Cumartesi Anneleri/İnsanları'nın davası AYM kararına rağmen düşmedi: Biz mi yargılanmalıyız, yoksa yakınlarımızı kaybedenler mi?

90'lı yıllarda yakınları gözaltında kaybedilen Cumartesi İnsanları, AYM'nin "hak ihlali" kararına rağmen eylemlerinin 950. haftasında gözaltına alınmıştı. Haklarında Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na” muhalefet etmekten dava açılan kayıp yakınları hakim karşısına çıktı. Davaları ertelendi.

Cumartesi Anneleri/İnsanları'nın davası AYM kararına rağmen düşmedi: Biz mi yargılanmalıyız, yoksa yakınlarımızı kaybedenler mi?

Kayıp yakınlarının akıbetini soran Cumartesi Anneleri/İnsanları, demokratik bir şekilde eylemlerini kararlılıkla sürdürdüğü için yargılanıyor.

Gözaltında kaybedilen yakınlarının akıbetini sormak ve faillerin yargılanmasını talep etmek için Galatasaray Meydanı’nda 1995 yılından beri oturma eylemi yapan Cumartesi Anneleri, 2911 “Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na” muhalefet etmekten hakim karşısına çıktı.

Cumartesi Anneleri'ne 950. haftada düzenlenen eylem nedeniyle mahkemede bulunuyor. 20 kişi hakkında açılan davanın ilk duruşması bugün Çağlayan’da bulunan İstanbul 39’uncu Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülüyor.

Yargılanan isimlerin tamamı şöyle:

Ali Ocak, Ali Tosun, Besna Tosun, Cüneyt Yılmaz, Hanife Yıldız, Hasan Karakoç, Hatice Korkmaz, Hünkar Hüdai Yurtsever, İkbal Yarıcı, İrfan Bilge, İsmail Yücel, Leman Yurtsever, Maside Ocak, Meryem Pars, Mikail Kırbayır, Mukaddes Şamiloğlu, Selvi Gülmez, Oya Meriç Eyüboğlu, Saime Sebla Ercan,Ümmügülsüm Aylin Tekiner.

Davayı takip edenler arasında, Uluslararası İnsan Hakları Federasyonu ve İnsan Hakları Savunucularının Korunması için Gözlemevi, Ulviyya Hasanova, Dünya İşkence Karşıtı Örgüt ve İnsan Hakları Savunucularının Korunması için Gözlemevi, Gülşah Kurt, Dünya İşkence Karşıtı Örgüt ve İnsan Hakları Savunucularının Korunması için Gözlemevi, Benedetta Perego, Turin Barosu (İtalya) ve Tehlikedeki Avukatlar için Uluslararası Gözlemevi Olivier Maricourt, Lille Barosu (Fransa) ve Tehlikedeki Avukatlar için Uluslararası Gözlemevi bulunuyor.

DURUŞMADA NELER OLUYOR?

Gazete Duvar’dan Ferhat Yaşar’ın duruşmadan aktardığına göre; duruşmada ilk savunmayı İkbal Eren yaptı. “Ben İkbal Yarıcı, 20 Kasım 1980’de gözaltına alınarak kaybedilen Hayrettin Eren’in kardeşiyim” diyerek savunmasına başlayan Eren, sözlerine şöyle devam etti:

İKBAL EREN: “SİZİN ÇOCUĞUNUZA BUNLAR YAŞATILSAYDI SİZ NE YAPARDINIZ”

Hayrettin Eren’e ne olduğunu anlatmazsam bu beyan eksik kalır. Hayrettin Eren, 20 Kasım 1980’de Haşim İşcan Geçidi’nden arabası ve bir arkadaşı ile gözaltına alındı ve Karagümrük Karakolu’na götürüldü. Bunu haber aldığımızda annem ve babam Karagümrük Karakolu’na gitti. Karakoldaki görevliler kayıt defterine bakarak 5 arkadaşı ile Gayrettepe Emniyet Müdürlüğü’ne gönderildiklerini söylediler. Gayrettepe Emniyet Müdürlüğü’ne giden annem ve babama oradaki görevliler de burada böyle bir kişinin olmadığını söylediler. Tekrar Karagümrük Karakolu’na giden anneme ve babama ‘Biz Hayrettin Eren’i gözaltına almadık, size yanlış bilgi verilmiş’ dediler. Daha sonra defalarca Gayrettepe Emniyet Müdürlüğü’ne giden annem Elmas Eren’e, emniyetin bahçesinde arabamızı gördüğü halde oğlunun orada olmadığını söyleyip inkâr ettiler.

Bundan sonra çeşitli zamanlarda annem Elmas Eren ve babam Kemalettin Eren İçişleri Bakanlığı, Adalet Bakanlığı, Güvenlik Konseyi gibi sorumlu olabilecek her yere başvurdukları halde bütün kapılar yüzlerine kapandı.

Sizin çocuğunuza bunlar yaşatılsaydı siz ne yapardınız? Abim Hayrettin Eren’le yakın zamanlarda Nurettin Yedigöl, Süleyman Cihan ve Mustafa Asım Hayrullahoğlu Gayrettepe Emniyet Müdürlüğü’nde kaybedildiler. Süleyman Cihan ve Mustafa Asım Hayrullahoğlu’nun cansız bedenlerine daha sonra ulaşıldı. Nurettin Yedigöl ve Hayrettin Eren’in akıbetleri hala belli değil.

“BİZDEN BU İNSANLIK SUÇUNU İŞLEYENLERİ GÖRMEZDEN GELMEMİZ İSTENİYOR”

Bu 4 kişinin kaybedildiği dönemde, terörle mücadele şube müdür yardımcısı Mehmet Ağar, emniyet 1. şube müdürü Tayyar Sever, Fikret Işınkaralar ve o tarihlerde görev yapan diğerleri, onların kaybedilmesinin sorumlularıdır. Bu durumda abim Hayrettin Eren’in akıbetini sorduğum için ben değil, abimin yaşam hakkını elinden alanlar yargılanmalı.

Şayet Hayrettin Eren bir suç işlediyse yargılanır, kanunların gerektirdiği ceza verilirdi. Şu anda da aramızda olurdu. Soruyorum size, anayasanın hangi maddesinde gözaltına alınan bir kişi zorla kaybedilebilir ve hatta ailesi yok sayılarak herhangi bir yere atılır der? Bizden bu insanlık suçunu işleyenleri görmezden gelmemiz isteniyor. Siz olsanız ne yapardınız?

“SOYLU GÖZALTINDA KAYBETMENİN BİR DEVLET POLİTİKASI OLDUĞUNU KABUL ETMİŞTİR”

Biz kayıp aileleri olarak bütün kapılar yüzümüze kapatıldığı için Cumartesi Anneleri olarak kayıplarımız için bir arada durmayı ve birlikte adalet mücadelesi vermeyi seçtik. 27 Mayıs 1995’ten beri Galatasaray Meydanı’nda Cumartesi Anneleri olarak anayasanın bize verdiği demokratik hakları kullanarak yüksek sesle sevdiklerimizin akıbetlerini soruyoruz ve mezarlarını istiyoruz.

2011 yılında başbakanlık görevi sırasında Recep Tayyip Erdoğan, Cumartesi Anneleri’ni Dolmabahçe ofisinde kabul ederek, ‘Sizin sorununuz benim sorunumdur’ diyerek Cumartesi Anneleri’nin haklı taleplerinin karşılayacağı sözünü vermiştir. Fakat, cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin eski İçişleri Bakanı Süleyman Soylu 2018 yılında bizi ve kayıplarımızı hedef alarak anneleri terörist olarak ilan etmiş ve ‘O kaybedilenler Eminönü’nde mendil satarken kaybedilmediler’ diyerek gözaltında kaybetmenin bir devlet politikası olduğunu kabul etmiştir.

“BİZİ KORUYAN, GÜVENLİĞİMİZİ ALAN POLİS DE SUÇ MU İŞLEDİ?”

699 hafta demokratik haklarımızı kullanarak Galatasaray Meydanında oturduk. Kayıplarımızın akıbetini sorduk. Faillerinin yargılanmasını istedik. Bu oturmaların yaklaşık son 2 yılında polis bizim güvenliğimizi de aldı. Fakat 28 Ağustos 2018’de, 700. Hafta oturmamız yine İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun isteği ve Beyoğlu Kaymakamlığı’nın emriyle yasaklandı. Çok sert polis şiddeti ile engellendi. 46 kayıp yakını ve insan hakları savunucusu gözaltına alındı ve haklarında dava açıldı.

O günden bugüne kadar Galatasaray Meydanı çelik bariyerlerle “kamu güvenliğini sağlamak adına” 7/24 abluka altına alınmış, Cumartesi Anneleri’ne ve İstanbullulara kapatılmış, adeta bir karakol haline getirilmiştir. Peki soruyorum, 699 hafta Cumartesi Anneleri’nin demokratik haklarını kullandığı için izin veren Beyoğlu Kaymakamı kamu güvenliğini bozmak için mi izin verdi? Yani, suç mu işledi? Bizi koruyan, güvenliğimizi alan polis de suç mu işledi?

ÜLKENİN VİCDANI HALİNE GELDİ

Peki neden 700. hafta ve sonrasında engellendik? 1995’ten 2018’e kadar olan zaman içinde Galatasaray Meydanı bizim için bir hafıza mekânı haline geldi. Sevdiklerimizin mezar yerleri olmadığı için, Galatasaray Meydanı’nı bizim mezarlığımız gibi gördük. Zamanla Cumartesi Anneleri’nin hak ve adalet mücadelesi, ülkenin vicdanı haline geldi. Bu görüntü ülke sınırlarını aşınca cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi bundan rahatsız oldu. Bu nedenle Galatasaray Meydanı kapatılarak, Cumartesi Anneleri’nin basın açıklamaları yasaklanarak gözaltında kaybetme politikasının gündemden düşürülmesi kaybedilenlerin unutturulması Cumartesi Anneleri’nin hak ve adalet mücadelesinin bastırılması hedeflendi.

Oysa bizim yaptığımız anayasanın bize verdiği demokratik haklarımızı kullanarak kamu düzenini bozmadan, şiddet kullanmadan, slogan atmadan son derece barışçıl bir şekilde kayıplarımızın akıbetini sormaktı.

700. haftadan sonra bunu İnsan Hakları Derneği önünde yapmaya devam ettik. Asla vazgeçmek gibi bir niyetimiz yok. 700. haftada gözaltına alınan 1995 yılında kaybedilen Hasan Ocak’ın kardeşi Maside Ocak ve İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi Başkanı Gülseren Yoleri bireysel başvuru hakkını kullanarak Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu. Anayasa Mahkemesi’nin hak ihlaline uğradığımıza dair verdiği kararın haklılığı ile – ki biz bunu zaten biliyorduk- 8 Nisan 2023’te 941. Haftamızda tekrar Galatasaray Meydanına çıktık. Ancak çevremiz kalkanlı polisler tarafından sarıldı. Avukatlarımız Anayasa Mahkemesi kararını göstermesine rağmen demokratik haklarımız engellendi. Dağılmamız için bir uyarı yapılmadı, hiç direnmedik, gözaltına alındık. Gözaltına alınırken zaman zaman kelepçelendik, darp edildik, araç içerisinde havasız ortamda saatlerce bekletilerek kötü muameleye maruz bırakıldık.

GÖZALTILAR SÜRECİ

29 hafta her cumartesi günü İstiklal Caddesi’nde Galatasaray Meydanı yakınlarında, görüldüğümüz yerde çevremiz sarıldı ve gözaltına alındık. Her hafta anayasal hakkımızı kullandığımızı söylesek de Anayasa Mahkemesi kararını göstersek de suç işlediklerini söylesek de hiçbir direnç göstermediğimiz halde kelepçelenerek gözaltına alındık. Gözaltına alınırken önce çevremiz kalkanlarla çevriliyor sonrasında bazı haftalarda dağılın anonsu yapılıyor koridor açın dağılalım dediğimiz halde asla dağılmamız için koridor açılmıyordu. Derhal gözaltı aracı çağırılıyor ve koridor gözaltı aracının kapısına doğru açılıyordu. Emniyete gitmeden önce ve ifade sonrasında sağlık kontrolünden geçirilmek üzere devlet hastanelerinin çoğunda adli birim olmadığı için acil servislerine götürüldük. Acil hastalar bekletilerek bizim sağlık kontrollerimiz yapıldı. Hastanelerde polis eşliğinde hastaların arasında beklemek benim için son derece onur kırıcı bir davranıştı. Ayrıca acil hastaları bekletmek son derece sakıncalı ve insanlık dışı bir davranıştır.

Bugün burada bulunmamızın nedeni 950. Hafta buluşmasına ilişkin. 10.06.2023 tarihindeki 950. Hafta buluşmamıza ben biraz geç kaldığım için arkadaşlarımın yanına ulaşamadım. Kalkanlı polislerden oluşan çift sıra bariyer oluşmuştu. Bu bariyer öyle geniş tutulmuştu ki İstiklal Caddesi’nde insanlar ancak tek sıra halinde yürüyebiliyordu. Ben de dışarıda kalan arkadaşlarımla birlikte gözaltına alınan arkadaşlarımı bekledim. Onlar araca bindirilip götürülene kadar oradan ayrılmadım. Bir kayıp yakını olarak hem orada olamamak hem de arkadaşlarımın gördüğü haksız muameleye tanık olmak psikolojik bir işkenceydi. “Bu insanlar ne yapıyor ki? Sadece kaybedilen yakınlarının akıbetini soruyor, evlatlarının mezarlarını istiyorlar.” diyerek yanımda olan arkadaşım Mukaddes Şamiloğlu ile ona ilaç almak ve sonrasında da İnsan Hakları Derneği’ne gitmek üzere İstiklal Caddesi’nde yürümeye başladık. Sanırım bir kayıp yakını olduğum için olsa gerek basın bizim önümüze geçip fotoğraf çekmeye başlayınca arkadan “alın onları” diyen bir ses duydum. Anında çevremiz sivil polislerce çevrildi. Mukaddes Şamiloğlu kalp hastası ve ilaç alması gerekiyordu. Arkadaşımın kalp hastası olduğunu ilaç alması gerektiğini gözaltına alınması halinde kendileri için de istenmeyen şeyler olabileceğini söyleyip “Beni alın ama onu bırakın.” dediğim halde ikimizi de bir araca bindirip diğer arkadaşlarımızın yanına Eyüp Devlet Hastanesi’ne sağlık kontrolüne oradan da hep birlikte ifade için Vatan Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldük. Biz iddianamede belirtilen 2911 sayılı toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanununun 32/1 maddesine aykırı bir davranışta bulunmadık.

941. haftada aynı eyleme kovuşturmaya yer yok kararı veren cumhuriyet savcısı Erol Çelik’in 950. Hafta için dava açmış olması adaletin kendisi ile çelişmektedir.

“ERDOĞAN SUÇ MU İŞLEMİŞTİR”

Ayrıca aynı gün (10 Haziran 2023) UEFA şampiyonlar ligi maçı İstanbul’da yapılacaktı. Maç gerekçe gösterilerek 950. Hafta açıklamamız yasaklandı. Biz serbest bırakıldıktan sonra İstiklal Caddesi’ne geldiğimizde karşılaştığımız manzara bir çifte standart niteliğindeydi. Taraftarların taşkınlıklarını, küfürleşmelerini, meşalelerden çıkan dumanla ortamı göz gözü görmeyecek hale getirmelerini çevredeki sayısız resmi ve sivil polis bir günlük etkinlik yasağına rağmen müdahale etmeden sadece seyrediyordu.

Biz neden sadece basın açıklamamızı okuyup dağılamadık? Adalet herkes için değil mi? Biz bu adalet sistemi içinde her hafta gözaltına alınmaya devam ederken 28. Haftamızdan sonra yeni İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya ‘Cumartesi Anneleri’nin mağduriyetini gidereceğiz’ diyerek bir açıklama yaptı. Bu açıklamadan sonra İstanbul Valiliği’nin davetiyle 3 kez müzakere yaptık. Müzakereler sonucunda Galatasaray’da 10 kişi ile kısıtlı olarak basın açıklaması yapılması konusunda uzlaştık. 11 Kasım 2023 tarihinden itibaren çelik bariyerlerin önünde 10 kişi sınırlamasıyla basın açıklamalarımızı yapıyoruz. Biz 950. haftamızda da aynı şeyi yapmak istemiştik. Dolayısıyla bugün nasıl suç işlemiyorsak 10 Haziran 2023 tarihinde de önceki ve sonraki haftalarda da suç işlemedik. Buna göre;

Başbakanlığı döneminde ‘Sizin sorununuz benim sorunumdur’ diyerek Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde gözaltında kaybedilen Cemil Kırbayır için alt komisyon açılmasını sağlayan bugünün Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan suç mu işlemiştir?

SEVDİKLERİMİZ BİZDEN ALINDI

Öyleyse yargılanması gerekenler demokratik haklarımızı kullanmak isteyen bizler değil Anayasa Mahkemesi kararını ve kanunları yok sayarak her hafta yasaklama kararı alan kaymakam ve bizi her hafta gözaltına alan kamu görevlileridir.

İstanbul Valisi Davut Gül “Bu kaybedilenler bizim zamanımızda kaybedilmedi.” diyerek abim Hayrettin Eren ve tüm kayıplarımızın kaybedilmesinden geçmiş dönem hükümetlerini sorumlu tuttu ve devlet eliyle kaybedilmiş olduklarına da vurgu yapmış oldu. Bu durumda, bizim 43 yıllık mücadelemizin haklılığını da beyan ediyor.

Öyleyse devlette devamlılık esastır. Sevdiklerimiz bizden alınarak bize büyük bir acı yaşatıldı. Bu acı devletin tüm başvurularımıza “biz de yok” cevabı vermesiyle, savcıların sevdiklerimizle ilgili hakikati etkili bir şekilde soruşturmamasıyla daha da derinleşti. Şimdi ise sevdiklerimizle ilgili hakikat talebini dillendirdiğimiz için biz yargılanıyoruz. Bu durum yaşadığımız acı ve ıstırabı daha da arttırıyor. Abim Hayrettin Eren ve tüm kayıplarımızın yaşam haklarını elinden alan ve insanlık suçu işleyen faillerin yargılanması gerekmez mi? Burada bizim değil de onların olması gerekmez mi? Sonuç olarak bizler 1995 yılında beri kayıplarımızın akıbetini sormak için Galatasaray Meydanında buluşmaktayız. Bu eylemlerin suç oluşturduğunu düşünmüyorum. Bizler bu alana var olduğumuz sürece çıkmaya devam edeceğiz.”

Eren’in yaptığı savunmanın ardından hakim, daha büyük bir salona geçmek için 13.30’a kadar ara verdi.

‘AYM İLE GÜVENCE ALTINA ALINAN DEMOKRATİK HAKKIMIZI KULLANMAK İÇİN GİRİŞİMLERDE BULUNDUK. HER GİRİŞİMİMİZ ENGELLENDİ’

Aranın ardından başlayan duruşmada ilk olarak Cumartesi İnsanı Ali Ocak savunma yaptı:

“1995’den bu yana hakikatleri dillendirmeye çalışıyoruz. Bizim burada olmamızı sağlayanlar bu coğrafyada hakikati dillendirmeye de karşı.1995’te gözaltında kaybedilen Hasan Ocak’ın abisiyim. O günden beri hakikatin açığa çıkartılması ve sorumluların açığa çıkartılması için adalet arıyorum. Bunun yollarından biri gözaltında kayıp yakınları olarak her hafta Cumartesi Anneleri olarak Galatasaray Meydanı’nda açıklama yapıyoruz. 700. hafta eylemimize polis saldırdı. Engellendi. Toplanma hakkımız engellendi. AYM bunun hak ihlali kararı olduğuna karar verdi. AYM bu kararı yetkililere de gönderdi. Bizler de AYM ile güvence altına alınan demokratik hakkımızı kullanmak için girişimlerde bulunduk. Her girişimimiz engellendi. Gözaltına alındık. Bu uygulama 29 hafta sürdü. Her hafta hakkımızda dava açılmak istendi fakat soruşturmalar düştü, suç yoktu. Biz suç işlemedik. Bu iddianamede söz konusu olan iddialara gelecek olursak hakkımızda açılan iddianame gerçeklerle bağdaşmıyor. Bir, kanuna aykırı bir yürüyüş yapmadık aksine demokratik hakkımızı kullandık. İkinci olarak zorla kelepçelendik. Üçüncü olarak güvenlik güçlerince dağılmamız engellendi. Bu gerçeklere o günkü kamera kayıtlarından ulaşmak mümkün. Bu iddiaları kabul etmiyorum beraatimi istiyorum.”

'BU ADALETSİZLİKLERE MARUZ KALMAK TİRAJİKOMİK'

Kayıp yakını Ali Tosun da şunları söyledi:

“Bu kadar adaletsizlik içinde ayrıca adaletsizliğe maruz kaldık. Bu ülke koşullarında adalet isteyenler başka hukuksuzluklara da maruz kaldı. Bu süreçte yeni kayıpların oluşmasında bir engeldi. Yeni kayıpların önüne geçtik. Sonrasında bu yasaklar başladı. O zamana kadar hiç şiddet olmadı. Slogan olmadı açıklamamızı yaptık oradan ayrıldık. Sonra yasaklar başlayınca şiddet oldu. Adaletsizliğe karşı mücadele ederken bu adaletsizliklere maruz kalmak tirajikomik. Bu suçlamayı kabul etmiyorum.”

HANİFE YILDIZ: BEN HEM ANNEYİM, BEN DAVACIYIM BUNLARDAN

Evladı gözaltında kaybedilen anne Hanife Yıldız'ın savunması ise şöyle:

"Ben Hanife yıldız. Murat Yıldız’ın annesiyim. Ben 29 yıldır hem adalet bekliyorum hem de oğlumu. Benim durumum farklı. Oğlum silah bulundurduğu için iki kere gözaltına alındım. Bir kere bana komiser dedi ki ‘oğlum bir durum yapmış sen saklıyorsun iyi yapmıyorsun devletin kolu uzundur oğlunu bulur. Oğlun kendisi ifade verirse sorun çıkmaz. Senin oğlunu biri vursa o da birini vursa daha iyi mi olur. Ben inandım. Onlara inanmadım. Oğluma telefon ettim. Oğlumu karakola götürdüm. Oradan alıp savcılığa çıkaracakken oğlumu bize vermediler. Sonrasında savcılığa gittik avukatla beraber. Avukata ne söylendi bilmiyorum. En fazla üç ay yatar diye düşündük. İsterdim ki savcı beni çağırsın bunu sorsun. Ben 29 yıldır evlat acısıyla yaşıyorum. Ben sanık değil, oğlumu kaybedenlerin sanık yerinde olmasını isterdim. Onların oğluma ne yaptıklarını dinlemek isterim. Devlete güvenceksin, adalete güvenceksin oğlunu vereceksin, sonra oğlunu vermeyecekler. Ben bunu nasıl kabul edeyim? Ben hem anneyim, ben davacıyım bunlardan. Ben beni böyle yargılayana adaletten davacıyım."

'BİZ Mİ YARGILANMALIYIZ, YOKSA BİZİ ORADA İŞKENCE İLE GÖZALTINA ALANLAR MI?'

"Ben 15 Şubat 1995 yılında gözaltında kaybedilen Rıdvan Karakoç'un kardeşiyim. Yargılamama neden olan Cumartesi Annelerinin Galatasaray'daki kayıplar mücadelesinin 950. buluşmasına katılmak istememdir. Kamuoyunun ve Devleti yönetenlerin kendisini ve oğlunu görmesini, duymasını istedi. Biz kayıp yakınları devletin tüm kapıları bize kapatıldığı için Galatasaray'a çıkmak zorunda kaldık. Annem son nefesini abimin adıyla verdi. Ağabeyim için adalet talebi annemden bana mirastır. Biz ne istiyoruz etkin bir soruşturma yapılsın, ağabeyimin başına gelenler tam olarak açıklansın, ağabeyimi işkenceyle öldürüp Kaybedenler mahkemelerin önünde yargılansın ve hak ettiği cezayı alsın istiyoruz. Ben hiçbir suç işlemedim. Vatandaş olarak yargının da korumak zorunda olduğu barışçıl toplanma hakkımı kullandım. Bu hakkımı kullanmam yasaklandı. Galatasaray meydanına gitmek isterken bir anda etrafımız kalkanlarla çevrildi, bize dağılma imkânı sağlanmadı. Direnmediğim halde bileklerimde iz bırakacak şekilde sıkıca kelepçe takıldı. Soruyorum Anayasa mahkemesi kararlarına uyulmasını istemek suç mu? Barışçıl toplanma Hakkı anayasanın korunmasında değil mi? Ben bir vatandaş olarak anayasal hakkımı kullanamaz mıyım? Ben Ağabeyim için tüm kayıplar için adalet istedim. Bağımsız ve tarafsız bir yargı istedim. Bunları istemek suç mu? Eğer değilse bu davada yargılananlar derhal beraat etmeliler. Yok eğer bunları istediğim için cezalandırılacaksam da yine kayıplarımız için adalet istemekten vazgeçmeyeceğim. Sizlere soruyorum. Biz mi yargılanmalıyız, yoksa bizi orada işkence ile gözaltına alanlar mı? Biz mi yargılanmalıyız, yoksa bize o alanı yasaklayanlar mı? Biz mi yargılanmalıyız, yoksa yakınlarımızı kaybedenler mi? Bize istediğiniz cezayı verin.”

DAVA ERTELENDİ

Sanıkların ve avukatların savunmasının ardından ara kararını açıklayan mahkeme eksik sanık beyanları ve hukusların giderilmesi için duruşmayı 7 Haziran'a bıraktı.

NELER YAŞANDI?

AYM KARARINA RAĞMEN YARGILANIYORLAR

Anayasa Mahkemesi, 700. haftadan eylemleri engellenen kayıp yakınları için hak ihlali kararı vermişti.

Cumartesi İnsanları, AYM kararının ardından 10 Haziran 2023’te 950’inci hafta açıklaması için Galatasaray Meydanı’na çıktıkları için gözaltına alındı ve haklarında dava açılmıştı.

971'İNCİ HAFTAYA KADAR GÖZLATINA ALINIYORLARDI

Kayıp yakınları, 25 Ağustos 2018’de gerçekleştirmek istediği 700’üncü hafta eylemlerinden, 971. haftasındaki eylemlerine kadar her cumartesi işkenceyle gözaltına alınıyordu.

Kayıp yakınlarının içlerinden bir temsilcinin Galatasaray Meydanı'na karanfil bırakması, sonrasında ise Galatasaray Lisesi önünde basın açıklaması yapılmasına müdahale edilmiyor.

700. HAFTA EYLEMİ İÇİN DE YARGILANIYORLAR

Buna rağmen 700. hafta buluşmasına düzenlenen polis saldırısında 23 kişi gözaltına alınmış, ardından 46 kişiye 2911 "Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet" suçlamasıyla dava açılmıştı.

AYM kararına rağmen, kayıp yakınları, hak savunucuları ve destekçileri hakkında açılan davanın 11'nci duruşması 4 Kasım'da Çağlayan Adliyesi 27. Ağır Ceza Mahkemesi duruşma salonunda görülmüştü.

Görülen duruşma sonrası mahkeme heyeti davayı 5 Nisan 2024'e ertelemişti.

Kaynak: Gerçek Gündem

Etiketler
Cumartesi Anneleri Anayasa Mahkemesi (AYM) Süleyman Soylu Recep Tayyip Erdoğan Taksim İçişleri Bakanlığı Ali Yerlikaya İnsan hakları