Perinçek'in gazetesi Aydınlık'ta 'Mavi Vatan' çatlağı
Emekli Tümamiral Cem Gürdeniz, Aydınlık gazetesine veda etti.
“Mavi Vatan” kavramını Türkiye’nin gündemine sokan, “Mavi Vatan Yazıları” kitabını yazan ve Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin çıkarlarına ilişkin önemli uyarılarda bulunan emekli Tümamiral Cem Gürdeniz, Aydınlık gazetesine veda etti.
Geçen hafta Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle Tümamiral Cihat Yaycı, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Kurmay Başkanlığından alınarak Genelkurmay Başkanlığı emrine atanmıştı.
Kararın ardından, Doğu Akdeniz’deki girişimleri ile takdir toplayan, FETÖ’cülerin ve Yunanistan’ın da hedefinde olan Cihat Yaycı “onurum, gururum incindi” diyerek istifa etmişti.
Aydınlık gazetesinin konuyla ilgili olarak geçen haftaki manşeti ise dikkat çekmişti. “Mavi Vatan’da kararlılık. Denizde kurmay kadro sağlam” şeklinde manşetiyle çıkan Aydınlık gazetesi tartışma yaratmıştı.
"Mavi Vatan"ın isim babası Cem Gürdeniz'in söz konusu manşetten sonraki ilk yazısında, Aydınlık'a bir veda yazısı kaleme alması dikkat çekti.
Odatv'de yer alan habereg öre, Cem Gürdeniz, Aydınlık'a da bir teşekkür etti. Cem Gürdeniz, "Başta bizler Silivri Duvarları arkasındayken duvarın ötesinde ağır kış şartlarına, gaz bombalarına, Silivri Ovasının katlanılması çok zor ortamına rağmen Vardiya Bizde’nin başları göklerde, çelik ruhlu kadınlarının ve yurtseverlerin yanında, Mustafa Kemal’in onbinlerce üniformasız askerine yol gösteren bugünün Aydınlık Gazetesi Genel Yayın Müdürü, o günlerin TGB lideri İlker Yücel’e ve ekibine teşekkür ederim. Yolunuz ve bahtınız açık olsun" diye belirtti.
Aydınlık'a veda eden Cem Gürdeniz, yazılarını bundan sonra VeryansınTV'de yazmaya devam edecek...
Cem Gürdeniz'in bugün Aydınlık'taki, "Mavi Vatandan Açık Denizlere" başlıklı son yazısı şu şekilde:
"1000 yıldır Türk devlet kurumsallığının çatısı altında Anadolu yarımadasındayız. Dünyanın bu en seçkin coğrafyasında bu kadar uzun bir süreyi başarabilen ve jeopolitik kaderi sonsuza kadar bu topraklarda sürecek başka bir devlet, imparatorluk ya da uygarlık olmadı.
Bu süreçte iniş ve çıkışlar yaşandı. Görkem, duraksama ve gerileme, hepsi denizde başladı. Denizde İnebahtı (1571), Karada Karlofça (1699) ile başlayan gerileme süreci, 13 Kasım 1918 sabahı 55 parça savaş gemisi ile İstanbul’un işgalinde atalarımızı ilk kez vatan ve devlet kaybetme aşamasına getirdi. Yetmezmiş gibi 15 Mayıs 1919’da Yunan tümenleri gemilerle İzmir’e çıktı.
AKIL MI NAKİL Mİ
Teknoloji ve bilimden kısacası akıl yolundan uzaklaşarak, nakil yolunda ısrar eden Osmanlı İmparatorluğu, yok olma aşamasına geldiği Birinci Dünya Savaşının sonunda geri kalmış, ticaretini yabancılara teslim etmiş, çiftçi bir devlet idi. Denizden istilaya gelen çelik imparatorlukların ateş gücü karşısında, denizde, yani ileri savunmanın başlaması gereken yerde direnecek güce sahip değildi. Buna rağmen, daha erken yıkılmasını geciktiren tek neden eşsiz coğrafyasıydı. Sanayileşerek güçlenen Çarlık Rusya’sının Akdeniz’e ve dolayısı ile Hindistan yoluna inerek, Britanya İmparatorluğuna tehdit oluşturmasına karşı tampon bir devlet olarak tutuluyordu. Uzun sürmedi. Sanayide ve donanmalarda kömürden petrole geçiş ve büyüyen ticari çıkarlar ile birlikte yeni kaderi çizildi. Parçalanacaktı. 1907 Reval, 1916 Sykes-Picot, 1917 Balfour bu kaderin düğüm noktaları oldu. 1920’de Birinci Dünya Savaşı sonunda Osmanlının imzaladığı Sevr, onu sadece parçalamıyor açık denizlerden de koparıyordu. Karadeniz’de 500 km kıyı şeridine sıkıştırılmış, denizden Ermenistan ile komşu bir devletçik.
DENİZ VE AKIL
Akıldan uzaklaşan Osmanlı denizden de uzaklaşmıştı. Donanması çağlar boyunca kapitülasyonlar, emperyalizm ya da iç cephedeki tutucu karacı aklın kurbanı oluyordu. Onaltıncı yüzyılda yelkene 100 yıl geç geçilmişti. 600 yıllık devletin Donanmasına kumanda den 216 Kapdan-ı Derya ve Bahriye Nazırı içinde ancak 20-30 kadarının muharip ve denizci olmasının bedeli Çeşme, Navarin ve Sinop baskınlarında ağır ödenmişti.
Deniz gücü kurmanın olmazsa olmazı bilimden ve sanayiden uzaklaşan ve endüstriyel medeniyet ürünlerini üretemeyen Osmanlı çökmeye mahkûm olmuştu. Demire karşı kanla mücadele etmek zorundaydı. Balkan harbi öncesinde Mısır, Kıbrıs ve Libya; sonrasında Adriyatik ve Ege tamamen kaybedilmiş, Anadolu yarımadası, Tuna ve Süveyş havzalarından tamamen koparılmıştı. Birinci Dünya Harbinde istila donanması Çanakkale’ye hiçbir engel ile karşılaşmadan gelmiş, 25 Nisan 1915 sabahı Arıburnu’nda 19 Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal, 57. alaya ölmeyi emretmek zorunda kalmıştı.
KURTULUŞ VE KURULUŞ
Trakya ve Anadolu’nun büyük bölümünden Türkleri sökmeyi amaçlayan Sevr’i Mustafa Kemal’in askerleri 9 Eylül 1922 sabahı yırtıp attı. Böylece kutsal Kurtuluş Savaşı sonrası Anadolu yarımadasının Trakya ile bütünlüğü korundu. Dört denizini ve 8300 km kıyısını korumuş yurdunu parçalatmamıştı.
Mustafa Kemal Atatürk, donanmasız Anadolu olamayacağını gördü. Ancak sadece donanma gücü de yetmezdi. Türkler ve Anadolu denizcileşmeliydi. Devlet denizcileşmeliydi. Kurumlar denizcileşmeliydi. Savunma denizde başlamalıydı. 900 yıllık karasal kodlara rağmen deniz uygarlığı cephesine geçilmeliydi.
Ölümsüz Başkomutan, kurduğu yeni cumhuriyetin savunmasını denizden başlatacak donanmayı süratle kurdu. Başlangıçta devletin Amirali ve bırakalım harbe hazır donanmayı, pervanesi dönen gemisi yoktu. Bu açığı kapamak için Bahriye Vekaletini (Bakanlık) kurdu. Başına en yakın arkadaşı eski İstiklal Mahkemesi Başkanı Emekli Topçu Binbaşı İhsan Eryavuz’u geçirdi. Kısa sürede bütçeden önemli pay alarak çok önemli işleri gerçekleştiren Eryavuz, devlet içinde büyük kıskançlık ve tepkilerin odağı oldu. Çok öne çıkmıştı. Özellikle Başbakan İnönü ile ilişkileri son derece ciddi çekişmeye vardı. Böylece, 30 Aralık 1924’te kurulan Bakanlık, 16 Ocak 1928 tarihinde kapatıldı. Yavuz-Havuz adı verilen sözde yolsuzluk olayı, Başbakan ve Genelkurmay Başkanının oluru ve dönemin medyasının algı yönetimi ile büyütüldü; vekalet neredeyse tüm personeli ile mahkemelerde sorgulandı ve Eryavuz iki yıl hapis yattı.
Böylece 1949 yılında Deniz Kuvvetleri Komutanlığı kurulana kadar, deniz siyasetimiz ve donanma 21 yıl, Ankara’da Genelkurmay Başkanlığı tarafından yönetildi. Atatürk yaşanan bunca sıkıntıya rağmen donanmanın gelişimine desteğini sürdürdü. Donanmayı her fırsatta onurlandırdı. Havacılıkta milli uçak atılımı devam ederken 1937 yılında donanma Gölcük tersanesinde ilk gemisini inşa ediyor, adını da Gölcük koyuyordu.
ATATÜRK SONRASI SAVRULAN TÜRKİYE
10 Kasım 1938 sonrasında Türkiye, sert jeopolitik ve siyasi savrulma yaşadı. Ulusal savunma sanayi gelişimine yönelik gayretler azaldı. İkinci Dünya Savaşı sonrası Atlantik İttifakında yer alan Türkiye, ABD ordu ve donanması tarafından kullanılmış tank, uçak ve gemilerle donatıldı. Yeni kuvvet yapısı Türk askeri gücünün kullanım konsept ve doktrinlerini de etkiledi.
Artık, Türkiye, kenar kuşak ülkesi olarak Sovyetler Birliğini güneyden çevrelemek için ABD tarafından oluşturulan stratejik planların parçası olmuştu. 1952’de NATO’ya girince devletin en önemli kurum ve kuruluşları Atlantik ittifakının ve ABD güdümündeki askeri politik doktrinin tam kontrolüne girdi. Kıbrıs ve Ege sorunları çıkmasa Türkiye’nin kendi ulusal jeopolitik önceliklerine odaklanması mümkün değildi. Başarılı Kıbrıs müdahalesi ve Ege kıta sahanlığı sorunlarında zaman zaman emperyalizmin kontrolü dışına çıkılsa da Türkiye gemisinin ana rotasından yani NATO ve batı çıkarlarından çıkmasına izin verilmedi. Bunu dış müdahale ile yapmadılar. İç cephedeki mandacıları kullandılar. Bir yandan da kurucu iradeyi yani Atatürk’ü ideolojik formattan, onu kalıplaştıran ve özünden uzaklaştıran konuma indirgemeyi başardılar. Ancak en önemlisi Türklerin kendine olan güvenlerini kaybetmesini sağladılar.
Bu güvensizlik Soğuk Savaş bitene kadar devam etti. 90’lı yıllar sonrası Türkiye yavaş yavaş kendini ve Türk dünyası ile kendi yakın çevresini keşfetmeye başladı. Bu hızlı yaşanan bir süreç oldu. SSCB ve Varşova Paktı yok olunca Türkiye’nin NATO ve batı güvenliğine katkısı önemini kaybetti. Bu arada Türkiye ulusal güvenliğini başka bir devlet veya kuruma devredilemeyeceği acı gerçeği ile yüzleşmek zorunda kaldı. Kendi başına hareket etmeye başladı. Bu durum emperyalizmi rahatsız etti. Türkiye’ye ihtiyaçları kalmayınca Sevr’in 2. Sürümünü öne çıkardılar.
KONTROLÜNÜ KAYBEDEN ABD
11 Eylül 2001 sonrası Amerikan emperyalizmi yakın çevremizde sınır tanımayan büyük projelere girdi. Sonuç yıkım, kan ve göz yaşı oldu. Türkiye, emperyalizmin bu arsız ve azgın süreci yaşanırken özellikle deniz kuvvetleri alanında büyük hamleler yaptı. Karadeniz Ege ve Doğu Akdeniz’de jeopolitik tutumunu güçlendirdi. Savunma Sanayi hamlelerini artırdı. Bu süreç maalesef kumpas davalar ile cezalandırıldı. FETÖ isimli ihanet şebekesinin kurguladığı sahte davalar geçmişte yaşandığı üzere yükselen deniz kuvvetlerini, kuvvet yapısını baskınlarla imha ederek değil, komuta yapısını felç ederek sağladı. Bir gecede 15 Amirali yüze yakın deniz subayı tutuklanan Türkiye’nin kılı kıpırdamadı. Emperyalizm adına hareket eden FETÖ, asıl hedef olarak donanmayı seçmişti.
Zira Anadolu’yu teslim alacaksan önce donanmayı teslim alacaksın prensibine uyuyordu. Tarih de bunu göstermemiş miydi? Kumpas davalara, Anadolu halkının yurtsever kesimi, 13 Aralık 2012 ve 8 Nisan 2013 tarihlerinde Silivri Duvarlarını yıkmaya geldikleri mitinglerde on binlerle cevap veriyordu. 2014 baharında duvarlar yıkılmıştı. Kuvayı milliye ruhu yeniden canlanmıştı. FETÖ yeniden bağımsızlık yoluna girmeye başlayan Türkiye’ye 15 Temmuz 2016 gecesi halkına ateş açarak cevap verdi. Türk milleti kayıplar verdi ama devleti teslim etmedi. O günden bu yana FETÖ temizliği adı altında yürütülen faaliyetler, devam ediyor.
FETÖ İLE MÜCADELE
Bugüne kadar FETÖ ile mücadelede çok büyük ve önemli başarılar sağladığını söyleyebiliriz. Ancak stratejik seviyede bir temizlikten bahsedemeyiz. Emperyalizm ve FETÖ ile iltisaklı pek çok gazeteci, siyasetçi ve kanaat önderi FETÖ habitatında faaliyetlerine devam ediyor. FETÖ faaliyetlerinin önümüzdeki günlerdeki etkinliğinin en önemli göstergesinin Türkiye’nin Doğu Akdeniz, Ege ve Kıbrıs’taki hayati çıkarlarının korunmasına yönelik hamlelerinin sürekliliğinin korunup korunamayacağı olacaktır. Zira bu alanlar emperyalizmin şu anda Türkiye’de rahatsız olduğu en önemli stratejik alanların başında gelmektedir.
COVID pandemisinin yaratacağı sosyal ve ekonomik krizleri sömürmeye hazır emperyalizm, FETÖ’yü bu kez yumuşak gücüyle, kâh karanlık sosyal medya hesaplarından, kâh içimizdeki mandacılar üzerinden kullanacaktır. Diğer yandan FETÖ ile mücadelede sembol bir isim olan Amiral Cihat Yaycı’nın tasfiyesi sonrası bu faaliyetlerde yoğunlaşma olması sürpriz olmamalıdır. Bu konuda yurt dışında çıkan FETÖ iltisaklı web siteleri, youtube yayınları ve makaleler üzerinden ip uçları verilmektedir. Örneğin Mavi Vatan, Türk emperyalizmine benzetilmektedir. Yunan medyasında da Türk revizyonizmi ya da yeni Osmanlıcılık olarak adlandırılmaktadır. Türkiye’de bazı gazeteciler Mavi Vatan kavramından Dışişleri Bakanlığı ve Silahlı Kuvvetlerin rahatsız olduğunu söyleyebiliyor. Yani FETÖ’nün kaçak düşünce adamları ve içerdeki mandacılarla, kullanışlı muhterisler üzerinden emperyalizm, Türkiye’ye ‘’deniz yetki alanlarını korumaya kalkışma, teslim ol’’ diyor. Gelecek günlerde Mavi Vatan, Libya ile deniz sınır Anlaşması ve Libya ile savunma iş birliğini geliştirme konularının değersizleştirilme gayretleri ile FETÖ sosyal medya unsurlarının yoğun iftira ve itibarsızlaştırma saldırılarının artacağı bir dönem olacağını şimdiden söyleyebiliriz. Bu kapsamda Türkiye'nin geleneksel Batı/NATO çizgisinden uzaklaştığı tezi yaygın olarak işlenebilir ve Kurtuluş reçetesi olarak; Yunanistan ile tavizsiz yumuşama, dondurulmuş Mavi Vatan fikri; Kıbrıs’ta federal çözüm, Suriye’de ABD planlarına teslimiyet ve S 400 sistemlerinin de-aktivasyonu Ankara’ya sunulabilir.
MAVİ VATANDA GÜÇLÜ OLMAK
Makalemin başında vurguladım. Bu topraklar donanma güçlü iken güven ve gönenç; zayıfken korku ve yıkım yaşamıştır. Unutmayın Anadolu’yu parçalamaya gelenler hep denizden geldi. Donanma ne zaman güçlense ya emperyalizmden ya da iç cepheden tokat yedi. 21. Yüzyılda tarih tekrar etmemelidir. Donanma en güçlü, en aktif en etkin dönemini yaşarken emperyalizme bu fırsat bir daha verilmemelidir. 15 Temmuz 2016 sonsuza kadar pusulamız üzerindeki nirengi olmalıdır. Yeni ihanetlere, yeni kandırmacalara izin verilmemelidir. Yeni rotalar çizilirken, şartlar ne olursa olsun Mustafa Kemal Atatürk’ün rotasının yakın geçmişimizden aldığımız dersler ışığında bizi hak ettiğimiz limana götürecek tek rota olduğu unutulmamalıdır. O rota 21. Yüzyılda Mavi Vatan’dan geçer.
AYDINLIK GAZETESİNE VEDA
Silivri’deki 3,5 yıllık hapis döneminin 2. yılı başında 24 Mart 2013 Pazar günü, ‘’Neden Mavi Vatan?’’ isimli başlıklı ilk yazımla Aydınlık Gazetesinde Mavi Vatan köşemde her Pazar yazı yazmaya başladım. Gazeteyi ilk kez 12 Şubat 2011 günü Hasdal Cezaevinde tanımış, okumuştum. Ondan önce adını duyardım. Zor günlerin ilacı oldu. Mavi Vatan yazılarım o günden bu yana -hastalık dahil- hiçbir pazar gününü aksatmadan devam etti. Bugün 375’inci yazımla Mavi Vatan Bismillah Vira diyor ve demir alıyor. Yeni dönemde Türk Denizciliğinin Mavi Vatandan artık açık denizlere çıkması gerekiyor. Türkiye’nin halkı ve devleti ile denizcileşmesine katkı sağlamak üzere yeni bir girişimin arifesinde Mavi Vatanı yedi yıldır emanet ettiğim Aydınlık Limanından Açık Denizlere götürüyorum. Mavi Vatan artık bir fikir limanının adı olmaktan çıkıyor. Mavi Vatan topyekûn denizcileşmenin lokomotifi olmaya gidiyor. 111 yıl önce 19 Temmuz 1909 tarihinde kurulan Osmanlı Donanma Cemiyetinin ruhunda somutlaşan Türk milletinin denizci olma arzusunun genetik kodları ile Mustafa Kemal Atatürk’ün 1 Kasım 1937 Meclis konuşmasında vaz ettiği büyük vasiyeti rotasında yeni ufuklara yelken açıyor. Ne demişti ölümsüz Başkomutan: ‘’Denizciliği Türk’ün büyük ülküsü olarak görmeli ve az zamanda başarmalıyız.’’ ‘’Söz veriyoruz Atam Başaracağız. Birleşerek, iç cepheyi sağlam tutarak başaracağız. Zincirleri kıracağız. Toprak Gemi Anadolu’yu bir daha hiç ayrılmamak üzere Mavi Vatan üzerinden Açık Denizlerle buluşturacağız. Denizcileşeceğiz.’’
Başta bizler Silivri Duvarları arkasındayken duvarın ötesinde ağır kış şartlarına, gaz bombalarına, Silivri Ovasının katlanılması çok zor ortamına rağmen Vardiya Bizde’nin başları göklerde, çelik ruhlu kadınlarının ve yurtseverlerin yanında, Mustafa Kemal’in onbinlerce üniformasız askerine yol gösteren bugünün Aydınlık Gazetesi Genel Yayın Müdürü, o günlerin TGB lideri İlker Yücel’e ve ekibine teşekkür ederim. Yolunuz ve bahtınız açık olsun.
Tüm Okurların Bayramını Kutlarım."