Murat Bardakçı hedef gösterdi! 'Kafayı çekiyorum, o halde lâikim!'
Habertürk yazarı Murat Bardakçı, bugünkü yazısında AK Parti'nin İzmir adayı olarak açıklanan Nihat Zeybekci'nin sözleri sonrası başlayan 'rakı' tartışmalarını kaleme aldı.
AK Parti'nin İzmir adayı Nihat Zeybekci'nin, İzmir ve içki tartışmaları ile ilgili açıklamaları gündemdeki yerini koruyor.
Zeybekci, "Bugün İzmir ile ilgili şunları duymuyor değilim: 'Rakımıza dokunma'. Eyvallah. Bugün insanların özgürce içkilerini içebildiklerini ben biliyorum" açıklamasını yapmış ve bu sözler tartışılmıştı.
Habertürk yazarı Murat Bardakçı da bu tartışmaya bugünkü yazısı ile dahil oldu. Bardakçı, skandal ifadelerle "İçkiyi çağdaşlığın sembolü yaptık ya, bravo bize!" başlıklı yazısında tartışmayı eleştirdi.
Bardakçı'nın bugünkü yazısı şöyle;
İçkiyi çağdaşlığın sembolü yaptık ya, bravo bize!
Siyasi partiler yerel seçimlerdeki adaylarını belirlemeye çalışırlarken İzmir’den “Rakımıza dokunma” nidâlarının geldiği söylendi, AK Parti’nin İzmir Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Nihat Zeybekçi bu nidâlara her nedense cevap verme mecburiyetini hissedip “Eyvallah. Bugün insanların özgürce içkilerini içebildiklerini ben biliyorum” dedi…
“Rakımıza dokunma” ibâresindeki “rakı”nın ve dolayısı ile de alkolün Türkiye’de bir kesim tarafından artık sembol hâline getirildiğini söylememe lüzum yok…
Garabet, işte burada: Bir kesim içkiyi lâikliğin, çağdaşlığın vesairenin sembolü yaptı! Lâikliğin devamı ve çağdaşlaşma yolundan ayrılmamanın şartlarının başında artık içki geliyor, içen çağdaş, içmeyen yahut alkole karşı olan ise çağdışı!
Türkiye başka alanlarda ama benzer kısır döngüleri daha önce defalarca yaşamış, meselâ türban konusu rejim meselesi hâlini almıştı. Başı açık hanımların çağdaş, kapalıların da çağdaşlıkla pek alâkası olmayan hayat tarzlarına taraftar olduklarına inanılmış, üniversiteler bu yüzden karışmış, millet birbirine girmiş, başlarını örten binlerce genç kız okullara alınmamış, tahsil imkânından mahrum kalmışlardı…
Netice ne oldu? Yasaklar kaldırıldı, hanımların okullarda ve resmî dairelerde başlarını örtmeleri serbest bırakıldı ama ne çağdışı olduk, ne de o çok korkulan şeriat geldi; aksine ortalık sükûna erdi…
Ama ille de bir tuhaflık yapılacak ya… Arada bir de olsa türbanlı hanımlardan “Öcüüüü!” falan diye bahseden bazı “çağdaş” hanımlar hâlâ mevcut…
Birkaç ay önce bir başka tartışma daha yaşadık: Müftülere nikâh kıyma yetkisi verilemesi üzerine söylenenleri, bağırmaları, çağırmaları hatırlayın…
Artık isteyen çift nikâh memurunun, canı çeken de gidip müftünün önünde evleniyor ama bu bahiste de sükûnete kavuştuk, müftülükte nikâh kıyılmasından şimdi tek kelime ile olsun bahsedilmiyor, “Vay, rejim elden gidiyor” diye haykıranına da rastlanmıyor. Vakti zamanında yaşanan lâf atmalar, kavgalar, vesaireler unutuldu ama bütün o didişmelerin boşuna olduğu maalesef hâlâ farkedilmedi…
2000’LERİN ZİHNİYETİN BAKIN!
Şimdi, bir türlü nihayete ermeyen tek bir didişme mevzuumuz kaldı: İçki!
Çekişmenin daha uzun müddet süreceği belli gibi, zira memleket kamplaşırken ileri dünyanın hiçbir yerinde tesadüf edilemeyecek bir iş ediliyor, alkol rejimin teminatı zannediliyor! Bu tuhaflığa uyup alkol kullanmayı entellektüelliğin başta gelen şartı kabul edenler içkiyi hem demokratik sistemin, hem de lâik düzenin sigortası yerine koyuyorlar ve böyle fukaranın da fukarası bir düşüncenin neticesinde de içki Cumhuriyet’in değerlerinin en güçlü muhafızı oluyor!
Alkol ile çağdaşlık, ilericilik, aydınlanma ve lâiklik arasında kurulan bu garip bağlantı şayet doğru ise tarihimizin en meşhur içkicilerinin, meselâ, birkaç yüzyıl öncesinin Bekrî Mustafası ile 20. asrın meşhur şairi Neyzen Tevfik’in geçmişin en çağdaş, en ilerici, en aydın ve en lâik kahramanları olarak görülmeleri gerekir!
Geçmişimizde rejimin bekası ile bağlantılı olduğuna inanılmış böyle alâkasız daha bir hayli kavram mevcuttur ama sistemin istikbalini içkiye bağlamak ve alkolü lâikliğin garantisi görmek gibisinden bir tuhaflık hiçbir zaman yaşanmamıştır!
Şimdi “Rakımıza dokunma” diye haykıranlar daha “entel” görünmek istedikleri takdirde felsefî adımlar atmak zorundadırlar, bu iş aslında gayet basittir ve Lâtince birkaç kelime etmekten geçer. Meselâ “Düşünüyorum, o halde varım” demek olan “Cogito ergo sum”un yerine “İçiyorum, o halde varım” mânâsında “Bibo ergo sum”; hattâ “Ego bibo ergo sum saecularium!”, yani “Kafayı çekiyorum, o halde lâikim!” deyip de bu sözleri 1920’lerden kaldığı zannıyla sık sık terennüm ettikleri kadîîîîm bir Osmanlı Marşı’nın refakatinde hep bir ağızdan söylediler mi olur biter!