Mücella Yapıcı: O kadar açıktı ki toplantılar, bence toplantının üçte biri de sivil polisti

Geçtiğimiz aylarda tahliye edilen Gezi davası tutsaklarından Mücella Yapıcı, Gezi Parkı olayları hakkında ve tutukluluk süreci hakkında konuştu. Yapıcı, Gezi zamanındaki forumlar için, "O kadar açık ki toplantılar, bence toplantının üçte biri de sivil polisti" dedi.

Mücella Yapıcı: O kadar açıktı ki toplantılar, bence toplantının üçte biri de sivil polisti

Tayfun Kahraman, Can Atalay, Mine Özerden, Çiğdem Mater ve Osman Kavala ile birlikte Gezi davası kapsamında tutsak edilen Mücella Yapıcı, 2 ay önce tahliye edilmişti.

Gezi direnişinin simge isimlerinden olan insan hakları savunucusu Ayşe Mücella Yapıcı, Gezi süreci ve hapishane süreci hakkında konuştu.

T24’ten Murat Sabuncu’ya konuşan Yapıcı’nın konuşmasından ilgili kısımlar şöyle:

“Yargıtay’ın burada söylediği o iki sene doğru fakat “kalkışma” kısmı tamamen hayal ürünü. İki sene önce 2011’de, biliyorsunuz İstanbul’da Beyoğlu’na ilişkin bir Koruma İmar Planı yapıldı. Bu Koruma İmar Planı, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en önemli meydan ve parkıyla da ilgiliydi. Bahsettiğimiz alan ekolojik olarak çok önemli; deprem olursa sığınmak için çok önemli. Şehir için şöyle bir düşünün. Aklınıza Beyoğlu’nu getirin… Harbiye’yi, yakın çevreyi bir getirin... Gezi Parkı’nın dışında o bölgede, depremde toplanılacak kamusal alan, bir sahra hastanesi kurabileceğiniz ya da hatta helikopter indirebileceğiniz tek bir yer yoktur. Bakın Beyoğlu Koruma İmar Planları’na, helikopterler bazı çatılara inecekler. Deprem sonrasında o bölgeyi gerçekten düşünmek dahi istemiyorum. Tek alan… Ekolojik olarak da toprakla suyun buluştuğu tek alan. Bakın yağmur yağıyor, çok sinirleniyoruz seller oluyor diye. Niye? Çünkü toprak burada geçirimsiz. Bütün bunların yanında, burası tarih ve kültür varlığı. Türkiye’deki emek hareketinin meydan sembolü. Onun için iktidarlar tâ 1980’lerden bu yana -bu AKP iktidarının da projesi değil aslında- hep Taksim’e bir cami dikmek, AKM’yi yıkmak, hatta o camiyi Gezi Parkı’na yapmak ya da AKM’nin yerine yapmak gibi projelerle uğraştı. Vakıflar kuruldu. Ama hiçbirinin aklına, açıkçası Gezi Parkı’nın ortasına Topçu Kışlası’nın replikasını dikmek gelmemişti. Şimdi AVM deniyor ya, AVM de olacaktı. Bu AVM fonksiyonundan bağımsız olarak, orası tarihte üç kere- dört kere yıkılmış, hiçbir doğru dürüst izi kalmamış ve rekonstrüksiyona; Türkçesini diyelim "ihya"ya uygun olmayan bir kışlayı yeniden dirilterek yapılacaktı. Bunu yapmaya kalkışmak, sadece Recep Tayyip Erdoğan hükümetinin aklına düştü. Niye derseniz; siyasal İslam’ın mekânsal işaretlerini dikmek böyledir, bilirsiniz. Özellikle otoriter iktidarlar bayılırlar simgelerini dikmeye. Küresel sermaye gelir ikiz kuleleri diker, gökdelenleri diker. Kent böyle bir yer. Kim iktidara gelirse kenti bu biçimde kullanır. Buradan baktığınızda, Tayyip Erdoğan ya da AKP iktidarı, -ki ben tek kişiye bağlamayı hiç doğru bulmuyorum- karşı karşıya olduğunuzda Tayyip Erdoğan’da cisim bulan bir toplu anlayış. Hatta bu anlayış, ne yazık ki bazı muhalefet partilerine de sirayet etmiş durumda. Yani her gelen yeni muhalefet partisi, kente bir işaret bırakmaya uğraşıyor. Bazıları iyi işaretler, bazıları kötü işaretler.

‘TOPLANTININ ÜÇTE BİRİ DE SİVİL POLİSTİ’

Gezi zamanında yapılan forumlardan bahseden Yapıcı, katılımın herkese açık olması sebebiyle sivil polislerin bile o toplantılarda olabileceğini belirterek şunları söyledi:

“Diyelim ki iki, üç kişi ya da üç kurum ikna olmadı. İkna olmadın mı yol verilir. Eskiden gençlerin neydi sözü; “Eylemde birlik, ajitasyonda serbestlik” gibi. Ve inanır mısınız, çok uzun toplantılar oldu. Hatta o kadar açık ki toplantılar, bence toplantının üçte biri de sivil polisti. Yani devlet hiç demesin ki, “Kapalıydı, kalkışmaydı.” Hayır efendim. Öyle kalkışma mı olur Allah aşkına? Kozmik odası yok, üstte bir lideri yok. Bu kadar eşit koşullarda karar alınıyor. Asla şiddet yok. Oylama şiddeti bile yok. Onun için Dayanışma toplantıları gerçek bir demokrasi deneyimiydi. Ben Dayanışma yüzünden yargılandım. 2013’te gözaltına alındım, çıplak arama yapıldı. Benim arkadaşlarım sadece 2911’den yargılanırken, biz 5 kişi ayrıldık. Yine avukatım sevgili Fikret İlkiz idi. “Suç örgütü kurmak ve yönetmek”ten biz beş kişi yargılandık. Bu suç örgütü hangisiydi? Taksim Dayanışma… Deliller neydi? Bildiriler, tweet’ler, polisin dosyaya koyduğu fotoğraflar… Sonra biz beraat ettik, öyle bir kararla beraat ettik ki temyiz dahi edilmedi. Sonra hiçbirimizin tekrar yargılanmaması gereken; hele aynı suçlamadan beraat ettiğim için hiç yargılanmamam gereken ikinci mahkemede aynı delillerle bir daha yargılandım. 2016 mahkemesinde hiç savunma vermedik. İlk mahkemedeki savunmamızı tekrarladık, aynı savunmayı tekrarlamış olduk. İki yıl, evet iki yıl boyunca ve her zaman. Biz ne kalkışması yapmışız? Aksine, iki yıl boyunca biz bu iktidara, “Bu kötülüğü bu şehre yapmaya kalkışmayın, bu cinayeti işlemeye kalkışmayın” diye hem hukuki yollarla hem de her alanda itirazımızı dile getirdik. Biz şehre karşı yapılan bu kötü kalkışmayı durdurmaya çalıştık. Hocalarımızla, bu konudaki uzmanlarla birlikte buna kalkışmasınlar, bu yere kıymasınlar diye uğraştık. Gezi’yi, o güzelim Gezi’yi, hâlâ barışçı davranmayı başaran insanlarla korumaya çalıştık. Halkın o güzelim duygularını ortaya çıkaran bir dayanışmayı ortaya koyduk. Kalkışma var ise o hükümetin kendi kalkışmasıdır. Ve o kalkışma öyle iki senelik de değil; 80’lere dayanan bir kalkışmadır o.”

‘ÇİĞDEM VE BEN HÜCREDE İKİ KİŞİYDİK…’

Mücella Yapıcı, tutsak düştüğü süreç hakkında şu sözleri sarf etti:

“Biz Bakırköy’e girdiğimizde, Çiğdem, Mine ve ben, biz hücreye konduk. Çiğdem’le ben bir hücredeydik, Mine ayrı bir hücredeydi. Bunu anlayamadık biz. Önce bize iki gün Covid 19 nedeniyle bu şekilde dediler. İki ayı aşkın sürdü. Hücre çok zordu. Hele bir kere bizim için. Çiğdem ve ben hücrede iki kişiydik, inanılmaz sıkışık. Bir tane masada dönemiyorsunuz, aynı masayı kullanıyoruz. Çiğdem çok yazan bir arkadaşımız. Mükemmel çalışıyor, hiç kesmedi yazmayı. Ben de boncuk öğrenip icat yapmalara daldım. Bir kitap okuyorum ama olmuyor yani oradan oraya. Niye biz hücredeyiz? Ses yok. Önce günde bir saat havalandırmamız vardı hücredeyken. Biz bir öğrendik ki Bakırköy’deki arkadaşların bütün gün havalandırmaları var ama bizim öyle değil! Bayağı bir uğraştıktan sonra günde iki saat havalandırmaya çıktık. Ama biz hâlâ hücredeyiz! Cezaevini tanımıyoruz, bilmiyoruz yani. Ziyaretçisi belki en çok olan üç kişiydik Bakırköy’de. Milletvekilleri özellikle sağ olsunlar, bütün partilerin milletvekilleri geliyorlardı. HDP’liler de biraz zor izin alıyorlardı ama yine de geliyorlardı. Ama öyle olunca geliyorlar bana, “Mücella Hanım, hastaneye gideceksin” diyorlar. Benim böyle talebim yok. Gidiyorum, kelepçeler takılıyor. Sonra bir bakıyorum, yaşlı birtakım kadınlar toplanmışlar. Yaş da içeride öyle izafi ki bana “genç” diyorlar mesela. “Kaç yaşındasın sen?” diyorum, “Ben 62” diyor. Çökmüş ama bu kadın, 80 gösteriyor. Zor işler... Sonra cezaevi nakil aracına bindiriyorlar sizi, inanılmaz iptidai bir şey. Üç kişi oturuyorsunuz, biz bir de yaşlı kadınız, basamak en az 50 santim yükseklikte! Yani bacağınızı açıp bir yere tutunmadan kendinizi tutup çekmeniz imkânsız! Tutup çektiğinizde kelepçeler kesiyor, mosmordu benim ellerim… Çocuklar görmesin diye yazın bile uzun kolluyla çıkıyordum görüşe... Sonra yaşlı kadınları sıraya sokuyorlar. Güler misin ağlar mısın? Hepsinin başında iki tane jandarma! Aslında biz de daha önce tam anlamıyla ilgilenmiyorduk hapishane hayatı ya da cezaevi ihlalleriyle, oraya girince öğrendik. Asansöre bindirilmiyorsun. Meğer 65 yaş üstü için bu normalmiş. Her ay sizi böyle götürüyorlar. Bakmıyor ha kimse, yani bir usul için maymun gibi o kelepçelerle dolaştırılıyorsun! Kalbe götürdüler, yine kelepçeyle. Bir şey çektiler, ne o çekilen? EKG. Ondan çektiler, döndük. Bir hafta sonra yine geldiler. “Mücella Hanım, kalbe gideceksin.” Niye? “Anjiyo” dediler. Ben burada anjiyo mu olurum, anjiyo dedikleri meğerse, ekokardiyografiymiş! E, gireriz. Kelepçeleri taktık. Bazıları da öyle fena ki, -jandarma komutanları değil- erler, komutana iyi görünmek için hababam o kelepçeyi sıktıkça sıkıyor. Biraz sıkıyor, komutana bakıyor. Biraz niye takıyorsunuz diye diklendiğinde daha çok sıkılıyorlar. Diklenmeyeceksin. Neyse, yine öyle bir çıkma rezaleti ile gittik. EKG’ye girdik. Doktor karşımda oturuyor, iki de jandarma. Komutan bu sefer gelmemişti, yoksa komutan da giriyor. Bir tane infaz görevlisi oturuyor, bakmıyor bana. Ben böyle oturuyorum. “Neyiniz var?” diyorlar, “Siz çağırdınız, ben istemedim” diyorum. Bir şey var ki çağırdın. “Tamam, geç soyun” dedi. “Geç, soyun." Üstümü çıkaracağım, eko yapılacak. "Yaptırdın mı hiç eko? Çıplak yapılır eko. Geç, soyun” dedi. Ben gittim arkaya, ne zaman bakacak diye tarttım. Sonra dedim ki, “Nasıl çıkaracağım peki üstümü bunlarla?” Jandarma bir kızdı bana. Bu doktor uyandı. “Kelepçe mi var sizde?” dedi. “Evet” dedim. “Ha, görmedim” dedi. “Bakmadınız ki Doktor Bey” dedim, “Çıkarın” dedi. Çıkardılar kelepçeleri. Girdim, perdeyi kapattı. Üstümü soyundum. Jandarma dipçik ucuyla perdeyi açıp bakıyor bana. “Ne var oğlum?” dedim. Kelepçesizim ya, yaranacak ya. Geldi, muayene ediyor beni. Söylediği laf şu: “Sizin aort kapakçığınızın ne kadar kötü olduğunu şimdiye kadar söyleyen oldu mu?” Hoppala! Kalp hastasıyım yıllardır. Üç damar tıkalı zaten. Böyle bir laf ediyor. İçimden, “Doktorum Taner Hoca böyle bir şeyi atlamaz” demek geçti. Hocama güvenirim. Dedim ki kendi kendime, “Böyle bir şey olsa ben hissederdim.” Neyse, çıktım. Bereket, pimpirikli bir tip değilim. Tabii hemen kelepçem takıldı. “Takmayın” demiyor da… Çıkınca, “Tam olarak neyim var?” dedim, “Burada yazıyor” dedi. Ben nasıl göreyim ne yazıyor… Çıktık.”

‘ÇOK BÜYÜK BİR HAKSIZLIĞA UĞRADI HERKES’

Yapıcı, cezaevinden çıktığında, tutsak bulunan arkadaşları Özerden ve Mater’i orada bıraktığı için üzgün olduğunu söyleyerek şunları aktardı:

“15 dakika içinde hazırlan, çıkıyorsun’ dediler. Benim ilk tepkim çocuklarıma karşı oldu. Zannettim ki, gittiler tahliye dilekçesi verdiler ve bu nedenle çıkacağım. ‘Ben çıkmıyorum’ dedim. Ne hissettiğimi size şöyle anlatayım: 2013’te ben çocuğumla birlikte gözaltına alındım. Gözaltı süremiz 4 gün uzatıldı. Bir gece önce sağlığım nedeniyle beni bıraktılar ve benim çocuğum, öz evladım içeride kaldı. Ben kıyameti koparttım, ‘Çocuğumu burada bırakıp çıkmıyorum’ dedim. O gün ne hissettiysem, aynısını hapishanede Mine ile Çiğdem’i bıraktığımda hissettim. Bu kadar basit söyleyeyim size. ‘Bu politik’ deyin, ‘Apolitik’ deyin, ne derseniz deyin. Hissettiğim bu. Çok büyük bir haksızlığa uğradı herkes”

Kaynak: Gerçek Gündem

Etiketler
Mücella Yapıcı Gezi davası Gezi eylemleri