Siyaset bilimci Ulaş Tol anlattı: Milliyetçilik seçimlerde nasıl belirleyici oldu?
Milliyetçilik yükseliyor mu? Araştırmacı-Siyaset bilimci Ulaş Tol, Gerçek Gündem için cevapladı: ‘‘Özellikle iktidardan rahatsız olan, ama muhalefete de ikna olmayan bir kesim için milliyetçilik temel belirleyen olageldi.”
14 Mayıs seçimlerinin üzerinden neredeyse bir hafta geçti. Seçim sonuçları Türkiye’nin her yerinde uzun uzun tartışılmaya devam ediliyor. 2023 seçimlerinin en dikkat çeken sonuçlarından biri de milliyetçi partilerin aldığı toplam oylar oldu.
2022 yılından beri en çok tartışılan konulardan biri ‘Yükselen milliyetçilik, Seküler milliyetçilik.’ 14 Mayıs seçimleri, Türkiye’de milliyetçiliğin yükseldiğini ya da arttığını gösteriyor mu? Eğer yükselen bir milliyetçilik varsa bunun nedeni nedir? TEAM Genel Müdürü ve Siyaset Bilimci Dr. Ulaş Tol’a, milliyetçilik üzerine sorular yönettik.
Ulaş Tol
‘‘DEĞİŞİM SAYISAL DEĞİL BELKİ AMA HEGEMONİK’’
-2018 seçimlerinde MHP %11,13 + İYİP %10 ve seçime AKP listelerinden katılmış olan BBP’nin ortalama %0.5-1 oy oranlarını gözetirsek toplamda %22’lik bir milliyetçi parti oyu; 2023 seçimlerinde ise MHP %10,1 + İYİP %9,7 + ZP %2,2 + BBP %1 yani %23’lük bir oy oranı var. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?
Tek bir milliyetçilikten söz etmek yanıltıcı olabilir. O yüzden toplamlar değişimi tam açıklamıyor. Ama şu açık: Seçmenler yükselen milliyetçi söylemlerin etkisi altında. Dolayısıyla değişim sayısal değil belki ama hegemonik.
Seçimin belirleyeni ekonomi mi gençler mi, o mu bu mu derken milliyetçilik bir kez daha öne çıktı. Üstelik spektrumun sadece sağının değil, sağdan sola tüm kesimlerinin oy tercihinde bir parametre haline geldi.
Bu sürpriz de olmadı, bağıra bağıra gelişini gösterdi. Bu yılın başından beri, milliyetçi seçmenlerin hareketliliğine tanık olduk. Özellikle iktidardan rahatsız olan, ama muhalefete de ikna olmayan bir kesim için milliyetçilik temel belirleyen olageldi.
‘‘TOPLUMUN MİLLİYETÇİLİKTEN ANLADIĞI ŞEYLERİN BELİRGİN VE YEKPARE OLDUĞUNU SÖYLEYEMEYİZ’’
Milliyetçiliğin yükseldiği aşikar ancak toplumun milliyetçilikten anladığı şeylerin belirgin ve yekpare olduğunu söyleyemeyiz. Türk ırkının üstünlüğüne dayanan bir Türkçülük, Türk-İslam sentezine dayanan muhafazakâr milliyetçilik ya da Atatürkçü milliyetçilik gibi ayrımlar gibi de görünmüyor konu tam olarak. Çerçevelenemeyen bir milliyetçilik var. Bu eklemsizlik ve dikişsizlik milliyetçi seçmenlerin sabitlenmesini engelledi. Milliyetçi söylemlerin etkisine açık olan seçmenlerin arasında iktidar karşıtı olanların bir ara-blok oluşturması seçim dengesinin iktidar lehine bozulmasına yol açtı. Yani iktidara yakın olan milliyetçiler Erdoğan’ı kerhen de olsa desteklerken, uzak olanlar arada kaldılar. Bu da Erdoğan’ın lehine bir sonuç üretti.
-Milliyetçi söylemlerin yükseldiğini ve etkili olduğunu söylediniz? Nasıl oldu bu?
Üç öğe yükselen milliyetçi söylemlerin katalizörü olarak işledi:
-HDP düşmanlığında somutlaşan Kürt sorunu eksenli kutuplaşma
-Göçmen düşmanlığı
-Ekonomik anksiyetinin yol açtığı millicilik
Birincisi, Türkiye’nin dönem dönem reddettiği, yok saydığı, çözüm arayışlarında dahi toplumsal boyutuyla daha az ilgilendiği bir Kürt sorunu var. Bu Türkiye’nin iki kutuplaşma aksından biri. İktidarın ana söylemleri nedeniyle dindar-seküler kutuplaşması daha öne çıkıyor olsa da, Kürt sorunu belirleyici özelliğini hiç kaybetmedi. Bu kutuplaşma ekseninin gözetilmemesi, genel-geçer bir düzeyde ele alınması son kertede kutuplaşmadan daha fazla beslenen iktidara yarıyor.
‘‘TOGG, İHA, SİHA YERİNE DAHA GÜÇLÜ, DAHA SAHİCİ UMUTLAR İKAME EDİLEMEDİ’’
İkincisi, göçmen meselesi de benzer şekilde ertelenen, ‘hepsini geri göndereceğiz’ mertebesi ile vicdani muhasebeler arasında sıkıştı. Sorunu teğet geçme eğilimini besleyen diğer bir yaklaşım da konunun bir iç politika meselesi olarak değil, dış politika sorunu olarak çerçevelendirilmesi oldu. Nihayetinde bir yandan ekonomik sorunlar nedeniyle diğer yandan da kültürel farklar nedeniyle Suriyelilere tepkiler yatıştırılamadı ama bu seçimin konusu değilmiş gibi ele alındı.
Üçüncüsü de ekonomik anksiyeteler, Türkiye zenginleşirse biz kurtulabiliriz duygusunu, sorunların kaynağını uluslararası gelişmelere endeksleyen çerçevenin gücünü artırdı. Hal böyle iken TOGG, İHA, SİHA, doğalgaz gibi unsurlar sembolik değer kazandı. Bu sembollerin aşağılanması iktidar eleştirisi olarak değil, Türkiye düşmanlığı olarak algılandı. Bunların yerine daha güçlü, daha sahici umutlar ikame edilemedi.
-Peki muhalefet ne yapabilirdi bu söylemler karşısında?
‘‘Tabi analiz yapmak kolay ama aksiyon önermek zor olanı. Mevcut seçim sistemi %50+1, yani Türkiye’nin hegemonik çoğunluğunu ikna etme mecburiyeti gerektiriyor. O yüzden bu konularda vicdani tutumlar muhalefetin elini zorlaştırıyor. Bu söylemlerin gücünü görmezden gelmek, bu alanlarda kaçak dövüşmek iktidarın yaklaşımlarının etkisini artırıyor. Diğer yandan abartılı ve her tarafa mavi boncuk dağıtan tutarsız dalgalanmalar da alıcı bulmuyor. Samimi ve sahici bulunmuyor.
‘‘BU ŞEKİLDE MİLLİYETÇİLİK DOZUNU YÜKSELTMEK, KONUNUN ESAS SAHİPLERİNİN DE GÜÇLENMESİ İLE SONUÇLANIYOR’’
Bu konularda meselenin esasen milliyetçilik olmadığı, sorunların kökenlerine yönelik somut ikna edici çözümlere dayanan çerçevelemelere ihtiyaç var. Seçmenler siyasetçilerden hoşlarına giden, pozisyonlarının sözcülüğünü yapan cümleler duymaya değil, önem atfettikleri meselelere sahici, etkili çözümler duymaya ihtiyaç duyuyor. Aksi takdirde, yani popülist kaygılarla milliyetçilik yarışına girildiğinde birincisi üzerine tam oturmayan tarafta için sakil kalıyor. İkincisi de konunun asıl sahibi değilseniz ve sadece söylem değil çözüm yollarını göstermezseniz yeni bir şey dememiş oluyorsunuz. Sonuç olarak da bu şekilde milliyetçilik dozunu yükseltmek, konunun esas sahiplerinin de güçlenmesi ile sonuçlanıyor.
Kaynak: Haber Merkezi