Sencer Solakoğlu anlattı: Türkiye’de tarım ve hayvancılık neden gelişmiyor?
Türkiye'de tarım, hayvan, çiftçilik çokça tartışılıyor. Sencer Solakoğlu ile birlikte tarım ve hayvancılığın geleceği ve Türkiye'deki son durum üzerine konuştuk.
Sercen Solakoğlu, ilkokul 5. sınıftan itibaren İsviçre'de eğitim gördü. Buradaki eğitiminin ardından Amerika'da lisans ve yüksek lisans yaptı. 2009 yılında Türkiye’ye dönerek Bursa Karacabey’de Feyz Çiftliği’ni kurdu. Çiftlik, 2012 yılında tarımsal üretim faaliyetlerinin iş sahasına girmesi ile birlikte bugün yaklaşık 3.000 baş hayvan ile çiğ süt, dana sucuk, frankfurter sosis ve barbekü sosis üretimi yapıyor.
Sosyal medya hesaplarını da aktif kullanan Sencer Solakoğlu'nun İnstagram'da 150 bin takipçisi var. Youtube kanalına da içerikler üreten Sencer Solakoğlu'nun Youtube'da 70 bin abonesi var.
Türkiye’de çiftçilerin yoksullaşması, girdi maliyetlerindeki artışlar, tarımın itibar kaybetmesi, gençlerin kırsalı terk edip tarımla uğraşmak istememesi gibi sebepler tarım ve hayvancılığın gerilemesine neden oldu. Solakoğlu, ülkemiz tarımında yaşanan sorunun ana kaynağını, çiftçilerin köyleri terk etmesinin nedenlerini, teknolojinin gelişmesiyle birlikte daha az çiftçi ile daha çok üretim yapılıp yapılmayacağını ve yediğimiz et ve sütlerin kalitesi gibi birçok soruyu yanıtladı.
Solakoğlu, köylüler ve çiftçilerin para kazanması durumunda tarımın da hayvancılığın da ilerleyebileceğini söyledi. Çiftçilik ve hayvancılığı teşvik için devlet desteğinin yetersiz olduğunu vurgulayan Solakoğlu, özellikle gençlerin bilmedikleri bu sektöre karşı ön yargıları olduğunu anlattı.
Türkiye’de yıllardır daha verimli nasıl olabiliriz, daha kaliteli nasıl üretebiliriz, teknolojiyi nasıl daha fazla kullanabiliriz tartışmaları yerine bir kısır döngü olarak fiyat pazarlığı ve kavgası yaşandığını anlatan Solakoğlu, yaşanan ekonomik krizin de tarım alanında yaşanacak gelişmeleri engellemeye başladığını belirtti.
Tükettiğimiz kırmızı etlerin kaçak kesimle satışa sunulmasının insan sağlığı açısından çok fazla risk barındırdığına dikkat çeken Solakoğlu, Türkiye'de yasaklayıcı değil, mükafatlandırıcı bir çiftçi destekleme sistemine geçilmesi durumunda güvenilir gıdaya ulaşımın çok daha kolay olabileceğini anlattı.
Solakoğlu’na sorduğumuz sorular ve yanıtları şöyle:
HİÇBİR ÇİFTÇİ ŞEHRE GÖÇ ETMEZ, EĞER KALDIĞI YERDE EKMEĞİNİ KAZANABİLİYORSA
SORU: Türkiye'de çiftçiler köylerini terk ettiği için mi tarım ya da diğer alanlarda verimsiz bir durumdayız?
Ne yazık ki Türkiye'de çok sık olarak sebep-sonuç ilişkisi birbiriyle karıştırılıyor. Bir kere şehirlere göç, tarımın kötüye gitmesinin sebebi değil, tarımın kötüye gitmesi sebep ve bu sonucu doğuruyor. Dolayısıyla hiçbir çiftçi şehre göç etmez, eğer kaldığı yerde ekmeğini kazanabiliyorsa. Bu çok küçük bir ihtimal. Çünkü şehir hayatıyla kırsaldaki hayat arasındaki en büyük fark kalite. Kaliteyi tabii nasıl tanımladığınızla çok alakalı bir şey ama hayat kalitesi olarak baktığınızda şehirde çok büyük bir kargaşa varken köy hayatı çok daha sakin, çok daha huzurlu bir hayat. Tabii bu yaşla da çok alakalı, yaşı ilerledikçe insanlar biraz daha dingin hayat istiyor olabilir. Gençler için de sosyalleşme belli bir oranda çok önemli. Bunun olmaması da gençlerin tabii ki köylerden çıkmasına sebep veriyormuş gibi gözükse de aslında bu gene bir sonuç. Çünkü köylüler ve çiftçiler para kazandıkları zaman zaten o sosyal imkanlar köylere de gelir. Yani geliyor da. Şöyle düşünün, belki birebir mukayese için değil ama iyi bir örnek: İsviçre'nin bol bol suyu var. Dolayısıyla hidroelektrik santralleri var. Ve İsviçre'nin turizmi var. Şimdi sebep-sonuç olarak baktığınız zaman İsviçre'deki turizmin temel sebeplerinden bir tanesi köylerinin tarımla kalkınabilmiş olması ve o köylerinin temiz, sosyal imkanlara sahip hatta turistleri bile ağırlayacak kadar bir sosyal altyapıya ulaşmış durumda olması. Çünkü köylünün ve üreticinin her daim para kazanması onların birincil önceliği olmuş.
Şimdi Türkiye'ye dönelim bakalım.
Türkiye'de bir fikir çıktı ve dendi ki biz sütün fiyatını eğer arttırmazsak enflasyonun önüne geçeriz. Çünkü süt çok temel bir gıda. Peyniri etkiliyor, tereyağını etkiliyor, kırmızı eti etkiliyor. Bu fikir ne yazık ki bilgisi olmayan kişilerin dışarıdan baktığı şekliyle gerçekleşmiyor. İşin özüne indiğiniz zaman tam tersi ortaya çıkıyor. Bu yanlışların sonucunda insanların zararına üretimde dayanabildikleri süre, sermayeleri ile sınırlı kaldı ve o sermayeleri tükendiği zaman da hayvanlarını kestiler ve kestikten sonra onları artık köyde hiçbir şey tutamaz hale getirdi.
ÖZELLİKLE GENÇLER BİLMEDİKLERİ BU SEKTÖRÜ ÖN YARGILARI SEBEBİYLE ÇOK FAZLA DA İRDELEMİYORLAR
Yaşlıysa, evi varsa, şehir pahalı olduğu için köyünde kalmış olabilir ama üretimden çıkmıştır. Yani köylüyle, üreticiyi bir kere birbirinden ayırmak lazım. Bir insanın köyde oturuyor olması o insanın üretici olduğu anlamına gelmez. Bir insanın üretici olması da illa ki köyde oturmasına sebep değildir. Ama üretici sayısında azalma olduğu gibi genç üretici sayısı da azaldı. Aslında
en çok ihtiyacımız olan gençler şehre göçtü ve artık üretime katkısı çok sınırlanmış olan belli bir yaşın üzerindeki köyde yaşayan insanlar da işletmelerini büyütmek, daha verimli yapmak gibi azimlerden uzaklaştı. Dolayısıyla bu fiyatların düşük tutturulması, düşük fiyat politikasında uzun süre ısrar edilmesi çok farklı bir sonuç doğurmadı: Hayvanlar kesildi, üretim ciddi anlamda daraldı ve daralan bu üretimi de hiçbir şeyle destekleyemediler.
Özellikle gençler bilmedikleri bu sektörü ön yargıları sebebiyle çok fazla da irdelemiyorlar. Benim televizyonlarda orada burada çıkıp bir şeyler anlatmamın altında yatan temel sebeplerden biri bu. Genç üreticilerin rahatlıkla bu sektöre girebilecekleri ve refah dolu bir hayat yaşamalarına imkan sunan yeni teknolojileri kullanıp, insan gücündense makine ve teknolojinin gücüyle üretim yapıp, hayatlarını kırsalda idame ettirip, eğlenmek için şehirlere gidebilecekleri bir hayat da mümkün aslında. Ama bunun için gençlerin bir garantiye ihtiyacı var. Bu garanti de özünde öngörülebilir bir politika. Yani öngörülebilir bir fiyat politikası, öngörülebilir bir tarım politikası.
ÇİFTÇİLİK YAPACAĞIM DEYİP KIRSALA GELDİĞİNİZ ZAMAN GERÇEKTEN YARININIZ MEÇHUL
Siz bugün ben çiftçilik yapacağım deyip kırsala geldiğiniz zaman gerçekten yarınınız meçhul. Devlet diyelim ki size bir milyon lira para verdi. Bu bir milyon lira size yaklaşık on tane inek aldırır. O on tane ineğin iki sene sonra on beşe çıkacağının garantisini göremiyorsunuz. Çünkü fiyat politikası nereye gidecek? Sermayeden yiyecekseniz, ineğiniz ondan dokuza, dokuzdan sekize mi düşecek, yoksa ondan on bire çıkartabilecek misiniz? Çıkarttığınız zaman on bir ineklik yem alacaksanız, o aradaki farkı cebinizde ödeyecek paranız var mı yok mu? Olacak mı? Olmayacak mı? Bunlar çok muamma. Şimdi bu muammayı ortadan kaldırmanın en güzel yollarından bir tanesi bir takvim açıklamak. Yani Tarım Bakanlığı ile Hazine ve Maliye Bakanlığı yıllık, iki yıllık, üç yıllık takvimler açıklamalı. Sonra burada hedef kitlenin kim olduğunun belirlenmesi lazım. Ne kadar süreyle olduğunu yazmanız lazım.
Sektörün özüne baktığınız zaman bir bankacılık sektörü kadar yalın ve sığ değil. Yani bankacılık piyasasında bakılan doneler, yüz taneyse, tarım sektörü çok daha kompleks ve katmanlı. Tarımda çok fazla katman var ve hepsi birbiriyle bağlantılı. O güzel güzel parlayan elmanın üzerinde, o parlatılan cismin içinde bile mısır var. Elinizdeki plastik poşetin içinde bile mısır türevleri var. Mısırın kullanımı bir petrol gibi, inanılmaz geniş. Uzaktan bakmanız lazım tüm ormanı görebilmek için. E bu da belli bir tecrübe, belli bir bilgi ve donanım gerektiriyor. Şimdi burada bir Hazine ve Maliye Bakanı ya sütün fiyatını biz sabit tutarsak enflasyonu sabitleriz veya artışını frenleriz gibi bir teoriyle ortaya çıktığı zaman biz açıkçası bunun olamayacağını biliyoruz. Ve çok üzülüyoruz. Çünkü öngörülemeyecek. Mantıksız bir kararın sonuçlarını öngörmek çok kolay. Farklı farklı tahminlerde bulunuyoruz ve sektör adeta bir finans enstitüsü veya sektörü gibi fiyat öngörü müzakerelerine başlıyor. Halbuki sektörün yapması gereken şey biz daha verimli nasıl olabiliriz? Daha kaliteli nasıl üretebiliriz? Daha teknolojik nasıl üretebiliriz? Bu tartışmalar yerine yıllardır aynı sığ, kısır döngü bir fiyat pazarlığı ve kavgası içine girmiş durumda.
SORU: Az çiftçiyle daha çok tarım yapabilmenin bir imkanı var mı? Dünyada nasıl ilerliyor tarım, çiftçilik, hayvancılık?
Sadece teknoloji değil. Tıpta da bu var. Özellikle beslenme tarafında var. Mesela şöyle düşünün: Bir ineğin DNA'sı dünyada tam anlamıyla çözülen ilk DNA. Çünkü muazzam bir veri topluyoruz ve bu muazzam verilerle çok iyi korelatif araştırmalar yapıp hangi DNA'nın hangi işe yaradığını, başlangıcını, startını bizler veriyoruz genelde. Teknolojide de bu çok farklı değil.
BÜTÜN DÜNYADA ÇİFTÇİ SAYISI AZALIRKEN ÇİFTLİK HAYVANLARININ SAYISI AZALMIYOR, ÜRETİMDE DE CİDDİ ARTIŞLAR SÖZ KONUSU
Tesla'yı düşündüğünüz zaman o arabanın otomatik pilotuna güvenerek yolda gidiyorsanız bunun öncüsü tarımdaki bizim kullandığımız otonom traktörlerdir. Çünkü tarlada çok daha az riskli bir ortamda başında bir şoför çok yoğunlaşmış bir şekilde düz gitmesini vesaire sağlayabiliyor. Biz bunu yıllardır yapıyoruz. Kolumuzdaki akıllı saatler gibi bizim ineklerimiz on beş yıldır adım sayıyor ayaklarındaki çipler sayesinde. Yani biz tarımda o kadar çok teknoloji, entansif çalışabiliyoruz ki esasında bu da bize yüksek verimlilik ve maliyeti düşürme fırsatı sunuyor. Bütün dünyada küçük ve orta ölçekli aile işletmelerinin sayısı azalırken, çiftçi sayısı azalırken çiftlik hayvanlarının sayısı azalmamakla beraber üretimde de ciddi artışlar söz konusu. Bunun da temel sebebi şu: Ölçek ekonomisi tarımda çok ciddi avantaj sağlayabiliyor. Sadece Türkiye için değil, bütün dünyada iş endüstriyel tarıma doğru gidiyor. Şimdi endüstriyel tarımı da ikiye ayırabilirsiniz. Aynı süper marketler gibi düşünün. Yani ev halkı anlasın diye söylüyorum: Bir yanda evinize alışveriş yaptığınız butik bir şarküteri ve o şarküterideki kaliteli ürünleri düşünün, bir yandan da büyük mega alışveriş marketlerini düşünün. Bu marketlerde çok daha ucuza ürün bulabiliyorsunuz ama şarküteri veya kasaba gittiğinizde çok pahalı olduğunu görüyorsunuz. Müşteriler de otomatikman ucuz olan tarafa kaçıyor. Ve insanlar ne yazık ki kalite algısından ziyade ‘aldım mı aldım’ kafasıyla ilgileniyor. Şu anda tüketim alışkanlığı bu yönde. Bu Türkiye'ye mahsus bir şey değil. Almanya'da da Amerika'da da bu böyle.
Türkiye'deki kooperatifler yanlış işliyor. Kooperatifleşmek ne demek? Küçük olan o aile işletmelerinden elli tanesinin, otuz tanesinin, boyutlarına göre ekonomik ölçeği yakalayacakları büyüklüğe gelmesi. Türkiye'de kooperatifler kendileri var olmak ve müdürlerini, başkanlarını geçindirmek için var. Tabii ki istisnalar var ama on bin tane kooperatifte elli tane çıkar mı bilmiyorum, emin değilim. Genelde kooperatif var olmak için kendi giderlerini her zaman büyütüp, giderleri çoğaltıp, çiftçinin üzerinden şişirme metodolojisiyle gidiyorlar.
SORU: Son olarak yediğimiz kırmızı etin kalitesi mevzusu var. Bu alanda neler oluyor?
Saha tecrübemden size söyleyebilirim. Yüzde doksan dokuz nokta dokuz şu anda dert ettiğiniz konu çok büyük bir dert değil. Türkiye'de ölmüş hayvan pek kesilmez. Çok istisnadır. Yani kedi, köpek kesip yiyen insan var mıdır? Birkaç tane sapık vardır. Onun dışında yok. Yani ölmüş hayvanı kesip bunu et olarak sizin önünüze sunacak pek kimse yok. Allah korkusu var bir kere ülkemizde. Böyle bir şey yapabileceklerine kesinlikle inanmıyorum. Bugüne kadar ben çok şey gördüm, bunu görmedim. Ama et kalitesiyle ilgili bence değinilmesi gereken konu antibiyotik kalıntıları. Şu anda çok fazla gayrı resmi kesim yapılıyor. Bu yapılan gayrı resmi kesimler insana bulaşabilecek olan hastalıklar yönünden tehlikeli. Türkiye'de ne yazık ki hayvancılıkta fazlaca yaygın bir problem. Verem insana geçebiliyor biliyorsunuz. Bursa'da sayım yaptığımız zaman kağıtta gözüken hayvan sayısıyla fiiliyatta olan hayvan sayısının arasındaki fark, kaçak kesim. Nitekim bu bir sağlık tehdidi.
Ama hiçbir protein kaynağı, kırmızı etin verdiği amino asit dengesini insanoğluna sağlamıyor. Yani bugün sizin kırmızı etten elde ettiğiniz ve vücudunuzun çok ihtiyaç duyduğu proteini bir mercimekten almak için yemeniz gereken mercimek miktarını zaten mideniz almaz. Bir sütün sağladığı protein veya yumurtanın sağladığı proteini dengeli bir şekilde sunabilen başka bir besin yok. Bu ürünleri daha güvenli tüketebilmemiz için insanların bu kaçak yapım kesimi yapmamaları lazım. Bunun yapılmamasının da tek yolu işleri kolaylaştırmak, bürokrasiyi azaltıp çiftçileri ceza ve sopayla yönlendirmek yerine mükafatla yönlendirmekten geçer. Eğer çiftçiler para kazanabiliyorlarsa, kaçak kesim yapmasına gerek kalmaz. Eğer çiftçilerin önünü açar ve işini kolaylaştırırsanız kimse kaçak kesim yapmak zorunda kalmak istemeyecektir.
Türkiye'de yasaklayıcı değil, mükafatlandırıcı bir çiftçi destekleme sistemi olduğu takdirde güvenilir gıdaya ulaşmamız çok kolaylaşır. Ama mevcut sistemde bu çok mümkün gözükmüyor. O yüzden her zaman bildiğiniz yerden almanız, özellikle kontrolü yapılmamış, açıkta. soğuk zinciri korunmayan sistem ve yapılardan elinizden geldiğince uzak durmanızı tavsiye ediyorum.
Ölü hayvan kesilip etinin satıldığını hiç görmedim. Ama çiftliklerden çıkan antibiyotikli sütün sokakta bu şekilde satıldığını çok gördüm ve bu bir tehdittir. Çünkü o sütü çocuğumuz içecek ve antibiyotik dirençli bakterilerin oluşumu tıbbın önündeki en büyük sorunlardan biri şu anda. Dolayısıyla burada daha dikkatli ve daha bilinçli olmamız gerekiyor.’'
Kaynak: Gerçek Gündem