129 yıl sonra ne değişti? 1894 depremi ve Abdülhamid’in "tanıdık" tedbirleri
6 Şubat'ta 11 ili yıkan depremin ikinci ayına gelirken 129 yıl önce yaşanan 1894 depreminde de padişahın aldığı tedbirlerle bugünün tedbirleri arasında hiçbir fark olmayışı en başından beri sorulan sorunun yanıtını veriyor bize. Geçmişten ders aldık mı? Hayır.
6 Şubat günü yer yerinden oynadığından, memleket başımıza yıkıldığından beri hep bir ağızdan sorulan ortak soru yankılanıp durdu. Geçmişten ders aldık mı?
Bu soruyu soranlar çoğunlukla yakın tarihe odaklanıyor. 1999 Gölcük Depremi binlerce canı bizden koparan son büyük depremdi. Hiç kuşkusuz herkesin buraya odaklanması doğaldır.
Ancak bu soruyu duyduğumdan beri aklım hep daha eskilere doğru gidiyor. Kuzey Anadolu Fay hattı üzerinde bulunan İstanbul birçok kez yıkıldı ve yeniden kuruldu.
Tabii ki hepimizin son dönemde en çok dikkatini yeniden çeken 1894 depremi oldu. Sema Küçükalioğlu Özkılıç, 1894 depreminin İstanbul etkileri üzerine Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’ndan epeyi kapsamlı bir kitap çıkarttı. Yeni değil elbette. 2015 yılında çıkan bu kitaba birçoğumuz gibi ben de yeni dikkat kesilebildim.
ŞEHİR DEFALARCA YIKILDI
Bizans ve Osmanlı döneminde İstanbul’un geçirdiği depremlere de dikkat çekilen kitapta, Bizans’ın başkenti olduğu sırada İstanbul’un ilk depremini 342 yılında yaşadığını öğreniyoruz. Ancak ilk yıkıcı depremini İzmit merkezli olmak üzere 358 yılında yaşıyor kadim kent.
Daha sonraları 365, 437, 477, 554, 740, 869, 1200-1204, 1231, 1237, 1265, 1280, 1289, 1303, 1315, 1332, 1343-1344, 1354, 1391, 1402, 1419, 1437, 1452-1453’te yıkıcı depremlerle sarsılıyor. Kentte surlar, Ayasofya gibi birçok yapının yıkılmasına neden olan depremler can kayıplarına neden oluyor.
OSMANLI DÖNEMİNDE DEPREM
Osmanlı döneminde de sayısız deprem yaşıyor imparatorluklar kenti.
Kitapta, 1453 yılında Osmanlı’nın İstanbul’u Bizans’ın elinden aldıktan sonra ilk depremi 1489 yılında yaşandığı kaydedilirken en yıkıcı depremin 1509 yılında meydana geldiği ifade ediliyor. Bu depremle kenti çevreleyen kara surlar depremden ciddi hasar görürken Galata Kulesi, Valens Su Kemeri, Arkadios Sütunu, Kız Kulesi, At Meydanı’ndaki sütunlar ya yıkılıyor ya da hasar görüyor. Ayasofya’nın bu depremde fetihten sonra eklenen minaresi yıkılırken ikonaların kapatıldığı sıvalar dökülüyor. Ancak fetihten önce Havariyun Kilisesi olarak bilinen Fatih Camii yeni inşa edilen yapı olmasına rağmen hasar görüyor. Kitabın dayandırdığı kaynaklara göre bu depremde 109 mescit ve camii hasar gördü.
Burgazada’daki Ayios Prodromos, Heybeliada’da bir kilise, Anadolu Hisarı, Rumeli Hisarı, Yoros Kalesi de depremde ciddi hasar aldı.
Dönemin padişahı II. Bayezid depremden sonra imar faaliyetlerini hemen başlattı. Kentin yeniden inşası ve onarım sırasındaki masraflar için yeni vergiler koydu.
1556, 1659, 1690 ve 1719 tarihinde depremlerde İstanbul’u etkileyen depremler arasında yer aldı. 1719 depremi Ayasofya, Topkapı Sarayı kayıkhanesi, Fatih Camii, Bali Paşa Camii, Mihrimah Sultan Camii, Sultan Bayezid Camii’nde hasara neden oldu.
1754 yılındaki deprem de yine aynı ölçüde kentte etkili oldu. Her depremde olduğu gibi Ayasofya, Sultan Bayezid Camii, Fatih Camii hasar gördü. Şekerci Hanı, Vezir Hanı ve Galata Kulesi de depremden hasar aldı.
1766 DEPREMİ VE İAŞE-BARINMA SORUNU
Kitapta yer verilene göre İstanbul’u etkileyen şiddetli depremlerden bir tanesi de 1766 yılında yaşandı. Bu depremde Fatih Camisi’nin kubbesi çöktü. Külliyeye bağlı medrese ve bimarhane, imarethane, ayrıca Sultanahmet, Mihrimah Sultan, Eyüp Sultan, Bayezid, Atik Ali Paşa camilerinin minareleri yıkıldı. Kariye Camii de bu depremde hasar gördü. Ayasofya, Süleymaniye ve Nuruosmaniye camileri hafif hasarla kurtuldu.
Topkapı Sarayı’nda da bu depremde hasar oluştu. Darphane, mutfak ağır hasar alırken saray burçları yıkıldı. Sarayın Harem kısmının da hasar gördüğü düşünülüyor. Padişah III. Mustafa’nın bir süre çadırda kaldığı ve daha sonra Edirne Sarayı’na taşındığı biliniyor.
1766 depreminde çok sayıda sivil mimari de hasar gördü. Kitabın da işaret ettiği üzere bu depremin yarattığı en büyük sorunlar arasında iaşe ve barınma geliyor. Depremin su yollarını tahrip etmesi nedeniyle sular kesildi. Gıda depolarının, değirmenlerin, fırınların hasar görmesi gıda sıkıntısı yarattı. Bazı yerlerde yolların kapanması da iaşeyi zora soktu. Köprüler ve surların yıkılması ulaşımın aksamasına neden oldu.
1776, 1790, 1802 ve 1855 depremleri hafif ve orta şiddette depremler olarak kayda geçti. İstanbul hafif hasarlı olarak bu depremlerden kurtuldu.
1894 DEPREMİ
1894 tarihli Marmara Depremi İstanbul’un yaşadığı en büyük depremlerden biri oldu. Atina Rasathanesi Müdürü Eginistis’in raporuna göre, ilik sarsıntı 4-5, ikinci sarsıntı 8-9, üçüncü sarsıntı da 5 saniye kadar sürmüştü. Yani kent 17 saniye içerisinde toz duman olmuştu. Depremin etkisiyle denizde dev dalgalar oluşmuş, bu ciddi hasara yol açmıştı.
Taksim, Tepebaşı gibi belediye bahçeleri, Taksim Kışla Meydanı ve Taksim, Şişli mezarlıklarına çadırlar kuruldu. Dönemin padişahı II. Abdülhamid Yıldız Sarayı’nın da bahçesine çadırlar kurdurttu.
1894 depreminin artçıları çok uzun sürer. Ancak en şiddetli artçı 18 Temmuz günü yaşanır. İstanbul, depremin yanı sıra Kolera ile de boğuşmaktadır.
1894 depreminin yayılım alanı oldukça geniştir. Eginitis’in beş bölgeye ayırdığı bu alanın batı sınırında Bükreş ve Yanya doğu sınırında Konya vardır.
GAZETELERE SANSÜR
Sema Küçükalioğlu Özkılıç kitabında çok önemli bir detaya dikkat çeker. Bugünlerde de sık sık karşılaştığımız gibi zannediyorum geçmişten “ders alınarak” 1894 depreminde halkın endişelerini artıracağı gerekçesiyle gazetelere sansür uygulanır. Deprem sonrası ölü-yaralı sayısına ilişkin hazırlanan listelere arşivde ulaşılamaması ve gazetelere gelen sansür nedeniyle Büyük Marmara Depremi’ne ilişkin net can kaybı sayısına ulaşılamıyor.
ABDÜLHAMİD’İN DEPREM TEDBİRLERİ
1894 depremindeki dikkat edilmesi gereken noktalardan biri de dönemin padişahı Abdülhamid’in tedbirleridir. Burada topyekun Abdülhamid’in hakkını yemeyeceğim. Zira tamamıyla kulaklarını bilime kapatmamıştır. Atina Rasathanesi’nden getirilen Eginitis, İstanbul Rasathanesi Müdürü Coumbary ve İtalyan jeologların görüşlerini dinlenilmiş, raporları padişaha sunulmuştu.
Ancak bilim padişaha yeterli gelmez. 12 Temmuz’da yaşanan büyük depremin ardından 18 Temmuz’da yaşanan şiddetli artçı sarsıntı korkular yeniden tetikler. Abdülhamid, hemen Yıldız Sarayı’nda ezan ve Zal (Zelzele) Suresi’nin okutulması emrini verir. Özkılıç kitabında o bölümü şöyle anlatır:
“Tüm Müslümanların daima abdestli gezmelerini, dini vecibelerini yerine getirmelerini, tövbe etmelerini, ve bu afetin tekrarlanmaması için niyazda bulunmalarını ister. Padişah, ayrıca iradenin kamuoyuna duyurulmasını emreder. Padişah emriyle Kur’an okutulması, ve Allah’tan af dilenmesi, depremin üzerinden bir ay gibi bir süre geçmesine rağmen tekrarlanır. …Gayrimüslim kesimde de dini hassasiyet ve Tanrıya sığınma hali had safhadadır. Zira kiliselerde halkı teskin edici vaazlar verilir, deprem felaketinden kurtulmak ve ölenlerin bağışlanması için Tanrı’ya dualar edilerek, bağışlar toplanır.”
Bu satırları okuduktan sonra yeniden aynı soruyu soruyorum. Geçmişten ders aldık mı? Geçmişten bilimden önce dini önceleyen tavrımızın bugün de sürdüğü gerçeği karşılaşınca yanıtı çabucak bulabiliyorsunuz.
Kaynak
Fotoğraf: İstanbul Tarihi
Kitap: 1894 Depremi ve İstanbul - Sema Küçükalioğlu Özkılıç /İş Bankası Kültür Yayınları