu belirtiliyor. Bu, herhangi bir hak ihlaliyle değil, doğrudan doğruya bireysel özgürlükler ve insan haklarıyla ilgili, istisnai bir ihlal kararı. Buna rağmen, AİHM’in Kavala’nın derhal tahliye edilmesi yönündeki kararına uyulmadı. Dolayısıyla Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi bir dizi toplantısında karara uyulması talebini tekrarladıktan sonra Türkiye'ye karşı ihlal prosedürü başlattı. Bütün bunlardan sonra Kavala, 25 Nisan 2022'de AİHM’in incelediği ve tutukluluk için gerekli makul şüphe zemini oluşturmadığını belirttiği aynı deliller temelinde müebbet hapis cezasına çarptırıldı. İhlal prosedürü çerçevesinde AİHM Büyük Dairesi Temmuz 2022'de Türkiye'nin AİHM’in 2019’da aldığı ilk kararına uymamış olduğuna karar verdi ve aynı zamanda 25 Nisan’da verilen hükmün AİHM tarafından incelenmiş olan dosyadaki delillere dayandığını ve AİHM kararının bu hükmü de geçersiz kıldığını belirtti. Bütün bunlar, Kavala'nın beş yıldır özgürlüğünden yoksun yaşıyor olması gerçeğini değiştirmedi.
Bu durumda, konu sadece bir kişinin vahim bir hak ihlaliyle karşı karşıya kalması konusu olmaktan çıktı. Bir devletin bağlayıcılığını kabul edip anayasasına koymuş olduğu kararları göz ardı eder şekilde davranması halinde AİHM sürecinin etkili bir şekilde işlemesinin nasıl sağlanabileceği konusu gündeme geldi. Yani mesele, Avrupalıların iktidara baskı yapıyor olması meselesi değil. Mesele, AİHS’in taraflarından birinin sözleşmeye uymadığı durumda ne yapılabileceği meselesi. Türkiye'nin Avrupa Konseyi'nden atılması kolay bir çözüm olurdu belki ama bu herhalde kimsenin isteyeceği bir çözüm değil ve Türkiye açısından vahim sonuçları olacak bir şey. Dolayısıyla, Avrupalıların iktidara baskı yapmalarından değil, AİHM sisteminin işlerliğini sağlamaya çalıştıklarından söz etmek daha mantıklı olurdu. Bu dava süreci de, gerçekten sistemin işlerliği konusunda üzerinde düşünülmesi gereken sorunlar olabileceğini gösteriyor.
- Seçim süreci, tahliye konusundaki beklentilerinizi nasıl etkiliyor?
Tabii istinaf mahkemesinin, Anayasa Mahkemesi’nin ve Yargıtay’ın dosyayı evrensel hukuk normlarına uygun bir şekilde değerlendirip bu vahim hak ihlalini sonlandıracaklarını ümit etmek istiyorum. Ama bazı gözlemcilerin "Kafkaesk” kelimesiyle tarif ettikleri, tuhaf ve bizim için çok ağır beş yıllık bir yargı sürecinden sonra Türk mahkemelerinin bağımsız ve tarafsız karar alabileceklerine güvenmem çok kolay olmuyor. Bu durumda, seçim sonucunda bir iktidar değişikliği olması ve bir normalleşme sürecinin başlaması ihtimali daha gerçekçi görünebiliyor maalesef.