'Reise biat üzerine kurulu bir propaganda var'

"Rıza konusunda kadının 'Hayır' demesini aramak bile yanlış"

'Reise biat üzerine kurulu bir propaganda var'

Kadın Grubu’nun (EŞİTİZ) kurucularından ve sözcülerinden feminist avukat Hülya Gülbahar, Cumhuriyet'ten Hilal Köse'nin sorularını yanıtladı.

Binbir emekle elde edilen kazanımlar, Şule Çet davasıyla birlikte yeniden tartışma konusu oldu. Öte yandan İstanbul Sözleşmesi’ne karşı yürütülen algı operasyonları sürüyor. Gülbahar, “Bu kampanya çok ciddi. Aslında medeni yasa rafa kalksın, aile reisliği yeniden getirilsin, evlilik içinde edinilen mallar eşit paylaşılmasın ve kadının ev içi emeğine erkekler el koyabilsin, kadının miras hakkı yüzde 50 azaltılsın, 6284 sayılı yasa tümden kaldırılsın, İstanbul Sözleşmesi’nden de imzamız çekilsin isteniyor” diyor.

İşte o röportaj:

Şule Çet davasının ilk duruşmasında olanlarla ilgili ne düşünüyorsun?

Şule Çet’in ölümü de “sözde intihar”lardan biri olarak tarihe geçecekti. Kadınların çabası ile “tecavüz bağlantılı cinayet” olarak bir kamu davası açılması sağlandı. Şule Çet davası, medyanın, yargının hatta toplumun nasıl bir hayat istediği, kadınlara nasıl bir hayat hakkı tanıdığı konusunda topyekûn bir sınava dönüştü.

Evlilik içi tecavüz suçu yasalaşalı uzun zaman oldu ama kâğıt üzerinde mi kaldı?

Bir anlamda, evet kâğıt üzerinde kaldı, bir anlamda hayır. 1 Haziran 2005’te yürürlüğe giren yeni TCK’nin hazırlık sürecinde kadınlar olarak “evlilik içi tecavüz de suç olmalı” demiş ve bunun mücadelesini vermiştik. Ordinaryüs profesör, tüm ceza kanunlarımızın yapıcılarından Sulhi Dönmezer ise “Nasıl yani, uyuyan karımın üzerinde şehvetimi giderdiğimde, tecavüzcü mü olacağım” diyerek itiraz etmişti.

Bizler de “cinsel ilişkiyi, iki taraflı bir ‘sevişme’ etkinliği olarak görüyoruz; birinin diğeri üzerinde ‘şehvet giderme hakkı’ olarak değil” demiştik. Bu sözlerimiz nedeniyle yargılandık. Sayın Dönmezer de vefat etti. Bunu şimdi hatırlatma nedenim, ordinaryüs profesör de olsa, erkeklerin cinsel ilişkiye, Türkçenin en güzel kelimelerinden biri olan “sevişme” üzerinden değil, “kadın üzerinde kendi şehvetini giderme” üzerinden bakmaya 2019 yılında hâlâ devam etmeleri. Şule Çet davasında da bu bakış açısının uzantılarını görmüyor muyuz? Erkekle tokalaştıysa, buluştuysa, bira içtiyse, onun mekânına gittiyse “onun şehvetini gidermek zorundadır!” Pardon da, neden?

Kadının ‘hayır’ını öğretemediniz bir türlü.

Cinsel ilişkiye rıza konusunda kadının “Hayır” demesini aramak bile yanlış. Kadının özgür bir rıza ile açık ve net bir “evet” demesi gerekir. Açıkça evet dememişse, bu hayır demektir. Dünya hukukunda yeni yaklaşım bu. Şu anda birçok ülke hukuku, kadının “hayır” demesini değil, açık ve net bir “evet” demiş olması koşulunu arıyor. Yargı buna direniyor?

Neden?

Kabullenememe ve intikam refleksi. “Ama şimdi de erkekler mağdur oluyor” edebiyatı... Kadınlar üzerindeki iktidarlarını kaybetmek istemeyen erkekler, bu iktidarı sınırlayan her türlü girişime karşı çıkıyorlar. Cinsellik sözkonusu olduğunda, bir kadının kendilerine hayır diyebilme ihtimalini asla kabul etmek istemiyorlar. Barışta mülkleri, savaşta ganimetleri sanıyorlar kadınları. En entelektüel, en kadın dostu görünen erkekler bile kadını istemedikleri bir ilişkiye zorladıklarında neden reddedildiklerini anlayamıyorlar, reddedilmeyi hazmedemiyorlar. Erkek denen o yüce varlık, lütfedip seni öpmek, okşamak istemiş, sen ise hayır diyeceksin, üstüne üstlük bir de suç duyurusunda filan bulunacaksın. Olabilemez.

Evlilik diye çocuk istismarına af getirilmesi gündemde. Ne düşünüyorsun?

Bir avuç mağdurun, mağduriyetini gidereceğiz diyerek çocuk istismarında af getirmek, çocuk evliliklerini teşvik etmek, tecavüzcü ile evliliği yeniden hortlatmak demektir. Mağduriyet varsa, sosyal devlet olarak erken evlilik ve doğum yapmış kadınlara sosyal destek verilsin. Çocuklarına kreş sunulsun, kendilerine iş bulunsun. Zaten bunların sayısı ne kadar, onu bile bilmiyoruz. Milyonlarca kız çocuğunun hayatını ve geleceğini karartmak niye?

Erken evlilik ve doğum politikası var

Şiddet de olsa aileyi bir arada tutma anlayışını görüyoruz. Bu söylemin sonuçlarını değerlendirir misin?

Kadınlara aile dışında bir hayat hakkı tanınmak istenmiyor. Mümkün olan en erken yaşta evlensin ve doğurabileceği kadar çok çocuk doğursun, ana politika bu. Kadınlara dayatılan bu aile anlayışı da sorunlu. Erkeğin reisliğini, otoritesini kabul üzerine kurulu, eşitsiz, hiyerarşik. Kadın her türlü özveride bulunarak çalışıp çabalayacak, her türlü şiddeti sineye çekecek ve aileyi bir arada tutacak; bu aileler de toplumu bir arada tutacak. İmkânsız model. Ders kitaplarına bile “erkeğe hizmet ibadettir” yazsan, erkeği kadının tanrısı ilan etsen ne olacak? Buradan sadece ve sadece şiddet doğar ve doğuyor da... Bu yüzden Türkiye, kadına karşı şiddetin her alanda arttığı, kadın cinayetlerinin “cinskırım” boyutuna ulaştığı bir ülke oldu.

Şiddet körükleniyor

6284 sayılı şiddet yasası tam olarak uygulanıyor mu?

Hayır. Devlet kadına yönelik şiddeti körüklemek dışında, önlemek için herhangi bir şey yapıyor mu? Hayır. Büyük reklamlar yapılan panik butonu, elektronik kelepçe gibi uygulamalar hep “pilot uygulama” ile sınırlı kalıyor. Koskoca Türkiye’de panik butonu verilen ya da elektronik kelepçe uygulanan vaka sayıları komik ötesi. 25-30’u geçmiyor. Size birkaç rakam daha vereyim. 2016 yılında 6284 sayılı şiddet yasası kapsamında koruyucu tedbir kararı verilen 54 bin 269 kadından kaçına yasa gereği geçici maddi yardım verilmiş dersiniz? Sadece 10 kadına. Kaç kadına çalışması için çocuk bakım desteği verilmiş? Sadece 6!

6284 sayılı yasaya ve İstanbul Sözleşmesi’ne karşı yürütülen kampanyaları nasıl değerlendiriyorsun?

6284 sayılı şiddet yasasının ve İstanbul Sözleşmesi’nin aileleri dağıttığı yönünde dev bir propaganda var. Ama rakamlar ortada. Uygulanmıyorlar ki! Uygulasalar, aslında ülkede daha çok şiddetsiz, mutlu ve huzurlu aile, ilişki olacak. Bu kampanya çok ciddi. Devlet bürokrasisinin, yargının, medyanın ciddi bir bölümü, bu kadın hakları karşıtı kampanyayı destekliyor. Önce “boşanmış babalar” sonra “mağdur babalar” olarak, şimdi de sanırım “dağılmış aileler” gibi çeşit çeşit adlar alarak bu kampanyanın başını çeken bir ekip var. Vitrinlerine daha çok kadınları çıkartarak yürütüyorlar kampanyalarını. 24 Haziran seçimlerinde sadece AKP’li siyasetçileri değil, CHP’li, Saadet Partili gibi değişik siyasi görüşlerden siyasetçileri de kattılar kampanyalarına.

Ne istiyorlar?

Önce, TBMM Boşanma Komisyonu Raporu’nda olduğu gibi, 6284 sayılı yasada ve Medeni Yasa’da kimi değişiklikler yapılsın, İstanbul Sözleşmesi’nin kimi maddelerine çekince koyulsun diyorlardı. Osmanlı Ocakları gibi kimi yapılar da bu kampanyaya katılınca işin rengi belli oldu. Aslında Medeni Yasa rafa kalksın, aile reisliği yeniden getirilsin, evlilik içinde edinilen mallar eşit paylaşılmasın ve kadının ev içi emeğine erkekler el koyabilsin, kadının miras hakkı yüzde 50 azaltılsın, 6284 sayılı yasa tümden kaldırılsın, İstanbul Sözleşmesi’nden de imzamız çekilsin isteniyor. Şu anda özellikle boşanan kadının nafakasına göz dikmiş olan bu kampanya çok önemli. İlk tavizi kopardıkları anda arkası çorap söküğü gibi gelecek. Çocuk istismarında “evlilik affı” da bu kapsamda bir talep. Bu kapıyı bir kez açtıklarında, onun da arkası evlilik adı altında çocuk istismarları, tecavüzcü ile evlilik, yasallaştırılmış erkek çokeşliliği olarak gelecek.

Şiddetin ortasındaki kadınlar ne durumda? Sonrasına dair önerilerin var mı?

Kadın cinayetlerinin nedenlerine bir bakalım. Kadınlar, siyasi görüşleri ne olursa olsun, şiddetsiz bir hayat için, boşanma hakkı için, çalışma hakkı için, miras payına ve gelirine sahip çıkmak için mücadele ediyor; bazıları bu nedenle öldürülüyorlar. Tek tek mücadele eden bu kadınların hepsi, bu mücadelede canlarını ortaya koyduklarını biliyor ama yine de vazgeçmiyorlar. Vazgeçmeyecekler. Türkiye kadın hareketi çok güçlü bir siyasal ve toplumsal bir hareket. Biz bu anayasayı, yasaları büyük mücadelelerle değiştirdik, bugüne getirdik. Bunu, kadınlar olarak ortak sorunlarımızı siyasi görüş farklılıklarına takılmadan, ortak mücadele konumuz yaparak başardık. Gerektiğinde kendi siyasi partilerimizle, örgütlerimizle de dövüşerek başardık. Türkiye kadın hareketi, feministler, herkes için eşitlik, özgürlük ve adalet vaat eden toplumsal bir güç olarak çaba harcamaya devam edecek. Bu bilinç ve moralle, mücadeleye devam.