Faruk Bildirici'den 6 yandaş yazara sert tepki: Salgın felaketinde bile...
Medya Ombudsmanı Faruk Bildirici, koronavirüs salgınıyla mücadele verdiğimiz bugünlerde yandaş yazarlara "İktidara sırtını dayamış altı yazar kalemlerini silah gibi kullanmaya devam ediyor" diyerek sert çıktı.
Medya Ombudsmanı Faruk Bildirici, iktidar yanlısı bazı yazarların, AKP karşıtı kesimleri aşağılamak, ayrımcılık yapmak ve düşmanlaştırmak için gerçekleri saptırdıklarını belirterek, "Tüm toplumun korona gibi büyük bir salgın felaketiyle mücadele ettiği bu olağanüstü günlerde bile geri adım atmadan, bir nebze soluklanmadan kalemlerini silah gibi kullanmaya devam ediyor bu yazarlar…" eleştirisinde bulundu.
Faruk Bildirici; Haşmet Babaoğlu, Engin Ardıç, Salih Tuna, H.Basri Yalçın, Markar Eseyan ve Turgay Güler gibi isimlerin, somut olgulara bile dayanmadan genellemeler yaparak, istedikleri suçlamaları yaptıklarını ve istedikleri kişileri damgaladıklarını ifade etti.
Faruk Bildirici'nin "*Kutuplaştıran yazarlar tablosuna değerli katkılar" başlığıyla kendi blogunda (31 Mart 2020) yayımlanan yazısı şöyle:
Genellemelerden kaçınmak gerektiğine hep inanmışımdır. Bir kişinin söylediği ya da yaptığını, içinde bulunduğu grubun ya da topluluğun tümüne mal etmenin büyük haksızlık olduğuna inanıyorum.
Bir kişinin sözlerini başkalarını suçlama ve damgalama aracı olarak kullanmak gazetecilik ilkelerine de aykırıdır. Haber ya da yazı yazarken, kim eleştiriliyorsa, kimden söz ediliyorsa onun adını vermek gerekir. Birden fazla kişiden söz ediliyorsa da doğrusu isim yazmaktır; yoksa “…ler”, “lar” eki takıp genellemelere varmak gazetecilikle bağdaşmaz.
Fakat dikkat ediyorum, köşe yazılarında bir kişinin sözleri ya da davranışından hareketle genellemeler yapıp suçlamalar yöneltme alışkanlığı yaygın. Hatta eleştirdikleri sözü kimin ifade ettiğini bile açıklamadan, kimi zaman da sözleri deforme ederek suçluyorlar da suçluyorlar.
Bir süredir iktidar yanlısı medyada bu tür yazılara sık rastlıyorum. Genelleme yapıp, iktidar yanlısı medyada tüm yazarlar böylesine yanlış tutum içindeler gibi haksız bir suçlama yapmak yerine somut örnekler vereyim. Belki birkaç günlük ayrıntılı tarama yapsam daha fazla örnek bulabilirdim ama o kadarına gerek olmadığını düşündüm. Sadece 26 ve 27 Mart günlerinde Sabah ve Akşam’da yayımlanan köşe yazılarına baktım.
Haşmet Babaoğlu aşağılıyor ve tepeden bakıyor
Sabah yazarı Haşmet Babaoğlu, “Bilim kurulu üyesi profesörün adına sahte twitter hesabı açmışlar, yalan yanlış şeyler yazıyorlar” diye başlıyor “Sahte bilgi, yalan haber, gerçek aldanış” başlıklı yazısına. Sonra da “Belli bir kesimde devlete, ülkeye, insanımıza inançsızlık ağzını açıp konuşmanın ilk şartı olmuş” hükmüne varıyor! Böyle bir sonuca nasıl vardığı belli değil.
“Belli kesim”den kimi kasttettiğini de “Ya şu sırada CHP başımızda olsaydı, ne yapardık?’ diye soran iyi niyetli arkadaşlarımıza da gülüyorum. Çünkü bu kesim için sorun yok! Memnun olurlardı” cümlelerinden anlıyoruz. CHP’nin iktidara gelmesinden memnun olanlar” cümlelerinden anlıyoruz.
Yazının son bölümünde konuyu Korona konusundaki önlemlere getiriyor, Türkiye’nin erken önlem aldığını savunuyor. Sonra da yazıyı “Bu tayfadan biriyle konuşuyorum geçen gün: ‘Almanya iyi’ diyor. ‘Bütün önlemlerini erkenden aldı’ diyor. Erken önlem mi? Geçiniz. Ama bizim ruhları kararmışlara bunları anlatmak boş iş” diye sonlandrırıyor.
“O tayfadan biri” kim, onun söylediği o insanları nasıl bağlıyor? O da belirsiz ama Haşmet Babaoğlu öyle uygun görmüş. Konuştuğu kişi, -artık her kimse- onun yaklaşımını yazısının başında betimlediği “belli kesimi” suçlamak için yeterli görmüş.
Sonuç olarak, Haşmet Babaoğlu’nun yazısında AKP iktidarına karşı olan, CHP’yi destekleyen insanlar, dayanaksız biçimde “devlete, ülkeye, insana inançsız”, “ruhları kararmış” olarak damgalanmış. Ayrımcılık yapmakla kalmamış, bu ülkenin insanlarının bir bölümüne tepeden bakarak onları aşağılama hakkını kendinde görmüş.
Engin Ardıç uydurma cümlelerle genelliyor
Engin Ardıç, Sabah’taki “Çelebice” başlıklı yazısında korona günlerinde evde nasıl vakit geçirdiğinden söz ediyor, sonra da şöyle bir yaklaşım sergiliyor:
“Kovuğundan uğramış bir mağara adamı gibi dışarı çıkabileceğim o mutlu günü bekliyorum. Belki de böylesi daha iyi. ‘Yaşlı AK Parti seçmenleri ölsünler de CHP seçimi kazansın’ diyenler var. ‘Yeni havaalanından virüs geldi, eskisi çalışıyor olsaydı gelmeyecekti, dolayısıyla Tayyip sorumludur’ diyenler var. Dışarıda olsaydım ve karşılaşsaydık onlardan birinin ağzını burnunu kırabilirdim. Belki de onlar beni döverlerdi canım, belli mi olur?”
Bir gazetecinin şiddetten, burun kırmaktan bahsetmesinin abukluğunu bir yana bırakalım ama soralım “AK Parti seçmeni ölsün” ve “Yeni havalimanından virüs geldi” diyen kim? Yazıda en ufak bir bilgi kırıntısı yok bu konuda.
Fakat Sabah okurları, pekala birilerinin böyle cümleler kullandığını sanabilir. İsim de vermediği için Haşmet Babaoğlu’nun yaptığı gibi Engin Ardıç da “AKP iktidarı karşıtları” ya da “CHP’yi destekleyenlerin” tamamını bu sözleri söylemiş gibi suçluyor; bu cümleleri o insanların tümüne mal etmekten çekinmiyor.
Üstelik yazdığı da gerçeklerle bağdaşmıyor. “Yeni havalimanından virüs geldi” lafı tamamen uydurma. Bu kadar saçma cümleleri söyleyen birini ben duymadım. Eğer biri buna yakın bir cümle söylediyse de Engin Ardıç’ın cümleleri deforme edip etmediğini bilmiyoruz.
Deforme etmesi diyorum çünkü “AK Parti seçmeni ölsün” lafının yalan olduğunu biliyorum. İsim vermeden yazdığı kişi iletişimci Şeyda Taluk, Halk TV’de Ayşenur Arslan’ın programında aynen şöyle söyledi:
“...Kamunun önemli bir bölümü ya da AKP seçmeni bununla ilgilenmiyor olabilir. Ama bu virüs herkesi. Yani virüsün siyasi bir şeyi yok. Sen o’sun sen bu’sun kayırmayacak. Ki ağırlıklı olarak yaşlıları vuruyor ve Ak partinin seçmeni zaten yaşlı bir seçmen. Yani ben olsam çok ciddi titizlik yaparım.”
Ben de o programda konuktum, dinledim. Şimdi de kayıtlardan deşifre ederek yazdım. Taluk’un söylediği bu. Burada AKP seçmeni ölsün gibi bir yaklaşım yok, tam tersine AKP’nin kendi seçmenini koruması için korona konusunda ciddi önlemler alması gerektiğini anlatmaya çalışıyordu.
Ama Engin Ardıç bu cümleleri istediği gibi eğip bükerek ve isim vermeden genellemeler yapma hakkını kendinde görüyor. Suçladığı, damgaladığı da yine “CHP’yi destekleyen” ve “AKP iktidarını istemeyen”ler…
Salih Tuna münferit olmadığına kanaat getirmiş
Sabah yazarı Salih Tuna, Haşmet Babaoğlu ve Engin Ardıç’tan farklı olarak, önce suçladığı CHP’lilerin adını veriyor; Gürsel Tekin’den başlayıp CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel’e uzanıyor. Yazısını şu cümlelerle noktalıyor:
“..bunlar İstiklal Marşı'mızdan rahatsızlar. Yoksa Grup Başkanvekilleri Özgür Özel ne diye ‘Tek dişi kalmış canavarlar kendi milletlerini canavar gibi koruyor’ desin? CHP Grup Başkanvekilinin rahatsızlığı münferit değildir. 28 Şubat döneminde bir Paşa da sanki ‘ezan’ ve ‘cennet’ suç unsuruymuş gibi, Mehmet Akif'in İstiklal Marşı'mızın içine ‘Hakk, ezan, cennet ve iman gibi sözcüklerini ustalıkla yerleştirdiğini’ söylemişti.”
Özgür Özel’in cümlesinden İstiklal Marşından rahatsız olduğu yargısına nasıl varmış anlayamadım. Salih Tuna, öyle anlamak istemekle de kalmamış, “CHP Grup Başkanvekilinin rahatsızlığı münferit değildir” diyerek, bütün “AKP karşıtlarını İstiklal Marşı’ndan rahatsız” ilan etmiş! Bu kanaatinin dayanağı ne? “Bir Paşa demiş ki…” Varsayalım ki, o da öyle bir cümle sarf etmiş; binlerce, milyonlarca insanın İstiklal Marşı’na karşı olduğunun kanıtı olabilir mi bu?
Biliyorum, bu soruyu sormak bile saçma ama maalesef bir gazete yazarı, dilediği gibi yorumladığı iki cümleye dayanarak milyonlarca insanla ilgili genel bir çıkarımda bulunabiliyor.
H.Basri Yalçın’a göre “onlar” Müslüman düşmanı
Sabah’ın SETA kökenli yazanlarından biri H.Basri Yalçın. O da “Din düşmanlığı” başlıklı yazısında “sosyal medyada umreden dönenler için kullanılan dilin, düşmanlığın en açık göstergesi” olduğunu savunuyor. İsim ya da örnek vermek yerine o da genel ifadelerle yetiniyor:
“Televizyon programlarında durup durup bu konunun açılması ve tekil kötü örnekler üzerinden umreye ve hacca gitmenin mahkûm edilmesini izledik. Birileri sürekli yazılar paylaşıyor. Devlet cami ve imama yatırım yapacağına bilime yatırım yapmalıymış. Hiçbir Müslümandan bilime yatırım yapmayalım sözünü duyamazsınız. Müslümanlara ve Müslümanca bir yaşama zerre kadar hoşgörüleri yok. Bilimle falan da alakaları yok. Bildikleri tek şey küfür.”
Umreye gidenler üzerinden Müslümanlığa düşmanlık yapanlar kim ya da kimler? Sadece ipuçları var, “Birisi çıkmış uzaktan eğitim esnasında başörtülü bir öğretmenin ders vermesini konu ediyor” diyerek adını vermeden Tele1 programcısı Can Ataklı’dan söz ediyor. Sonrası genellemeler. Can Ataklı’nın ve televizyonlarda söylendiğini ifade ettiği cümleler üzerinden bir kesimi “Müslümanlık düşmanı”, “Müslümanlara ve Müslümanca yaşama hoşgörüsü olmayanlar” olarak damgalıyor.
Oysa bir akademisyen olarak biliyor olsa gerek, her cümle sadece söyleyen kişiyi bağlar. Can Ataklı’nın cümleleri neden “onlar” dediği insanları bağlasın ki? Nasıl oluyor da o insanların tamamının aynı düşüncede olduğunu, hatta oradan da hareketle “Müslümanlığa düşmanlık” yaptığına inanıp yazabiliyor? Kim ne söylediyse onu eleştirmek yerine genellemeler yaparak, “onlar” demekle yetindiği “karşı kesimi” tümüyle din düşmanı göstermek, ayrımcılığın dik alasıdır.
Markar Eseyan, genelleyerek düşmanlık üretmiş
Markar Eseyan, Akşam’daki yazısında Sözcü yazarı Yılmaz Özdil’in “65 Yaş” başlıklı yazısını konu alıyor. Özdil’in yazısında “ne kadar iki yüzlü, aşağılık bir millet olduğumuzu işlediği” tespitinde bulunup, şöyle devam ediyor yazısına:
“Bu Batı kompleksine kapılmış sözde aydınların nasıl kendi kültür ve milletini hakir gördüklerini, bunun nasıl bir sürecin ürünü ruh olduğunu anlatmaya girişmek istiyorsunuz. Ama öyle değil işte!
O “onları” değil, “bizi” kastediyor zaten ve okuyucusu da bunu pekala bilmektedir ve üzerine alınmayacaktır. Yani akrabasını öldüren, miras için didişen, büyüklerine hürmetinde ikiyüzlü olan, AKP sosyolojisidir. Nişantaşılıyı, Karşıyakalıyı kast edecek değildir ya Özdil, velinimetlerini…
Kendisinin ve okuyucu kitlesinin AKP sosyolojisi için görüşü budur. Öyle görmek, inanmak isterler. Hakikatin ne olduğunun hiçbir önemi yoktur.”
Görüldüğü gibi Eseyan da “onlar” ve “biz” ayrımı yapıyor. Yazıdaki satırları sadece Özdil’in görüşü olarak eleştirse mesele yok. Fakat “Kendisinin ve okuyucu kitlesinin AKP sosyolojisi için görüşü budur” cümlesiyle genelleme yapıyor; Özdil’in okurlarının tamamının Özdil gibi düşündüğü, hakikate aldırmadıklarını öne sürüyor. Bu kanaate nasıl vardığını, kanıtlarını da bilmiyoruz tabii ki…
Ama bu yazdıklarıyla “biz” dediği “AKP sosyolojisi”nde Özdil ve okurlarına, -daha doğrusu AKP’li olmayanlara- karşı düşmanlık ürettiği çok açık. Bir yazarın toplumda düşmanlıktan beslenmesi çok üzücü. Kim olursa olsun…
Turgay Güler, bunlar ve biz ayrımı yapmış
Akşam gazetesi yazarı Turgay Güler, 15 Temmuz darbe gecesiyle ilgili olarak adını vermeden CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu suçluyor:
“15 Temmuz gecesi bu millet çıplak elleriyle işgale direnip şehit düşerken, belediye başkanının evine sığınıp kahvesini yudumlayanlar ancak tehlike geçtikten, hainler püskürtüldükten sonra çıkabilmişti ortalığa. Çıkmıştı da ne olmuştu? O kutlu direnişi kirletmeye kalkışmıştı. Peki ya şimdi ne yapıyor?
Böylesi bir ortamda çözüm olarak ortaya koyabildiği tek öneri, KHK ile görevden uzaklaştırılmış FETÖCÜ, PKK’lı hainlerin görevlerine iadesi. Bakar mısınız beyimizin derdine? Ey bu ülkenin güzel insanı; otur haline şükret. Ya bunlar yönetseydi bu ülkeyi! Halin nice olurdu düşünebiliyor musun?
Kılıçdaroğlu’nun tek öneri getirdiğinin doğru olmadığını, açıkladığı paketin 13 maddeden oluştuğunu, maddelerden birinin KHK’lılarla ilgili olduğunu biliyoruz. Ama tabii bunun Turgay Güler için bir önemi yok, o gerçeği istediği gibi eğip bükebiliyor; buradan da “bunlar” ve “biz” ayrımına varıyor. “Bunlar”ın tümünü FETÖCÜ ve PKK’lıların iadesini isteyenler olarak gösteriyor. Ayrımcılık yapıyor, düşmanlaştırıyor.
İktidara sırtını dayamış altı yazar
Bugüne değin hep “bidon kafa” ve “göbeğini kaşıyanlar” örneklerinden yola çıkarak iktidar karşıtı yazarların AKP’ye oy verenleri aşağılamakla suçlandığı yazılıp, çizildi. Siyasi iktidar ve destekleyen bazı yazar çizer takımı da diline doladı bu yazıları.
Elbette o tutumu savunacak değilim; haklı göstermeye çalışmıyorum da. Ama yukarıda sıraladığım somut örnekler, siyasi iktidar yanlısı yazarlar Haşmet Babaoğlu, Engin Ardıç, Salih Tuna, H.Basri Yalçın, Markar Eseyan ve Turgay Güler’in yaklaşımının da onlardan farklı olmadığını; AKP karşıtı kesimleri aşağılamak, ayrımcılık yapmak ve düşmanlaştırmak için gerçekleri nasıl saptırdıklarını kanıtlıyor. Somut olgulara bile dayanmadan genellemeler yaparak dilediklerini suçlamaları yapabiliyor, istedikleri gibi damgalayabiliyorlar “karşı” kesimi.
Halbuki gazetecilik ilkelerine uymalarını, düşmanlaştırmanın, toplumu böylesine kutuplaştırmanın ülkeye vereceği zararı bir nebze olsun gözetmelerini bekliyor insan. Maalesef böyle bir duyarlılık göremiyoruz.
Tüm toplumun korona gibi büyük bir salgın felaketiyle mücadele ettiği bu olaganüstü günlerde bile geri adım atmadan, bir nebze soluklanmadan kalemlerini silah gibi kullanmaya devam ediyor bu yazarlar…
Siyasi iktidara sırtlarını dayamış oradan sallıyorlar dayanaksız, temelsiz…