Cumartesi Annesi Hanife Yıldız: “Beni dava etseler ne olur, dönüp dönüp yaralarımıza tuz basıyorlar”
28 yıldır oğlunun akıbetini soran Cumartesi Annesi Yıldız, haklarında açılan davaya isyan etti: “Beni dava etsen ne olur, etmesen ne olur? Asıl ben davacıyım. Benden özür dileyip, ‘yapacak bir şey kalmadı’ deseler en azından içime su serpilirdi ama tam tersine, dönüp dönüp yaramıza tuz basıyorlar."
Cumartesi Anneleri/İnsanlarının 700’üncü hafta eylemine yönelik polis saldırısında darp edilen ve aralarında kayıp yakınlarının da olduğu 46 kişi hakkında açılan davanın altıncı duruşması bugün, saat 13.00’te İstanbul 21. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülecekti. Cumartesi Anneleri'nin bugün görülecek duruşması, hâkimin izinli olması nedeniyle ertelendi.
Cumartesi Anneleri/İnsanları’nın 25 Ağustos 2018’deki 700. Hafta buluşmasına polis müdahale etmiş, çok sayıda kişiyi gözaltına almıştı. Gözaltına alınan 46 kişi hakkında Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefetten dava açıldı.
Dava açılanlardan biri de 70 yaşında, 28 yıldır oğlunun akıbetini soran Hanife Yıldız. Hanife Yıldız'ın oğlu Murat Yıldız, 19 yaşındayken gözaltında kaybedildi. Yıldız, 23 Şubat 1994'te Avukat Fatma Yercan ile birlikte oğlunu Bornova Özkanlar Karakolu Asayiş Şubesi'ne götürüp kendi elleri ile polis memurları Tahir Şerbetçi, Şah İsmail Öztürk ve komiser Ramazan Kaya'ya teslim etmişti.
Yıldız, yine o günlerde oğlunun İstanbul’a götürüleceğini öğrenmiş hatta polisler kendisinden yol parası dahi almıştı. Fakat oğlu Murat Yıldız, kendisine haber verilmeden İstanbul’a götürüldü.
‘DÖNDÜ DOLAŞTI, BİZ DAVALIK OLDUK’
Hanife Yıldız, gelinen yerde kendilerinin “sanık” haline gelmesini şöyle anlatıyor:
“Herkes evinde çoluğu çocuğuyla yaşıyor. Biz ise devletin ve adaletin enkazı altında kayıplarımız nereye atılmışsa orada onları bulmak için adaletin etrafında dönüp duruyoruz. Bu davada neyle suçlandığımızı anlamak da mümkün değil. Bir anne getirip, evladını sana emanet etmiş, sen bir anneye ölü ya da diri bulmak zorundasın. Her ne ise döndü dolaştı, biz davalık olduk.”
OĞLUNU KENDİ ELLERİ İLE TESLİM ETMİŞTİ
19 yaşındaki Murat Yıldız, annesi Hanife Yıldız ve avukatı tarafından karakola teslim edilmesinden iki gün sonra onu İstanbul'a götüren polis memurları Hanife Yıldız'a "Otobüsle yola çıktık. Feribot seyir haindeyken Murat tuvalete gitmek istedi. Tuvaletin önünde kelepçelerini çözdük ve Murat denize atladı, yüzüp kurtulmuştur" dediler.
Hanife Yıldız, Gebze Savcılığı'na başvurmasına rağmen oğlundan bir daha haber alamadı. Beş yıl süren soruşturma süresinde beş savcı değişti. Keşif kararı ise Murat Yıldız'ın kaybedilmesinden beş yıl sonra ancak uygulanabildi.
Keşif raporunda "polislerin gözaltındaki Murat'ın kelepçelerini tuvalet boşluğunda değil de küpeştede açtıkları için Murat'ın denize atlamasından kusurlu bulundukları" belirtildi. Polislere sadece 1 lira 18 kuruş para cezası verildi.
‘ÖZÜR DİLEYECEKLERİ YERDE YARALARIMIZA TUZ BASIYORLAR’
Yıldız, “Beş yılın sonunda devletin gerçek yüzünü o kadar iyi anladım, öğrendim ki…” diyerek bugün de yaralarına tuz basıldığını ifade ediyor:
“Devleti tanıdım ama iş işten geçti, evladım yok. Bir tek evlat annesiydim. Benim bir tek dayanağım, bir tek dalım, bir tek oğlum vardı, kökten kesip attılar. Ben yaşasam ne olur, yaşamasam ne olur. Sen beni dava etsen ne olur, etmesen ne olur? Asıl ben davacıyım. Benden özür dileyip, ‘yapacak bir şey kalmadı’ deseler en azından içime su serpilirdi ama tam tersine, dönüp dönüp yaramıza tuz basıyorlar.
AKP’den önce de oradaydık. Biz yıllardır haykırıyoruz. Bunlar yaşandı, inkâr edilecek bir tarafı yok. Bir annenin, babanın, kardeşin bunları unutacak durumu yok. Bunları yaşattınız bizlere. Yılların bana verdiği vicdan azabı, evladımın acısı bir araya gelince kendimi çok yerde kaybediyorum. Bunu evladıma nasıl yaptım, bunlar bunu bana nasıl yaptı diye? Ben herhangi bir siyaset içinde değildim. Çocuğum da değildi. Ama ne yazık ki, beni ne yapıp ettiler, politik biri yaptılar.”
‘ÖLDÜĞÜMDE KEMİKLERİM SIZLAMASIN, YAŞARKEN YETERİNCE SIZLADI’
Yıldız, oğlunun kaybedildiği günleri şu sözlerle anlatıyor:
“Onu alan polis Şah İsmail Öztürk’e yalvardım. Bakın dedim, aradan 3 ay geçti. ‘Oğlunu sen getirdin diye sana kırılmıştır, gelir’ dediniz ama 3 aydır ne arıyor ne bir şey… Bana dedi ki, ‘Tahir Şerbetçi olmasa ben Murat’ı getirir, götürürdüm, burnu bile kanamazdı.’ Bir savcı, ‘Burnu kanamazdı ne demek’ diye sormadı. 19 yaşında bir genç, annesi size getirmiş, devlete emanet etmiş. Emanet deyince, eşya değil, bir evlat, 19 yaşında bir genç… Suçu varsa verirsiniz cezasını. Oradan çıkartıp, askere gönderecektim.
3 ay sonra karakolda ‘bak kimliği burada’ dediler. Kuru kimlik için gelmedim buraya, çocuğumun akıbeti nedir, ne olmuş çocuğuma en azından vicdan azabından kurtulayım dedim. 28 yıldır biz cezalıyız. Düşünün bir sürü anne evlat acısıyla, gözleri açık gitti, o insanların kemikleri sızlıyor. İstemiyorum benim de öldüğümde kemiklerim sızlasın, yaşarken yeterince sızladı. Ölürken de kemiklerimiz sızlamasın diye uğraşıyoruz ama ne yazık ki, bize bunlar yaşatılıyor.”
‘HASAN FERİT GEDİK’İ KATLEDEN DIŞARDA İSTEDİĞİNİ YAPTI’
Yıldız, Galatarasay Meydanı’nın Cumartesi Anneleri’ne yasaklanmasına “Kaybedilen insanlarımıza bir mezar yeri vermediniz, eylem yeri hakkımızı da yasak ettiniz” diyerek tepki gösteriyor.
“Hiçbir zaman katil kelimesini kullanmış değildim. Hasan Ferit Gedik’i katleden katil 35 yıl ceza alıyor ama dışarda istediğini yapıyor. Demek ki bunlar her kötülüğü bize yapmış. Kayıp yakını, bize destek veren insanlar oradaydı. Orası bizim için adresti, bizim için küçücük bir yerdi. Kaybedilen insanlarımıza bir mezar yeri vermediniz, eylem yeri hakkımızı da yasak ettiniz. Bize adalet kapıları kapandı. Dertleri, kaybımızı aramak değil, biz bunları nasıl suçlarız da nasıl içeri atarız, derdindeler.”
Hanife Yıldız hakkında, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya hakaret ettiği gerekçesiyle İstanbul 48’inci Asliye Ceza Mahkemesi’nde de bir dava açıldı. Yıldız’ın Soylu’ya “Süslü Sülo” diyerek hakaret ettiği öne sürüldü.
Yıldız bu davaya ilişkin “Ben ağzımdan çıkacak lafı inkâr edecek değilim, o öfkeyle ağzımdan çıkan bir şeyi suç sayıyorlarsa benim çocuğumun suçluları nerede?” sözlerini kullanıyor.
“Savcılığa çıktım, diyor ki, çocuğun var mı? Ben tam anlatacağım, beni dinlemek istemiyor. Yok olmuş gitmiş işte, önemli değil, peşine düşme gibi bir derdi de yok, ‘sen İçişleri Bakanı’na bunu nasıl dersin’ diyor. Ben ağzımdan çıkacak lafı inkâr edecek değilim, o öfkeyle ağzımdan çıkan bir şeyi suç sayıyorlarsa benim çocuğumun suçluları nerede? Ben de onları arıyorum. Düşünün, 70 yaşına gelmiş bir anne, 28 yıldır evladını arıyor. Devlete eliyle götürüp, vermiş, geri alamıyor. Ben suçlu oluyorum, çocuğumu kaybedenler istediği gibi yaşıyorlar.”
20 YIL ÇALIŞMIŞ BİR İNSANIM, HALA KİRADAYIM BOĞAZIMI DOYURMAK İÇİN DEĞİL, ADALETİ BULMAK İÇİN UĞRAŞIYORUM
“Benim için şubat ayı kâbus ayı. 28 yıldır yaşıyorum ama ben aslında çocuğumu oraya götürdüğümde, onu benden kopardıklarında öldüm. Ben ölü yaşıyorum. Bir anneye yapılan en büyük zulüm, haksızlık, adaletsizlik. Daha bundan fazla ne olabilir?
Yıllarca alnımın teriyle çalıştım, vergimi ödedim. Mezar yeri hakkımı vermiyorsun. Eylem yeri hakkımı yasaklıyorsun.
Galatasaray Meydanı, benim için bambaşka bir yerdi. Sonradan gerçeği anladım. Çocuğum bir gün çıkar gelir, bir yerlere gitmiştir, belki beni görür de ‘annem işi gücü bırakmış, oralara kadar gitmiş’ der, çıkar der ki ‘hiç beni arama, tekrar karakola getirmek için mi arıyorsun.’ Gelmedi, demedi.
Böyle ülkede insan yaşamak istemiyorum ama gidecek yerim de yok. 20 yıl bilfiil çalışmış bir insanım, hala kirada yaşıyorum. Düşünün, ben hiç pahalılıktan yakınmıyorum. Ben boğazımı doyurmak için değil, adaleti bulmak için uğraşıyorum.”
NE OLMUŞTU?
27 Mayıs 1995’ten bu yana her cumartesi günü, kar kış demeden Galatasaray Meydanı’nda oturma eylemi ve basın açıklaması düzenleyerek gözaltında kaybedilen yakınlarının akıbetinin açıklanması ve faillerinin yargılanması talebiyle bir araya gelen Cumartesi Anneleri/İnsanları’nın 700. haftasındaki buluşması Beyoğlu Kaymakamlığı tarafından keyfi bir biçimde “suç” sayılarak yasaklandı.
23 yıldır düzenlenen, ritüel haline gelen buluşmaya çok sert müdahale edildi. Çok sayıda kişi polis şiddetiyle gözaltına alındı.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu polis müdahalesiyle ilgili, “İzin vermedik çünkü artık bu istismarın ve kandırmacanın son bulmasını istedik. Anneliğin terör örgütünce istismar edilmesine, teröre kılıf yapılmasına göz mü yumsaydık” dedi.
Çok kısa süre sonra İçişleri Bakanlığı kararıyla, “Kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen kendiliğinden dağılmama” suçlamasıyla, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet suçundan İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından iddianame düzenlendi ve İstanbul 21. Asliye Ceza Mahkemesi’nde haklarında aynı suçtan dava açıldı.
Davanın ilk duruşması 25 Mart 2021 tarihinde görüldü. 12 Temmuz 2021 günü görülen ikinci duruşma ise heyet ve salondakiler arasındaki tartışmalarla geçti. Sanık ve avukatların savunmaları Mahkeme Başkanı tarafından sık sık kesildi.
Mahkeme Başkanı hakkında reddi hâkim talepleri sunulmasına rağmen, talep reddedilerek duruşmaya devam edilmesi nedeniyle çıkan tartışma sonucunda önce Mahkeme Başkanı devamında da sanıklar, vekilleri ve dayanışma göstermek için gelenler duruşma salonunu terk etti. Ara kararlar ise boş duruşma salonuna okundu.
Cumartesi Anneleri/İnsanlarına açılan davanın altıncı duruşması bugün, saat 13.00’te İstanbul 21. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülecekti. Duruşmanın, hakimin izinli olması nedeniyle ertelendiği bildirildi.
Kaynak: Gerçek Gündem