Sevgi Özel, milletvekillerinin dili kullanmasını değerlendirdi: 'Belki de kimi vekiller, bu nedenle Anayasayı çiğneme rekoru kırıyor'
Özel, anılarını Kırmız Kedi Yayınları'ndan çıkan "Yalan Dünyasının Yalancılar" kitabında kaleme aldı.
GERÇEK GÜNDEM - Sevgi Özel, Türkçe'nin önemli isimlerinden birisi. 1971'de Türk Dil Kurumu'nda çalışmaya başladı. 12 Eylül darbecilerinin yönetimde olduğu 1983'de Türk Dil Kurumu kapatılınca, Dil Derneği'nin kurucuları arasında yer aldı.
Özel, anılarını Kırmız Kedi Yayınları'ndan çıkan "Yalan Dünyasının Yalancılar" kitabında kaleme aldı. Türkçe'nin kullanımına dair tespit ve görüşlerini de aktaran Sevgi Özel, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde görev yapan milletvekillerinin dil konusundaki durumlarına da aktardı.
“BELKİ DE KİMİ VEKİLLER, BU NEDENLE ANAYASAYI ÇİĞNEME REKORU KIRIYOR”
TBMM’de arka arkaya beş altı doğru tümce kuramayan milletvekillerinin olduğunu kaydeden Sevgi Özel, kitabında şu ifadeleri kullandı:
“Çok uzun zamandır Türkiye’de Türkçenin eğitim ve öğretiminin ne denli kötü, dahası acınacak durumda olduğunu TBMM’deki pek çok vekilin kullandığı dilden anlıyoruz; yazık ki iyi bildiği konularda bile arka arkaya beş altı doğru tümce kuramayan var.
Her seçim sonunda milletvekilleri Anayasanın 81. Maddesine göre şöyle ant içer:
‘Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma; hukukun üstünlüğüne, demokratik ve lâik Cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma; toplumun huzur ve refahı, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve Anayasaya sadakattan ayrılmayacağıma; büyük Türk milleti önünde namusum ve şerefim üzerine and içerim.’
Bu ant, içinde 11 kez ‘ve’ bağlacı kullanılan 59 sözcüklü, tek tümcedir. Gerçekte 1982 Anayasasını yazanların dil kullanımındaki yetersizliğini de yansıtır. 1983 seçimlerinden bu yana vekillerimizin (ne yazık ki) çoğu anttaki, ‘egemenlik, laik, inkılap, refah, milli, adalet, sadakat’ gibi 9-10 sözcüğü, tümce içindeki kullanımıyla doğru seslendirememektedir.
Belki de kimi vekiller, bu nedenle Anayasayı çiğneme rekoru kırıyor. Ortak dili öğretemeyen, öğretmen yetiştiremeyen, 59 sözcüklü bir andı bile doğru okutamayan sistemin sözcüleri cumhuriyetle hesaplaşmanın ölçüsünü kaçırmakta, her seçim döneminde iki dilde eğitimi tartışmaya açarmış gibi yaparak ikidilli yurttaşları da kandırmaktadır. Ancak kimi dilcilerle ikidilli politikacıların ikidillilik olgusunu hiç bilmediklerini ya da bireysel ve örgütsel siyasa nedeniyle bilmezden geldiklerini düşünüyorum.”
"VEKİLLERDEN ÇOĞUNUN FİZİKSEL AÇIDAN GENÇ, KULLANILAN DİLİ İRDELEDİĞİMİZDE DE DÜŞÜNSEL AÇIDAN EPEY YAŞLI OLDUĞUNU SAPTAYABİLİYORUZ"
AKP’nin iktidara geldiği 2002’den önce siyasetçilerin yanlış kullandığı sözcüklerin haber olduğu ve eleştirildiğini belirten Sevgi Özel, son 20 yılda yaşanan değişimi aktardı:
“2002’den önce hangi görüşten olursa olsun, bir politikacının yanlış kullandığı sözcük, argo, senlibenli ya da sövgüye varan kullanımı, bozuk anlatımı haber olurdu. Gafları ile ünlenen Tansu Çiller’in kulakları (günlerce zangır zangır) çınlasın. Süleyman Demirel, gündem sıkıntılıysa muhabirlerin bilemeyeceği ya da hiç duymadığı eski bir sözcük kullanır, önce basını sonra toplumu gündemden uzaklaştırır, en çok aranan dilcilerden biri olurdum.
Son 20 yılda TBMM’ye seçilen vekillerden çoğunun fiziksel açıdan genç, kullanılan dili irdelediğimizde de düşünsel açıdan epey yaşlı olduğunu saptayabiliyoruz. Yarım yüzyıllık deneyimimle şöyle söyleyebilirim: Kullandığı dile bakarak bir kişinin cinsiyetini, yaşını, dünya görüşünü, eğitimini, kültürel birikimini, sözvarlığının (kelime hazinesinin) varsıl ya da yoksul oluşunu; tutkularını, korkularını, öfkesini, sevecenliğini ve başka özelliklerini anlayabiliriz. Ayrıca beden diliyle sesi arasındaki uyum ya da uyumsuzluğu izleyerek doğru, doğru olmayan, yalan ya da yanlış yargılar sıraladığını da kestirebiliriz. Örneğin bir ev kadını kendine özgü anlatım biçimi ve sözcüklerle öyle bir turşu anlatır ki ağzınız sulanır. Eğitimi gibi yaşama alanı da kısıtlı olan aynı kadına eğitimle, iç ve dış politikayla ilgili sorsak ya kulağında kalanları anlatır ya da susar. Çünkü iyi niyetlidir, diretmez, biraz kızar belki ama susacağı noktayı bilir; o zaman biz de susarız.
“12 EYLÜLÜN YÖK’ÜYLE PROFESÖR OLANLARIN TÜRKÇENİN CANINA OKUMASININ BEDELİNİ DE ULUSÇA ÖDÜYORUZ”
Çeyrek yüzyıldır beni şaşırtan toplumun gözü önündeki her kesimden bir ya da birden çok diploması, akademik sanı da olan ün, orun sahibi, varsıl kadın ve erkeklerin dil kullanımı açısından benzerliğidir. Bir saat geçmeden kendi sözlerini yadsıyan, yalanlayanların çok oluşu dilciler açısından, sonucu şaşırtmayacak bir inceleme konusudur. Bugün gücü elinde tutanların ya da güçlünün yanında yer alanların kullandığı dile baktığımızda eğitime ve kültürel yaşama ilişkin kararmış resmi görebiliyoruz.
Dahası köy enstitülerinin, yatılı öğretmen, sağlık gibi türlü meslek okullarının niçin kapatıldığını, imam hatip okullarının niçin abartıldığını, üniversitenin niçin yüz ve işlev değiştirdiğini kestirebiliyoruz. 12 Eylülün YÖK’üyle profesör olanların, hele evlere şenlik anayasa poroflarının, insanı dinden edecek kadar gericileşen “ilahiyatçı”ların Türkçenin canına okumasının bedelini de ulusça ödüyoruz.”