Yılmaz Özdil'den dolar yorumu: Embesil gibi...
Sözcü yazarı Yılmaz Özdil, Osmanlı'nın ekonomik olarak nasıl çöküşe gittiğini kaleme aldı.
Yılmaz Özdil'in "Doları düzeltse düzeltse Bertrand efendiyle Velendorf bey düzeltir" başlıklı yazısının tamamı şöyle:
Asrın liderimiz “merak etmeyin, kulak asmayın” dedi.
“Onların dolarları varsa, bizim Allahımız var” dedi.
*
Bence de öyle.
Hiç merak etmemek lazım.
*
Padişahımız zat-ı şahane Abdülhamit'ti.
Kendisi adına kestirilen sikkelere “el-Gazi el-Müstenidu bi-tevfîk-ti'r- Rabbaniyyeti Meliki'd-Devleti'l-Osmaniyyeti” yazılıyordu.
Yani… “İlahi yardımlara dayanan Osmanlı devleti meliki, hükümdarı, gazi”ydi.
*
Gel gör ki, ilahi yardımlara dayanan devlet iflas etti.
*
Kanun hükmünde kararname çıkarıldı.
Düyun-u Umumiye kuruldu.
*
“Genel borçlar” anlamına geliyordu.
“Zamanında yenen hurmalar” çerçevesinde, devletin gelirlerine alacaklılar tarafından el konuldu.
*
Yedi kişilik yönetim kurulu vardı.
İngiliz, Alman, Fransız, Avusturyalı, İtalyan'dı.
Bu arkadaşlarla Osmanlı devleti adına müzakereleri yürüten Osmanlı devleti yöneticileri kimdi?
Maliye müsteşarı Velendorf bey, dışişleri müşaviri Kişer efendi, sayıştay başkanı Ohannes efendi, gümrük müsteşarı Bertrand efendiydi!
Görüldüğü gibi sayın Osmanlı devletimiz özbeöz Türk yöneticilere emanet edilmişti!
Zaten Alman olan Bertrand efendi, zaten İtalyan olan Kişer efendi, zaten Fransız olan Velendorf bey filan pek makul buldu, devletin anahtarları İngiliz, Alman, Fransız, Avusturyalı, İtalyan'a verildi.
*
Borçların ödenmesini takip etmek için kurulmamıştı, devletin gelir kaynaklarını bizzat yönetmek için, devletin gelirlerini bizzat tahsil etmek için kurulmuştu.
Bildiğin “haciz” kuruluşuydu.
Öyle ki, devletin maliye bakanlığında beş bin memur çalışırken, bu arkadaşların emrinde dokuz bin memur çalışıyordu.
*
“Ecnebi maaşı” dolgundu. Eğitimli gençlerimiz kendi devletine faydalı olmaktansa, düyun-u umumiye'de işe girmek için yarışıyordu.
Prim sistemi vardı. Kendi milletinin gırtlağına sarılan memurumuz, bu arkadaşların gözüne giriyor, takdir ediliyordu. Kendi milletinin gırtlağını en çok kim sıkıyorsa, o ödüllendiriliyordu.
Yabancıların çıkarları için yabancıların kıçını öpen en yalaka memur, en kıymetli memur oluyordu.
Bölge müdürlüğü sayısı 26'ydı.
Şehirlerde ilçelerde 720 tahsilat şubesi vardı.
*
Kafalarına göre vergi salıyorlardı, vergi oranlarını belirliyorlardı.
Gelirlere el koyup sadece dış borcu ödemiyorlardı, devletin bütçe defterini tutuyorlardı, iç borç ödemelerini de bunlar yapıyordu.
Banker adı altındaki uluslararası tefecilerin oyuncağı olmuştuk.
*
Devletin hazinesini inek gibi sağmakla kalmadılar, uyuşturucu bağımlısı yapar gibi kredi bağımlısı yaptılar, yeni borçlar vererek, yeni imtiyazlar aldılar, bizim topraklarımızda kendilerine demiryolları, limanlar, bankalar, sigorta şirketleri, posta şirketleri, telefon şirketleri, tramvay şirketleri, elektrik santralları kurdular, yeraltı zenginliklerimizi babalarının madeni gibi işlettiler.
Sayın ahalimiz “yaşasın yabancı sermaye geliyor” diye sevindi!
Borçlarımızın katbekat üzerinde gelir elde etmeye başladılar.
*
Kendi ülkemizde elalemin kölesi olduk.
*
Kapitalizmin karakolu olarak geldiler…
Emperyalizmin kuklası haline getirdiler.
*
Ta ki Mustafa Kemal'e kadar.
*
Abdülhamid, Azteklerin padişahı değildi.
Narnia'da Neverland'te Westeros'ta Alice Harikalar Diyarı'nda yaşanmadı bu hadiseler, burada yaşandı.
Hobbitlerin başına gelmedi, bizim başımıza geldi.
*
Ve şimdi hâlâ, embesil gibi dolara n'oluyor diye merak ediliyor?
Halbuki artık birazcık lütfedip, ne olmuştu diye hatırlamak lazım.