Gazetecilik artık daha büyük suç!
İnfaz düzenlemesinden son iki yılda Terörle Mücadele Kanunu maddeleri üzerinden tutuklu yargılanan ya da hüküm giyen en az 47 gazeteci düzenlemeden faydalanamadı.
Türkiye'deki gazeteci yargılamalarını izleme, belgeleme ve hafızalaştırma çalışması için bir araya gelen bir grup gazetecinin oluşturduğu Press in Arrest çalışma grubu, son infaz düzenlemesi hakkında bir değerlendirme yayınladı.
Yapılan düzenleme ile gazetecilik faaliyetinin daha bbüyük bir suç haline getirildiği açıklamada, son iki yılda Terörle Mücadele Kanunu maddeleri üzerinden tutuklu yargılanan ve/veya hüküm giyen en az 47 gazetecinin düzenlemeden faydalanamadığı vurgulandı.
Press in Arrest'in açıklaması şöyle:
Covid-19 krizinden güç alarak Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) tarafından hazırlanıp Milliyetçi Hareket Partisi’nin (MHP) destek verdiği infaz yasalarındaki düzenleme paketi Meclis’te kabul edildi. Cumhurbaşkanlığı’nın onayıyla 15 Nisan 2020 tarihinde yürürlüğe girdi.
Düzenlemeyle; pek çok suçtan hüküm giymiş kişilerin hapis cezalarının bir kısmı affedildi.
Yürürlükle birlikte yaklaşık 90 bin mahkumun tahliye işlemleri başladı.
Ancak; basın özgürlükleri ile düşünce ve ifade özgürlüklerini kullandıkları için
cezalandırılanlar düzenlemenin dışında tutuldu. Siyaset, onların üzerlerine bir kilit daha vurdu.
Aslında düzenleme, 2018 yılının son çeyreğinde; MHP’nin Meclis’e sunduğu “af”
düzenlemesine pek çok yönüyle benziyordu. Her iki paketin de kırmızı çizgisi “terör suçları,” “silahlı örgüt suçları” ve “cinsel suçlardı.”
MHP kendi teklifini; hayata geçmesi için desteğine ihtiyaç duyduğu AKP’nin genel başkanı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın açıklaması ile geri çekti: “Yapılabilecek bir şey varsa değerlendirelim ama cezaevlerini boşaltmak için af çıkarılmaz.”
MHP’nin teklifi; cezaevlerindeki 162 bin kişi ve aileleri birlikte yüzbinlerce kişiyi
ilgilendirdiği için 2019 yerel seçimleri öncesinde ciddi bir oy potansiyelinin etkilenmesi demekti.
Ancak oluşan “af gündemi”; Erdoğan’ın, “Yapılabilecek bir şey varsa değerlendirelim ama cezaevlerini boşaltmak için af çıkarılmaz,” açıklaması ile askıda kaldı.
Ancak tabandaki af beklentisi de seçime kadar canlı tutuldu. Seçimler yapıldı, sonuçları; iktidar partisinin özellikle büyükşehirlerde büyük bir yara alması olarak yorumlandı.
Seçim sonrasında açıklanan “Yargı Reformu Strateji Belgesi” ve reform stratejisi
kapsamında yürürlüğe giren 1. Yargı Reformu Paketi’nde affa ilişkin bir düzenleme yoktu.
Covid-19 salgınının tüm dünyayı sınırlı bir yaşam alanına girmeye zorlaması; tüm dünya ile birlikte Türkiye’de de “sınırlı yaşam alanında cezasını çeken” insanları yeniden akıllara getirdi.
AKP’nin, MHP’nin de desteğini alarak Meclis’e kabul ettirdiği infaz düzenlemesiyle; basın ve ifade özgürlüğü, Covid-19 krizi nedeniyle tüm dünyanın ölümü ve ölümden dönmeyi tartıştığı bir ortamda yine “ceza sahasında kaldı.”
Türkiye’de, idam cezası uygulanmıyor. Ancak infaz düzenlemesi; hiç soruşturulmaması, gözaltına alınmaması, yargılanmaması ve hapisle cezalandırılmaması gereken gazetecileri; cezaevinde Covid-19 karşısında ölüm tehlikesi ile de baş başa bıraktı. Sadece bu bile gazeteciler için idam cezası gibi değerlendiriliyor.
Evrensel hakları siyasi çıkarlarından bağımsız olarak düşünemeyen siyasal iktidarın hazırladığı bir infaz düzenlemesinde “basın ve ifade özgürlüğünü” suç olarak görme alışkanlığından kurtulması mümkün müydü? Dünyayı sarsan gözle görülmeyen bir virüs,özgürlükler alanında yıllardır biriken sorunlara çözüm yolu açabilir miydi?
‘KAMU VİCDANI’
Covid-19 virüsünün Türkiye sınırlarından içeri girdiği, resmi olarak 11 Mart 2020’de kabul edildi. Virüsün cezaevlerinde çok daha fazla yıkıcı sonuçlara yol açabileceği yönündeki talepler dile getirildi. Taleplerin gölgesinde hazırlanan infaz düzenlemesi; belli suçlardan mahkum olanların, aldıkları cezanın eskisine göre çok daha azını cezaevinde geçirmeleri halinde serbest bırakılmalarına yönelikti.
Kabul edilen düzenlemeyle; çarptırıldıkları hapis cezasının yarısını cezaevinde geçirenlerin serbest bırakılmalarının önü açıldı. Yasa öncesinde bu şart, alınan hapis cezasının üçte ikisiydi.
Türk Ceza Kanunu’nda tanımlanan; kasten öldürme, yaralama, işkence, cinsel saldırı, reşit olmayanlarla cinsel ilişki, cinsel taciz, cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlar, uyuşturucu imal ve ticareti suçlarından mahkum olanlar düzenlemenin dışında tutuldu.
Ancak gözaltına alınan, soruşturulan, yargılanan, tutuklanan, mahkum edilen gazeteciler infaz düzenlemesinin çerçevesine hiç girmedi. Çünkü, doğrudan gazetecileri tarif etmese de Terörle Mücadele Kanunu’nda tanımlanan “terör” suçları bütünüyle kapsam dışı bırakıldı.
Ayrıca, “devlet sırlarına karşı suçlar ve casusluk”, “özel hayata ve hayatın gizli alanına karşı suçlar” kapsam dışında tutuldu. Sadece bunlar bile gazetecilerin sık sık karşılaştıkları suçlamalardan sadece ikisiydi.
Düzenlemenin kapsamının “kamu vicdanının hassasiyetlerine göre” çizildiği belirtildi. Bu siyasi söyleme göre, “kamu vicdanı”, gazetecileri; cinsel dokunulmazlığa karşı suç işleyen veya uyuşturucu ticareti suçlamasıyla mahkum olanlarla birlikte değerlendirip, infaz düzenlemesinin dışında tutmuştu.
Hatta “kamu vicdanı,” teklifin Meclis’teki görüşmeleri devam ederken, bir gece sabaha karşı genişledi. Buna göre Meclis, Milli İstihbarat Kanunu kapsamına giren suçlardan mahkum olanların infaz indiriminden faydalanmasını kabul etmedi. Bunu da “kamu vicdanı” adına yaptı.
Ne var ki, bu düzenleme, tutuklanan ve haklarındaki iddianamelerin hazırlanmasını cezaevinde bekleyen gazeteciler Murat Ağırel, Barış Terkoğlu, Barış Pehlivan, Hülya Kılıç, Ferhat Çelik ve Aydın Keser’i işaret etmişti. Çünkü bu gazeteciler; Libya’da ölen MİT mensubunun cenazesine ilişkin haberleri üzerinden MİT Kanuna muhalefetle suçlanmış ve tutuklanmışlardı.
Meclis, bu suçlama üzerinden hüküm giymeleri durumunda, aldıkları hapis cezası süresinin yarısını cezaevinde geçirip serbest kalmalarına, haklarındaki iddianame daha hazırlanmadan “göz yummadı.” Çünkü kamu vicdanı buna izin veremezdi. Meclis böylece kendini yargı yerine koydu; daha iddianamesi bile yazılmamış gazetecinin hüküm alması durumunda ne zaman ve kimlerle birlikte tahliye edileceğine karar verdi. Bu yargısız infaza, infaz düzenlemesi sırasında imza atıldı.
RAKAMLAR…
Press In Arrest’in çalışmaları ile doğrulayabildiği son verilere göre; son iki yılda Terörle Mücadele Kanunu maddeleri üzerinden tutuklu yargılanan ve/veya hüküm giyen en az 47 gazeteci, düzenlemeden faydalanamıyor.
Gazeteci Mehmet Baransu Türk Ceza Kanunu’ndaki “devlet sırlarına karşı suçlar ve casusluk suçu” kapsamında Mart 2015’ten beri tutuklu olarak yargılanıyor. İlk derece mahkemesinin bile henüz karar vermediği Baransu, hakkındaki hüküm bu suçlama üzerinden kesinleşse de yasa kapsamında tahliye edilmeyecek.
Gazeteciler Murat Ağırel, Barış Terkoğlu, Barış Pehlivan, Hülya Kılıç, Ferhat Çelik ve Aydın Keser; tutuklanmalarına gerekçe olarak gösterilen MİT Kanunu kapsamında yargılanıp hüküm giyerlerse infaz düzenlemesinden yararlanamayacak.
Son iki yıl içinde yargılaması tamamlanan ve/veya süren en az 242 gazeteci de
düzenlemeden yararlanamayacak. Yargılaması süren gazetecilerin, düzenlemenin dışındaki suçlamalardan hüküm giymeleri durumunda “kişiye karşı suç işleyenlerle” aynı infaz rejimine tabi olacaklar.
Press In Arrest çalışmasının doğrulayabildiği verilere göre; infaz düzenlemesinin dışında bırakılan Terörle Mücadele Kanunu kapsamında son iki yılda en az 223 gazeteci yargılandı/yargılanıyor.
Yine son iki yılda, Türk Ceza Kanunu’nda tanımlanıp kapsam dışında bırakılan;
. “Haberleşmenin gizliliğini ihlal” suçlaması ile en az bir gazeteci
. “Kasten öldürme” suçlamasıyla en az bir gazeteci
. “Devlet sırlarına karşı suçlar ve casusluk” suçlamasıyla ile en az 12 gazeteci
. “MİT Kanunu kapsamına giren suçlar” iddiasıyla en az 8 gazeteci yargılandı veya yargılanıyor.
(Bir gazeteci aynı anda birden fazla davada aynı ve/veya farklı suçlamalarla yargılanabilir.)
NASIL?...
Sadece son infaz düzenlemesi değil, bugüne kadar daha fazla özgürlük vaadiyle sunulan düzenlemelerin tamamı gazeteciliği, evrensel bir hak olarak kabul edilmekten giderek uzaklaştırıyor. Yasalar “sertleştikçe” sadece gazeteciler değil, eleştirel fikrini bir şekilde yayan herkes cezaevine biraz daha yaklaşıyor.
Gazetecililer cezaevine yaklaştıkça “basın ve ifade özgürlüğünün kendisi de giderek “devlete karşı işlenen suçlar” parantezine giriyor.
Özelde gazetecilere, genelde ise “muhalif” addedilenlere yönelik yargılamaları
yönlendiren siyasi iktidarın “basın özgürlüğüne” bakışı da tek tek yasal düzenlemelerin onarabileceğinden daha derin bir soruna işaret ediyor.
Öncelikle tarafsız ve bağımsız bir yargı sisteminin kurulması gerekiyor. Bunun yolu da siyasetin yargıdan elini çekmesinden, yargının da siyaset hedefinden vazgeçmesinden geçiyor.
Yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı kendisini ilk olarak basın özgürlüğü ve fikir ve ifade özgürlüğü lanına giren yargılama süreçlerinde gösterebilir.
Bu yargılama süreçleri için Basın Kanunu’nun daha fazla dikkate alınması gerekiyor. Örneğin, Basın Kanunu’nun 26. maddesinde tanımlanan habere karşı dava açılması için gereken sürenin aşılmaması, aşılırsa iddianamenin iade edilmesi şart.
Basın ve yayının; “nitelikli suç” halinden çıkarılması için Türk Ceza Kanunu ve Terörle Mücadele Kanunu’ndaki; suçun, “basın ve yayın yoluyla işlenmesi durumunda” cezanın arttırılmasını öngören düzenlemelerin tamamının kaldırılması gerekiyor.
Türk Ceza Kanunu’nun; “zincirleme suç” başlıklı 43, “Cumhurbaşkanına hakaret” başlıklı 299, “kamu görevlisine hakareti” düzenleyen 125/3.a, “milleti, devleti ve organlarını aşağılamayı” düzenleyen 301, “silahlı örgüt içindeki hiyerarşik yapıya dahil olmamakla birlikte örgüte bilerek ve isteyerek yardımı” düzenleyen 220/7, “silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemeyi” düzenleyen 220/6 ve “Terör örgütlerinin bildiri veya
açıklamalarını basmak veya yayınlamak” başlıklı Terörle Mücadele Kanunu’nun 6. maddesine “haber verme sınırlarını aşmayan ve eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz” istisnasının eklenmesi gerekiyor.
Bu başta Türk Ceza Kanunu ve Terörle Mücadele Kanunu olmak üzere gazetecinin özgürlüğünü kısıtlayıcı gücü olan tüm kanun maddelerine yaygınlaştırılmalıdır.
Bu istisnayı çiğneyen, herhangi bir basın yayın organında yayımlanmış haber, köşe yazısı, yorum veya sosyal medya paylaşımını delil olarak gösteren iddianameler savcılıklara iade edilmelidir.
Bu iddianameleri hazırlayan savcılar ve kabul ederek dava açan hakimler, Hakimler ve Savcılar Kurulu tarafından idari yaptırıma bağlanmalıdır.
İstinaf mahkemesi veya Yargıtay tarafından bozulan veya Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi tarafından hak ihlali sonucu doğurduğu belirlenen yargılama süreçlerinde yer alan hakim ve savcılar hakkındaki yaptırımlar ağırlaştırılmalı ve uygulamadaki denetimi sıkı yapılmalıdır.