Iris Murdoch'un tüm kitapları Ayrıntı Yayınları'ndan çıkıyor
Ayrıntı Yayınları, geçtiğimiz yüzyılın en zeki kadını olarak kabul edilen İngiliz filozof ve yazar Iris Murdoch’un tüm kitaplarını basıyor.
Kara Prens
Yirminci yüzyıl romanının en önemli temsilcilerinden biri olan Iris Murdoch, Kara Prens’te modern bireyin yaşadığı kimi temel sorunları dramatik bir kurguyla sorguluyor. Bir aşk öyküsünün karmaşık örgüsü içinde, sanatın ve aşkın doğasını önyargılardan arınmış, gözüpek bir bakış açısıyla irdeliyor. Yaşam-sanat, aşk-özgürlük ekseninde, değişik karakterlerin yaşadığı karmaşık ruhsal çatışmalar yer yer ironik bir dille, yer yer de entelektüel bir içerikle yansıtılıyor. Romanın kahramanı ve anlatıcısı Bradley Pearson yaşını başını almış bir yazardır. Yalnız yaşamaktadır; ama eski karısı, kayınbiraderi, kendinden daha genç bir yazar olan Arnold Baffin ve onun huzursuz karısı tarafından kuşatılmıştır; birtakım genç kızlarla girdiği yıpratıcı ilişkiler de bir çember gibi sıkmaya başlamıştır kendisini. Bradley her şeyden kaçmaya çabalar. Yazarlık yaşamı içinde gerçeği ve sağduyuyu ararken, aşk yoluyla kurtarıcı bir bunalım yaratmanın da peşindedir. Başarısızlığı ve bu başarısızlığın yol açtığı sorunlar yaşamına trajik bir boyut getirir. Şöyle seslenir romanın bir yerinde okura: Yaşamın sanata benzemediğini gösteren şeylerden biri de aziz dostum, sanattaki karakterlerde tecavüz edilemez bir vakar olması. Oysa yaşamdaki karakterlerin böyle bir özelliği yok. Ama yaşam, acıklı ve sürekli bir biçimde sanatın bu özelliğine de öykünür; tıpkı diğer özelliklerine öykündüğü gibi. Umutsuzluğun büyüleyici bir öyküsüdür Kara Prens. Yazarın platonik aşk kavramını, psikolojiyi ve dolaylı olarak dini sorguladığı yapıtın kurgusu, arka arkaya gelen beklenmedik olaylarla okura sürprizler sunar. Düşündürürken sürükleyen bir yapıttır Kara Prens. Kendisiyle yüzleşmekten korkmayanlar için…
Deniz Deniz
Deniz Deniz’in ana karakteri Charles Arrowby, günün birinde deniz kıyısında bir evde inzivaya çekilmeye karar vermiş, yaşlanmakta olan ünlü bir tiyatrocudur. Prospero Sendromu denen bir dertten mustariptir: Aktör olarak ilgi uyandıran bir karakterdir; yalnızca seyirci açısından değil, meslektaşları açısından da. Artık, diye düşünür Arrowby, güçlerine teslim olmanın; inzivada kâmilce, doğayla uyum içinde yaşamanın, yüzerek ve yürüyerek, basit ama eksantrik yemekler hazırlayarak, hayat ve geçmiş üzerine düşünerek bir günlük/anı/roman yazmanın (yazdıklarının ne olacağına bir türlü karar veremez) sırasıdır. Kalkıştığı işi değerlendirirken utangaçça edebi ve teatraldir: Fakat hayatımın asıl olayları geçmişte kaldı ve “sükûnet içinde hatırlamak” dışında yapacak bir şey yok artık. Egoizmle geçmiş bir hayattan pişmanlık duymak mı? Tam olarak öyle değil ama onun gibi bir şey. Elbette tiyatronun hanımları ve beylerine asla böyle söylemedim; gülmekten ölürlerdi.
Deniz Deniz, bizi başlıca ifritlerimizle yüzleştiren çok güzel, karmaşık ve ironik bir roman: Korku, kıskançlık, kibir, haset, yanlış kişiye duyulan aşkın acısı ve hayhuyu; ister savaş alanında olsun ister evimizin mahremiyeti içinde, şiddet kullanma içgüdüsü. Böyle bir eserde tek bir izleği çekip çıkarmaya olanak yoktur...
Ağ
Iris Murdoch’ın ilk romanı olmasına karşın en başarılı yapıtlarından biri olarak değerlendirilen Ağ, hayatını ucuz romanlar çevirerek kazanan bir yazarın, geçmişiyle ve kendisiyle hesaplaşması üzerinde odaklanıyor; Murdoch, bu yazar özelinde insanın, rastlantıları ve öteki insanları dikkate almadan, hayatını kendi tasarılarına göre ne ölçüde yaşayabileceğini sorguluyor. Yazarımız geçmişinde çok önemli bir yer tutmuş olan dostları ve daha önemlisi aşklarıyla tekrar yüz yüze geldiğinde peş peşe, çok eğlenceli bir sürü bocalama anı yaşar; her şeyi yanlış anlamış, kimseyi doğru dürüst tanımayı becerememiştir. En sonunda kendini, kendi hayal ve düşüncelerinden oluşan bir ağın içine kapattığını anlar. Bu yakıcı bir aydınlanma anıdır, ama yıkıcı olmaz. Diğer insanları kendi tasarımlarına indirgenemez tekillikleri içinde gördüğü, her şeyi bilme ve denetleme tutkusundan vazgeçip sadece sevmeyi, Öteki’ne açılmayı denediği anda Sanat’a da ilk kez gerçekten açılabileceğini kavrar. Meslekten felsefeci olmasına karşın edebiyatın, ahlak meselelerinin ve insan ilişkilerinin olağanüstü karmaşıklığını daha iyi ilettiğini düşünen Murdoch, sanat/hayat, zorunluluk/rastlantısallık, genellik/tikellik, hakikate ulaşmak için benliğin ötesine geçme gibi temaları müthiş sürükleyici bir olay örgüsü içinde ve son derece incelikli bir mizah duygusunu besleyerek işliyor.
“Çok meraklanacak, çok eğlenecek, çok düşüneceksiniz. Bu arada Ağ‘ı Türkçeye kazandıran Nihal Yeğinobalı’yı da övmeden geçmemek gerekiyor. Yeğinobalı’nın çevirisini başarısı, ‘Ağ’ı okurken sanki dilimizde yazılmış bir romanı okuyormuşuz gibi zevk almamızdan açıkça belli oluyor. Uzun sözün kısası, Iris Murdoch’la daha önce tanışmamış olan okura Ağ‘ı tarafımdan şiddetle tavsiye edilir.” Ayfer Tunç / Milliyet Sanat
Kesik Bir Baş
“Özgürlük, insanın yalnızca kendi irade gücünü ortaya koyması, onu gerçekleştirmesi değildir. Özgürlük daha çok bizim başkalarının varlığını tasarlayabilme gücümüz, başkasını başkası olarak kabul edebilme yeteneğimizdir” diyen Murdoch, dünya edebiyatının önde gelen yazarlarından kabul ediliyor.
Romanlarında daha çok polisiye romanlarda görülen gerilimi başarıyla kurgulamasının yanı sıra, felsefi öğeleri de kullanan Murdoch Kesik Bir Baş’ta “evlilik kurumu”nu merkez alarak “ahlak” kavramını sorguluyor. Okuru, hemen her şeyin olabileceği bir beklenti içine sokarak, üç kadın ve üç erkeğin birbirleriyle girdikleri “çok eşli” ilişkiler çerçevesinde sadakat, yalan, ensest, dürüstlük vb kavramları mizahi bir dille tartışıyor. Roman okumanın kimi zaman “keyif ülkesinde gezinmek” anlamına geldiğini kanıtlayan bir metin.
“Felsefe ile hikâyeyi çok özgül bir biçimde buluşturması onun sanatının özelliği ve başarısı. Kesik Bir Baş ise Murdoch’un belki de en tipik romanı.” Nazan Aksoy / Milliyet Sanat
“Murdoch bir detay ve atmosfer yazarıdır. Bütün romanlarında her bir sahne, bir polis romanı gibi düzenlenmiş, konumlanmış ve anlatılmıştır.” Güven Turan / Çerçeve
“Son aylarda yayımlanan çeviri romanlar içinde en ilginçlerinden biri, belki de birincisi Kesik Bir Baş.” Nokta
“Iris Murdoch’un yapıtı, çağdaş ahlaki seçimleri yansıtma açısından, ‘iyinin’ olmaktan çok ‘kötünün’, eşitsizliğin olmaktan çok kulluk ve tapınmanın, düzenin olmaktan çok kaosun, tanrısal adaletin olmaktan çok pagan acımasızlığının romanı.” Pelin Başçı / Birikim
Rüya Sakinleri
Irish Murdoch yine felsefeci yazar kimliğiyle çıkıyor karşımıza. Romanda ele aldığı aşk, rastlantı, gerçeklik gibi temel konular kimi zaman kurmacanın dokusu içinde erimiş olarak, kimi zaman da üstünde yüzen bir çiçek demeti gibi yoğun bir halde sunuluyor. Ölüm döşeğindeki ihtiyar Bruno büyük bir kaygıyla geçmişini ve bugününü düşünürken hayatı yeniden yorumlama noktasına gelir. Sürekli gerçekliği sorgular. Yaşamış olduğu pek çok şeyin bir rüya olduğunu, aslında hayata hiç dokunmamış olduğunu keşfeder. Her şey bir rüyadır ve herkes bir başkasının rüyasında var olmaktadır. Bruno düşüncelerini geliştirirken çevresindeki insanlar da kur yapmaktan aşka kadar çeşitli ilişkiler içine girerler. Bazen beklenmedik bir biçimde bir uçtan bir uca savrulup yer değiştirirler. Yazar, benmerkezci yapıları yüzünden ötekini “ıskalayan” ve bunun için de sık sık yanılan; sözde aşkı ararken başkalarını nesne olarak gören karakterler aracılığıyla insanın iç ve dış dünyasındaki bocalamalarına ve buradaki ahlak anlayışı eksikliğine dikkat çeker.
Sözgelimi bir aşk ilişkisinde insanın işleyebileceği en büyük suçun belki de karşısındakinin daha fazla sevmesine izin vermesi olabileceği söylenirken tartışmaya açılan yarı örtülü soru-cevaplar da var: Yürümeyen ilişkilerdeki sorun “doğru kişi” sorunu mudur, yoksa “tekeşlilik” sorunu mu? İnsanların anlayışlarına göre kılıktan kılığa giren bir tanrı hangi durumlarda yararlı olabilir? Aşk amaç mıdır, yoksa?..
Roman yer yer sinematografik atmosferlerle, yer yer de felsefi diyaloglarla örülmüş. Bazen bir dramın ya da gülmecenin, bazen de bir fikrin peşinden sürükleniyoruz. Her iki durumda da sürükleyici ve canlı bir roman.
Melekler Zamanı
Iris Murdoch romanlarında ahlaki, dini ve etik sorunları işlemesinin yanı sıra, fantastik dünyalar ve karizmatik tipler yaratmada çok usta bir yazar. Melekler Zamanı’nda hem bu ustalığını sergiliyor hem de tanrı ve inanç kavramlarını bir filozof cüretiyle sorguluyor… Gündelik hayatı bir arada tutan şey, herkesin benimsediği bir değerler düzeni ve tanrı kavramında yoğunlaşan metafizik bir anlam arayışıdır. İnsanlar üzerinde durdukları zeminin ayakları altından kaymaması uğruna, o günün geçerli değerlerine ve tek bir tanrıya olan inançlarına sımsıkı sarılırlar. Oysa bir çözülmenin yaşanması çoğu zaman kaçınılmazdır. Melekler Zamanı böylesi bir çözülmenin romanıdır… Baş kişisi Peder Carel varolan ahlak düzenini ve tanrıyı tartışan biridir. Sıradan insanları baştan çıkaran güçlü bir karizmaya sahiptir; Mefisto gibi… Kızı, hizmetçisi ve yeğeni üzerindeki etkisi bir büyüden farksızdır. Dışardakilerin sızma çabalarına başarıyla göğüs gerdikleri, her şeyin sislerin arasına gizlendiği rahip konutunda beraberce yaşarlar. Ta ki “çözülme anı”na kadar… “Tut ki gerçek korkunçtur, kapkara bir uçurumdan ibarettir ya da izbe bir dolabın tozları arasında birbirine sokulan kuşları andırır…” Peder Carel’in bu sözleri metafizik bir boşluğun açıldığı ve gerçeğin ürkütücülüğü karşısında insanların acizliğine işaret eden “an”ı betimler. Oysa genellikle insanlığın bütün çabası böyle bir boşluğun açılmaması, inançların desteklediği kurulu düzenin bozulmaması yönündedir. Melekler Zamanı bu çabanın ne kadar işe yarayacağı ya da yaradığı konusunda bir soru ortaya atıyor. Böyle bir soruya cevap verecek cesareti olanlar için…
İyiliğin Egemenliği
İster klasik ister çağdaş olsun, felsefenin sorunları çoğu zaman karışık bir düzlemde tartışılır ve felsefe, bu tartışmaya her zaman açıktır. Iris Murdoch, insanın talepleri ve istekleri üzerinden, felsefenin temel sorunlarını tartıştığı bu makalelerde, kavramların altını adeta bir maden işçisi gibi kazarak, kendi gerçeğini, “iyi”sini aramaktadır. Bunu yaparken de varoluşçuluktan davranışçılığa, psikoloji ve psikanalizden Marksizme, sonra en başa, Platon’un Devlet’ine atıfta bulunur.
Ahlakın kavramlara, özellikle “iyi”ye yaklaşımını değerlendirmeye, yeniden adlandırmaya ve korkusuzca tartışmaya çalışır Murdoch; buna Tanrı da dahildir. Hatta bazen kendi teorilerini tartışmaya açarak, yeni bir yön, yeni bir çıkış yolu arar. İyinin Egemenliği, bahsi geçen çıkış yolunun felsefeyle birlikte olacağını anlatan, Murdoch’ın belki de en değerli tartışmalarını barındıran, zihin açıcı bir eser.
Sartre: Romantik Rasyonalist
Jean-Paul Sartre’ı anlamak, içinde yaşadığımız çağa ilişkin önemli bir şeyi anlamak demektir. Filozof, politikacı, roman yazarı olarak Sartre, derinden derine çağdaş bir kimsedir ve çağdaş olduğunun da farkındadır; çağımızın üslûbu vardır onda. Çalışmalarının tümüne göz attığımızda, bu üslûbun Avrupa ahlak felsefesinin, metafiziğinin ve politikasının doğal bir ürünü ve sonucu olduğunu kavrarız. Başka bir yazarda gizli kalabilen bağlantılar, Sartre’ın eserinin açık-seçikliğinde kendilerini oldukları gibi gösterirler.
Sartre, Hegel-sonrası üç düşünce akımının kavşak noktasında bulunan bir düşünürdür. Bu üç düşünce akımı şunlardır: Marksizm, Varoluşçuluk ve Fenomenoloji. Sartre, bu üç akımın her birinin etkisini duymuş ve üç akımı da etkilemiştir.
Iris Murdoch
Düşüncesiyle eylemini durmadan yenilenen ama belirli bir yönde ilerleyen bir sentez içinde kaynaştırmak ister Sartre. Uyandırdığı büyük ilginin kaynağını, kavranması hayli güç felsefi düşüncelerinden çok bu düşüncelerden kaynak alan edebiyat ürünlerinde ve eyleminde gerçekleştirdiği külyutmaz ve eleştirici tutumda, yürekli ve içten davranışta aramak gerekir.
Selahattin Hilav
Varoluşçular ve Mistikler
“…Düşünür ile şair, ‘gerçek’ ile ‘kurgu’ arasında süregiden, Platon’un başlatarak yeni bir ufuk açtığı arketipik tartışmada taraf tutmak mıdır bu? Platon’un, insanların kentinde İyi’nin ahlaki ve siyasal otoritesini bozmasınlar diye, ‘yalancılar’ı ve pandomimcileri sürgün etme kararını geçersiz kılmak mıdır? Iris Murdoch’ın yapıtlarının ve sanki onun kişiliğinin de merkezinde, Platon’un sürgüncülüğü ve bunun epistemolojik olarak ima ettiği şeyler vardır hep. Bunlar onun romanlarını ve felsefesini zindeleştirir…
…Iris Murdoch dar anlamda bir İngiliz düşünür değil, Avrupalı ve daha doğrusu uluslararası bir düşünürdür; örneğin Fransa, Rusya ve Japonya’da önemli miktarda hayranı vardır. Edebi modelleri İngiliz olduğu kadar Rus’tur da. Shakespeare, Henry James ve Proust kadar Tolstoy ve Dostoyevski de onu derinden ilgilendirir…
…Iris Murdoch’ın Sartre’ı ciddiye almasının nedeni, gerek ‘bilinç’ gerek ‘ahlaksal değer’ hakkında çok verimli bir tartışmanın büyük ölçüde bırakılmış olduğu Anglosakson felsefesine karşı duyduğu derin hoşnutsuzluğudur. Varoluşçuluk bunların ikisi için bir yer vaat ediyordu. Ne var ki yine bu seçkide görüleceği gibi bu vaat de biraz kuşkulu çıkmıştır…”
Elinizdeki seçki Iris Murdoch’ın en etkili edebi ve felsefi makalelerinin ilk defa tek bir kitapta toplanmasıyla oluşmuştur. Yazılarında etik ve estetik konularında dikkate değer bir tartışma yürütüyor. Varoluşçular ve Mistikler, sadece Iris Murdoch’ın romanlarındaki mistisizmi ve entelektüel temelleri aydınlatmakla kalmıyor, aynı zamanda onun yirminci yüzyıl düşüncesine sağladığı büyük katkıyı da teyit ediyor.
Ateş ve Güneş
Tanınmış İngiliz romancısı ve felsefecisi Iris Murdoch, Ateş ve Güneş adlı incelemesinde, antikçağın büyük filozoflarından Platon’un sanata karşı almış olduğu olumsuz ve kuşkucu tavrın bir yandan düşünsel temellerini araştırırken, bir yandan da “sanat” ve “sanatçılık” kavramlarının filozofun yapıtlarında çeşitli ortaya çıkış biçimlerini, “gerçek” kavramı ile sanat olgusu arasındaki karmaşık ilişkiyi, sanatçıların “gerçeği” çarpıtan kişiler oldukları yolundaki Platoncu savın geçerliliğini sıkı bir eleştirel süzgeçten geçirir. Kant, Kierkegaard, Wittgenstein gibi modern ve çağdaş düşünürlerin bu konuya ilişkin yaklaşım ve görüşlerini de aktararak sanat olgusunun günümüz insanının yaşamında tutması gereken yeri; zengin yorumlarla dolu, derinlikli ve ustalıklı bir üslupla dile getirir.
IRIS MURDOCH HAKKINDA
1919’da İrlanda’da doğan İngiliz romancı, oyun yazarı, şair, denemeci, filozof ve senaryo yazarı. Murdoch hemen her yıl hacimli birer roman yazmış olmasının yanında, Sartre, Romantic Rationalist (1953) (Sartre’ın: Yazarlığı ve Felsefesi, Çev. S. Hilav, Yazko Yay., 1964; 1983); The Fire and the Sun (1977) (Ateş ve Güneş, Çev. S. R. Kırkoğlu, Ayrıntı Yay., 1992). Bunların yanı sıra Metaphysics as a Guide to Morals (1992) [Bir Ahlak Kılavuzu Olarak Metafizik] gibi felsefi çalışmalarıyla da tanınır. Bir süre Oxford Üniversitesi’nde felsefe dersleri vermiştir. Filozof geçmişi, genellikle karmaşık ahlaki, dinî ve etik meselelerle uğraşan kurmaca yapıtlarında hissedilir ölçüde etkindir. Romanları zekice bir mizah duygusunu içermeleri, dolambaçlı olay örgüleri ve ayrıntı zenginlikleriyle dikkati çeker. Murdoch, Kara Prens (1973) romanıyla James Tait Black Anma Ödülü’nü ve The Sea, The sea (1978) ile de Booker McConnell Ödülü’nü kazanmıştır.
Murdoch’ın ilk romanı Under the Net (1954) (Ağ, Çev. Nihal Yeğinobalı, Ayrıntı Yay., 1993) en iyi yapıtlarından biri olarak görülür ve ahlaki meseleleri işlemesi bakımından yazarın tipik yapıtlarındandır.
Murdoch’ın bazı romanları ısırgan komediler, bazılarıysa ironik trajediler olarak sınıflandırılmıştır. Yazarın başlıca konusu genellikle sevgi ilişkilerinin içerdiği çeşitli çatışmalar ve romanlarında sık sık görülen karmaşık aşk üçgenleridir. Murdoch’ın romanlarının birçoğu, modern çağda geçmelerine karşılık büyü ve gizem öğeleri, olay örgüsündeki âni, acayip kaymalar, 18. ve 19. yüzyılın gotik romanlarını çağrıştırır. Murdoch’ın romanlarında çoğunlukla The Flight From the Enchanter’daki (1956) Mischa Fox, A Severed Head’deki (1961) (Kesik Bir Baş, Çev. S.R. Kırkoğlu, Ayrıntı Yay., 1988) psikolog ya da Philosopher’s Pupil’deki (1983) [Filozofun Öğrencisi] filozof gibi, günümüze özgü “cazibeli” biri diğer kişilerin davranışlarını etkiler ve olayları yönlendirir. Murdoch’ın imgeci düzyazı üslûbu, yapıtlarında fantastik, sembolik bir boyut yaratmasına yardımcı olur. Yazar kendisiyle yapılan bir söyleşide şöyle demiştir: “Gerçek hayatta fantastik olan ile sıradan olan, sade olan ile sembolik olan genellikle çözülmez biçimde iç içe geçmiştir. Bence en iyi romanlar da hayatı, bunları birbirinden koparmaksızın araştırıp gözler önüne serenlerdir.” Murdoch’ın yapıtları hayranı olduğu 19. yüzyıl Rus romanlarıyla, özellikle de Dostoyevski’yle karşılaştırılmıştır; zira yazar genellikle Anglo-Amerikan edebiyatında daha yaygın olarak görüldüğü gibi bir ya da iki ana karakterin bakış açısına odaklanmaktansa karmaşık ilişkiler içindeki çok sayıda kişiyi içeren hacimli metinler yazmıştır.
Diğer önemli romanları şunlardır: The Bell (1958) (Çan, Çev. H. Özdemir, İmge Kitabevi, 1992); The Unicorn (1963) (Tek Boynuzlu At, Çev. T. Nutku, Can Yay., 1983); The Red and the Green (1965) [Kırmızılar ve Yeşiller]; The Time of the Angels (1966) (Melekler Zamanı, Çev. N. Yeğinobalı, Ayrıntı Yay., 1995); Nuns and Soldiers (1980) [Rahibeler ve Askerler] ve The Good Apprentice (1986) [İyi Çırak].