Cumhurbaşkanı adayı Kılıçdaroğlu: Millet İttifakı’nın iktidarında üniversitelerde her türlü düşünce özgürce tartışılacak
İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi'ne Millet ittifakları genel başkanları katıldı.
İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi, beşinci gününde sürüyor. “Geleceğin Türkiye’sini inşa ediyoruz” sloganı ve “Millet İttifakı Genel Başkanlar Buluşması” başlıklı oturumunda Millet İttifakı Cumhurbaşkanı adayı ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Demokrasi ve Atılım (DEVA) Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, Demokrat Parti Genel Başkanı Gültekin Uysal, Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu’nun yanı sıra İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Ümit Özlale katıldı.
Büyükşehir belediye başkanları, il ve ilçe belediye başkanları, genel başkan yardımcıları milletvekilleri, siyasi partilerin temsilcilerinin de katıldığı oturumun açılış konuşmasını İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer yaptı.
Soyer'in ardından CHP Genel Başkanı ve Millet İttifakı'nın 13'üncü Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu konuşma yaptı.
"ULUSAL VERGİ KONSEYİ KURACAĞIZ"
Kongredeki konuşmasında "Demokrasi ve güçlü parlamenter sistem" vurgusu yapan Kemal Kılıçdaroğlu, vergi alanında yapacaklarına özel bir bölüm ayırdı.
İktidar sahiplerinin halka hesap vermediği durumlarda demokrasinin işlemeyeceğini vurgulayan Kılıçdaroğlu, kuracakları Ulusal Vergi Konseyi ile toplanan vergilerin nereye harcandığını rapor haline getireceklerini ve bunun Resmi Gazete'de yayımlanacağını açıkladı.
"Güçlendirilmiş parlamenter sistem vaat ederken Millet İttifakı olarak 'ulusal vergi konseyi kuracağız' dedik. 85 milyondan toplanan vergilerin nerelere harcandığını Ulusal Vergi Konseyi her yıl toplanıp yayınlayacak resmi gazetede. Tüm Türkiye'de işçisinden emeklisine kadar esnaf herkes bilecek vergim nereye harcandı. Taahhüdünü yaptık 6 lider imza attık" diyen Kemal Kılıçdaroğlu'nun açıklamaları özetle şöyle:
-İkinci yüzyılı birlikte inşa edeceğiz. İşimizin çok kolay olduğunu kimse düşünmesin. Ama birinci yüzyılın kongresinde de o dönemin liderlerinin işlerinin kolay olmadığını onlar da biliyorlardı. Güzel bir Türkiye; yaşanabilir, barış içinde, kalkınan ve büyüyen, bölgesinde ve dünyada saygınlığı olan bir Türkiye, hepimizin idealinde olan bir Türkiye.
- Zor zamanlardan geçtiğimizin farkındayım. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü, ben hep iki temel ilke ile anarım. Çok farklı şekillerde anlatılır. Benim gönlümdeki ve yüreğimdeki Gazi Mustafa Kemal’in iki temel ilkesi vardır. Bir; siyasi bağımsızlık. Kendi sözleriyle ‘Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir’ der. Bayrağımın altında özgürce yaşamak isterim. İkinci ilkesi ise ekonomik bağımsızlıktır. İzmir’de yüzyıl önce yapılan kongrede Gazi Mustafa Kemal, şöyle söyler; ‘Siyasi ve askeri zaferler ne kadar büyük olursa olsun iktisat zaferleri ile taçlandırılmazsa elde edilen zaferler sürüp gidemez, az zamanda söner.’ Siyasi bağımsızlığın kalıcılığını sağlayan temel unsur, ekonomik bağımsızlıktır. Bugüne kadar büyük sıkıntılar çektiğimizi biliyoruz. Zaman zaman büyük krizlerin yüz yıl içinde çıktığını biliyoruz. Ama öyle bir sistem, düzen kuralım ki kim iktidara gelirse gelsin, en azından bir daha bu tür krizlerle Türkiye karşı karşıya kalmasın.
"SAĞLIKLI İŞLEYEN BİR DEMOKRASİDE DENETİMSİZ ALAN YOKTUR"
- Dört ayaklı bir stratejiden söz edeceğim. Birinci ayak, güçlü bir demokrasi. Güçlü bir parlamenter sistem. Altı lideri bir araya getiren temel felsefenin özünde demokrasi yatıyor. Demokrasinin gelişmediği hiçbir ülke gelişmemiştir. Dolayısıyla dünyaya baktığınızda, kişi başına gelirin en yüksek olduğu ülkelerin tümünde güzel bir demokrasi anlayışı ve geleneği vardır. Biz de demokrasimizi geliştirmek zorundayız. Kuvvetler ayrılığını getirmek zorundayız. Yasama, yargı ve yürütmeyi sağlıklı işleyen, biri birini denetleyen güçler haline getirmek zorundayız. Sağlıklı işleyen hiçbir demokraside denetimsiz alan yoktur. Her alan mutlaka denetlenir. TBMM mi? O da denetlenir. Kim? Anayasa Mahkemesi denetler. Yanlış bir yasa yaptıysanız Anayasa Mahkemesi’ne gidilir ve Anayasa Mahkemesi, parlamentoya, ‘Yanlış yaptın, lütfen hatanı düzelt’ der. Ve o hata düzeltilir.
ÖZGÜR MEDYA SÖZÜ
- Özgür medya… Özgürlüğün olmadığı yerde zaten demokrasi olmaz. Medyanın da özgür olması lazım. Bunun altyapısının koşulsuz sağlanması gerekir. Demokrasi dediğimiz işin özü, her gücün mutlaka denetlenebilir olmasıdır. Denetimsiz bir güç, demokrasilerde yoktur. Bunun ayırdına varmak ve mutlaka hayata geçirmek gerekiyor.
- Siyaset kurumunun hesap vermesi gerekir. İktidar sahipleri eğer halka hesap veremiyorsa orada demokrasi yoktur. Demokrasinin varlığı, halktan toplanan vergilerin hesabının halka verilmesidir. Ve devlette saydamlığın sağlanmasıdır. Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’e geçerken, bunu Millet İttifakı olarak vaat ederken Ulusal Vergi Konseyi kuracağız. 85 milyondan toplanan vergilerin nerelere harcandığını, Ulusal Vergi Konseyi, her yıl toplanacak bir rapora bağlayacak, Resmi Gazete’de yayınlanacak. Tüm Türkiye’de işçisinden emeklisine kadar, sanayicisinden esnafına kadar herkes bilecek; benim ödediğim vergiler nerelere harcandı. Altı lider bunu taahhüdünü yaptık, altına imza attık.
- Başka bir şey daha; sağlıklı işleyen demokrasilerde siyaset kurumunun lekelenmemesi lazım. Temiz kalması lazım. Bu konuda da bir irade ortaya koyduk. Siyasi ahlak, etik kanunu çıkaracağız diye altı lider altına imzayı attık. Eğer siyaset ahlak zemininde yürürse pek çok sorun kendiliğinden çözülmüş olur zaten. Siyasetçi ile halk arasında güvenin büyük ölçüde sarsılması, siyasi etik yasasının olmamasındandır. Böyle bir yasa olduğu zaman çok farklı bir Türkiye’yi inşa etmiş olacağız.
- Elbette siyaset kurumu, yani iktidar sahipleri parlamentoya bütçe getirirler. Yani halktan topladıkları vergileri, yaptıkları borçlanmaları, yani yaptıkları özelleştirmelerle elde ettikleri gelirlerin nerelere harcandığını belirlerler. Dolasıyla harcanan paraların sağlıklı bir şekilde harcanıp harcanmadığının hesabının verilmesi lazım. Nereye, aynı zamanda? Parlamentoya da verilmesi lazım. Bunun için yine altı lider oturduk, tartıştık ve önemli bir karar daha aldık. TBMM’de Plan ve Bütçe Komisyonu dışında bir de Kesin Hesap Komisyonu kuracağız dedik. Yani bir yıl önceki bütçenin kaynaklarının nerelere harcandığının hesabını verelim diye. Bir şey daha yaptık, bizim tarihimizde ilk. Kesin Hesap Komisyonu’nun başkanı ana muhalefetten olacak. Yani iktidar sahipleri gelecek, TBMM’de hesabını verecek.
"SAYIŞTAY RAPORLARININ TAMAMI GELECEK TBMM'YE"
- Ayakları yere basan, ahlaklı bir siyasetin egemen olduğu, harcanan her kuruşun hesabının verildiği, medyanın özgür olduğu bir güzel Türkiye… Bütün bu kurumları oluşturmak için, daha benzer başka kurumlar da var. Sayıştay var. TBMM adına denetim yapan Sayıştay’ın raporları, Allah nasip eder göreceksiniz, bizim iktidarımızda asla makaslanmayacak. O raporların tamamı gelecek TBMM’ye.
- İkinci hedefimiz, ikinci ayak, üreten Türkiye. Türkiye’nin üretmesi lazım. Her alanda üreten bir Türkiye. Sanayiden tarıma kadar, kültürden başlayarak hayatın her alanında üreten bir Türkiye. Üreten Türkiye, güçlü Türkiye’dir. Kaynaklarınız, yeriniz, yurdunuz, tarlalarınız, ovalarınız, dağlarınız, güzel çalışkan insanlarınız var ama üretimden koparılıyor. Herkes üretecek. Herkes üretim zincirinin önemli bir parçası olacak. Herkesin ürettiği bir Türkiye, güçlü bir Türkiye’dir. Herkesin ürettiği bir Türkiye, dışarıya el avuç açmayan bir Türkiye’dir. Herkesin ürettiği ve kazandığı bir Türkiye, komşularına yeri geldiğinde her türlü yardımı yapabilecek güce ve kapasiteye sahip bir Türkiye demektir. Ama 21’inci yüzyıldayız, neyi nasıl üreteceğimizi çok iyi bilmek zorundayız. İnsanoğlu, tekerleği 1 milyon yılda üretti. Şimdi her sanayide birden fazla buluş var.
- 21’inci yüzyılın ekonomisi, artık tarım, sanayi değil, artık bilgi ekonomisidir. Hangi ülke bilgi üretirse o ülke hızla büyür ve kalkınır. Bilgiyi nerede üreteceğiz? Üniversiteler. O nedenle bizim iktidarımızda üniversitelerde her türlü düşünce özgürce tartışılacak. Hiç kimse farklı düşündü diye üniversiteden atılmayacak. Üniversiteler birer bilgi yuvası olacak. Üniversitelerin ürettiği bilgiler, sanayici tarafından elle tutulur metaya dönüştürülecek. Bilgi üreten, teknoloji üreten, teknolojiye yabancılaşmayan bir Türkiye. Hedefimiz gayet güzel.
- Dünyanın bir numaralı teknoloji yaratan üniversitesi MIT’ye gidişim pek çok kesim tarafından eleştirildi. Biz, Amerika’nın ve dünyanın en önemli teknoloji üreten üniversitelerin birisi olan MIT’de, Türkiye üniversitelerinden mezun olmuş ve oraya gidip çalışan hocaları kendi ülkemize getirmek durumundayız. Burada çalışmalılar, burada üretmeliler, burada bütün yaratıcı güçlerini ortaya koymalılar. Bunları yapacağız. Yani biz, katma değeri yüksek ürün üretmek zorundayız. Katma değeri yüksek ürün üretemeyen bir Türkiye gelişemez, kalkınamaz, söz sahibi olamaz. Katma değeri yüksek ürün üreten bir Türkiye’yi inşa etmek zorundayız. Katma değeri yüksek ürün üretmenin yolu, üniversitenin bilgi üretmesi, sanayicinin üretilen bilgiyi metaya dönüştürmesidir. Bugün hepimiz cep telefonu kullanıyoruz, hiç birisi bize ait değil. Bilgi ekonomisine sahip olan ülkeler üretiyor, biz onların pazarıyız. Açık ve net söylüyorum; Millet İttifakı iktidarında göreceksiniz, biz başkalarının pazarı değil, biz üreten ve dünyaya mal ihraç eden bir ülke olacağız. İddiamız güçlü ve kuvvetli.
- 20’nci yüzyıl, petrol yüzyılıydı ve petrol savaşları vardı. 21’inci yüzyıl, çip savaşlarıdır. Çipi kim üretecek? Petrolün nerede ve nasıl çıkarılacağını biliyoruz. Ama çipin nerede üretileceğine biz karar veririz. 21’inci yüzyılın Türkiye’sinin temel hedefi bilimde, sanayide, teknolojide çip üreten bir ülke olmaktır. Hedefi yüksek koyacağız ve o hedefi yakalayacağız. Bilgi üreten hocalarımız var. Dünyanın her tarafından bu hocalarımız alınıyor. Büyük bedeller ödeniyor. Ama biz, bu insanları kendi ülkemizde tutamıyoruz.
- Ankara Akademi’de okurken Hamza Eroğlu’nun Devrim Tarihi kitabı vardı. Orada bir anekdotu hiç unutmam; İkinci Dünya Harbi’den hemen sonra Alman generale şunu söyler; ‘Almanya yerle bir oldu ve siz asla sırtınızı bir daha doğrultamazsınız’. Alman generalin verdiği cevap, tarihi bir cevap. Alman general; ‘Evet, Almanya yerle bir oldu ama bir şeyi sakın unutmayın, Almanya’nın üniversiteleri hayatta.’ Yerle bir olan Almanya, bugün Avrupa Birliği’nin ev güçlü ülkesi olarak kendisini ortaya koydu. Bilginin ve bilgi üretmenin ne kadar değerli olduğunu artık hepimiz bilmek zorundayız.
- Üçüncü ayağımız; güçlü bir sosyal devlet inşa edeceğiz. Güçlü bir sosyal devlet inşa edemezseniz istediğiniz kadar üretin, ama hakça bölüşmezseniz, toplumun bir kesimi yoksul olursa orada huzur olmaz, bereket de olmaz. Huzurun olması, yaratılan kaynağın hakça bölüşülmesine bağlıdır. Hiçbir çocuğun yatağa aç girmediği Türkiye’yi demokrasiyle, sosyal devletle yeniden inşa edebiliriz.
"BİZ YAPALIM ONLAR TAKİP ETSİNLER"
- Dördüncü ayağımız, sürdürebilirlik. Gayet güzel, demokrasiyi getirdiniz, ürettiniz, sosyal devleti inşa ettiniz ama durduğunuz andan itibaren geriye gidersiniz. Dünya hızla değişiyor. Siz, bu değişime ayak uydurmak zorundasınız. Sürdürülebilirliğin kilit anahtarı, devlette liyakattir. Yani birikimli insanların devlette olmasıdır. Yani birikimli, üreten insanların üniversitede olmasıdır. Burada değişime ayak mı uyduracağız, değişime öncülük mü yapacağız? Biz, değişime ayak uydurmak istemiyoruz. Onlar yaptı, biz de yapalım. Hayır, biz yapalım, onlar bizi izlesinler.
- Sürdürülebilirliğin temel anahtarlarından birisi de eğitimdir. Eğitimin yeniliğe açık olması gerekir. Merak duygusunu büyütebiliyorsanız ve çocuk yaşamı sorgulama yeteneğine kavuşabiliyorsa o zaman Türkiye hızla büyümenin ve sürdürülebilirliğin önünü açmış olur. Biz, eğitim sisteminde de köklü değişikler yapacağız. Çocuklarımızın neyi merak ediyorlarsa araştırabilecekleri alanlar… Onları suçlamadan, cezalandırmadan, ‘neden soru soruyorsun’ demeden… Ne kadar çok nitelikli soru sorabilirlerse eğitimin de o kadar değerli olduğunu göreceğiz.”
BABACAN: BU ÜLKEDEKİ SORUNLARIN ÇÖZÜMÜ GERÇEK ANLAMDA DEMOKRASİDEN GEÇİYOR
DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan'ın ise açıklamalarından satır başları şöyle:
Konu iktisat olunca bazen anlaşılması zor kelimeler havada uçuşuyor. Endojen, eksojen faktörler, ortodoks heteredoks yaklaşımlar, epistemojik kopuşlar. Kelimeler alıyor başını gidiyor.
Enflasyonu düşük ve öngörülebilir hale indirdiğinizde ekonomi büyüyor. Şeffaflık ne kadar yükselirse, ekonomi o kadar büyüyor. Şeffaflık azaldığında ülke fakirleşiyor.”
Hukuk ve eğitim olmazsa olmaz. 2013'te en son benim katıldığım İzmir İktisat Kongresinde bir konuşma yaptım dedim ki, eğitim ve hukukta gerekenleri yapmazsak orta gelir tuzağına düşeceğiz. Ve şu an Türkiye orta gelir tuzağında. Endişeye mahal yok. Bu tuzaktan nasıl çıkacağımızı biliyoruz. Ne kadar çok demokrasi o kadar ekonomi, ne kadar eğitim o kadar ekonomi, ne kadar adalet o kadar ekonomi.
Bu ülkedeki sorunların çözümü gerçek anlamda güçlü bir demokrasiden geçiyor.
Dünyada bütün enerji denklemi değişmiş durumda. Türkiye gibi büyüyen enerjiye ihtiyacı olan bir ülkenin dünyayı iyi takip etmesi gerekiyor.
Dünyada da gelir dağılımı bozuldu. Dünyada da zengin daha zengin, yoksul daha yoksul oldu. Liberal bir demokrasi mücadelesi devam ederken devletin rolünün ne olması gerektiği de tartışmalı.
Güzel ülkemiz için ne yapmalıyız. DEVA Partisini kurduğumuzda yarınlarla ilgili hazırlığımızdı. 6 altı parti olarak bir araya gelerek Ortak Mutabakat Metni'ni imzaladık tarihte başka örneği yok. Bu tam bir Türkiye mutabakatı. Tam bir hazine var burada.
Bu enkazı kaldıracağız. O grafikte gördüğünüz iyi yıllar gençlerin Avrupa turları yaptığı yıllar, son model telefonları almak zor olmadığı onların çok daha iyisini hep beraber yapacağız.
14 Mayıs'ta kazanacağımız zafer Avrupa'da, Asya'da ve Afrika'da demokrasi mücadelesi verenler için örnek olacak. Türkiye yaptıysa biz de yaparız diyecekler. Gerçekten bir demokrasi tarihi yazıyoruz.
"100 YILLIK MUHASEBEYİ YAPMAK MECBURİYETİNDEYİZ"
Demokrat Parti Genel Başkanı Gültekin Uysal, kongrede yaptığı konuşmada şu ifadelere yer verdi:
"Bir tarihi kongreyi gerçekleştiriyoruz. Aslında bu tür kongreleri, bir muhasebe yapma imkanı açısından, idraklerimizi tazelemek açısından değerli buluyorum. 100 yıllık bir muhasebeyi yapmak mecburiyetindeyiz. Bir asır evvel inanç, hedef konusunda milletimizin refahını artırmak hususunda, bu kongreyi gerçekleştiren katılımcıların ve bugün burada bulunanların selefleri önünde büyük Atatürk aynen şöyle demişti; ‘İstiklal-i tam için şu düstur var; hakimiyet-i milliye, hakimiyet-i iktisadi ile tersin edilmelidir’. Bir asır evvel aynı kongrede iktisat vekili Mahmut Esat Bozkurt’ta şöyle eklemişti; ‘Ben, hakimiyet-i milliyeyi, milli hakimiyeti, iktisadi olarak anlarım. Böyle olmazsa hakimiyet-i milliye, bir serap olur’ demişti. Başta aziz Atatürk ve sonrasında tüm delegasyonun ortak kanaati, bir tecrübenin sonucuydu. Henüz savaş meydanlarında hakimiyet-i milliye için mücadele eden o kutlu dava adamları, Devlet-i Âliye’nin parçalanışına şahitlik etmiş, yok olmaması için cepheden cepheye kan dökmüştü. Bir asır evvel, bugün olduğu gibi gayret, egemenliğine hakim olan milletimizin iktisadi hayatına da hakim olması, iktisadi hayatı kişisel tercih ve keyfiyetten kurtarmasıydı. İzmir İktisat Kongresi’nden tam 100 yıl ve bir ay sonra İzmir Büyükşehir Belediyemiz tarafından organize edilen iktisat kongresinin de 100 yıl önceki kongre gibi yeni bir atılım için başlangıç noktası olmasını ümit ediyorum.
"CUMHURİYET'İN FETRET DÖNEMİ"
İki asırlık modernleşme çizgimiz içerisinde, hangi tarihi eşikte yeni bir boyut ve derinlik katmak gerekiyorsa devlet adamları, aydınlar, onun gereğini yapmıştır. İşte büyük Atatürk ve onun mücadele arkadaşları da bir asır önce, 100 yıl nefes almamızı sağlayan şartları oluşturmuştur. Bugün de bu anda atacağımız adımlar, şekillendireceğimiz politikalarla beraber 10 yıllarını, 100 yıllarını değerlendireceğimiz çerçeveleri çizmenin eşiğindeyiz. Böyle bir dönemde, adı konmamış bir buhran dönemi içerisinde Atatürk’ün ortaya koyduğu elden ele bir bayrak yarışıyla, bu ülkenin iki umdesinden biri olan hakimiyet-i milliyeyi gerçekleştirmek için, Türkiye Cumhuriyeti devletini, vatandaşlarının birliğini, beraberliğini teminat altına almak için, karnı tok sırtı pek insanları bu birlikteliğin arkasına koyabilmek adına, ‘Üreten Türkiye’ diyerek bunun gereğini yapmışız. Çok önemli mesafeler almışız. Elbette bununla kifayet edemeyiz. Ama yarınlarda, imparatorluk tarihinde ‘Fetret Dönemi’ olarak tarihe geçmiş bir dönemi, yarınlarda Cumhuriyet tarihi yazılırken de ‘Cumhuriyet’in Fetret Dönemi’ olarak tarihe geçecek bir dönemi sonlandırmak için bu kürsüde ifade ediyoruz.
Tarihi geriye doğru akıtamazsın. Tarihi gerçekleri isteseniz de değiştiremezsiniz. Bu büyük ülkenin kıt kanaat imkanlarla dişinden tırnağından artırdığıyla ortaya çıkardığı, kademe kademe inşa ettiğini, Türkiye Cumhuriyeti devletinin varlığını, kurumsallığını bir yıkım mühendisliği projesiyle yıkmaya çalışsanız da kendi değerlerini üretmiş Cumhuriyet’in vatandaşları olarak milletimiz emin olsun ki yarınlara hep beraber taşıyacağız. Çok uzun süredir kaynaklarını kötü yöneten bir ülkeyiz. Daha da vahim bir biçimde, öncelik sıralaması keyfi kararlarla belirlenen bir ülkeyiz. Öyle bir tarihi eşikteyiz ki ekonomik olarak asimetrik bir mücadele vermek zorunda olduğumuz, değişimin hızının her zamankinden yüksek olduğu bu çağda, bu rekabette var olabilmek için, beşeri sermayemiz başta olmak üzere tüm milli güç unsurlarımızı azami kapasiteyle kullanmak, yeniden kodlamak mecburiyetindeyiz.
"ASRIN PROVAKASYONUNUN PROVASINI 1,5 YIL ÖNCE ANTALYA'DA GÖRMÜŞTÜK"
Ülkemizin kudret kapasitesine denk bir biçimde tüm milli güç unsurlarını bir siyasi akıl, kadro ve programla buluşturduğumuz takdirde bunları başarabileceğimizi biliyoruz. Büyük milletlerin tarihinde tarihi bir vesika vardır. Bir kez başaranlar, bir kez daha başaracaktır. İşte bunun için varız. Bugün bu büyük ülkenin maruz kaldığı meydan okumalar, riskler, bundan bir asıl evvel karşıya kaldığımız risklerden farklı değildir. 2008 yılında Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde 2. Meşrutiyet’in 100. yılı dolayısıyla bir sempozyum düzenlenir ve sempozyumun açılışını büyük tarihçimiz Halil İnalcık yapar. O gün söylediği bir söz, aslında bugünümüzü içinde bulunduğumuz tarihi zamanı, bir tarihçi gözüyle ifade etmiştir. Evet, Türkiye, adı konmamış bir buhran dönemi içerisindedir. İşte bu buhranımızın içerisinde çıkabilmemizin yolu, bulunduğumuz bu tarihi eşikte Türkiye’yi yeniden kendi güç membaları ile buluşturabileceği, işleyen bir demokrasi ile buluşturabileceği, işleyen bir hukuk rejimi ile buluşturabileceği ve yeni yeni güç merkezlerinin yükseldiği böyle bir çağda bu büyük ülkeyi kendi kudret kapasitesine denk bir siyasi akılla buluşturabildiği, derinlik katabildiği takdirde bugün konuştuğumuz problemlerin konuşulmayacağı bir Türkiye’ye çok süratle eriştirebileceğimizi biliyoruz.
Bugün, dünya literatürüne bir Türk akademisyenin ortaya koyduğu kapsayıcı kurumlar olarak geçmiş mukayeseli bir değerlendirmeyle beraber bu kurumlarımızın bilerek ve istenerek derinliği yok edilmiş olmasının bedelini, işte Hatay ve Maraş’ta yaşadığımız depremler vesilesiyle de gördük. Bir kişinin emriyle hareket eden bir devletin, kendilerini kurtarmak için ‘Asrın felaketi’ diyerek propaganda yapılan bir depremi felaket haline getiren, işte bu akılsızlıktır. Kurumsal yapıyı yok etmenin bedelidir. Asrın provokasyonunun provasını, 1,5 yıl önce Antalya’da, Muğla’da yangınlar vesilesiyle zaten görmüştük. O nedenle Türkiye’yi yeniden bulunduğu coğrafya başta olmak üzere etki sahası dahilinde bulunan tüm coğrafyalarda yeniden bir güç, istikrara kavuşturucu bir aktör olarak yerini alabilme fırsatı her zamankinden daha fazla vardır.
"KILIÇDAROĞLU EŞLĞİNDE BU ÜLKEYİ TÜM GENEL BAŞKANLARIYLA YARINLARA TAŞIYACAĞIMIZDAN EMİN OLDUĞUMU İFADE EDİYORUM"
Bugün, mesuliyetimizin farkındayız. Mağdur olmamış hiçbir siyasal kesimin kalmadığı bu sürecin akabinde, herkesin hukukundan emin olduğu bir Türkiye’yi inşa ettiğimizde, özgür insanların fark yaratabildiği fırsat eşitliğiyle buluşturabildiğimiz takdirde, kendi insanımızın, beşeri sermayemizin enerjisini potansiyelle buluşturabildiğimiz takdirde Türkiye’yi yarınlara taşıyabileceğimizi biliyoruz. Fırsat eşitliğini sağlamadan ulusal rekabet gücünü yaratamayız. Zenginlik verimliliğin, verimlilik rekabetin, rekabet adaletin sonucudur. Bunu, yaşadığımız tecrübeyle beraber, olumsuz tarafından iliklerimize kadar yaşadık. Bir büyük müktesebatı inşa ettiğimiz bu sürecin içerisinde, kademe kademe Güçlendirilmiş Parlamenter Demokrasi Ortak Politikalar Metni ve diğer ortak paydada paylaşılan metinlerle bu büyük kongrenin de ortaya çıkacağı fikirlerin buluşacağını biliyorum, inanıyorum. Yarınki Türkiye’nin Cumhurbaşkanı Sayın Kılıçdaroğlu liderliğinde, bu büyük ülkeyi tüm genel başkanlarla yarınlara taşıyacağımızdan emin olduğumu ifade ediyorum."
“ŞİMDİ YENİ BİR EŞİKTEYİZ”
Gelecek Partisi lideri Ahmet Davutoğlu, konuşmasında özetle şunları söyledi:
“Her şeyden önce, depremde kaybettiğimiz bütün vatandaşlarımıza ve dün Çanakkale’nin 108. yıl dönümünde, başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere bütün istiklal kahramanlarımıza rahmet diliyorum. Büyükşehir Belediye Başkanımızı tebrik ediyorum. Çok güzel bir ortamda, çok güzel bir vesileyle bizi bir araya getirdiler. 100 yıllık muhasebe için doğru mekan, İzmir. Niye İzmir? Niye İktisat Kongresi? İzmir ile ilgili çok farklı forumlarda konuştum. İzmirliler bilir; İzmir, milletimizin ufuk şehridir. Tarihimizin Akdeniz medeniyetiyle buluşması yanında, bütün iktisat tarihimizin en merkez şehirlerinden biridir.
Şimdi yeni bir eşikteyiz. Dördüncü büyük dönüşüm. İlerde bu tarihi yazanlar, bu kongreyi kaydettiklerinde, aynen bizim Birinci İktisat Kongresi gibi bir güzel hatıra olarak anmalılar. ‘Türkiye’nin her kanadı, her siyasi akımı bir masa etrafında toplandı ve hakimiyet-i milliye için hakimiyet-i iktisadiye kararı aldılar’ demeliler bugün için.
“YETKİLERİ DEĞİL, SORUMLULUKLARI PAYLAŞMAYA VE OMUZLAMAYA ADAMIŞIZ KENDİMİZİ”
Sanayi devriminden çok daha büyük çapta, sanayi devriminden çok daha derin izler bırakan ve sanayi devriminden çok daha hızlı bir şekilde hareket ederek bir nesli neredeyse 5-10 yıla indiren büyük bir dönüşüm içindeyiz. İletişim teknolojisi, dijital ekonomi, robotik sanayi, 4.0 sanayiden 5.0’a geçişler… Ya biz, bizim dedelerimizin sanayi devrimini yanlış yorumlaması ve kaçırması gibi kaçıracağız ve gelecek nesiller bizi muhasebe ile anarken ‘Keşke dedelerimiz daha doğru bir yön çizseydi bize’ diyecekler ya da ‘İşte bugün’ deyip o nesillerin önünü açacağız. O nesillerin önünü açmak için altı siyasi lider bir araya geldik. Bu nesillerin önünü kapatmak isteyenlere karşı bir araya geldik. Toplumu kutuplaştıranlara karşı toplumu buluşturanlar. Toplumu tekleştirmeye çalışanlara karşı toplumu birleştirmeye çalışan bir heyetiz. Yetkileri değil, sorumlulukları paylaşmaya ve omuzlamaya adamışız kendimizi. Peki nedir önümüzdeki? Eğer İkinci İktisat Kongresi’nin anlamını çizeceksek nasıl bir iktisat modeli veya hangi iktisadi ilkelerle biz, gelecek nesillerin önünü açabiliriz? Değerli cumhurbaşkanı adayımız ve inşallah cumhurbaşkanımız Sayın Kılıçdaroğlu, dört sütundan bahsetti. Ben, biraz açarak sekiz ilke diyeceğim ya da sekiz boyutu bu iktisat anlayışımızın. Dünya iktisadı ile bütünleşerek 8 boyut.
“ÇÖL İKLİMİNDE GÜL AĞACI YETİŞMEZ”
Birinci, iktisadın iklimi. Çöl ikliminde gül ağacı yetişmez. Otoriter, yolsuzluk düzeninin olduğu yerde de iktisadi kalkınma olmaz. İktisadın iklimi, hukuk ve ahlaktır. Hukukun ve ahlakın egemen olmadığı bir ortamda teknik olarak en doğru zannettiğiniz iktisat politikalarını uygulasanız bile işte heterodoks iktisat çıkar. Peki nedir hukukun esası? Özgürlükler ve güven. Güven duyacak sermaye. Uluslararası sermaye, ulusal sermaye güven duyacak. Köylü, tohumunu ektiğinde arkasından gübre atabileceğine dair güven duyacak. Maaşını aldığında bu maaşın erimeyeceğine dair güven duyacak işçimiz. Dükkanını açtığında akşam helal bir rızıkla kapatacağını düşünecek esnafımız. Bugün düşünemiyor.
“ÇÜNKÜ HESAP VERMEYE HAZIR OLMAYAN BİR YÖNETİM VARSA BİLİN Kİ DİKTA, BİLİN Kİ OTORİTERLİK KAÇINILMAZ”
İşte biz, bugün karşı karşıya kalınan problemler olmasın diye siyasi ahlak metnini Meclis’e getirdik. Bu metnin ruhu, siyasi ahlaktır. Çünkü hesap vermeye hazır olmayan bir yönetim varsa bilin ki dikta, bilin ki otoriterlik kaçınılmaz. Bugün karşı karşıya olduğumuz sorun, salt ekonomik bir sorun değildir. Bugün karşı karşıya olduğumuz sorun, ekonomi politik bir sorundur. Kötü bir yönetimin, yanlış iktisat anlayışı ile yol açtığı bir sorundur. Burada bir devlet krizi, bir ahlak krizi, bir toplumsal barış krizi var. Buradan bir kez daha yöneticilere çağrıda bulunuyorum. Mutabakat Metni’mizde yola çıktığımız altı siyasi lidere güvenerek bu çağrıda bulunuyorum. Ekonomiyi temizlemek istiyorsak şu anda yaşayan bütün cumhurbaşkanları, başbakanlar ve başta ben olmak üzere ve ilgili bakanların tümü mal varlığı beyanında bulunmalıdırlar. Görev yaptıkları sürece kendi gelirleriyle sahip oldukları mal arasında görevleri dışında oluşan eşitlikte herhangi izah edilmeyecek bir artış varsa bu artış Hazine’ye intikal ettirilmeli ve şehit yakınlarına, gazilere, fakirlere, engellilere ayrı bir fonla sosyal adalet fonu kurulmalıdır. Yurt içinde ve yurt dışında kimin nerede malı, mülkü varsa; kimin birinci, ikinci derece akrabalarının üzerinde ne mal varsa herkes şeffaf bir şekilde bunu açıklamalıdır. Hesap vermeye hazırım ama herkes hesap vermeye hazır olacak. Siyasi ahlak kanunu mutlaka çıkacak ve bir daha bu ülkede hiç kimse sahip olduğu siyasi pozisyon dolayısıyla malını, mülkünü, servetini asla artıramayacak. Yeni bir iktisadın ruhu, maneviyatı güvendir, hukuktur, adalettir.
“KORKU ARTIK SİZİN KADERİNİZDİR, BİZİM KADERİMİZ İSE UMUTTUR”
İkinci ilke; Mahmut Esat, açılış konuşmasında ‘İktisadi amirlerimizi birbirine tanıştırmak üzere bunu tertip ediyoruz’ diyor. Ne kadar büyük teknolojik değişim yaşanırsa yaşansın hepsi önemlidir ama insanlık tarihinin bugüne ve dünyanın sonuna kadar her şeyin öznesi insandır. Her şeyin iyi ya da kötü öznesi insandır. İkinci şart, nitelikli insan unsudur. Bunun da yolu eğitim. Biraz önce yine sayın cumhurbaşkanı adayımızın vurguladığı gibi, Alman Üniversiteleri kapanmadığı için Almanya ayağa kalktı. Savaş şartlarında bile eğitim kurumlarının bombalanmaması bir etik meselesidir. Geçtiğimiz dönemde deprem dolayısıyla üniversitelere ara verildiğinde çıktım, bir akademisyen olarak çağrıda bulundum. Yapmayın, etmeyin, her şeye ara verilir, eğitime asla ara verilmez. İstiklal Savaşı şartlarında savaşan bir millet, eğitime ara vermemiştir. Deprem bölgesini gezdiğimde nice üniversite öğrencileriyle karşılaştım, deprem travması yaşayan. Bulundukları üniversitelere gitselerdi hem eğitimlerine devam edecek hem de o travmadan çıkacaklardı. Üniversitelerde öğrencilerin bir araya gelmesinden korkanlar, stadyumda taraftarın bir araya gelmesinden korkanlar; onlara sesleniyorum. Korku artık sizin kaderinizdir, bizim kaderimiz ise umuttur.
“SANAYİ DEVRİMİNİ BİLE TAM TEKAMÜL ETTİREMEMİŞ BİR MİLLET OLMAKLA BİRLİKTE, BEKLEYEREK BU KADEMELERİ AŞAMAYIZ”
Üçüncü önemli boyut, üretim araçları. Sanayi devrimi, yeni bir makine endüstrisi üzerine, yeni bir üretim aracı geliştirdiği için dünyanın bütün unsurlarını etkiledi. Şimdi üretim araçları değişti. Tarım da dahil geleneksel olarak düşünülen bütün alanlarda yeni bir üretim anlayışı var. Dijital ekonomi var dünyada. Artık biz, sanayi devrimini bile tam tekâmül ettirememiş bir millet olmakla birlikte, bekleyerek bu kademeleri aşamayız. Süratle dijital ekonomi aşamasına geçmek ve sanayi devrimi ile dijital ekonomi arasındaki bütün aşamaları çok kısa sürede kapatmak zorundayız. Artık lineer ekonomi yok, döngüsel ekonomi var. Üret, al, kullan, tüket, yok et. Lineer yaklaşımın yerine; üret, al, kullan, yeniden üret, paylaş, yeniden üret. Yeni bir döngüsel ekonomi var. Dünyadaki bütün bu trendleri takip etmeden kendi iç tartışmalarımıza kapanırsak Birinci İzmir İktisat Kongresi’nden daha sonra gerçekleşmesine benzer bir başarıya imza atamayız. Kafamızdaki dogmaları, zihinlerimizdeki alışkanlıkları terk edeceğiz. Yeni bir ekonomi var dünyada. Ona yeni nesillerin intibak etmesi lazım. Veri paylaşımı, veri analizi ve yazılım alanları… Şu anda bilinen mesleklerin yüzde 60’ı önümüzdeki 20 yıl içinde yok olacak, yepyeni meslekler doğuyor her an.
“YENİ EKONOMİK PARADİGMAMIZIN OLMAZSA OLMAZ ŞARTI, YEŞİL MUTABAKAT DA DAHİL OLMAK ÜZERE EKOLOJİYLE EKONOMİ ARASINDA DOĞRUDAN BİR İLİŞKİ KURMAKTIR”
Dördüncü boyut; hukuk, bilgi üretim aracı, doğayla ekolojiyle ekonomi arasındaki denge. Şu anda, modernleşmenin, sanayileşmenin ilk aşamalarında toprak ancak kendisine işkence edildiğinde sırlarını açıklar diyen gelişmeci bir ekonomi anlayış artık geçerli değil. İnsanoğlu şunu fark etti; zamanla o vahşi sanayileşmenin yerini insanın var oluş alanı olan doğa ve ekolojiyi yok etmeyen yeni bir alanla buluşturmamız lazım. Onun için yeni ekonomik paradigmamızın olmazsa olmaz şartı, yeşil mutabakat da dahil olmak üzere ekolojiyle ekonomi arasında doğrudan bir ilişki kurmaktır. Toprakla savaşanlar iflah olmaz. Deprem bölgelerini gezdik. Buradaki temel problem, toprakla savaşarak rant elde etmeye çalışan bir inşaat anlayışından... Şanlıurfa’da dere yataklarına bina yaparsanız, Malatya’da bostan diye anılan yere 15 katlı bina yaparsanız, Amik Gölü çevresinde hesapsız yerler yapar, hele hele İstanbul’da rant alanlarına dayandırırsanız ekoloji ve ekonomi arasındaki dengeyi bozarsınız.
“YEREL İMAR BARONLARINA, ULUSAL İMAR BARONLARINA KARŞI, BU AZİZ VATANIN HER BİR KARIŞINI AZİZ BİLEN, TOPRAĞINI AZİZ BİLEN BİR ANLAYIŞLA YENİDEN İMAR ETMEK ZORUNDAYIZ”
Başbakanlığım döneminde imar yasasını teklif etmiştim, ulusal ve yerel imar baronlarının yolsuzluklarını imarda kesmek ve sanayiden inşaata giden kaynakları kesmek ve deprem karşısında önlem almak için fon almak üzere. İmar baronları, beraber çalıştığı siyasi ekiple, çeteyle harekete geçtiler. Yerel imar baronlarına, ulusal imar baronlarına karşı, bu aziz vatanın her bir karışını aziz bilen, toprağını aziz bilen bir anlayışla yeniden imar etmek zorundayız. Deprem bölgelerine acele bina yaparak değil… O tarihi Antakya’sını, Maraş’ını, Malatya’yı yeniden ihya edeceğiz. İşte bu bizim için bir hedef olarak ortaya konduğunda pozitif siyasetin, yeni iktisadın esasları ortaya konur. İmar yasası getireceğiz dediğimizde, o zaman Sayın Erdoğan ‘Bir ilçe başkanı bile bulamazsınız Ahmet Bey’ demişti. Buldular, ilçe başkanı Nurdağı’nda. Şimdi buldukları ilçe başkanı ve belediye başkanını birlikte tutukladılar.
“RANT EKONOMİSİ YERİNE ÜRETİM EKONOMİSİ; TÜRKİYE’NİN ŞU ANDAKİ EN BÜYÜK PROBLEMİ”
Beşinci şart, rant ekonomisi yerine üretim ekonomisi; Türkiye’nin şu andaki en büyük problemi. Kur korumalı mevduat, bakınız güya faiz yasağından başladı. Sayın Erdoğan, son dönemin bütün bilançolarını çıkarın. En kârlı sektör bankacılık. Nasıl oluyor? Kur korumalı mevduat adı altında milletin Hazine’sinin kaynaklarını bir grup küçük bir gruba, azınlığa aktaranlar, asla üretim ekonomisinin önünün açamazlar. Bugün Türkiye’de bir rant ekonomisi var. Biraz önce bahsettiğim imar yasası için inşaat şirketlerini topladığım zaman şunu söyledim ‘Ben, sizin işinizi kolaylaştırmak istiyorum. Görüyorum ki bütün büyük sanayi devleri, inşaata gidiyorlar. Sanayide 20 yılda kazandığını inşaatta 20 ayda kazanıyor’. Batı’da bir çizgi çekin Almanya, Fransa, İtalya; Doğu’da bir çizgi çekin Japonya, Çin, Hindistan… Geride kalan, bütün Avrasya’nın en büyük ekonomi üretim üssüdür. Hala öyledir. Bu üretim üssünü biz efektif olarak hayata geçirdiğimizde pandemide kopmuş olan tedarik zincirlerini tekrar kurar, Türkiye’yi tedarik zinciri merkezi yaparız. Türk insanının önünü açtığınız zaman neler yapabileceğini biliyoruz.
“SERBEST VİZE UYGULAMASINI MUTLAKA EN KISA ZAMANDA HAYATA GEÇİRECEĞİZ”
Altıncı ilke; biz, dünyanın merkezindeyiz. Birçok ülke kendini merkez addeder. Hangi haritayı getirirseniz getirin Türkiye, tam merkezdedir. Şimdi böyle bir merkez konumunda olan bir ülke, eğer dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasına girecekse -şimdi bakalım, dünyanın 10 ekonomisinin bir tanesi ABD’de ise ABD, bir kıta devleti. 50 devletten oluşan bir kıta devleti. Çin, dünya nüfusunun dörtte birine sahip. Kıta devlet bunların hepsi. Kanada, bir kıta. AB, kendi başına bir ünite- o zaman bizim iktisat anlayışımızın şu olması gerekir; sınırlarımıza saygı duymakla birlikte kadrolarımızın dünyanın her yerine gitmesini sağlayacak, ekonomik sınırlarımızı dünyanın her yerine yayacak bir dış ticaret politikası. Ancak bu yolla kıta ekonomiyle rekabet ederiz. Geride yarım kaldığımız için büyük hüzün duyduğum, bir gün bizim iktidarımızda çözeceğimiz mesele, Avrupa ile vize serbestliği meselesidir. Merak etmeyin gençler, serbest vize uygulamasını mutlaka en kısa zamanda hayata geçireceğiz. Buna asla engel olamayacaklar. Aynı şekilde AB Gümrük Birliği Anlaşması’nın çapını genişleterek mutlaka bugünkü çağdaş ihtiyaçlara uygun hale getirmemiz lazım. Türkiye ekonomisini, Afrika’dan Latin Amerika’ya, Doğu Asya’ya kadar bütün dünyada açık bir hat üzerinde yürütmemiz lazım. Atatürk’ün dediği gibi, ‘Artık hattı iktisat yoktur, sathı iktisat vardır. Satıh ise bütün dünyadır.’
“İLK DEFA DEVLET KURUMLARINI REFLEKS GÖSTERME KONUSUNDA BU KADAR ACİZ VE ORGANİZASYONEL KAPASİTE KONUSUNDA BU KADAR DARALMIŞ GÖRDÜM”
Yedinci ilke, kurumsallaşma. Yani sürdürülebilirlik. Bugün hepimiz devlet görevlerinde bulunduk. Deprem bölgesinde en çok gark eden husus, acılarımız yanında, kayıplarımız yanında, ilk defa devlet kurumlarını refleks gösterme konusunda bu kadar aciz ve organizasyonel kapasite konusunda bu kadar daralmış gördüm. Aynı kurumlarla 2011 yılında 25 bin vatandaşımızı Libya’dan bir hafta içinde tahliye etmiştik. Şimdi AFAD’ı bir çiftlik haline getirenler, Kızılay’ı bir şirket haline getirenler, silahlı kuvvetlerimiz Mehmetçiğe en çok ihtiyaç hissedilen dönemde bu vatanın sokaklarında güvenliği temin etmek üzere gönderemeyenler, bu kurumsal çöküşün sorumlularıdır. Bütün kurumları hayata geçirmeden devletin atar damarlarını çalışır hale getiremeyiz.
“İKTİSADIN TEMEL AMACI İNSAN ONURUDUR”
İktisadın temel amacı insan onurudur. İnsan onuru da ancak gelir adaleti ile sağlanır. Türkiye’de vahşi bir servet transferi yapılıyor. Fakir kesimlerden, geniş toplum kesimlerinden küçük bir zümreye servet transferi hem de en vahşi şekliyle. Eğer bir yerde iş gücünün GSMH’den aldığı pay düşüyorsa biliniz ki yoksullaşma var demektir. Yoksulluğa karşı savaş açacağız. Türkiye’nin neresinde yaşıyor olursa olsun, herkese insan onuruna yaraşır bir hayat standardını getireceğiz. Yeni bir dünya kuruluyor. Eski alışkanlıklarla yeni dünyaya uyum sağlayamayız. Sadece uyum sağlamakla değil, -Kılıçdaroğlu’nun güzel bir sözüne atıfta bulunayım- önüne geçmek, öznesi olmak durumundayız. Tarihin öznesi olmak için ekonomimizi yeni bir zihniyetle kurmak durumundayız. İki ayağı vardır. Millet vicdanı ve devlet aklı. Millet aklı, Altılı Masa’da tecelli etmiştir. Milletimizin her bir kesimi o masada vardır. Kimse dışarıda bırakılmamıştır. Devlet aklı ise 15 Mayıs’tan itibaren millet vicdanıyla buluşarak bu milleti devlet aklıyla harekete geçirecek.”