Abdurrahman Dilipak kızdı ve açıkladı: En çok ve en az satan gazete hangisi?
Abdurrahman Dilipak: "Sanırım Diyanet, akademi, siyaset, bürokrasi, STK’lar, vakıf, dernek, sendika, iş dünyası, media, yayınevleri, siyasi partiler, insanlar olarak bizler kavga etmeyi bırakıp oturup bu gidişi yeniden sorgulamalıyız.”
İktidara yakınlığıyla bilinen Yeni Akit yazarı Abdurrahman Dilipak, “Media’nın İntiharı” başlıklı bir yazı kaleme aldı.
Dilipak bugünkü yazısında, Türk medyasına sert bir dille eleştirdi ve “Sonunda mediamız da, aynı topun kumaşı. Biz birbirimize benzeriz. Al birini vur ötekine.” dedi.
“11-17 Ocak 2021 ulusal basın için bir kırılma noktası idi.” diyen Dilipak, gazete tirajlarını paylaştı. Mevcut siyasi ve sosyal durumun medyayı olumsuz etkilediğini belirten Dilipak, “Sanırım Diyanet, akademi, siyaset, bürokrasi, STK’lar, vakıf, dernek, sendika, iş dünyası, media, yayınevleri, siyasi partiler, insanlar olarak bizler kavga etmeyi bırakıp oturup bu gidişi yeniden sorgulamalıyız.” dedi.
Dilipak’ın yazısı şöyle:
“Media’nın halini görüyorsunuz. Birtakım medianın önceki gün, dün adımı bile anmazken (Daha önce de ‘AKP’nin Papatyaları’ yazısında anmışlardı, sonra sustular), haber yapma gereği duymuşlar, nasıl bir haber yaptıklarını gördünüz. Zamane tarafsız haberciliği böyle oluyor demek ki! Neyse alışkınız bunlara.. Yani media cephesinde yeni bir durum yok aslında. Sonunda mediamız da, aynı topun kumaşı. Biz birbirimize benzeriz. Al birini vur ötekine.
11-17 Ocak 2021 ulusal basın için bir kırılma noktası idi. O hafta içinde 19 gazeteden oluşan ulusal basında tiraj kaybetmeyen tek bir gazete bile olmadı ve hiçbir gazete 200.000 üstü tiraj bildirmedi. En az tiraj kaybı 13 ile Yeni Birlik’te oldu, en fazla tiraj kaybı ise 7708 ile Sözcü’de ve Sözcü 197.625 ile en yüksek tiraja sahip gazete oldu. En düşük tiraj ise 1879 ile Aydınlık oldu. 100.000 ve üzeri tiraj bildiren 7 gazete var. 50.000’lik grubda, 100.000’in altında da 7 gazete var. Altında kalanlar 44.000’den daha az. Kaldı ki, bu tirajlar da gerçek olmayabilir. Bu anlamda gelecek günler, geçen günleri aratabilir. Üstelik bu kadar sıcak bir gündem olmasına rağmen.
Tiraj internet mediasına, sosyal mediaya kayıyor. Radyo, Tv, dergi ve kitapda da durum çok farklı değil. İnternet mediası bu anlamda sinema, müzik, tiyatro sektörünü de yutuyor.
Unutmayın internet mediasında bizim tek tıklık bir canımız var. Starlink ve 5G tehdidi, global sistemin fast Checking’i ile birleşince onların ne yapabildiklerini Trump örneğinde gördük.
Siber alemde kendi milli çözümüzü üretmek istiyorsak, şunların eşzamanlı olarak yapılması gerek: -Milli Bilgi Hosting Merkezi, -Milli İşletim Sistemi, -Milli bir firewall ve antivirüs, siber güvenlik bariyeri, -Yapay zekalı süper bilgisayar, -Kapalı devre kendi enerjisini kendisi üreten bir sistem -Arama motoru, Sosyal Media ve diğer aplikasyonlar -Ülke genelinde mirorlar ve backup sistemler, -Global ölçekli, popüler yazılımlar ve HW’lerin eşzamanlı test edilecekleri Test laboratuvarları ve referans arşivi. Bunları yapmakta yetmiyor. Bu işin eğitimden, marketine kadar master bir planlama ihtiyacımız var.
Media ayağı olarak gazete, dergi, kitap, radyo, Tv, internet mediası, sineması, tiyatrosu, sosyal ve kültürel platformları, sanal market, sanal müze, sanal fuar, sanal kütüphane. Her şeyin sanalını üretebilirsiniz:
Sanal cami, sanal dergah, sanal dernek, sanal sağlık merkezi, sanal cemaat. Bu işin kamu ayağı var, özel sektör ayağı var, hukuk boyutu, 3. sektör, kişilerle ilgili boyutu var. Sadece ‘public web’ yok, ‘Block change’ de var, ‘Deep web’ de var, ‘Black web’ de.
Bu işin yönetilebilir, denetlenebilir olması gerekiyor. Telif konusu var, muhasebeleştirilme, vergilendirme sorunu var. Eski yasalarla bu sistemi yönetmek ve denetlemek mümkün değil. Bu işin bir de dini boyutu var tabii. Global markete açılırken, bir de milletlerarası boyutu var.
Eski gazetecilikle bugünkü durum aynı değil. Mesleki eğitim mantığının güncellenmesi gerekiyor. Basın mevzuatı, mesleki kimlik kartının kimlere ve nasıl verileceğinin yeniden düzenlenmesi gerekiyor. Basın İlan mevzuatının da. Bu sistem aynı zamanda bir istihbarat ve güvenlik sorunu oluşturabilir. Bir savunma ve saldırı üssüne dönüşebilir. Bu çerçevede ‘entelektüel mülkiyet hakları’nın ve ‘sanal mülkiyet’in yeniden tanımlanması ve bu haklarının korunması gerekiyor.
‘Deep fake’ gibi yeni durumların nasıl önüne geçebileceğiz. Subliminal mesajlardan insanımızı nasıl koruyacağız. Biz bu sistemi kurduk diye herkes burada kalmayacak. Global işletim sistemlerine de giriş yapacak. Bunlarla uyum, entegrasyon sorunu var. Ayrıca rekabet edebilecek miyiz.
Bu yapıların açık ve örtülü saldırıları ve havlamalarına karşı nasıl bir savunma sistemi kuracağız. ‘Sanal gerçeklik’ ve ‘artırılmış gerçeklik’ konusunda sınır ne olmalı? ‘Fast checking’ sistemlerinin bu sistemde yeri ne olacak?
Bugün, varolan siber güvenlik tehditlerine, siber diktatörlük ve siber terör, siber saldırılar, tehditler, siber faşizm konusunda, Dijital dönüşüm ofisi, BTK, İletişim Başkanlığı’nın mevcut sistemleri ile karşı koyabilecek miyiz! Bana kalırsa biz, bu konudaki mevcut siyaset, bürokrasi ve yasa ile dili, mevcut kavram ve kurumlarımızla varolan tehditlerle başa çıkmamız çok mümkün değil.
Olayı sadece teknolojik üretim mantığı ile ele almak bizi yanıltabilir. ‘5G ve Starlink’ projelerinde bunu çok açık bir şekilde görüyoruz! Her şeyi digitalleştirmek çok mantıklı değil. Sistem resetlenebilir. O zaman hafızanız dahil her şeyi kaybedersiniz.
Bugün gelinen noktada, ‘Global reset’ten söz ediyoruz. ‘Öjenik Hareket’ yeni normal dönem için tehlikeli senaryolar peşinde. ‘Transhumanizm’i konuşuyoruz. Sadece ‘Starlink’i konuşmuyoruz, Neuralink’i de konuşuyoruz. İnsanlara Chip takmaktan söz ediyoruz. Nasıl oldu ise Uzay’ın işgaline destek verdik. Bu tehlikeli bir karardı, kimseden bir ses çıkmadı.
Reis imza atmışsa sanki her şey tamam gibi bir hava estirildi. Göstermelik bir bilim kurulu var. Politika kurulları buharlaştı sanki. Bir de bakan var, bürokrasi bakanın emrinde zaten.. 5G konusunda da işler böyle ilerliyor, CoVID konusunda da. mRNA üzerinden neler yapılabileceğini bilmeden ona da destek verdik. ‘Nesnelerarası iletişim’ konusunda da kimse endişelerini dile getirmiyor. ‘Siborg’ olmayı kabul ettik sanki!
İstanbul sözleşmesi çerçevesinde toplumsal cinsiyet üzerinden aileden ve biyolojik cinsiyetten vazgeçtik ve nüfus cüzdanımıza ‘Gender’ yazıp LGBT+ tercihine açık bir madde yazdık. Artık ‘din, ahlak ve gelenekten bağımsız bir genom’ olarak ‘Birey’den söz eder olduk.
Media’dan çıktık, nereye geldi. Artık her şey media ile ilgili. Sanırım Diyanet, akademi, siyaset, bürokrasi, STK’lar, vakıf, dernek, sendika, iş dünyası, media, yayınevleri, siyasi partiler, insanlar olarak bizler kavga etmeyi bırakıp oturup bu gidişi yeniden sorgulamalıyız. Yoksa kavga edecek bir şey de kalmayacak elimizde.
Selâm ve dua ile.”