Hukukçular Erdoğan’ın AYM ile ilgili sözlerini değerlendirdi: ‘‘130 bin dosya bekliyor demek yargının içinde bulunduğu durumun kötü olduğunu vurgulamaktır’’
Cumhurbaşkanı Erdoğan, yargı krizinde bir kez daha AYM karşısında Yargıtay'ı savundu. Erdoğan’ın ‘‘AYM'nin, 130 bin dosya sayısına ulaşan bir iş yükünün altından kalkması mümkün değil’’ sözlerini Avukat Kerem Altıparmak ve Avukat Celal Ülgen Gerçek Gündem’e değerlendirdi.
AYM’nin, TİP Milletvekili Can Atalay’ın tahliye edilmesi yönündeki kararından sonra başlayan yargı krizi devam ediyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'dan konuyla ilgili yeni bir açıklama geldi.
Daha önce "Buradaki kavganın tarafı olacak halim yok" ifadelerini kullanan Erdoğan, partisinin grup toplantısında "AYM ile Yargıtay arasındaki mesele, iki yüksek yargı organının görev alanlarıyla ilgili görüş farklılığından ibarettir" diye konuştu.
‘‘AYM'nin, 130 bin dosya sayısına ulaşan bir iş yükünün altından kalkması, mevcut şartlarda mümkün değil’’ diyen Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Bizim kazandırdığımız bireysel başvuru hakkı konusunda yaşanan sorun bir süredir ifade ediliyordu. İki yüksek yargı organı, bu konudaki şikayetlerini dile getiriyorlardı. AYM'nin, 130 bin dosya sayısına ulaşan bir iş yükünün altından kalkması, mevcut şartlarda mümkün değil. Yargıtay'ın yaptığı açıklamalarda dile getirdiği serzenişleri gözardı edemeyiz.’’
Erdoğan’ın açıklamasında vurguladığı 130 bin başvurunun niye biriktiğini ve nasıl çözüleceğini Avukat Celal Ülgen ve Kerem Altıparmak ile konuştuk.
130 BİN BAŞVURU OLMASIN DİYORSANIZ 130 BİN İHLAL YAPMAYACAKSINIZ
Anayasa Hukukçusu Kerem Altıparmak, AYM’de 130 bin başvuru olmasının nedeninin ne Anayasa Mahkemesi’nin kararları ne de Can Atalay kararı olduğunu vurguladı. Altıparmak, insanların çaresizlikten Anayasa Mahkemesi'ne başvurduklarını söyledi:
‘‘Bu şuna benziyor, bir şeyin nedenini değil de sonucunu dert ediniyorsunuz ve sonucunu çözmeye çalışıyorsunuz. O mümkün değil tabii. AYM’de 130 bin başvuru olmasının nedeni ne Anayasa Mahkemesi’nin kararları ne de Can Atalay kararı. Sebebi bu ihlale sebebiyet veren eylem ve işlemlerin devam etmesi. Anayasa Mahkemesi’nde insanlar birikiyor, çünkü diğer yargı makamları ihlal iddialarını ortadan kaldırmıyor veya kendileri ihlal sebebi oluyor. Anayasa Mahkemesi’ni kaldırırsanız insanlar o zaman Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne gidecek. Yani bu kadar basit bir denklem var. Onun için 130 bin başvuru olmasın diyorsanız 130 bin ihlal yapmayacaksınız. İnsanlar çaresizlikten Anayasa Mahkemesi'ne gidiyor. Ne yapacaklar?’’
BAŞKA GİDERİM MEKANİZMALARINI KURACAKLAR
Erdoğan’ın daha önce de bu tarz açıklamalar yaptığını hatırlatan Altıparmak, Anayasa Mahkemesi’nin etkili bir hukuk yolu olmaktan çıkarılmasının Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne daha çok başvuru gitmesi sonucunu yaratacağını anlattı:
‘‘Buradan bir sonuç çıkarmak mümkün değil. Tabii neyi kast ettiklerini tam olarak bilmiyoruz ama şu olasılık akla geliyor: Başka giderim mekanizmalarını kuracaklar. Özellikle makul süre başvuruları için komisyona gitmek gibi. O çok sorun olmayabilir ama Anayasa Mahkemesi'nin tazminat dışında giderim hükmetme imkanını elinden alırlarsa Anayasa Mahkemesi etkili bir hukuk yolu olmaktan çıkar. Bu da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne daha çok başvuru gitmesi gibi bir sonuç yaratır. Bunu görmeden, kafalarındaki şeyin ne olduğunu kestirmek mümkün değil. Ama rahatsız oldukları şey Anayasa Mahkemesi'nin ne yapılacağı konusunda yol gösterecek şekilde karar vermesi ise onu kaldırdıkları anda artık etkili bir hukuk yolu olmaktan çıkar Anayasa Mahkemesi'nde bireysel başvuru.’’
ÜLGEN: ÇÖZÜM HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜNÜ BENİMSEMEK
Avukat Celal Ülgen, 2010 yılındaki referandum ile AYM’ye denetleme görevi verildiğine dikkat çekti. Ülgen, bu kararın gerekçelerden birisinin o tarihlerde çok sayıda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin önünde birikmiş başvuru olması olduğunu anlattı. ‘‘Şimdi geldiğimiz noktada dikkat ederseniz bu kez AYM'nin önünde birikmiş kararlardan bahsediyorlar’’ diyen Ülgen, insanların yargıya güveninin kalmadığını söyledi:
‘‘Bilindiği gibi AYM, kanunların Anayasaya aykırılığını inceleme göreviyle kurulmuş bir mahkeme olduğu halde 2010 yılında yapılan bir değişiklikle AKP iktidarı tarafından Anayasada ve Anayasanın üstündeki temel sözleşmelerde insan hakları, insan hakları evrensel beyannamesi gibi yer alan temel hak ve görevlerin mahkemeler tarafından verilen kesinleşmiş kararlarına ihlal oluşturması halinde onların kararlarını denetleme görevi de verildi. Bu karar alınırken aslında gerekçelerden birisi o tarihlerde çok sayıda Avrupa insan Hakları Mahkemesi’nin önünde birikmiş karar bekleyen başvuru olmasıydı. Yani o kararları bir nebze düzeltmek istiyorlardı. Fakat şimdi geldiğimiz noktada dikkat ederseniz bu kez AYM'nin önünde birikmiş kararlardan bahsediyorlar. Çünkü Türkiye'de o kadar çok hukuk eğilip büküldü ki, yargı bağımsızlığı kalmadı. İnsanların yargıya güvenleri kalmadı ve böyle olunca en ufak bir kararı bile Anayasa Mahkemesi’ne sanki temyiz mahkemesiymiş gibi insanlar götürmek durumunda kaldı.’’
ÇOK SAYIDA DOSYA BEKLİYOR DEMEK TÜRKİYE'DE YARGININ İÇİNDE BULUNDUĞU DURUMUN NE KADAR KÖTÜ OLDUĞUNU VURGULAMAK DEMEKTİR
Ülgen, bu sorunun ‘‘Üstünlerin hukukunu değil, hukukun üstünlüğü ilkesini benimsemek’’ ile çözülebileceğinin altını çizdi:
‘‘Diyelim ki avukat arkadaşlardan birisi, ‘Buna gerek yok, bu Anayasa Mahkemesi'ne gitmesin’ dese hakkında suç duyurusunda bulunacaklar. Niye göndermedi diye. Yani o dereceye geldi. Bunun temel nedeni hukukun bozulması ve örselenmesidir. Şimdi elbette haklı olarak çok sayıda AYM önünde bekleyen dosya var. Anayasa Mahkemesi elbette bir temyiz mahkemesi değildir ama kendisine verilen görev kanunların Anayasaya aykırı olup olmadığını denetlemenin dışındaki görev, mahkeme kararlarının anayasa ihlali içerip içermediğini irdelemektir. Bu nedenle çok sayıda başvuru yapılmasının önüne geçmek için yeni bir düzenleme yapmak değil, tam tersine, hukuku bağımsız hale getirmek ve üstünlerin hukuku olarak değil, hukukun üstünlüğü ilkesini benimsemek gerekir. O açıdan çok sayıda dosya bekliyor demek Türkiye'de yargının içinde bulunduğu durumun ne kadar kötü olduğunu vurgulamak demektir. Bunun çözümü herhangi bir operasyon yapmak, bir ameliyat gerçekleştirmek değil, tam tersine hukuku bağımsız kılmak ve yargıç teminatını hayata geçirmek, yargıçların yaptığı en ufak bir işlemden sonra hoşuna gitmeyen iktidar tarafından Fizan’a sürülmek değildir. Bunları düzelttikleri zaman Anayasa Mahkemesinin önünde bir birikim olmayacağı açıktır.’’
Kaynak: Gerçek Gündem