Türkiye’nin Alegorisi: 'Türkiye’deki ‘Kurak Günler’ de mutlaka geçecek ve biz kazanacağız'
Türkiye’de ve Avrupa’da, Kurak Günler ile “En İyi Kurgu” ödülünü alan Özcan Vardar, Gerçek Gündem’e konuştu. Vardar, “Türkiye’deki ‘kurak günler’ de mutlaka geçecek ve biz kazanacağız. Yeter ki umudumuzu kaybetmeyelim” dedi.
GERÇEK GÜNDEM - Kurak Günler, Türkiye prömiyerini 59. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde, dünya prömiyerini ise 75. Cannes Film Festivali’nde yaptı. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın filme verdiği desteği ‘senaryo değişikliği’ bahanesi göstererek faiziyle geri istediği Kurak Günler, içerdiği konularla ise Türkiye’nin küçük bir alegorisi.
Antalya Altın Portakal Film Festivali, Ankara Film Festivali ve Avrupa Film Akademisi’nden filmin diğer kurgucusu olan Eytan İpeker ile ‘En İyi Kurgu’ ödülünü alan Özcan Vardar, Kurak Günler’i Gerçek Gündem’e anlattı. Vardar, Bakanlığın desteğini geri çekmesiyle filme sansür uygulandığını ifade ederek, “Türkiye’deki ‘kurak’ günlerin geçeceğine dair umudumu hiçbir zaman kaybetmedim, mutlaka geçecek. Yeter ki biz umudumuz kaybetmeyelim” dedi.
“SENARYONUN SON HALİ BAKANLIĞA VERİLMİŞTİ”
Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü’nün Kurak Günler filmine verdiği finansal desteği faiziyle geri istemesiyle filme sansür uygulandığını söyleyen Vardar, Bakanlığın ‘senaryo değişikliği’ gerekçesini öne sürerek filmden desteği çektiklerini ifade etti. Ancak senaryonun son halinin film çekilmeden önce Bakanlığa verildiğini belirten Vardar, her filmin senaryosunun o filmin çekim aşamasında ve kurgu aşamasında mutlaka değişikliğe uğradığını söyledi:
“Her senaryo filmin çekim ve kurgu süreçlerinde mutlaka değişikliğe uğrar. Bunun olmaması neredeyse imkânsızdır. Senaryo bir filmin çekimi için kılavuzdur aslında. Kurguda da filmin senaryosunda değişiklikler olması doğaldır. Hatta bazen kurgu sürecinde senaryo baştan bile yazılabilir. Kurgu süreci, senaryonun son halinin verildiği yerdir her zaman. Filmin senaryosunda bu şekilde değişikliklerin yapılmış olması bahane edilerek verilen desteğin geri alınması açık bir sansür mekanizması olarak karşımıza çıkıyor. Yoksa zaten film verilen senaryodan bambaşka bir senaryoya da dönüşmüş durumda değil. Öyle olsaydı filmin yeniden bambaşka bir şekilde çekilmiş olması gerekirdi. Tabii ki böyle bir durum yok.”
“OKULDA ‘KARA LİSTE’ VAR, İSMİNİZİN O LİSTEDE OLUP OLMADIĞINI KAPIYA GELENE KADAR BİLMİYORSUNUZ”
Altın Portakal Film Festivali’nde yaptığı konuşmada Boğaziçi Üniversitesi’nin ‘kayyum’ yönetimini eleştirdiği gerekçesiyle mezun kartı iptal edilen Vardar, okulda yönetimin tutumunun tamamen ‘keyfi’ olduğunu belirterek, ‘kara liste’ olduğunu ve o listeye göre okula girip girilmeyeceğine karar verildiğini söyledi:
“Altın Portakal’da yaptığım konuşmadan sonra mezun kartımın iptal edilmesiyle ilgili yasal bir süreç başladı. Yapılan tamamen keyfi bir uygulama. Okulun girişlerinde bir ‘kara liste’ var. Bu listeyi rektörlük kapılara bildiriyor ve siz isminizin o listede olup olmadığını kapıya gelene kadar bilmiyorsunuz. Mezun kartınız okul girişindeki turnikelerde çalışmayınca sebebini kapıdaki güvenlik görevlilerine soruyorsunuz. Güvenlik görevlisi isminizi listede görmüşse, ‘sizin isminiz okula girmesi sakıncalı olanlardan biri olarak bildirilmiş, sizi alamayız’ diyor. Tabii ki listeyi de size göstermiyorlar.”
“KARTIMIN İPTALİYLE İLGİLİ ÖNCEDEN TEBLİGAT YAPILMADI”
Önce derslerinin ve hoca kartının daha sonra mezun kartının iptal edildiğini belirten Vardar, Boğaziçi Üniversite’sinde kesintisiz olarak 8 yıl boyunca ders verdi. Geçen sene ve bu sene fakülte ve bölümün de onayıyla derslerinin açılmasına rağmen yönetim tarafından ders veremeyeceği yönünde karar çıktığını söyleyen Vardar, “Bunun en büyük nedeni Boğaziçi Direnişi’ne her zaman destek vermiş olmam” dedi.
Altın Portakal Film Festivali’nde yaptığı konuşma sonrası mezun kartının iptaliyle ilgili kendisine önceden tebligat yapılmadığını belirten Vardar, kartının rektör yardımcısının ‘isteğiyle’ iptal edildiğini anlattı:
“Ne zaman ki Antalya Film Festivali oldu, o hafta içerisinde mezun kartım iptal edildi. Okula girmeye çalıştığımda kapıdaki güvenlik ‘Sizin isminiz listede yok’ dedi. Muhtemelen yeni bir karar olduğu için o bilgi kapıya ulaşmamış anlaşılan. İçeri girip Mezunlar Ofisi’ne durumu sordum. Onlar da Bilgi İşlem Merkezi’ni aradılar, teknik bir durum mu diye anlamak için. Onlarda da bu bilgi henüz yok yani. Bilgi İşlem Merkezi’ndeki görevliler ise yaptıkları kontrolde ismimin yanına ‘Fazıl Önder Sönmez’in isteğiyle kart iptal edilmiştir’ diye bir not düşüldüğünü söyledi. Sebep ya da açıklama yok. Bu şekilde okula giremeyeceğimi öğrendim. Zaten daha sonraki günlerde de kapıdaki listeye ismimi eklemişler, bunu bizzat test ettim. Bu hukuksuz ve keyfi durumu birçok yerde görüyoruz maalesef.”
“KEYFİYET ÜLKENİN HER YERİNDE VAR”
Bu ‘keyfiyetin’ ülkede bir norm haline dönüştüğünü söyleyen Vardar, “Filme verilen desteğin geri alınması da böyle bir keyfiyetin sonucu. Filmde de bahsedilen hukuksuzluk ve keyfiyet her tarafımızı sarmış durumda” dedi.
(Haberin bundan sonraki bölümünde filmle ilgili ayrıntılara yer verilmektedir.)
“KURAK GÜNLER AÇIK BİR ŞEKİLDE TÜRKİYE’NİN HİKÂYESİ”
Vardar, ‘Kurak Günler’deki kasabanın Türkiye’nin açık bir alegorisi olduğunu söyleyerek, filmin çok katmanlı olduğunu ve seyirciye de açık kapılar bıraktığını ifade etti. Filmin ana karakteri olan Emre’nin idealist ve görevini hakkıyla yerine getirmek isteyen genç bir savcı olduğunu söyleyen Vardar, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Savcının kasaba ve kasabalıyla etkileşimi ve orada kendisine nasıl yer bulacağı temel unsurlardan biri filmde. Fakat o gece gerçekleşen olayın soruşturması sürecinde kendini bir anda o olayın merkezinde buluyor. Savcı soruşturduğu olayın faillerinden biri mi? Bunun cevabını net olarak hiçbir zaman bilmiyoruz. Filmin anlatı yapısında kullandığımız geri dönüşlerle (flashback) ise psikolojik bir gerilime de dönüşüyor film.”
“KENDİLERİNDEN OLMAYANI LİNÇ EDİYORLAR”
Filmdeki sahnelerin birçok olaya gönderme olarak okunabileceğini söyleyen Vardar, seçim gecesi sahnesinde “Madımak Katliamı”nın da izlerinin görülebileceğini ifade etti. Vardar, filmdeki seçim gecesi ve linç sahnesini şu sözlerle anlattı:
“Seçim gecesi sahnesi ‘Biz artık iktidara geldik, bütün güç elimizde, hukuk tanımayız’ın alenen ortaya çıkması. Zaten filmin ilk kısmındaki domuz avı sahnesiyle başlayan hukuk tanımazlık da o gecede iyice ayyuka çıkıyor. Hiçbir şey onları durduramıyor. Ne kanunlar ne de jandarma onları durdurabiliyor. Ve durum linç sahnesine doğru evriliyor. Gücü ellerine aldıkları zamanda kendilerinden olmayanı linç etmeye giden bir durum.”
“SON SAHNEDEKİ ANA MESAJ ‘UMUT’, NASIL KARŞIYA GEÇEBİLDİKLERİNİ ÇEKMİŞ OLSAK BİLE MUHTEMELEN O SAHNEYİ ATARDIK”
Filmin son sahnesinden çıkarılacak ana mesajın ‘umut’ olduğunu belirten Vardar, Emre ve Murat’ın obruğun karşısına nasıl geçtiklerinin gösterilmesinin hiç önemli olmadığını söyledi. Vardar, sinemanın biraz da bazı şeyleri göstermeme sanatı olduğunu belirterek senaryoda bile onların karşıya nasıl geçtikleriyle ilgili herhangi bir bilginin olmadığını söyledi:
“Senaryoda bile onların karşıya nasıl geçtikleriyle ilgili bir bilgi yoktu ve tabii ki böyle bir şey çekilmemişti. Çekilmiş olsa bile muhtemelen atardık. Çünkü önemli olan onların o obruğa düşmeden karşıya geçebilmiş olmaları. Burada yönetmen bu tercihiyle aslında bir mesaj veriyor, o mesaj da geleceğe dair umutla ilgili.”
“TÜRKİYE’DE HOMOFOBİK TUTUM DEVLET POLİTİKASI HALİNE GELDİ”
Türkiye’deki homofobik tutumun bir devlet politikası haline geldiğini söyleyen Vardar, bu durumun son yıllarda daha da güçlendiğini ifade etti:
“ 7-8 yıl önce Taksim’de Onur Yürüyüşü’ne rahatça gidiliyordu. Tabii ki politik sloganlar da atılıyordu ama sonraları LGBTI+ olmak bile bir nevi cezalandırılmaya başlandı. Biliyorsunuz bizim üniversitemizde (Boğaziçi Üniversitesi) LGBTI+ kulübü kapatıldı. Bunlar birbirinden çok da kopuk durumlar değil. Kampüsler arasında LGBTI+ bayrağıyla yürümek dahi suç sayıldı, öğrencilerimize davalar açıldı. Tüm bunlar bir devlet politikası haline geldi. Filmde savcının cinsel yönelimini net olarak hiçbir zaman öğrenmiyoruz ama bir LGBTI+ iması var ve bu bile lince uğraması için geçerli nedenlerden biri olabiliyor o halk için. Bu durum iktidarın popülist siyasi bir söylem olarak homofobiyi kullanmasıyla da ilgili tabii ki.”
“HÂKİME HANIM YANIKLAR’A TAMAMEN ADAPTE OLMUŞ DURUMDA”
Hâkime Hanım’ın Yanıklar Kasabası’na tamamen adapte olmuş durumda olduğunu söyleyen Vardar, Hâkime Hanım karakterinin çürümüş bir düzen tasvirinde önemli bir görevinin olduğunu düşündüğünü ifade etti:
“Hâkime Hanım sonlara doğru savcıya ‘Siz de burada yeni bir sayfa açın, husumeti sürdürmeyin’ diyor. Ama Emre bunu kabul etmiyor, o kendi doğrularından şaşmıyor. Duyduğumuz son laflarından biri de Emre’ye ‘Sizin için en güvenli yer nezarethane’. Hâkime Hanım karakterinin çürümüş bir düzen tasvirinde önemli bir görevi olduğunu düşünüyorum.”
“TÜRKİYE’DEKİ KURAK GÜNLER DE GEÇECEK VE MUTLAKA BİZ KAZANACAĞIZ YETER Kİ UMUDUMUZU KAYBETMEYELİM”
Vardar, Türkiye’deki ‘kurak’ günlerin geçeceğine dair umudunu sürdürdüğünü belirterek hiç kimsenin umudunu kaybetmemesi gerektiğini söyledi:
“Benim bugünlerin geçeceğine dair ümidim var. Mutlaka da geçecek. Yeter ki biz umudumuzu kaybetmeyelim. Boğaziçi Üniversitesi için de durum aynı. Eğer umudumuz olmasaydı üniversite için bu kadar direnmezdik, 100 haftayı geçti direnişimiz. Umudumuz var çünkü bu umudu besleyenler olarak daha çoğuz, bunu biliyoruz. Yeter ki bu karanlık günlerin geçmesi için elimizden geleni yapmaya devam edelim ve bu zorbalıkları kabul etmeyelim, vazgeçmeyelim.”
“BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ’NDEKİ SİNEMA KÜLTÜRÜNÜN ÇOK BÜYÜK PAYI VAR”
Filmin yapımcısı (Nadir Öperli), yönetmeni (Emin Alper) ve kendisinin de Boğaziçi Üniversitesi mezunu olduğunu söyleyen Vardar, kendisinin sinemacı olmasında Boğaziçi Üniversitesi Mithat Alam Film Merkezi’nin çok büyük payı olduğunu ifade etti. Boğaziçi’nin çok güçlü bir sinema kültürü sayesinde okulda inanılmaz sayıda sinemacı yetiştiğini belirten Vardar, Boğaziçi Üniversitesi’nin değerlerinin yok olmaması için mücadeleye devam edeceklerini söyledi:
“Boğaziçi’nin çok güçlü bir sinema kültürü var. Gerek Mithat Alam Film Merkezi gerek sinema kulübümüz (Bü(s)k) gerekse Batı Dilleri ve Edebiyatları Bölümü altındaki Film Çalışmaları Sertifika Programı’nda açılan seçmeli sinema dersleri sayesinde okuldan inanılmaz sayıda sinemacı yetişiyor. Bunun çok değerli olduğunu düşünüyorum. Tüm bunları sağlayan Boğaziçi Üniversitesi’nin bir sinema bölümüne de ihtiyacı olmadığını düşünüyorum. Biz niçin Boğaziçi Üniversitesi için direniyoruz, onunla da ilgili bu durum. Çünkü tüm bu saydıklarım üniversitenin değerleri ve bu değerler yok edilmeye çalışıyor. Biz de bu değerler yok edilmesin diye mücadelemize devam edeceğiz ve direneceğiz, mutlaka kazanacağız.”
“KURAK GÜNLER’DEN SONRA EMİN’LE DİZİ PROJESİ ÜZERİNE ÇALIŞTIK, MELİSA ÖNEL’İN FİLMİNİN KURGUSU DA BİTTİ”
Vardar, Kurak Günler filminden sonra dizi projesi üzerinde çalıştığını söyleyerek önümüzdeki sene için sinema projelerinin de olduğunu ifade etti. Melisa Önel’in yönetmenliğini yaptığı filmin de kurgusunun bittiğini belirten Vardar, filmin Tokyo Film Festivali’nde dünya prömiyerini yaptığını söyledi:
“Kurak Günler’den sonra Emin’le (Emin Alper) beraber bir dijital platform dizi projesinde çalıştık. Onun da kurgusu bitti. O daha yeni bitti. Önümüzdeki sene sinema projelerim de var. Kurak Günler’in kurgusu bittikten hemen sonra Melisa Önel’in filminin kurgusuna başlamıştım, o film de bitti. O film de festival yolcuğuna çıktı ve geçtiğimiz aylarda film Tokyo Film Festivali’nde dünya prömiyerini yaptı. Avrupa prömiyerini ise Rotterdam Film Festivali’nde yapacak. Emin’in de Melisa’nın da ilk filmlerinin kurgusunu ben yapmıştım. Emin’le üniversitedeki öğrencilik yıllarına giden bir arkadaşlığımız var.”