Koronavirüsü yenen Ali Sirmen'den ilk yazı: Tümüyle teslim olmaya karar verdim
Cumhuriyet gazetesi yazarı Ali Sirmen’in geçtiğimiz hafta koronavirüse yakalandığı ve tedavi altına alındığı açıklanmıştı. 80 yaşındaki Sirmen, koronavirüsü yendikten sonra ilk yazısını yazdı.
"Karantina günleri" başlıklı bir yazıyla okurları ile yeninden buluşan Ali Sirmen, teşhisin konulma sürecini ve karantinadaki ilk günlerini şöyle yazdı:
Önce tam olarak nereye getirildiğimi anlamıyorum. Ambülansın kapısı açıldığında ortasında bulunduğum alanı yatay görüyorum. Sedyeyi sertçe itiyorlar, son bir defa daha içim dışım bir olurken, Şişli Etfal Hastanesi’nde olduğumu anlıyorum. Üstümde bir pantolon, bir polar, ayaklarımda terlikler, Cihangir Başkurt Sokak’ta, evin önüne gelmiş iki ambülanstan biriyle buraya hareket ettik. Yanımda ne kimlik var, ne cep telefonu, ne para, ne mendil, ne bir şey.
Her şey, oğlum Devrim’de... Bana yabancı biriyle temas edip etmediğim sorulduğunda ve Fransa’dan bir ziyaretçim olduğu öğrenildiğinde, Devrim falan hemen oracıkta bırakılıp kapılar kapanıyor, ambülans sorgusuz sualsiz hareket ediyor. İki gün sonraya kadar Devrim ile bütün bağlantı kopuyor. Evden hastaneye kadar yolu ne sürede aldık, bilmiyorum. Nasıl olsa karantinaya alınıyorum. Ben de tümüyle teslim olmaya karar verdim. Gözlerimi kapatmış, iki dünya veya bir dünya ile hiçlik arasındaki “Araf”ta geçecek zamanda yarı ceset, her şeye kapalı olmaya kimseye bir şey sormamaya, hiçbir şeye karşı koymamaya karar veriyorum. Sedye ile koridorlardan geçiriyorlar, tepemde birbirini izleyen ışıklar, televizyon dizilerinden veya filmlerden aşina olduğum bir “deja vu”. Birden o ana dek yaşamaya alışmış olduğum yaşama ve dünyaya döner gibi olurken, kendimi tutuyorum, duygu yok, düşünce yok, tepki yok. Kaya arkasına sığınmış ölü taklidi yapan ahtapot misali gevşiyorum yine...
***
Büyükçe bir koğuşa alıyorlar. Aradan ne kadar olduğunu kestiremediğim bir süre geçiyor, kasıklarımın ağrısına dayanamadığımdan, görevli olduğunu sandığım birine sesleniyorum:
- Bakar mısınız? Acaba tuvalet nerede?
Karşı öneriyle geliyor:
- Ben sana ördek vereyim. Onun içine yap!
Yapayım da nasıl? Ördek ile ihtiyacımı gidermek kültürüm gelişmiş değil ki, nitekim birkaç gün sonra Vehbi Koç Üniversitesi Hastanesi’nde serumlara bağlı yatarken tuvalete gidemediğimden çişimin bir yarısını ördeğin içine yarısını da dışına boşaltmayı becerdiğimde bayağı başarılı sayılmıştım. İlk defasında ise yattığım yerde ördeği, yukarı kaldırdığım sağ elime alıyor, öyle duruyor, sonra vazgeçip yavaşça yere bırakıp tuvaletlerden birine yöneliyorum. Hayat belirtisi verdiğim tek an o oluyor.
Sonra yine sessizlik... Yine tepkisizlik....
Koğuş, dolup dolup boşalıyor. Anlaşılan burası bir bekleme salonu, sırası gelen çıkıp bir yerlere gidiyor... Tek bir doktora veya hastabakıcıya rastlamıyorsunuz. Ama hızlı hızlı gidip gelen insanlardan herkesin başının sıkışık olduğu görülüyor. Sonra iyice akşam olunca dayanamayıp bağırıyorum:
- Bakar mısınız, beni burada unuttular galiba, daha bekleyecek miyim?
- Evet bekleyeceksin, diyorlar.
Belirsiz bir süre sonra alıp tomografiye götürüyorlar.
Sonra gecenin bir saatinde kendimi bir odada tek başıma buluyorum. Cam kenarındaki yataktan yol görünüyor.
Uyuyorum. Şişli Etfal’deki odada sabah uyandığımda yoldan geçenleri görüyorum uzaktan, aramızda aşılmaz bir engel var. Onlar öbür taraftan, yaşayanların tarafından, ben ise ölümlerin tarafındanım artık. Herhalde onlara göre “bir numaralı halk düşmanı”yım. En ufak bir öksürmem dinamit, en ufak bir tıksırmam bomba.
Kapı açılıyor, karşımda karantinayı aşmış gelmiş, Devrim:
- Kalk diyor gidiyoruz.
- Hayrola nereye?
- Başka bir hastaneye... Karantinaya...
Böyle başlıyor on günlük karantina günlerim.
Şimdi karantinadan bir biletim var. Tek gidiş mi, yoksa gidiş dönüş mü, hep beraber göreceğiz. Az kaldı!