Bir televizyon dizisi sadece televizyon dizisi midir?
“Kapitalist İdeolojinin Medyadaki Altın Çağı” kitabının yazarı Çağdaş Gökbel, kitle iletişim araçları ile kitlelerin nasıl yönlendirildiğini anlatıyor.
İletişimbilimci ve Sol.org yazarı Çağdaş Gökbel, Doruk Yayınları tarafından basılan kitabı “Kapitalist İdeolojinin Medyadaki Altın Çağı”nda , Westworld (Batı Dünyası) dizisi üzerinden kapitalist ideolojin kitleler üzerinde nasıl tahakküm kurduğunu anlatıyor.
Çağdaş Gökbel, kitabı üzerine Atakan Sönmez’in sorularını yanıtladı.
Kapitalist İdeolojinin Medyadaki Altın Çağı adlı kitabınızda ‘ideoloji’ kavramının kelime kökenine dek iniyorsunuz. Sizce kavramın Türkçe karşılığı yeterli değil mi?
Bence çalışmanın en hassas bölümlerinden biri kavramın Türkçe karşılığına ilişkin tartışma. Evet, ideoloji kelimesi bize yeterince bilgi vermiyor. Bu ayrıca benim kişisel olarak bu konuyu tartışmamla alakalı bir mesele de değil. Değerli bilim insanı Özer Ozankaya’nın tartışmaya açtığı bir konu. Okurlar kitabın içeriğinde tartışmaların tamamını kapsamlı bir biçimde inceleyebilecek.
“TÜRKÇE KONUŞAN VE YAZAN İNSANLAR BİRBİRLERİNİ ANLAMIYOR”
Türkiye’deki her kurumda olduğu gibi TDK’da ciddi bir çöküş yaşadı. Ülkedeki siyasi gerileme hayatın her alanına sirayet etti. Daha acısı, bence artık Türkçe konuşan ve yazan insanlar birbirlerini anlamıyor. Anadilimiz artık iletişimin en alt düzeyinde dahi derin krizler yaşıyor. Birbirini anlamayan insanlarla kuşatılmış durumdayız. Böyle bir toplumda ‘ideoloji’ dediğiniz şey rahatlıkla kendi programı doğrultusunda kitleleri yönlendirir. Kelimelerin, anlamlı cümlelerin yerini ‘imajlar’ aldı. Doğal olarak dil yaralandı. Köşe yazısı yazdığım için bu baskıyı her hafta üzerimde hissediyorum. Derinlemesine betimlemeler, ironiler ya da mecazlar anlaşılmanızı zorlaştırıyor. Oysa bunların olmadığı bir metin nasıl daha fazla zenginleştirilebilir? Yazdığımız her kelimenin anlamını açmak gibi bir zorunluluk hissediyoruz. Diğer yazarlarında aynı zorluğu yaşadıklarını hissederek bunu ifade ediyorum. Türkiye’de bir şeyler kökten bir biçimde değişmeden tüm bu sorunların çözüme kavuşacağına inanmıyorum.
Sizce toplum imajlarla iletişim kurduğu için mi filmler ya da diziler düşüncelerimizi yönlendirmekte bu kadar etkili oluyor?
Bu bir yanıyla böyle. Mutluluğumuzu uzun uzun anlatmak yerine tek bir karakterle bir hamlede rahatlıkla anlatabiliriz. Tabii karşı taraf doğal olarak bu mutluluk ya da mutsuzluğun derecesini ölçemiyor. Öte yandan kitle iletişim araçlarına gelecek olursak, bunu dev bir makinenin milyarlarca insanı hipnotize ettiği varsayımına dayanarak ortaya koyamayız. Bu bizi hataya sürükler. Distopyanın alanına girmemize neden olur ve orada bilim olmaz.
“KİTLE İLETİŞİM ARAÇLARINA SINIRSIZ BİR KUDRET ATFETMEK DOĞRU DEĞİL”
Kitle iletişim araçlarının propaganda işlevi gördüğünü unuttuk. Bunu unuttuğumuz için önümüze konulan her şeyi toplumlarımızın gerçeği olarak kabul eder olduk. Tüm dünya aynı ideolojik çarkın içerisinde eziliyor ve acı çekiyor. Kültür endüstrisinin yarattığı kitle toplumu hafızasız bir toplum. Bu yüzden tıpkı dizilerdeki gibi algıladıkları gerçeklikler de anlık. İzledikleri tüm o şeylerin etkisi geçince gerçek hayatla yüzleşiyorlar. Hayat pahalılığı ve işsizlik gibi hatırlamak istemedikleri gerçeklerle çabucak yüzleşiyorlar. Öyleyse buradan şu çıkarımı rahatlıkla yapabiliriz ekonominin çalışan sınıfa azıcık bile olsa pay verdiği dönemlerde bu araçların insanları etkileme gücü daha fazla. Kriz anlarında ise propagandayı ve yalanı dilediğiniz kadar büyütün, eşiği aştığınız an insanlar size: “Hadi canım oradan” diyeceklerdir. Bu yüzden bu araçlara sınırsız bir kudret atfetmekte doğru değil.
Peki, bu söyledikleriniz çalışmanızla çelişmiyor mu? Neticede Westworld (Batı Dünyası) dizisi üzerinden kapitalist ideolojin kitleleri etkilediğini söylüyorsunuz.
Özellikle sosyal bilimlerde çelişkili görünmek bence çok olağan bir durum. Burada önemli olan bu çelişkinin hipotezinize temelden zarar vermiyor olması. Esasında bu kitap akademik bir çalışmaydı; bence böyle olduğu için de ciddi sınırlamalarla karşılaştı. Normal şartlarda bireyi ilerletmesi gereken bir olgunun ben tam tersi bir etki yarattığını düşünüyorum. Kocaman bir dünyayı, Avrupa’nın dar ufkuna sıkıştırıyor olmamızın en acı sonucu. Hiçbir şey söylemeyen herhangi bir iddiası olmayan makale ve tezlerle dolu bir çöplüğün içinde doğruyu bulmak kolay değil. Düşünün bir tez yazıyorsunuz ama ortada esasında savunduğunuz bir tez yok. Türkiye’nin bilim emekçileri ve aydınları bu daracık gömleğin içine sığmaz, sığmayacaktır da. Her sözümüze açıklık getirme ihtiyacından bahsetmiştim burada da küçük bir not düşmek isterim. Kastım Avrupa’nın bilimsel ilerlemesini takip etmemek değil. Akademide yer almak size yöntem bilgisi katar ki bu bilgi çok ama çok değerlidir.
Sorunun ana eksenine dönecek olursak örneklem olarak kullandığım dizi sadece tek bir örnek. Kapitalist ideoloji mesajlarını yinelenen telkinlerle kitlelere ulaştırıyor. Bir insana izlediği her dizide vahşi bir bencillik vaaz ederseniz, diğerkâmlık bekleyemezsiniz. Kısacası toplumun şekillenmesinde kitle iletişim araçları önemli bir etkendir. Ancak tek ve biricik araç elbette değildir. Üretim ilişkilerinin aşındığı dönemlerde bu üst yapının etkisi ve etkinliği göreceli olarak azacaktır ve yine ekonomiye bağlı olarak kriz yaşayacaktır. İçinden geçtiğimiz koronavirüs ve onun ekonomik dalgalanmaları bunun tipik bir örneği. Göz kapaklarımızı biraz aralarsak gerçek tüm varlığıyla karşımızda dikiliyor zaten.
Diğer röportajlarınızda da denk geldim, burada da akademiye biraz dokundurdunuz, Türkiye’de akademinin yüzleştiği zorlukları göz önüne alırsak fazla yüklenmiyor musunuz?
Bu soru esasında bir şeylere açıklık getirebilmem için iyi oldu. Bence Türkiye’de özellikle sosyal bilimler alanına karşı eleştirilerimizi yumuşak bile yaptığımızı söyleyebilirim. Yani her şeyi iktidarın baskısına havale edip bilimsel sorumluluklarımızdan kaçamayız. Ayrıca söyler misiniz bilim dediğiniz şey tarihin hangi döneminde tamamen özgür olabildi? Kısa bir aydınlanma dönemini veya sosyalist devrimleri bir kenara bıraktığınızda hiçbir dönem özgür olamadık. Ayrıca özellikle sosyal bilimlerde özel bir durum söz konusu. Kapitalist ideolojiye hizmet eden liberaller ve onun karşısında olanların karşılıklı mücadele etmesi iyi bir şeydir. Denge liberallerin lehine olduğu için ortam gerçekten daha da çekilmez bir hal alıyor.
“GÖZÜNÜZDE BÜYÜTTÜĞÜNÜZ AVRUPA’NIN SOSYAL BİLİMCİLERİNİN ORTADOĞU’DA YAŞANANLARLA ALAKALI HİÇBİR ŞEY BİLDİĞİ YOK”
İkinci önemli nokta ben esasında dünyadaki bilimsel iklimi eleştiriyorum. Gözünüzde büyüttüğünüz Avrupa’nın sosyal bilimcilerinin Ortadoğu’da yaşananlarla alakalı hiçbir şey bildiği yok. Burada Avrupa’nın kendi ideolojik mekanizmaları işliyor. Tıpkı Antik Yunan ya da Roma İmparatorluğunda olduğu gibi sınırların dışında kalan insanları barbar ve vahşi olarak görüyorlar. Avrupa’nın ırkçılığa dayanan bu ideolojisi onların görüş açısını etkiliyor. Tam bu noktada kendimi kısaca ifade etmek isterim. Avrupa’da gerçekten değerli çalışmalar yürüten ve takip edilmesi gereken insanları kast etmiyorum. Zaten onlar da artık üniversite duvarlarını Orta çağ kale duvarlarına benzetiyor. Bu sınırların içine sıkışarak toplumları anlayamazsınız. Doğaldır, altyapı üstyapıyı bir şekilde etkiliyor ve etkilemeye devam edecek.
Çalışmanızın gerçekten merak uyandırdığını söyleyebilirim. Yenileri gelecek mi?
Bildiğiniz gibi şu an İrlanda’da yaşıyorum. Zamanımın çoğunu bu toplumun tarihini, kültürünü, insanlarını ve yazarlarını inceleyerek geçiyorum. Yenileri Kelt coğrafyasının direngen insanlarının coğrafyasında hazırlamaya gayret göstereceğim.