Bülent Özdoğan yazdı: Yine zordayım Aydın Abi
Bir anda kendimi o dar, boğucu odada buldum Aydın abi.
Başım yine ellerimin arasında…
Kapının açılmasını bekliyorum. Biri girsin içeri, “Kara müdür, ne oldu yine? İyice kararmışsın” desin.
Otursun karşıma, “Önce kahve söyle, sonra da bir sigara ver, Oya ablan malum, paket taşımam yasak” diye devam etsin.
Sonra o sorsun, ben sıkıntı anlatayım. O çözüm yolu söylesin, ben işi yokuşa süreyim. Sonunda “Karışma sen, o iş bende, sen işine bak” diye konuyu kapatsın.
Ardından mavra başlasın. Benim köylülüğüm, onun ‘asilliği’, benim fakirliğim onun ‘zenginliği’ konuşulsun. Boşuna değil ‘Aydın Zengin’ dememiz kendisine.
‘Ak müdür Faruk’ çekiştirilsin hala içeri girmemişse kapıdan. Konu Murat Sabuncu’ya gelsin. Belki on kere, belki yüz kere yaptığımız espriler tekrar yapılsın. Dilin ayarı varsın kaçsın. Abilik kardeşlik hukukunda bu da var nasıl olsa.
Dünya bir kez daha kurtarılsın, eşler bir kez daha çekiştirilsin, unutulsun sohbetin sıkıntıyla başladığı.
Sohbet, ‘en yakın tarihte meyhanede nasıl buluşuruz’a bağlansın.
Gidilsin o meyhaneye birkaç gün sonra… Aydın abi garsonla ilk sohbeti eden olsun. Anlasın o garson arkadaş karşısındaki yaşlı amcanın dilindeki rahatlığın yaşanmışlıklardan kaynaklı olduğunu. İlk gençliğinde tiyatrocu, oyun yazarı. Sonra profesyonel devrimci, gazeteci, siyasi mahpus. Frankfurt’ta taksi şoförü, mülteci . Türkiye’de yeniden gazeteci, iflah olmaz muhalif.
Anlatsın bize Denizleri, Mahirleri kendi penceresinden. Biz ‘goşist’ olalım Faruk ile, o ‘revizyonist’.
Sonra bolca gülelim masada. Birkaç damla gözyaşı da dökelim arada, meyhanenin şanındandır. Ama kaybettiklerimize değil, (Aydın abi sevmez bunu. Çok yaşam çok kayıp da demek çünkü) sıkıntısını çözemediklerimize, derdine çare bulamadıklarımıza. Hani gücümüzün yetmediği şeylere.
Yine şaşırsın meyhane halkı bu dörtlüye. En çok bu masada içilsin, en çok bu masada konuşulsun. Sabuncu, yemek ve içki kültürünü yarıştırsın, kızdırmak için Aydın abiyi. Faruk ile ben oyun dışı kalalım, “rakıdan başka bir şey bilmez bunlar’ diye. Klasik mavraya dönülsün akabinde ‘kim daha Aydın abici’ diye. Ben yine kaybedeyim sivri dilim yüzünden. Banu ve Buse’yi sevdiğini, beni zaten hiç sevmediğini, onlar için bana katlandığını söylesin belki yüzüncü kere.
Sonra kalkalım o dostluk masasından. Çözemesek de sorunları, içimiz yıkanmış olsun en azından bu gecelik.
Olmaz değil mi Aydın Abi, ‘bu kez’ değil, ‘artık hiç’ olmaz…
Güle güle Aydın Abim.
Yıldızlar yoldaşın olsun.