Siz aşkı nerede arıyorsunuz?
Bu haftasonu Tenkap’ın sevgililer günü partisinde 200’den fazla insanla konuşma ve gözlem yapma fırsatım oldu.
Nediyor/ Bir çöpçatanlık ve ilişki danışmanlığı şirketi olarak partiyi düzenlemekteki tek amacımız dostlarımız ve geniş ailesi ile birlikte bu manidar günü kutlamak ve ilişki konusu hayatlarında önem arz eden bu kitleye sosyalleşebilecekleri bir ortam sağlamaktı. Davetlilerimizden de tek beklentimiz buydu aslında; organizasyonumuza başka anlamlar yüklemeden, cinsiyet ayrımı gözetmeksizin, varsayımsız bir bakış açısı ile başkaları ile tanışmaları ve konuşmaları.
Benim kişisel beklentim – danışanlarım için her daim en iyisini istediğim ve onları yüksek standartlara tabii tuttuğum için – katılımcıların bu partiyi kişisel gelişimleri için bir fırsat olarak görüp, kendi sosyal becerilerini test etmeleri ve her türlü özgüven eksikliğini, şüpheyi ve korkuyu bir kenara bırakarak kendilerini böyle ortamlarda nasıl ortaya koyduklarını ve karakterlerini dışarıya nasıl yansıttıklarını üçüncü bir gözden görmeye çalışmalarıydı. Sonuçta içine girdiğimiz her ortam ve tanıştığımız her yeni insan, bize kendimizi daha iyi tanımamız için paha biçilemez bir fırsat.
Bu düşünceyi aklımın bir köşesinde tutarak partiye genel olarak baktığımda, insanların kabaca ikiye ayrıldıklarını gözlemledim. İlk olarak; sosyalleşmeyi hayatlarının bir parçası olarak kabul etmiş ve her insanla her konuda rahatça konuşabilen, ortam neyi gerektirirse gerektirsin, kendi gibi davranmayı, olduğu gibi görünmeyi başarabilen bir kesimin varlığını gördüm. İkinci olarak ise, konfor alanlarının içinde kalmayı seçen, tek başına gelmiş ise tek başına olmayı yeğleyen, arkadaşları ile gelmişse sadece arkadaşları ile konuşmak isteyen ve dışarıyla iletişime açık olmayan bir kitleyi fark ettim.
Kendinizi hangi gruba daha yakın hissediyorsunuz?
Hiçbir şüphe duymadan, ‘‘Ben ilk gruba aitim, girdiğim her ortamdan bir şekilde keyif alıyorum, her ortamda kendim gibi olabiliyorum.’’ diyorsanız sizi can-ı gönülden takdir ediyorum. ‘‘Yok, ben kendimi ikinci gruba daha yakın hissediyorum, her zaman rahat edemiyorum, kendim gibi davranamıyorum.’’ diyorsanız, ben de gelin konuyu biraz daha derinden inceleyelim diyorum.
Hayatının büyük bir bölümünü tek başına geçirmiş bir insan olarak, yalnız gece dışarı çıkan ya da toplumda hala bir tabu olmasına rağmen kendi kendine sinemaya, yemeğe gidebilen ve kendiyle vakit geçirmekten keyif alan insanlara saygım sonsuz. Aynı şekilde, arkadaşları ile vakit geçirmek için program yapan ve bu program süresince ilgisini arkadaşlarının üzerinde tutan insanlara sevgim sonsuz. Partimize kendi kendinize hareketli bir ortamda kafa dağıtmak için katılmış ve kimseyle konuşmak istemiyor olabilirsiniz. Ya da görüşmek istediğiniz arkadaşlarınızla değişik bir konsept altında bir araya gelip, muhabbet etmek ve arayı kapatmak istemiş olabilirsiniz. Zaten böyle bir amaçla nereye giderseniz gidin keyif almamanız mümkün değil.
Çekici olmaya çalışırken itici olmak
Asıl odaklanmak istediğim nokta, ikinci grupta yer alan ve saydığım tüm bu diğer seçeneklerin dışında kalan kesim. Geceye çok daha farklı anlamlar yükleyerek sosyalleşmeye değil, ileride ilişkiye dönüşme potansiyeli olan karşı cinsten bir insanla tanışma amacı ya da ümidiyle gelmiş olan kesimi konuşmak istiyorum ben. Partiye bu amaçla katılan davetlilerin ortak noktası, beklentilerinin diğerlerine göre çok daha yüksek olmasıydı. Amaçları sadece ortamdan keyif almak, eğlenmek değil, aynı zamanda sevgili bulmak yönündeydi. İçine girdikleri bu beklentilerinden dolayı da, mutlulukları sadece kendi ellerinde değil, başkalarının da ellerine bakıyordu. Yani aslında kendi keyiflerine şart koşmuşlardı. Gece ancak birisi ile tanışırlarsa güzel olacaktı. Tanışmazlarsa; başarısız, yeni bir hayal kırıklığı ve her defasında daha da derinleşen bir problem haline gelecekti onlar için.
Aynı şekilde ilk grubun bu kadar rahat ve keyif alarak partide sosyalleşebilmesinin altında yatan karakter dışı en önemli etkenlerden bir tanesinin de beklentiler ile alakalı olduğuna inanıyorum. Bu insanlar, ”Evet, bu gece hayatımın aşkı ile tanışıyorum kesin!’’, ”Umarım hoşlandığım birisi karşıma çıkar da artık benim de bir ilişkim olur.’’, ”Aslında hiç gitmek istemiyorum ama ya aradığım insan oradaysa…’’ gibi düşünceler ile gelmediler yanımıza. Sadece; değişiklik olsun, bir iki yeni insan görelim, konuşalım, kafamız dağılsın, arkadaşlarımıza destek olalım gibi düşünceler ile geldiler ve bu nedenle konuştukları her insana önce insan gözüyle bakıp kendilerini daha rahat ifade ettiler, daha çok eğlendiler. Bu nedenle hayal kırıklığı yaşamadılar, aradığım insan o değil deyip de bir sonraki insana yaklaşma konusunda şevklerini kaybetmediler.
Her yaştan ve cinsiyetten davetli ile keyif alarak tanışıp konuştular. Gecenin sonunda ise kazandıklarına odaklandılar kaybettiklerine değil. ”Yine özel birisi ile tanışamadım, her şey boşa gitti.’’ düşüncesi ile değil; ”Ne kadar çok insanla konuştum, ne farklı hayatlar, işler var, yeni fikirler edindim, müzik dinledim, içki içtim, keyif aldım’’ düşünceleri ile ayrılmayı tercih ettiler.
Beklentileri sevgili bulmak yönünde olanlar ise içinde bulundukları arayıştan dolayı anı yaşayamadılar, olduklarından daha alımlı, daha ilginç, ‘daha daha’ görünmeye çalıştıkları için kendileri gibi olamadılar ve bu ruh hali de ister istemez dışarıya yansıdığından ironik bir şekilde çekici olmaya çalışırken daha itici durdular.
Mutlu olan ve her ne yapıyorsa yapsın gerçek anlamda keyif alarak yapan insanlar her zaman daha güzel gelirler gözümüze. Hiçbir uğraşa girmeden ve beklentisi olmadan partiden keyif almaya çalışan insanların o gece çok daha çekici olmaları ve sevgili bulma amacıyla gelen insanlara oranla çok daha fazla insan tarafından beğenilmeleri gibi…
Siz bu partide değildiniz belki de ama bu yazıyı içinde bulunduğunuz sosyal ortamlarda kendinizi daha iyi tanımak niyeti ile okuyabilirsiniz.
Öncelikle iş ve aile organizasyonları dışında herhangi bir sosyal aktiviteye giderken oraya ne amaçla katıldığınızı sorun kendinize. Beklentiniz ne? Bir çoğunuzun amacının keyifli vakit geçirmek olduğunu varsayıyorum. Fakat keyifli vakit geçirmek tam olarak nedir sizin için? Arkadaşlarınızla derin derin sohbet muhabbet edebilmek mi? Sadece müzik dinleyip dans etmek mi? Ortama girip, kendinizi göstermek, popülerleşmek ve ilgi çekmek mi? Karşı cinsten birisi ile tanışmak ve beraber olmak mı? Yoğun bir günün ardından kafa dağıtmak ve dertleri tasaları biraz olsun erteleyebilmek mi?
Kendinize aynı zamanda şunu sorun: Gecenin sonunda mekandan mutlu ayrılıp ayrılmamamın belirleyici faktörü kimin elinde? Mutluluğum ve tatminim sadece bana mı bağlı, yoksa başkalarına mı? Eğer amacınız ve istekleriniz doğrultusunda gecenin ‘başarısı’ sadece sizin elinizde değilse o zaman size tavsiyem; her ne yapıyorsanız, kimseye bağlı kalmadan zevk alabileceğiniz bir programın içerisinde başkalarına yönelik hedeflerinizin peşinden koşun. Önce kendiniz keyif alın, kendiniz eğlenin.
Gece kulüplerinde dans etmeden locasında ya da standında duran, ufak ufak içkisini yudumlarken gözleri sürekli etrafta, başkalarında olan, beş dakikalık aralarla saçını, makyajını düzelten, fiziksel olarak güzel ve alımlı olan fakat orada bulunmaktan en ufak bir zevk almadığı her halinden belli olan bir kız profilini canlandırın gözünüzde. Diğer bir taraftan, belki o kız kadar güzel ya da çekici olmayan ama müziği dinleyen, dans eden, gözlerini kapatıp çok da hoş olmayan sesi ile şarkıya eşlik eden, saçlarını en rahat ettiği şekilde toplayan ve gerçek anlamda eğlenen bir kız düşünün. Hangisi size daha yakın? Hangisi daha gerçek?
Geçtiğimiz hafta İstanbul’un popüler ve sosyetik mekanlarından birinde yeni tanıştığım son derece hoş kadınlardan bir tanesi, erkeklerin neden böyle yerlerde kendisine hiç yaklaşmadığını sordu bana. Her ne kadar keyif almaya çalışsa da buraya ait birisi gibi durmadığını ve genel profil göz önüne alındığında içerideki kadınlara göre çok daha doğal ve sade gözüktüğünü söyledim kendisine. ”Buraya gelen erkekler sence kimler ve nasıl bir beklenti içerisinde geliyorlar?”’ diye sordum. Sorusunun cevabını da bu şekilde bulmuş olduk birlikte.
Karşı cinsin size hiç yaklaşmadığı durumları fark ederseniz eğer onlara empati yapın. Her iletişim aynı zamanda bir alışveriş ve sizin önce kendi ürününüzü sonra bu ürünün alıcılarını çok iyi tanımanız gerekir.
Konuşma amacı ve beklentisiyle dışarı çıkan birinin, finalde konsere gidip sohbet muhabbet edememekten yakınması ve sırf bundan dolayı gece benim için kötü geçti yargısına varması ne kadar saçma ise, ilişkiyi ve aşkı arayan insanların gece kulüplerinde ya da barlarda kimseyle tanışamıyorum diye dertlenip kendi kendilerine kaçınılmaz hayal kırıklıkları yaşatmaları da bir o kadar saçma.
Yani konu sadece neyi aradığımız değil, neyi nerede aradığımız aslında.
Hafta sonu katıldığım bir dans organizasyonunda sohbet ettiğim insanlardan bir tanesi ne iş yaptığımı öğrendikten sonra bana aşık olamadığını ve bunun kendisi için bir problem olduğunu söyledi. Aşık olmanın onun için nasıl bir anlam ifade ettiğini sordum kendisine. ”Saygı duymaktır aşk benim için.” dedi elini kalbine götürerek. Ben de etrafına bir bakmasını ve saygı duyduğu ya da duyabileceğini düşündüğü herhangi bir kadını göstermesini rica ettim kendisinden. Sağa sola birkaç kez baktıktan sonra bana döndü ve bu ortamda öyle birisinin olmadığını söyledi. Ben de neden aşık olamadığının cevabının tam da bu olduğunu söyledim kendisine. Hemen hemen bütün sosyal vaktini dans gecelerinde geçiren ve bu kültürün ilişki anlayışıyla bağdaşmadığı bir adamın aslında aşık olmakla ilgili herhangi bir problemi olmadığını anlamanızı istiyorum. Problem; derdine çareyi tamamen yanlış yerde arıyor olması ve bulamadığı için kendine, kadınlara ve hatta insanlığa karşı güveninin gün geçtikçe azalıyor olması.
Peki siz neyi nerede arıyorsunuz?
Hepinize gelişim ve sorgulama dolu bir hafta diliyorum. Görüş ve önerileniz için [email protected] adresinden bana ulaşabilirsiniz.
Kendinize iyi davranın.
Cansın Ersöz