CHP’li Toprak: Vergi, SGK, Trafik cezası, KYK, vb. borçlarından ötürü hesaplarına bloke konulan milyonlarca kişi, e-hacizle rehin alındı!
CHP'li Erdoğan Toprak'ın haftalık değerlendirme raporunda AKP iktidarında uygulamaya konulan e-haciz nedeniyle milyonlarca yurttaşın mağdur olduğu belirtildi.
CHP İstanbul Milletvekili ve Genel Başkan Başdanışmanı Erdoğan Toprak, haftalık değerlendirme raporunu açıkladı.
MİLYONLARCA KİŞİ E-HACİZ NEDENİYLE BANKA HESAPLARINI KULLANAMIYOR
Erdoğan Toprak'ın açıkladığı raporda Türkiye'de ekonomik kriz nedeniyle yurttaşların yaşadığı sorunlar üzerine çarpıcı notlar yer aldı.
AKP iktidarının çıkarttığı e-haciz uygulaması ile yurttaşların bankalardaki parasının bloke edildiğini hatırlatan Toprak, "Salgın sürecinde bile e-haciz uygulamasını sürdürdüğü ortaya çıkan iktidarın 2020 yılında tapu dairelerinde e-hacizle el koyduğu tapu sayısı 3 milyon 737 bin iken, 2021’de e-haciz uygulanan tapu sayısı 5 milyon 431 bine yükseldi. Vergi ve SGK yapılandırmasında iki taksit ödeyemediği için banka hesabı bloke edilerek e-haciz uygulananların sayısı ise 2020’de 3,3 milyona iken 2021’de 4,6 milyona çıktı. E-hacizle el konulan tapular, bloke edilen banka hesaplarının toplamı 12 milyonu aştı. Kredi Yurtlar Kurumu’ndan (KYK) öğrenimi sırasında öğrenci kredisi kullanan, üniversiteyi bitirdikten sonra iş bulamayan gençlere karşı e-haciz yağmuru başlatan KYK’nın mağdur ettiği, kanuni takip başlattığı gençlerin sayısı da 5 milyonu aştı." ifadelerini kullandı.
Erdoğan Toprak raporunda e-haciz uygulaması nedeniyle vatandaşların kredi taleplerinin de reddedildiğini ve borçlarını ödeyemediklerini de ifade etti.
"FAİZLER SİLİNECEK, E-HACİZ UYGULAMASI KALDIRILACAK"
Toprak, CHP iktidarında sorunun çözümü için yapılacakları ise şöyle özetledi:
1 - İktidarımızda, işletmeleri, aileleri, kişileri batıran, yokluğa mahkûm eden, bu
gayri insanı e-haciz uygulaması derhal sona erdirilecektir. Faizler silinerek
sıfırlanacak, ana para borçlarında yüzde 50 indirim yapılarak kalan tutarın makul
taksitlerle ödeme gücüne göre, 12 aydan 60 aya kadar varan vadelerde ödenmesi
imkânı getirilecektir. Kimsenin bankadaki parasına, kendisinin ve ailesinin
rızkına e-hacizle el konulmayacak, bloke edilmeyecektir!
CHP'li Erdoğan Toprak'ın açıkladığı raporun 11 maddesi ve detayları şöyle oldu:
1- Spora siyasi müdahaleleri daha ileri boyutlara taşıyacak yasayı TBMM’den geçiren iktidarın, ilk operasyonu 16 Haziran’da yapılacak Türkiye Futbol Federasyonu Genel Kuruluna, Başkan ve yönetim seçimine yapacağı anlaşılıyor. 1960’lı yıllardan bu yana ilk kez 19 takımlı Süper Lig’de İstanbul’dan 8 takım yer alacak! Her birisi milyarlarca lira ya da dolar borç içindeki kulüpler, ekonomik bağımsızlıkları tüketilerek teslim alınmaya çalışılıyor!
Süper Lig’in bitimine bir ay kala UEFA ve FIFA kokartlı 13 hakeme birden el çektirilmesi, maç verilmemesi kararıyla başlayan skandallar serisi Türkiye Futbol Federasyonu’nun (TFF) başına getirilen iktidara yakın müteahhidin istifasıyla farklı bir boyut kazandı. Hakkında çeşitli iddialar ortaya atılan bir isim adaylığını ilan etti. Türkiye’nin önde gelen köklü bazı kulüpleri bu gelişmeler sonrası TFF genel kuruluna katılmama kararı aldı. İktidarın 20 yıldan bu yana başta TFF olmak üzere federasyonları siyasallaştırması nedeniyle ülke futbolu Avrupa’da ve dünyada geriliyor.
Futbolun yönetimini, TFF’yi iktidara yakın iş adamlarına, iktidar müteahhitlerine, aileakraba-eş-dostun eline teslim ederek gelinen noktada 1963-1964 sezonundan bu yana ilk kez Süper Lig’deki 19 takımın 8’i İstanbul’dan. Diğer deyişle Anadolu’dan, Ege’den 81 ilin 70’inden lig temsilcisi yok. İktidarın yıllardır belediyeler, kamu bankaları, kamu iktisadi teşebbüsleri kaynaklarıyla fonlayarak yarattığı, statlar yaparak hibe ettiği, iktidara yakın iş insanlarının bonservislerini alıp, transfer ücretlerini ödeyerek proje kulüplere futbolcu hediye ettiği süreçlerle ülke futbolu bu noktaya getirildi. Bu yıl 1’inci lige çıkan üç İstanbul takımı da şayet bu sezon şampiyon olup süper lige çıkarsa ve mevcut sekiz takım da süper ligde kalmayı başarırsa gelecek yıl bu kez süper ligdeki 19 takımın 11’i İstanbul takımı olacak.
Anadolu’daki milyonlarca futbolsever statlarda maç seyretmekten mahrum konuma gelecek. Bu dengesizlik ve adaletsizliğin diğer boyutu ekonomik ve rekabet açısından öne çıkıyor. 8 İstanbul takımı gerek deplasman gerekse kendi sahalarındaki 14 maçlarını il dışına çıkmaksızın İstanbul’da oynayacak. Bu 8 takımın her biri sadece 11 maç için deplasmana gidecek. Cuma, Cumartesi, Pazar, Pazartesi haftanın 4 günü İstanbul’da binlerce kişi statlarda yollarda olacak ve kent trafiği, asayişi olumsuz etkilenecek.
Ülkenin en batısından ve en doğusundan Süper Lig’de takım olmaması, ülke futbolu adına çok üzücü bir tablo. Süper Lig’in marka değeri 450 milyon dolardan 140 milyon dolara geriledi. Türk futbolu 2000 yılındaki UEFA ve FIFA sıralamasının gerisinde kaldı. Tüm bunların sorumlusu AK Parti iktidarıdır. Sporu siyasallaştıran, federasyonları partizanlaştırarak özerkliği yok eden bu siyasi zihniyet; proje takımlarla, kamu bankaları ve kurumlarının kaynaklarıyla, siyasi baskı ve şantajlarla sporu, futbolu, ligleri manipüle ediyor!
2- Düne kadar kendisini ‘halkın hizmetkârı’ olarak tanımlayan, parmağında bir yüzükle yola çıktığını belirten Cumhurbaşkanı Erdoğan, kendisini ve partisini Türkiye Cumhuriyeti ve Devletle özdeşleştirip eşitleyerek, ciddi bir siyasal-ruhsal değişime geçişin işaretini verdi! Şahsına ve iktidara yönelik tüm eleştirilerin Türkiye’ye saldırı olduğunu öne süren böyle bir anlayışın demokratik siyasette yeri yoktur!
Grup konuşmasında; “Dünyada her kim bu kardeşinize saldırıyorsa, Türkiye'ye saldırıyor demektir. Her kim AK Parti'yi kötülüyorsa, aslında Türkiye'yi hedef alıyor demektir.” ifadelerini kullanan Cumhurbaşkanı (CB) Erdoğan’ın kendisini ve partisini devlet olarak görmesi, tek adam-tek parti devleti zihniyetinin dışa vurumudur. Hiçbir demokrasi anlayışı ve demokratik yönetim kavramına sığmayan bu söylem, iktidar gücünün yarattığı algı bozulmasını gösteriyor.
Kendilerinden önce hiçbir evde buzdolabı, çamaşır makinesi, otomobil olmadığını, Türkiye’de ambulans-havaalanı bulunmadığını, 30-40 yıldan bu yana eğitim veren üniversitelerin kendileri döneminde yapıldığını vb. söyleyen CB Erdoğan’ın, kendi içinde gerçeklerden uzak farklı bir dünya kurduğunu saptamak olanaklı.
En son Van'da yaptığı konuşmada 1982 yılında açılan Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi için 'Biz getirdik' diyerek kuyruklu yalanlara bir yenisini daha ekledi. Ne yazık ki artık inandırıcılığı da tükeniyor, söylediklerine kimse inanmıyor!
Demokrasiyi, demokratik siyasi mücadeleyi özümseyememiş olmasının en belirgin göstergesi; hiçbir eleştiriye tahammül edememesi, emrindeki avukat ordusuyla küçücük çocuklardan gençlere, yatalak yaşlılara, siyasi rakiplerine varana kadar 160 bini aşan hakaret davası açmış olmasıdır.
Devleti, ülkeyi, Türkiye’yi sadece kendisi ve partisiyle daim gören bu anlayışın varacağı nokta, kendisinden sonra Türkiye’nin de yok olacağıdır. Seçim kampanyasındaki vurgularından birisinin ‘Ben ve AK Parti giderse, Türkiye biter’ kurgusu olacağını söyleyebilirim. Kendisinden önce tek başına iktidar olup ülkeyi yöneten ancak bugün aramızda olmayan eski siyasi liderlerden ve siyaset sahnesinden silinen pek çok büyük partiden sonra da Türkiye’nin var olmaya devam ettiğini, bugün ve gelecekte de ilelebet var olacağını anımsatmak isterim.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın en büyük kaygısı, başta ekonomi olmak üzere diğer pek çok gerçeklerden kopmasına karşılık seçimi kaybedeceğini ve yakın siyasi tarihimizdeki çoğu lider ve partisi gibi yok olacağını anlamış olmasıdır. Aynı akıbete uğrayacak olmanın ruhsal-zihinsel-siyasal çöküntüsünden çıkabilmek için kendisini ve partisini devletle özdeşleştirerek kurduğu sanal dünyayla avunmaktadır! AK Parti iktidara gelmeden 20 yıl önce kurulan Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’ni de sahiplenen CB Erdoğan, ruhsal çöküntüsünü ve tükenişini gizleyemiyor!
3 - Yandaşlarının ve müteahhitlerin vergi borcunu silen, kamu bankalarından aldıkları kredileri erteleyip tahsil etmeyen iktidar; çalışanları, öğrencileri, prim ve vergi borcunu yapılandırdığı halde ödeyemeyen küçük esnafı, işletmeleri ehacizlerle nefes alamaz hale getirdi. Trafik cezası, KYK, vb. borcundan ötürü banka hesaplarına bloke konulan milyonlarca kişi, e-hacizle rehin alındı!
Her gece yarısı akaryakıt zamlarıyla, aylardır elektrik-doğalgaz zamları ve ÖTV artışlarıyla 85 milyonu bunaltan iktidar, şimdi de elektronik hacizlere hız verdi. Vergi, SGK, Tapu Daireleri, Kredi Yurtlar Kurumu vb. kuruluşlar eliyle milyonlarca kişi, şirket ve işletmeler banka, şirket, maaş hesapları e-haciz uygulamasıyla bloke edilerek nefes alamaz getirildi.
Gelir İdaresi Başkanlığı (GİB), iktidara yakın şahıs ve şirketlerin vergi borçlarını görmezlikten gelirken, işyerinin, evinin kirasını ödeyemeyenlerin peşine düşüyor. Vergi dairesindeki bir memurun bastığı bilgisayar tuşuyla hayatı karartılan yurttaşlar AK Parti iktidarının çıkarttığı elektronik haciz (E-haciz) uygulamasıyla, bankadaki parasını hiçbir şekilde kullanamaz hale getiriliyor.
Salgın sürecinde bile e-haciz uygulamasını sürdürdüğü ortaya çıkan iktidarın 2020 yılında tapu dairelerinde e-hacizle el koyduğu tapu sayısı 3 milyon 737 bin iken, 2021’de e-haciz uygulanan tapu sayısı 5 milyon 431 bine yükseldi. Vergi ve SGK yapılandırmasında iki taksit ödeyemediği için banka hesabı bloke edilerek e-haciz uygulananların sayısı ise 2020’de 3,3 milyona iken 2021’de 4,6 milyona çıktı. E-hacizle el konulan tapular, bloke edilen banka hesaplarının toplamı 12 milyonu aştı. Kredi Yurtlar Kurumu’ndan (KYK) öğrenimi sırasında öğrenci kredisi kullanan, üniversiteyi bitirdikten sonra iş bulamayan gençlere karşı e-haciz yağmuru başlatan KYK’nın mağdur ettiği, kanuni takip başlattığı gençlerin sayısı da 5 milyonu aştı.
Türkiye Esnaf ve Sanatkârlar Konfederasyonu ve Türkiye Ziraat Odaları Birliği, e-haciz mağduru olanların bankalardan kredi çekemediklerine de dikkat çekerek, bu uygulamadan vazgeçilmesi için iktidara çağrıda bulundu. Meslek örgütleri ve konfederasyonlar, oda ve borsalar, muhasebeci ve yeminli mali müşavirler örgütleri, mükelleflerin çaresiz durumda olduğunu e-haciz blokajlarıyla ellerinin kollarının bağlandığını vurguluyor. Kredi çekerek haciz borcunu kapatmak isteyenler, hesapları e-hacizle bloke edildiği kredi talepleri reddediliyor.
İktidarımızda, işletmeleri, aileleri, kişileri batıran, yokluğa mahkûm eden, bu gayri insanı e-haciz uygulaması derhal sona erdirilecektir. Faizler silinerek sıfırlanacak, ana para borçlarında yüzde 50 indirim yapılarak kalan tutarın makul taksitlerle ödeme gücüne göre, 12 aydan 60 aya kadar varan vadelerde ödenmesi imkânı getirilecektir. Kimsenin bankadaki parasına, kendisinin ve ailesinin rızkına e-hacizle el konulmayacak, bloke edilmeyecektir!
4- İktidar, 9 Haziran kararlarıyla iflas ve çözümsüzlüğünü ilan etti. Kamuoyunda ve piyasalarda ‘önden yüklemeli’ beklenti yaratılarak bu kararları önceden bilenlere birkaç saat içinde ciddi kazanç olanakları yaratıldı. Bir avuç para ve döviz sahibi, Gelire Endeksli Borçlanma senediyle KİT’lerin gelir ve kârlarına ortak edilecek, ‘getiri’ adı altında senet karşılığı servet aktarılacak!
Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın (HMB) yanı sıra Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK), Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) ve Merkez Bankası’nın (MB) 9 Haziran gecesi aldığı kararlar, Türkiye’nin ve 85 milyonun ağırlaşan ekonomik sorunlarına çözüm olmaktan uzak, bir avuç para ve dolar sahibine, yabancı fonlara ve sıcak para lobisine yeni servet aktarma amaçlıdır. Benzer senaryoyu 20 Aralık 2021 gecesi de uygulayan iktidar bir kez daha 9 Haziran gece operasyonuyla, milyarlarca doların ve liranın el değiştirmesine, birilerinin servetlerine servet katmasına zemin yarattı.
Kur Korumalı Mevduat (KKM) hesapları, yeniden yükselişe geçen döviz kurlarıyla cazibesini yitirmeye başlayınca son bir haftada dövize geçişler ve bankalardaki döviz mevduatlarında artışlar yaşanmaya başlandı. Bunun üzerine enflasyon korumalı mevduat, süper bono söylentilerini iktidar medyası üzerinden piyasalara süren ekonomi yönetimi Gelire Endeksli Senet (GES) ihraç edileceğini duyurdu.
Osmanlı döneminde para bulamayan Saray, bazı vergileri teminat gösterip, iktidarın GES dediği bu senetlerin benzerini Rüsum-u Sitte adıyla Galata Bankerlerine vererek karşılığında borç aldı ve sonunda battı. Şimdi de iktidar hazine tahvilleriyle her hafta 15-20 milyar borçlanma yetmediği için Devlet Hava Meydanları İşletmesi (DHMİ), Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü’nün (KEGM) 2022 bütçesinde yer alan ve bütçeye aktarmaları öngörülen hasılat paylarını teminat göstererek, karşılığında vatandaşa bu senetleri satacak. GES bu iktidarın çaresizliğini pazarladığı bir senettir!
KKM ile ülke ekonomisine ağır hasar veren Dövize Çevrilebilir Mevduat (DÇM) hesaplarını kopyalayıp, ülke hazinesini on milyarlarca liralık ‘kur farkı’ ödeme yükünün altına sokan iktidar, şimdi de bazı kârlı Kamu İktisadi Teşebbüslerinin (KİT) kârlarını bütçeye aktarmak yerine, GES satıp borçlanacağı bazı kişileri kâra ortak ederek hasılatı paylaştırma garantisi veriyor. Bunu yaparken de gerçekte ‘getiri’ adı altında üçer aylık dönemlerde yüklü faiz ve gelir kuponlarıyla SIFIR stopajlı ödeme taahhüt ediyor. Üçer aylık dönemlerde hasılat paylaşımı dışında ödenecek garantili ‘getiri-faiz’ yüzde 5,32, yıllık bileşik ‘getiri-faiz’ ise yüzde 23,04 olacak. Enflasyonun yıllık yüzde 73,3 olduğu konjonktürde bu senetleri cazip kılabilmek için hasılat paylaşımıyla aktarım yapılacak.
Enflasyon ve kur artışlarıyla mücadele için faiz artırmayı reddeden, faizleri daha da düşüreceklerini ilan eden Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Ekonomi Yönetimi, KKM’de ‘KUR FARKI’, GES’te ‘KİT’LERE KÂR ORTAKLIĞI, HASILAT PAYLAŞIMI, GETİRİ GARANTİSİ’ adı altında ‘örtülü faiz’ vaat ediyor!
5 - Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu’nun yabancı yatırımcılara SWAP olanaklarının yeniden açılması için hazırlık yapıldığını duyurması, iktidarın Londra Bankerlerine muhtaç hale geldiğini gösteriyor. Merkez Bankası, ticari krediler için bankalara getirdiği zorunlu karşılık oranını yüzde 20’ye yükseltti!
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu’nun (BDDK) 9 Haziran kararlarıyla 50- 100 bin TL ve üzerindeki bireysel ihtiyaç kredilerine geri ödemede vade sınırlaması getirilerek 12-24 aya indiriliyor. Kredi kartı asgari ödeme oranları artırılıyor. Enflasyon karşısında alım güçleri düşen, gelirleri buharlaşan milyonlarca kişi hayatını kredi kartlarıyla idame ettirebiliyor. Bu gerçek bilindiği halde kredi kartlarına ve bireysel ihtiyaç kredilerine getirilen sınırlamalar, milyonlarca kişinin darboğaza girmesine, kart ve kredi taksitlerini ödeyemeyip kanuni takibe düşmesine neden olacaktır. İktidarın faizleri düşürme ısrarıyla aldığı bu kararlar aksine tüm kredi faizlerinin, kredi kartı faizlerinin daha da artmasına neden olacaktır.
Enflasyon ve kur artışlarıyla mücadele için Merkez Bankası (MB) faizini artırmak yerine, sırf adına faiz dememek için dolaylı yollarla tüketimi, harcamaları, yatırımları kısmaya yönelen akıl ve ekonomi bilimi dışındaki bu çözümler, ülke ekonomisini daha ağır krizlere, ekonomide küçülmeye, talep gerilemesiyle üretim ve yatırımlarda düşüşe, büyümenin durmasına, işsizlik artışına zemin hazırlayacaktır. 9 Haziran kararları sonrasında iç ve dış piyasalarda ortaya çıkan olumsuz gelişmeler, kurların yeniden hızla yükselmesi, ülke iflas riski (CDS) puanının 740’tan 830’a ulaşması ekonomi yönetiminin liyakatsizliğini ve iktidarın çaresizliğini apaçık sergilemektedir.
Bugüne kadar ‘dış güçlerin’ Türkiye ekonomisine diz çöktürmeye çalıştığını, faiz lobilerinin oyununu bozduklarını öne süren CB Erdoğan, BDDK’nın bu adımıyla sıcak para sahiplerine TL üzerinden spekülasyon ve sınırsız kazanç kapısını sonuna kadar açmak zorunda kaldığını itiraf etmektedir. 2018’deki ve sonrasındaki kur krizlerinde yabancı yatırım bankalarına, portföy yatırım kuruluşlarına TL SWAP yasağı getiren, bazı uluslararası bankalara işlem yasağı ve ceza uygulayan BDDK ve ekonomi yönetimi, bir avuç dolar bulabilmek için Londra piyasalarının tüm koşullarını kabul etmeye mecbur kalmış haldedir. Sermaye Piyasası Kurulu’nun (SPK) halka arzlarda aldığı komisyonlarda yabancı yatırımcılara yüzde 90 indirim yapacağını ilan etmesi, bu çaresizliğin bir başka işaretidir. Daha önce yaşandığı halde iktidarın inkâr ettiği ‘yerlimilli’ iddiasının içi boş bir safsata olduğu 9 Haziran Kararları ile teyit ve tescil edilmiştir.
Yakında bu kararların zengini daha zengin ettiği, ülkeyi ve geniş halk kesimlerini yoksullaştırdığı, KOBİ’leri, esnafı, çiftçiyi, sanayiciyi ve yatırımcıyı iyice çökerttiği, gelir dağılımı adaletsizliğini tamamıyla pekiştirdiği, işsizliği zirveye çıkarttığı, iktidarın bilinçli ve planlı bir şekilde Türkiye’yi felakete ve iflasa sürüklediği görülecektir!
6 - Cumhurbaşkanı kararıyla Toprak Mahsulleri Ofisi’ne (TMO) ihalesiz olarak tarımsal ürün ithal yetkisi verilmesi, iktidarın ülke tarımını ve tarımsal üretimini hangi noktaya getirdiğini göstermektedir. TMO’nun yabancı devlet kuruluşlarından yapacağı doğrudan alımlar, Rusya ile bu yönde bir anlaşma yapıldığını düşündürmektedir!
TMO’nun son dönemde peş peşe çıktığı buğday, arpa, mısır gibi hububat ürünleri ve diğer tarımsal ürün ithalatlarında belirlenen ürün miktarında teklif gelmemesi, alım miktarlarının düşürülmek zorunda kalınması, teklif edilen fiyatların dolar bazında olağanüstü tutarlara ulaşması, iktidarı olası bir gıda krizi paniğine sevk etmiş görünüyor. TMO’nun tarımsal ürün alımlarına ilişkin yönetmeliğe eklenen maddeye göre, TMO’ya ithalat görevi verilmesi üzerine, satıcı devlet kuruluşu ile imzalanacak protokol, bakan ve TMO yönetim kurulunca onaylanacak. Yapılan bir başka değişiklikle TMO’nun doğrudan ya da ihale yoluyla yaptığı ithalatlarda teminat olarak kullanılabilecek para birimlerine TL dışında ‘döviz teminatı’ imkânı da eklendi.
İktidarın yeni ekonomik modelin hedefleri arasında öne sürdüğü ‘liralaşma’ politikası ve TL’yi değerlendirme iddiasının sözden ibaret olduğu, yönetmelikte bugüne kadar yer almayan döviz cinsinden teminatın kabul edilmesiyle açığa çıkıyor.
İlk etapta Rusya ve Ukrayna’nın tarımsal ürün, hububat şirketlerinin devlet şirketi statüsünde olması, bu iki ülkeyle TMO’nun doğrudan alım ve ithalat protokolleri yapması ihtimalini güçlendiriyor. Aynı şekilde diğer büyük buğday üreticisi ülkelerden Hindistan da buğday ve diğer hububat-tarımsal ürün ihracatını devlet şirketi üzerinden yapıyor. Hindistan, buğday ihracatına yasaklama-kısıtlama getirdi. Rusya da savaş koşullarında hasım ülkeler listesi oluşturarak bu ülkelere buğday ve diğer tarım ürünlerinin, madencilik ve metalürji mallarının satışını durdurdu. Kanımca Türkiye bu listede yer almadığı için Rusya’dan TMO tarafından doğrudan ithalat yapabilecek.
TL dışında döviz cinsinden teminatın da yapılan değişiklikte yer alması, olası bir ithalat protokolünde Rusya’nın RUBLE teminatı koşulunu öne sürmesine olanak sağlayacaktır. Türkiye-Rusya görüşmeleri ve Karadeniz’de güvenli hububat ihraç koridoru oluşturulması müzakerelerinde de TMO’nun Rusya devlet şirketlerinden doğrudan buğday ve tarım ürünleri ithal etmesinin gündeme geldiğini, CB kararının ve yapılan yönetmelik değişikliğinin buna olanak sağlamak için yürürlüğe konulduğunu öngörmekteyim.
TMO’nun ihalesiz alım yapma yetkisiyle donatılması, yabancı devlet kuruluşuyla doğrudan alım protokolü yapmasına zemin hazırlanması, kapalı kapılar ardında şeffaf olmayan, ihalesiz ve rekabetsiz alımlar yapılacağını akla getiriyor!
7- Mayıs ayında daha da kötüleşen ekonomik tablo, TBMM kapanmadan ek bütçenin gündeme gelme ihtimalini artırdı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Cumhur İttifakı’nın Cumhurbaşkanı Adayı olduğunu ilan etmesi, hazırlanacak ek bütçenin kamu kaynaklarının erken seçim amaçlı kullanılacağını gösteriyor!
Mayıs ayı ortasında açıklanan Nisan 2022 ve Ocak-Nisan dönemi bütçe gerçekleşme rakamlarının iktidarı ek bütçe çıkartmak zorunda bırakacağını öngörmüştüm. Doğal afet, salgın, savaş vb. hallerde kamu harcamalarının olağanüstü artışıyla gündeme gelen ek bütçe ihtiyacı, aksine iktidarın yanlış ekonomi ve maliye politikaları, öngörüsüzlüğü ve kamu kaynaklarının ciddi bir israf anlayışıyla şeffaf olmayan şekilde hızla tüketilmesiyle kendisini dayattı. Ek bütçe hazırlıklarıyla ilgili haberler iktidar tarafından yalanlanmadı. Bütçedeki başlangıç ödeneklerinin dört ayda büyük ölçüde tüketilmiş olması, kurdaki yükselişlerin KKM’den bütçeye gelen milyarlarca liralık yükün daha da artacağını göstermesi, faiz ödemelerinin olağanüstü boyutlara ilerlemesi bütçeyi iflas noktasına getirdi. 15 Haziran’da mayıs ayı bütçe gerçekleşmeleri açıklandığında durumun daha da vahim bir hal aldığı görülecek. Mart ve nisan aylarındaki bütçe açığı toplamının 120 milyarı bulması nedeniyle ek bütçe çıkarılmadığı takdirde yılsonunda 2022 bütçe açığı hedefi 500-600 milyara ulaşacak.
TBMM’nin 1 Ekim’e kadar tatile girecek olması ve bütçe ödeneklerinin mevcut haliyle ekime kadar yetersiz kalması ihtimali, ek bütçeyi ön plana çıkartmaktadır. Ekonominin mevcut hali iktidarın normal seçim zamanına kadar ayakta durmasına ve özellikle yapılan yüklü zamlarla daha da ağırlaşacak kış koşullarını atlatabilmesine olanak vermeyecektir. 2022 bütçe ödeneklerinin 1 trilyon 751 milyar lira olduğunu ve nisan sonu rakamlarıyla bunun yüzde 45’ini oluşturan 786 milyarının dört ayda harcandığını daha önce ifade ettim. Geçen yılın aynı döneminde bu oran üçte bir düzeyinde ve yüzde 31 idi. Ödeneklerin harcanma hızı geçen yıla kıyasla yüzde 82 artmış. Personel ödeneklerinin yüzde 42’si 4 ayda kullanılmış. SGK devlet primi giderlerinin yüzde 40’ı, cari transferler kalemindeki ödeneklerin yüzde 50’si, 240 milyarlık faiz ödeneklerinin yüzde 43’ü dört ayda tüketilmiş. Bütçe hesabı yapılırken ortada olmayan KKM için bütçede herhangi bir ödenek yok ancak şu ana kadar 30 milyarı aşan kur farkı ödendi. KKM’den vazgeçilmezse hızlanan kur artışlarıyla yılsonuna kadar bu tutarın 250 milyarı aşması söz konusu. Temmuz ayı maaş ve emekli zamları için bütçede yeterli ödenek yok. Tarımsal destekleme ve ürün taban fiyatlarının ödenebilmesi, üreticinin yeni sezon ürünü ekmesini sağlayacak ödenek de bütçede yok.
Kaçınılmaz şekilde kendisini dayatan ek bütçe zorunluluğuna iktidarın gizli kapaklı erken-baskın seçim planlarının, dağıtacağı seçim vaatlerinin finansmanını da eklediğimizde yakında bu yönde bir tasarının TBMM’ye gelmesi ya da TBMM’nin ek bütçe mesaisi için Temmuz’da da çalıştırılması şaşırtıcı olmayacaktır!
8 - İktidarın dövizi bozdurma, yastık altı varlıkları TL’ye çevirme çağrıları kimse tarafından ciddiye alınmıyor. Dövizleşmenin yüzde 70’i aştığı bir ekonomik tabloda, TÜİK’in resmi verileriyle mayıs ayında enflasyon karşısında en yüksek kazancı ABD dolarına yatırım yapanlar elde etti!
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu’nun (BDDK) 937 milyar TL’ye ulaştığını açıkladığı Kur Korumalı Mevduat (KKM) hesaplarındaki tutar, bankalardaki toplam mevduatın yüzde 15’ini aştı. Mevduatlardaki dolarizasyon-dövizleşme oranı dövize endeksli KKM’ler ile yüzde 72’ye ulaştı.
✓ Son bir haftada yeniden dövize yöneliş ile bankalardaki döviz mevduatları tutarı yaklaşık 300 milyon dolar daha arttı.
✓ Resmi tüketici enflasyonu (TÜFE) karşısında aylık en yüksek reel getiriyi yüzde 3,86 kazançla ABD dolarına yatırım yapanlar elde etti.
TÜFE karşısında Euro yatırımcıları yüzde 1,61 oranında reel kazanç sağlarken, külçe altın yüzde 0,62, TL mevduat faizi yüzde 1,80, borsa BIST 100 endeksi yüzde 2,79 ve DİBS yüzde 3,10 oranında yatırımcısına kaybettirdi.
Mayıs ayı itibarıyla yıllık olarak değerlendirildiğinde ise TÜFE karşısında dolar yatırımcısı yüzde 8,31 kazançlı çıktı. Dolar dışındaki diğer yatırım araçlarına bakıldığında borsa yüzde 2,17, Euro yüzde 5,60, mevduat faizi yüzde 32,86 ve DİBS faizi yüzde 37,08 oranında yatırımcısına kaybettirdi.
✓ Resmi TÜFE enflasyonunun ekonominin gerçeklerini yansıtmadığı artık iktidar dışında herkes tarafından, tüm kesimlerde kabul görüyor.
Türk lirasını değerli kılmak, TL yatırım araçlarının cazibesini artırmak iddiasındaki iktidarın para-döviz-faiz politikalarının sonucunda en fazla kaybeden liraya güvenen, iktidarın söylemlerine kananlar olduğu görülüyor.
Üstte yer verdiğim gibi, devlet kuruluşu TMO’nun yönetmeliğini bile Cumhurbaşkanı kararıyla değiştirip döviz cinsinden teminatın kabul edilmesini yürürlüğe koymak, iktidarın kendi politikalarına kendisinin de inanmadığını, güvenmediğini ve halka yalan söylediğini gösteriyor.
✓ Parasını TL’de tutanların mevduat faizi kaybı yüzde 32,86 olurken, hazine kâğıtlarına TL yatırım yapıp parasının değerini enflasyona karşı korumak isteyenlerin kaybı ise yüzde 37,08’i buluyor.
Bu durumda hâlâ tasarruf sahiplerinin varlıklarını eritip buharlaştıran bu politikalara ve iktidarın altı boş söylemlerine kanarak döviz varlıklarını, altınlarını bozdurmalarını beklemek ve bu politikaların başarılı olacağını savunmak iktidarın aymazlığını sergilemektedir!
9- Ekonomik İş Birliği ve Kalkınma Örgütü (OECD), 2022 yılı Ekonomik Görünüm Raporu’nda Türkiye için beklentilerini ve tahminlerini kötüleşme yönünde yeniledi. Enflasyon tahminini yılsonu için yüzde 72’ye yükseltti.
OECD, ilk çeyrekteki yüzde 7,3 büyümeye karşılık bu yılki büyümenin yüzde 3,7 düzeyinde olacağını, 2023’te yüzde 3’e gerileyeceğini öngörüyor. OECD, Türkiye için daha önce yapılan tahminlerin büyük bölümünü ekonominin daha da kötüleşeceği yönünde yeniledi. Türkiye’deki çok yüksek enflasyon ve azalan tüketici güveninin, tüketici harcamalarını zayıflatacağını, alım gücünün gerilemesiyle talebin sınırlanacağını öngören OECD; “yatırımlar, jeopolitik faktörler ve finansal koşullardaki belirsizlik nedeniyle gerileyecek” görüşüne raporunda yer verdi.
Yüksek emtia ve gıda fiyatlarının yanı sıra iktidarın uyguladığı para politikasının tüketici enflasyonunu 2022'de ortalama yüzde 70'in üzerinde tutacağını vurgulayan OECD, üye ülkeler içinde enflasyon konusundaki en sert revizyonu Türkiye için yaptı.
✓ Yılsonu TÜFE beklentisini aralık raporundaki yüzde 23,9 seviyesinden 48 puan artışla yüzde 72’ye yükseltti.
✓ 2023 yılı enflasyon tahmini yüzde 21,7'den 17 puan artışla yüzde 38,9'a çıkarttı.
Enflasyonun kalıcılığı ve sürekliliğinde en temel göstergelerden birisi olan çekirdek enflasyonda da radikal değişikliğe gitti. Buna göre 2022 yılı için gıda ve enerji hariç çekirdek enflasyon beklentisini yüzde 21,6'dan yüzde 58,9'a, 2023 yılı içinse yüzde 21,4'ten yüzde 38’e yükseltti. OECD, 2022 yılı için yüzde 11,8 olarak öngördüğü işsizlik beklentisini 2023 yılı için de aynı düzeyde tuttu.
OECD, Türkiye’ye Merkez Bankası’nın bağımsızlığının güçlendirilmesi ve para politikasının sıkılaştırılması tavsiyesinde bulundu. Raporunda ekonomik toparlanmanın orta vadede sağlanabileceği görüşüne yer verdi.
Dünya Bankası, IMF gibi küresel organizasyonlar, S&P gibi küresel kredi derecelendirme kuruluşları, Türkiye ekonomisiyle ilgili beklenti ve tahminlerini ağırlıkla negatif yönde yenileyerek güncelliyorlar.
✓ Politikalarda akılcı ve yapısal değişikliklere gidilmediği takdirde, enflasyon, cari açık, büyüme, MB politikaları, kamu maliyesi disiplini, tüketici ve ekonomik güven vb. göstergelerde kötüleşmenin artacağı uyarısında bulunuyorlar.
Tüm raporlarda ve değerlendirmelerde yer alan ortak tespitlerin başında; Türkiye’nin hızla hukuk devleti ve demokrasiden uzaklaştığı, her alanda kurumsal zayıflıkların, baskı ve belirsizliklerin arttığı, bunun da sermaye kaçışına, yatırım ikliminin kötüleşmesine yol açtığı görüşleri geliyor.
10 - Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un Ankara ziyaretinde yapılan görüşmelerde önemli bir gelişme kaydedilemedi. Ukrayna ve tahıl koridoru konusunda bir anlaşmaya varılamadı. Rusya; Suriye operasyonu için İdlib’i gündeme getirerek ‘yeşil ışık’ yakmadı, Astana Mutabakatını ve gelecek ay yapılacak üçlü toplantıyı adres gösterdi!
Lavrov’un Ankara ziyaretinden hemen sonra Suriye Devlet Başkanı Esad’ın Rus devlet televizyonuna çıkması ve burada Türkiye’nin olası harekâtına karşı askeri güçlerinin bulunduğu bölgelerde karşılık vereceklerini, gerekirse TSK ile karşı karşıya geleceklerini, diğer bölgelerde ise halk direnişleri örgütleyeceklerini ifade etmesi, Rusya’nın bilgisi ve telkiniyle verilen mesajları içeren planlı bir hamle olarak görülmelidir. Ortak basın toplantısında Lavrov'un gerçekte ortada bir gıda krizi olmadığını savunarak batılı ülkelerin kara propaganda yaptıklarını dile getirmesi, Ukrayna’nın dünya buğday ve hububat pazarındaki payının yüzde 1 olduğunu vurgulaması ve ‘Ukrayna hazırsa biz de hazırız. Ukrayna mayınları temizlesin, kargo gemilerinin güvenli çıkışını ve uluslararası sulara ulaşımını sağlarız’ demesi bu açıdan önemli bir mesaj. Türkiye mayınları temizlemeye talip olduğunu açıklamasına rağmen Ukrayna’nın ‘mayınlar temizlenirse Rusya donanması Odessa ve diğer liman şehirlerine çıkartma yaparak işgal edecek, mayınları temizlemeyeceğiz’ tezini gündeme getirmesi, uzlaşının zor olacağını gösteriyor.
Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun Ukrayna limanlarının güvenliği ve hububat ihracının sağlanması yanında Rusya’ya uygulanan yaptırımların kaldırılması talebinin meşru olduğunu belirterek verdiği destek dikkat çekici. ABD-AB ve NATO Rusya’nın buğday, ayçiçek yağı, hububat ve gıda ürünleri ihracını yaptırım kapsamına almadı. Ancak bu ürünlerin ihracını yapacak Rus kargo gemilerinin uluslararası taşımacılık sigortasının yapılması, bu gemilerin ABD ve Avrupa diğer ülke limanlarına yanaşmasına yasak ve yaptırım getirildi. Dolayısıyla bu koşullarda Rus buğdayının, hububat ve gıda ürünleri ihracının yaptırım kapsamında olmaması anlamsız hale geliyor.
CB Erdoğan Kuzey Suriye'de yer alan PKK'nın Suriye kolu SDG ve YPG'nin son dönemde saldırılarını artırdığını, sınır ve ulusal güvenlik çıkarları için BM Şartı'nın 51. Maddesi uyarınca Tel Rıfat ve Münbiç'e askeri operasyon düzenleneceğini açıklamıştı. MGK’dan da bu yönde tavsiye kararı çıktı. Milli Savunma ve İçişleri Bakanları geçen hafta harekâtın her an başlamasına yönelik hazırlıkların tamamlandığını ifade ettiler.
Lavrov’un ‘Ukrayna savaşı sonrasında Türkiye-Rusya ilişkilerinin daha da özel hale geldiğini’ dile getirmesini; Türkiye’nin NATO’da izlediği politikalar, Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin tam olarak uygulanması, Türkiye’nin Rusya yaptırımlarına katılmaması, hava sahasını Rusya’ya açık tutması vb. adımlardan duyulan memnuniyetin ifadesi olarak görüyorum.
11 - Avrupa Parlamentosu (AP), 2021 Türkiye Raporunu 622 parlamenterden 448’inin oyuyla kabul etti. Oldukça ağır eleştirilerin yer aldığı rapora Dışişleri Bakanlığı sert tepki gösterdi. İktidarın ısrarla bir yandan AB üyeliğini stratejik hedef olarak nitelendirip diğer yanda bu yönde hiçbir demokratikleşme adımı atmaması en baştan belli olan bu sonucu getirdi.
Geçen hafta AP, AB, Avrupa Konseyi ve Yunanistan ile peş peşe yaşanan gerilim süreçleri Türkiye’nin Avrupa ilişkilerinde mesafenin giderek açılmasına, AB üyeliği ve demokrasi hedefinden uzaklaşılarak tecridin artmasına zemin hazırlıyor.
Raporda; demokratik ve hukuki reformlar konusunda Türkiye yönetiminde siyasi iradenin olmadığı öne sürülürken, mevcut ekonomik durumun ve sosyal dengesizliğin hızla kötüleşerek kaygı verici hale geldiği belirtiliyor. Merkez Bankası, Türkiye istatistik Kurumu gibi bağımsız olması gereken kurumlara cumhurbaşkanlığınca doğrudan siyasi müdahalelerin yapıldığı, oysa bu kurumların bağımsızlığının AB üyeliği için vazgeçilmez kriterler arasında yer aldığı vurgulanıyor. Türk hükümetinin AİHM kararlarını uygulamayarak yargı bağımsızlığı ve hukuk devleti ilkelerine karşı meydan okuduğu, bu tavrıyla ‘AB üyelik sürecinin yeniden başlaması ihtimalini kasten imha ettiği’ öne sürülüyor. AB ile Türkiye’nin, ‘üst düzey diyalog ve modernleştirilmiş bir anlaşma’ çerçevesinde; demokrasi, hukuk devleti, temel hak ve özgürlüklere saygı koşullu, yeni, dengeli ve mütekabiliyet ilkesine dayalı ortaklık arayışına girmeleri öneriliyor. Ukrayna’ya desteği için Türkiye’ye teşekkür edilirken diğer yandan Rusya’ya, Rus yöneticilerle oligarklara yönelik yaptırımlara katılmama kararının gözden geçirilip bundan vazgeçilmesi, Rus sermayesine, oligarkların servetlerine ‘güvenli sığınak’ olunmaması isteniyor. Yunanistan ve Güney Kıbrıs ile ‘tam dayanışma’ mesajı verilen raporda Ege’de, Doğu Akdeniz’deki gerginliklerden Türkiye sorumlu tutuluyor. Kıbrıs’ta ‘iki devletli çözüm’ önerisinden vazgeçilmesi ve Ermeni soykırımının tanınması çağrısı yapılıyor. Ege’de, Doğu Akdeniz’deki gerginliklerden Türkiye sorumlu tutuluyor. Kıbrıs’ta ‘iki devletli çözüm’ önerisinden vazgeçilmesi ve Ermeni soykırımının tanınması çağrısı yapılıyor. Milyonlarca sığınmacıya ev sahipliği yapan Türkiye övülüyor, iş birliğinin sürmesi gerektiği savunuluyor. Türkiye’nin sığınmacıları siyasi malzeme olarak kullanmaması isteniyor.
AP’nin Yunanistan, Kıbrıs, Doğu Akdeniz yaklaşımları ve Türkiye’yi AB’ye ‘aday ülke’ yerine ‘önemli ortak’ olarak tanımlaması kabul edilemez. Diğer yandan demokrasi, hukuk devleti, temel hak ve özgürlükler, yargı bağımsızlığı, yargı kararlarının uygulanması, kilit önemdeki ekonomik kurumların bağımsızlığına yönelik siyasi müdahalelerle ilgili eleştiriler bizim de sıkça vurguladığımız eleştiri ve uyarılar. Önüne geleni teröristlikle suçlamayı ve cezalandırmayı sıradanlaştıran bu yönetim zihniyetinin demokrasiyle, demokratik yönetimle hiçbir ilgisinin olmadığını dünya görüyor!