ÇHD davası karar duruşmasında ikinci oturum: 'Keşke ben ölmüş olsaydım'
Çağdaş Hukukçular Derneği davasının karar duruşmasının ikinci oturumu Silivri Cezaevi Kampüsü'nde görülüyor. Duruşmada, Selçuk Kozağaçlı savunma yaptı.
Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı ve beraberinde yargılanan Barkın Timtik, Özgür Yılmaz ve Oya Aslan’ın tutuklu ve18 avukatın ise tutuksuz yargılandığı davanın karar duruşmasının ikinci oturumu Silivri Cezaevi Kampüsü’nde görülüyor.
Duruşmada savunma yapan Selçuk Kozağaçlı, "Hapishanedeki zamanla duruşma salonundaki zaman farklı akıyormuş. Şimdi bakınca, savunmamı ancak üç günde tamamlayabilecekmişim gibi duruyor. Toparlamaya çalışacağım” diyerek sözlerine başladı.
Kozağaçlı şunları söyledi:
“Dün Ebru ile ilgili yaptığım sunumu yarıda kesmiştim, oradan devam edeceğim. Ebru aramızda olsaydı karar bu kadar umrumuzda olmazdı, ancak Ebru bu dosyada gömülü kaldı. O bakımdan önemlidir. Antigone karşılaştırmasını size şöyle özetleyeceğim. Haksız bir yasa karşısında direnmekle ilgilidir. Bunu yapan kişi yalnız olduğunu bilmelidir aynı Ebru'nun durumunda olduğu gibi ve son olarak bu direnmenin yaşamına mal olacağı bilinir.
Antigone adının etimolojisi birden fazla okumaya izin verir. Anti + Gones. ANTİ kavramının, “yakın, onun yerine” anlamını veya daha yaygın bilinen “karşı” anlamını; GONES kavramının evlat yahut aile anlamlarından birisiyle eşleştirerek basitçe iki sonuca varılabilir. Antigone, karşı olmak, karşı çıkmak için doğmuş olandır. Aynı zamanda aileye en yakın veya babasının eşiti olan da odur.
Dün size söylediğim gibi, Ebru'nun doğumundan karşınıza geliş anına kadar yaşamı, yoksul ve yetim bir kadının inanılmaz bir karşı koyuşu, avukat oluşu ve bu karşı koyma sebebiyle yaşamını yitirişi ile örülüdür. Eğer solu gerçekten bir aile olarak kabul edip sevebiliyorsanız Ebru’nun gücü ve ışıltısı da budur. O hepimizin hısmı ve en yakınımızdır. Karşı çıkmak için doğmuştur. Ebru her ne kadar kendini 'sol' ailede tanımlasa da, burada bulunanları, mücadelesi boyunca yanında olmuş herkesi -ki onlar Ebru'nun dostlarıdır- tenzih ederim; bir avukatın adil yargılanma için yaşamını ortaya koyuşu ve yaptığı ölüm orucu ile ilgili olunmadı. Ebru elbette ölüm orucu yaparsa devrim olacağını düşünerek başlamamıştı. Bunu öngörememiş değildi. 30 yıldır siyasal mücadelenin içindeyiz. Toplumsal bilincin gelişmesini bekleyemeyiz, biz siyasal öncülük yapılması gerektiğine inanıyoruz. Ebru'nun yaptığı da buydu. Ebru kendine has bir çılgın değildi, sonuçlarını öngörerek, bunu bir sorumluluk kabul ederek başlamıştı.
Çünkü neler yaşandı biliyor musunuz? Bizi tahliye eden heyete geri dönelim. 5 gün duruşma yaptılar; bizi dinlediler, dosyayı incelediler, 'bunlar avukat' dediler ve bizi tahliye ettiler. Ve ilk defa gördüğümüz bir şey oluverdi: Gece 2'de bir savcı itiraz etti karara ve kararı yazan hakimler hızla tehdit edildiler. Yapılmak istenen şey, yalnızca karara itirazdan ibaret değildi. 'Bunları neden bırakamazsınız' sopası gösterilmeye çalışıldı. Kararı veren Mahkemeye bizzat karar geri aldırıldı, bir başka Mahkeme dahi karıştırılmadı işe. 8 saat önce verilen kararı geri almaya zorladılar.
Bir yere değineyim, 30 yıldır Ankara'da yaşıyorum, 26 yıldır bir hukuk bürosu sahibiyim. Ankara polisi bir kere bile hakkımda ne üyelikten ne de propagandadan hakkımda fezleke hazırladı. Tüm bunlar İstanbul polisinin işidir. Ebru 8 saatte değişen, hukuk dışı yakalama emrini tanımadı ve bürosuyla adliye arasındaki beş yüz metrelik yolu yürümeyi aylarca reddetti. Ebru bu kararı tanımadı, bu hukuki bir karar değildir ve bu siyasal sopayı tanımıyorum dedi.
‘KEŞKE BEN ÖLMÜŞ OLSAYDIM’
Beni tutuklayan Mahkemeye bir dönelim. Yasadışı bir şekilde 37. Ağır Ceza'nın heyeti olarak tutuklama kararı verdikten 3 gün sonra yasal olarak 37 Ağır heyeti olarak atandılar. Tutukladıklarında heyet bile değillerdi. Ebru'nun yaptığı doğru, benim yaptığım ahmaklıktır. Bu oyuna karşı, her seferinde gelip 'hayırdır, beni mi arıyorsunuz?' diyorum. Ebru doğruyu yaptı ve bürosunu sığınağı yaptı. Yasadışı, hakkında bu şekilde yakalama kararları veren bir rejim kararına karşı mesleğine sarılan, bürosundan ayrılmayı reddeden cesur bir kadın olarak hatırlanacaktır Ebru.
İyi de bir şairdi Ebru, onun şiirinden bir bölüm okumak istiyorum; “Faşizme teslim olmayan için Her koru dibi Her komşu kapısı Her çatı arası Sığınaktır Bir sığınakta buldular bedenimi Taşıyorum onu hala bir pankart gibi. Bu yasadışı yakalama kararına karşı bedenini pankart gibi kullanmıştır. Her koşulda yasadışılığa, zulme karşı direnen bir kadın olarak yaşadı. Aramızdaki en haysiyetlimizdi. Böyle bir insanı elbirliği ile katlettiler.
Ölmese daha iyi miydi diye soracaksınız. Kişisel olarak sorduğunuz buysa, keşke ben ölmüş olsaydım, dünya daha güzel bir yer olurdu ancak bu değil mesele. Mesele, Ebru'nun sözünün sürdürülmesidir. Yaşamımızın en neşeli parçasıydı, ancak sözü herkes için çok kıymetlidir. Böyle sözler sokakta ve duruşmada değil, dar ağacında söylenir. Ebru da dar ağacından söylemiştir. Ebru'nun bu mesleğin direngen biçimde yapılabileceğine katkısı ölçülebilir değildir. Bu yüzden insanlar ölülerine şehit derler. Bu sözü sürdürme kararlılığımız nedeniyle Ebru bizim şehidimizdir. Ebru'nun bu dosyada gömülü kalmasına izin vermeyeceğiz. Adil yargılanma hakkı yoksa, ölürüz de hakkımızda karar veremezsiniz diyen Ebru'nun hükmüdür bu dosyada verilebilecek tek hüküm.
NE OLMUŞTU?
2013 yılının ocak ayında Çağdaş Hukukçular Derneği, Halkın Hukuk Bürosu ve avukatların ofis ve evlerine yapılan operasyon ile başlayan davanın 10. yılına girmesine iki ay kaldı.
2013 yılında ÇHD ile Halkın Hukuk Bürosuna polis baskını yapıldı, 11 avukat gözaltına alındı. O sırada Suriye'de bulunan ve Türkiye'ye döner dönmez gözaltına alınan Selçuk Kozağaçlı'nın da arasında bulunduğu 9 avukat tutuklandı. 20 avukatın Devrimci Halk Kurtuluş Cephesi (DHKP-C) üyeliği ve yöneticiliğiyle suçlandığı 624 sayfalık iddianame, 19 Temmuz 2013’te, 23. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edildi.