CHP'den Erdoğan'a Libya yanıtı
CHP Parti Sözcüsü Faik Öztrak gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Öztrak, Erdoğan'ın CHP'ye yönelik açıklamalarına da cevap verdi.
CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Faik Öztrak, iktidarın hazırladığı ve AKP'li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'a Libya'ya askeri destek konusunda sınırsız yetki veren Libya tezkeresine ilişkin konuştu.
Libya'ya asker gönderilmesiyle ilgili konuşan Öztrak, AKP'li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın CHP'ye yönelik, "Gazi Mustafa Kemal'in Libya'da ne işi vardı?" açıklamasına cevap verdi.
Öztrak, "Dün Erdoğan'ın Gazi Mustafa Kemal konusunda bize tarih dersi vermesini gülerek izledik. Kahraman bir subay olarak Atatürk o gün vatan toprağını savunuyordu" dedi
Öztrak, "Bugün Libya bizim vatan toprağımız mı? Hayır değil. Mehmetçiklerimizin görevi Libya’nın iç savaşına karışmak değil. Mehmetçiklerimizin tek bir görevi var o da 784 bin kilometrelik vatan toprağını her türlü saldırıya karşı korumak. Cumhurbaşkanı Erdoğan bundan 9 yıl önce 'Libya’daki krize Libyalılar çözüm bulmalı, Türkiye asla ve asla Libya halkına silah doğrultan taraf olmayacaktır' dedi. Peki şimdi ne oldu da Libya’daki krize taraf oluyoruz, iç savaşa taraf oluyoruz. Doğu Akdeniz’de yalnızlaştık. Şimdi geç kalmış bir takım adımlar atarak, ülkemizin ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin haklarını korumak için uğraşıyoruz. Bunlardan uluslararası hukuka uygun olanlarını ve ülkemizi ateşe atmayacak olanları biz de destekledik ve bundan sonra da desteklemeye devam ederiz" diye konuştu.
Faik Öztrak'ın açıklamaları şöyle:
Cuma günü yaptığımız yılın ilk Merkez Yönetim Kurulu toplantısının ardından bugünde yeni yılın ilk basın toplantısını gerçekleştiriyoruz. Tabi her yeni yıl bir başlangıçtır. Umuttur, hepimizin geleceğe ilişkin beklentilerinin tazelendiği günlerdir bugünler. Ben bir defa daha 2020 yılının ulusumuza sağlık, sıhhat, bolluk ve mutluluk getirmesini dileyerek sözlerime başlıyorum. Cuma günü gerçekleştirdiğimiz Merkez Yönetim Kurulumuzda; başta İdlib olmak üzere Suriye’deki son gelişmeleri, Irak’ta bir İranlı Generale yönelik ABD’nin suikastını, Libya’ya asker gönderilmesini, yaşanan ekonomik krizin yarattığı tahribatı, tek adam parti devleti rejiminin milletimize çıkardığı ve her geçen gün ağırlaşan faturayı ele aldık.
ÖNÜMÜZDEKİ 10 YILDA KIYMETLİ YIL DÖNÜMLERİ VAR
Milletlerin hayatında, 10’ar yıllık dönemler, önemlidir. Analizleri de 10’ar yıllık dönemler üzerinden yapmak, aslında uzun dönemli eğilimler konusunda ciddi fikirler verir. Ama eşiğinden henüz geçmekte olduğumuz şu önümüzdeki 10 yıllık dönem bizler için apayrı bir öneme sahiptir. Çünkü gelecek on yılda, milletimiz için çok kıymetli yıl dönümleri vardır. İlk olarak emperyalistlere karşı savaştan zaferle çıkan dünyadaki tek meclis olan ve Gazi unvanı taşıyan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin, bu yıl, 100. Yaşını kutluyoruz. Bundan üç yıl sonra da Cumhuriyetimizin 100. Yaşını coşkuyla kutlayacağız.
TEK ADAM REJİMİ HIRSI, CİDDİ YANLIŞLAR YAPTIRDI
Gönül isterdi ki bu önemli yıl dönümlerine giderken Cumhuriyetimizi, başta ekonomik olmak üzere her alanda başarılarla taçlandırmış olalım. 2000’lerin başında ülkede yaşanan ekonomik kriz o dönemin iktidarını ekonomide büyük bir mıntıka temizliğine zorlamıştı. 2002 sonunda işbaşına gelen AK Parti iktidarı, öncekinden yapısal reformlarla güçlendirilmiş bir ekonomi ve dünyada güven uyandırmış bir program devralmıştı. İzleyen on yılda zaman zaman yapılan yanlışlara rağmen mevcut programa bağlı kalındı. Ancak bu on yılın sonunda iktidar küresel gelişmeleri okuyamadı. Çünkü dışarısı da artık o programın geçerli olduğu döneme göre farklı bir noktaya doğru gidiyordu. Ekonominin içsel dayanıklılığını artıracak adımları bir türlü atamadı. Sıcak parayla sorunların üstünü örtmeyi tercih etti. Tek adam rejimini kurma hırsıyla gözü dönen iktidar, geçtiğimiz 10 yılda da hem içeride hem de dış politikada çok ciddi yanlışlar yaptı.
KAYIP 10 YIL
Üzülerek ifade ediyorum ki Türkiye, özellikle 2000’lerin ikinci 10 yıllık diliminde, eline geçen fırsatları doğru ve verimli bir şekilde kullanamadı. Son 10 yıl tarihe “kayıp bir 10 yıl” olarak maalesef geçti. Ucube tek adam rejimi projesinin peşine takılan iktidar, ekonomiden dış politikaya, hukukun üstünlüğünden demokratik standartlara kadar her alanda ülkemizi maalesef geriye götürdü. Parlamenter Demokrasimiz darbeler nedeniyle zaten ciddi yaralar almıştı. Ancak en azından milli meselelerde ortak aklı arayan bir sistemimiz vardı, parlamenter demokrasi vardı. Ucube bir tek adam rejimiyle bu imkan ortadan tamamen kalktı. Afrika dışında parlamenter demokrasiyi bırakıp sözde bir başkanlık rejimine geçen tek ülke dünyada biz olduk.
AB’YE GİREMEDİK, ORTADOĞU BATAKLIĞINA SAPLANDIK
2010’lara girerken, “Komşularla sıfır sorun” diyorlardı. Şimdi sorunumuz olmayan tek bir komşumuz bile yok. 1999’da AB’ye aday üye statüsü kazanan ve 2000’lere AB’ye tam üyelik hedefiyle giren Türkiye, şimdi artık bu hedeften çok uzaklarda. 2010’larda AB’ye giremedik ama Ortadoğu bataklığına tüm gövdemizle saplandık. Bizim vatandaşlarımız Avrupa Birliği’ne hala vizesiz giremezken; 4 milyonu aşkın Suriyeli Türkiye Cumhuriyeti’ne elini kolunu sallayarak girdi. Şimdi 200-250 bin Suriyelinin daha, İdlib’den Türkiye’ye doğru geldiğini AK Parti Genel Başkanı söylüyor. Bu sayının bir milyonu bulabileceğini ise yetkili ağızlar bize kapalı kapılar ardında ifade ediyorlar.
ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİSİ CANINA KIYARKEN, SURİYELİLERE 40 MİLYAR DOLAR DAHA HARCARIZ DİYORLAR
Bu gelenler kimler, içlerinde kafa kesen radikaller var mı, yok mu onu da bilemiyoruz. Bunu AK Parti Genel Başkanı ne kadar biliyor onu da bilemiyoruz. Ama ne de olsa fedakarlığı AK Parti Genel Başkanı yapmıyor. Saray sosyetesi binlerce korumayla Saraylarında uçan, kaçan, yüzen saraylarında güvenle yaşıyorlar. Yedikleri önlerinde, yemedikleri arkalarında. Milletin sırtından Suriyeliler için 40 milyar dolar harcamışlar, şimdi çıkmışlar diyorlar ki gerekirse bir 40 milyar dolar daha harcarız. Bu arada benim gencecik üniversite öğrencim kartında yemek parası olmadığı için, iş bulamadığı için canına kıyıyor.
ASKERİMİZİN HALİ NİCEDİR BİLEN YOK
Rusya ve İran’la yürütülen Astana ve Soçi süreçleriyle İdlib’de güya bir çatışmasızlık bölgesi oluşturulmuştu. Bu çatışmasızlık bölgesinde de Türkiye garantör olarak 12 gözlem noktası kurmuştu. Şimdi Mehmetçiklerimizin bulunduğu bu 12 gözlem noktasının çoğu Suriyeli rejim güçleri tarafından kuşatılmış durumda. Bir başka ifadeyle onlar tarafından korunuyor. Askerlerimizin hali nicedir ne yer ne içer duyan, bilen yok. Ama bu gözlem kulelerinin olduğu bölgeden yüzbinlerce Suriyeli ülkemizin sınırlarına dayanıyor. Biz bu gözlem noktalarını neden kurduk? Şimdi bu gözlem noktaları bu göçleri, gelen bu göç dalgasını neden engelleyemiyor?
BEDELİNİ ÇOCUKLARIMIZ VE TORUNLARIMIZ DA ÖDEYECEK
2010’a girerken başımızda bu sorunlar yoktu. Emevi Camii’nde namaz kılmak hayaliyle yola çıkan iktidar, bugün Türkiye’nin kucağına, çok ağır bir Suriye ve Suriyeli krizi bıraktı. Bu ağır sorunun bedelini sadece biz değil, yarın çocuklarımız, hatta torunlarımız, onların çocukları bile ödeyecek. Arap Baharı rüzgarından, İhvan kardeşliği hayaliyle, kendine post çıkarmaya çalışan AK Parti liderinin politikaları nedeniyle son on yılda korkunç bedeller ödedik. Halen de ödüyoruz ve korkarım ödemeye de devam edeceğiz.
GERÇEKTEN ENDİŞELİYİZ
2010’larda Mehmetçiğimizi Suriye’ye süren Erdoğan; 2020’ye girerken bu defa Mehmetçiğimizi Libya çöllerindeki ateşin içine, Fizan’a sürüyor. Dün öğrendik ki askerlerimiz “peyderpey” Libya’ya gitmeye başlamış. Yüce Allah’ın, analarının kınalı kuzusu Mehmetçiklerimizin ayağına taş değdirmemesini diliyoruz. Ama gerçekten endişeliyiz.
ERDOĞAN’IN TARİH DERSİ VERMEYE KALKMASINI GÜLÜMSEYEREK İZLEDİK
Dün havuz medyasında Erdoğan önemli itiraflarda bulundu. Biz, “Doğu Akdeniz’in zenginliklerinin paylaşımı için uluslararası iş birliklerinde, girişimlerde Türkiye neden yok?” diye kendisine sormuştuk. Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de ekonomik olarak, siyasi olarak yalnızlaştırılmasını doğru bulmadığımızı söylemiştik. Bu çerçevede, Libya ile imzalanan Münhasır Ekonomik Bölge anlaşmasını gecikmiş ama doğru bir adım olarak gördüğümüzü de ifade etmiştik, desteklemiştik. Ama dün Erdoğan çıktı münhasır ekonomik bölge anlaşmasıyla Libya’ya asker gönderme tezkeresini bir tuttu. Doğu Akdeniz’de varlık gösterebilmek için Libya’ya asker göndermemiz gerekiyormuş. Bölgedeki tüm ülkeler Doğu Akdeniz’in zenginliklerini paylaşabilmek için iş birliği yapıyorlar ve bu çerçevede birbirlerine diplomatlarını gönderiyorlar, ticari ateşelerini gönderiyorlar, işadamlarını gönderiyorlar. Ama Sayın Erdoğan’ın yönetiminde Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de varlık gösterebilmesi için Türk askerinin Libya’daki iktidarı kurtarmaya gitmesi gerekiyor. Bunu anlamak mümkün değil. Dün Erdoğan’ın Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Libya’daki kahramanlıklarının ardına sığınmasını ve bize tarih dersi vermesini gülümseyerek izledik. Biz tarihimizi gayet iyi biliyoruz. Biz onun için kendisine “Libya’ya asker gönderme” diyoruz. Kahraman bir subay olarak Atatürk o gün kendi vatan toprağını savunuyordu. Bugün Libya artık bizim vatan toprağımız değil. Oraya Mehmetçiğimizi hem de hesapsız kitapsız, ideolojik hayallerle ve emperyalistlerin yeni aldatmacalarına kanarak göndermenin bir macera olduğunun altını tekrar çiziyoruz.
YENİ BİR MACERAYA GİRMEYİN
Bir de dün akşam askerimizin orada koordinasyon görevi yapacağı ve “bizim askerimiz dışındaki muharip güçlerimizin” sahada olacağı söylendi. Hayrola kim bu farklı muharip güçler? Hem de bizim muharip güçlerimiz. Hangi yetkilerle bu birlikler kuruldu? Hayırdır, paralel devletten sonra Mehdi’nin gelmesi için çalışan danışmanlarınızın komutanlığında paralel bir ordu da mı kurdunuz? Şimdiden uyarıyoruz. Ülkemizin teröre bulaşmış güçlerle iş birliği yapmakla suçlanmasına yol açacak yeni bir maceraya sakın ha girmeyin.
MAFYA DİZİSİ REPLİKLERİYLE ÜLKE YÖNETİLMEZ, NUTUK OKUSUN
Peki tüm bu hususlar devlet katında düşünüldü mü? Bunu Cumhurbaşkanı Yardımcısının “Sonunu düşünen kahraman olamaz” itirafı ile öğrendik. Düşünülmemiş. Aslında Cumhurbaşkanı Yardımcısının bu üslubu, daha önce yöneticisi olduğu YİMPAŞ’a para yatıran onca mütedeyyin yurttaşımızın da paralarının neden batırıldığını açık seçik ortaya koyuyor. Mafya dizisi senaristlerinin yazdığı ucuz popülist repliklerle ülkemiz yönetildikçe, korkarım ülkemizin başı belalardan kurtulmayacaktır. Bu beyefendiye tavsiyem Kurtlar Vadisi seyretmeyi bir yana bıraksın, hemen varsa eğer Cumhurbaşkanlığının kütüphanesinde, Saray’ın kütüphanesinde, Mustafa Kemal Atatürk’ün Nutuk’unu alsın okusun. Basiretli devlet yönetimi nasıl olur Nutuk’tan öğrensin.
ÜLKE LİYAKATSİZ KADROLAR ELİNDE SAVRULUYOR
Cumhurbaşkanı Yardımcısı’nın üslubu buyken, Cumhurbaşkanı askeri danışmanı da işi gücü bırakmış “Mehdiye ortam hazırlamakla” meşgul. Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı’na askeri tavsiyelerde bulunan danışmanın meşgul olduğu işlere bir bakar mısınız? Yani bu tür meczupluk noktasına gelmiş işlerle uğraşıyorlar ve bu insanın önerileriyle biz Libya’ya askerlerimizi gönderiyoruz. Ülke işte böyle kifayetsiz, liyakatsiz kadroların elinde oradan oraya savrulup duruyor.
“MAVİ VATAN” AKILLARINA GELDİ
Şimdi de Libya çöllerine Mehmetçiklerimizi sürerken “mavi vatanı” hatırlayıverdiler. Arkadaş “mavi vatan” diyen subaylarımızı cemaatle bir olup, hapislere atan sizler değil misiniz? Milli Gemi Projelerimizi, donanmamızın en kritik bilgilerini bu cemaate peşkeş çeken siz değil misiniz? Bu ordunun kozmik odalarını cemaatin emrine kim açtı? Lozan’da aldığımız Ege’deki adacıklar, kayalıklar Yunanlılar tarafından işgal edilirken “mavi vatan” neden aklınıza gelmiyor? Bu ülkenin milli davası Kıbrıs’ta rahmetli Denktaş’ı yalnız bırakan, yetmez itibarsızlaştıran kimlerdi? AK Parti liderinin İhvancı hayallerinin peşinde, meczupluk noktasına giden danışmanların aklıyla Mehmetçikleri Libya çöllerine göndermenin adı ne zamandan beri mavi vatan oldu?
“BM’Yİ GÖREVE ÇAĞIRIN” DEDİK, DİNLEMİYORLAR
Biz merak ediyoruz. İşin sonunu düşünmeden kahraman olmaya yeltenen arkadaşlar, Libya’da işler ters giderse b,c,d planlarına ve bir çıkış stratejisine sahipler mi? Ucu bucağı açık bir yetkiyi meclisten aldılar. Peki orada askerlerimiz sıkışıp kalırsa, şehit olursa, Allah korusun medyaya yayın yasağı getirme dışında, acaba ne yapacaklar? Biz bunun için “Tek başına buralara dalmayın” dedik. “Mehmetçiğimizi ve milletimizin itibarını tehlikeye atmayın” dedik. “Libya’da bir an önce BM Barış gücünü göreve çağırın” dedik. Ama dinlemiyorlar.
BOP YENİ BİR AŞAMAYA EVRİLİYOR
Geçtiğimiz hafta sonunda Irak’ta Amerikalıların İranlı bir generale suikast düzenlenmesi de son derece ciddi bir olaydır. Anlaşılıyor ki, Büyük Ortadoğu ve Genişletilmiş Kuzey Afrika Projesi yeni bir aşamaya doğru evriliyor. ABD ve İran arasında tansiyon ilerleyen günlerde daha da yükselecek. Sıcak bir çatışma çıkması durumunda bundan tüm bölgemizin olumsuz etkilenmesi kaçınılmaz. Türkiye-İran sınırı 1639’dan bu yana dünyadaki en istikrarlı sınırlardan biri. Bunun değişmesi en çok bizi etkileyecektir.
SONUNU DÜŞÜNMEMENİN BEDELİ AĞIRDIR
Türkiye’de iktidar sorumluluğunu taşıyanlar, Suriye’de ve Libya’da olduğu gibi burada da ideolojik rüyalara dalmamalıdırlar. Bu çatışmaya hiçbir şekilde müdahil olmamalıyız. İmkân bulduğumuzda ise tansiyonu düşürmeye çalışmalıyız. Başta ekonomik olmak üzere bu krizin olası olumsuz etkilerini bertaraf edecek tedbirleri şimdiden almaya başlamalıyız. Bu coğrafyada sonunu düşünmeden hareket etmenin bedelinin çok ağır olacağını hiçbir zaman aklımızdan çıkarmamalıyız.
2010’LARDA KÜRESEL KRİZ VARDI, 2020’DE YERLİ VE MİLLİ KRİZ
2010’larda tek adam olma hevesi sadece dış politikamızda, kurumsal alt yapımızda, devlet yönetimimizde tahribat yaratmadı. Tahribatın büyük olduğu bir diğer alan ise ekonomimiz oldu. Türkiye, 2010’lara küresel krizin etkisiyle yüzde 4,7 daralan bir ekonomi, yüzde 12 civarında bir işsizlik ve yüzde 6,5 enflasyonla girmişti. Şimdi 2020’li yıllara ise yüzde sıfır civarında bir büyüme, yüzde 14’e dayanan işsizlik ve yüzde 12’ye yakın bir enflasyonla giriyor. Ama iki dönem arasında çok ciddi bir fark var. 2010’lu yıllara dünyadan gelen bir ekonomik krizin etkisiyle bozulan bir ekonomiyle girmiştik. Son 10 yılı ise ucube tek adam parti devleti rejiminin neden olduğu yerli ve milli bir krizle kapatıyoruz.
EN YÜKSEK ENFLASYONA SAHİP 15 ÜLKE ARASINDAYIZ
Yapılan tüm müdahale ve manipülasyonlara rağmen, 2019’da tüketici enflasyonu yüzde 11,8 oldu. Damat Bakan 2019’da enflasyon yüzde 12’nin altında çıktı diye bayram ediyor. Ama dünyayla karşılaştırdığımızda 2019’da dünya liginde en yüksek enflasyona sahip 15 ülke arasında yarışı tamamladık. Son üç yıldır enflasyon çift hanelere yerleşti kaldı. Bunu mevcut fiyat endekslerinde ilk kez görüyoruz.
YÜKSEK İŞSİZLİK VE YÜKSEK ENFLASYON: TEHLİKELİ BİLEŞİM
Türkiye yapışkan çift haneli enflasyonu, yine yapışkan çift haneli işsizlikle beraber ilk defa görüyor. Yüksek işsizlik ve yüksek enflasyon son derece tehlikeli bir birleşimdir. İnsanlarımızın geleceğe ilişkin umutlarını yitirmesinde, intiharlara sürüklenmesinde bu sorun vardır. Çalışırken işsiz kalmak insanoğlunun yaşayabileceği en ağır travmalardan birisidir. Bakın son olarak genç bir üniversiteli evladımız yemek parası kalmadığı ve iş de bulamadığı için canına kıydı. Bu üniversiteli evladımızı ve diğer yurttaşlarımızı bu hayattan koparan çaresizliği iyi anlamak zorundayız. Bu ülkede üniversiteli gençlerimiz yemek parası bulamıyorsa, bu ülkede işini kaybettiği, borcunu ödeyemediği için insanlarımız aileleriyle beraber yaşamına kıyıyorsa bunu görmezden gelip sanki işler iyi gidiyormuş gibi yapamayız.
HESABINI İKİ CİHANDA VEREMEZSİNİZ
Bu ülkede; yandaşların milyarlarca liralık borçlarını affederken, milyarlarca dolar harcayarak neye yarayacağı belli olmayan kanal açma rüyaları görürken, “Suriyelilere bir 40 milyar dolar daha harcarım” diye övünürken, duran, kaçan, uçan, yüzen saraylarda keyif çatarken, üniversitelerde çocukların yediği yemeklerden tasarruf yapamazsınız. Bu ülkede milletin evlatları iş bulamayıp, 1 lirayla yemek yemenin hesabını yaparken, Saray sosyetesi çifter maaşlarla, yönetim kurulu üyelikleriyle abat oluyorsa bunun hesabını iki cihanda veremezsiniz.
DAMADA DA SARAYA DA KİMSE GÜVENMİYOR
Aslında Türkiye, bu ucube tek adam parti devleti rejiminin elinde yönetilmiyor savruluyor. Bugün pek çok göstergede Türkiye, bundan 10 yıl öncesine göre çok daha kırılgan bir durumda. Borca batırılan ülkemiz ve şirketlerimiz döviz kurundaki oynaklığa karşı son derece zayıf ve korunaksız. Geçtiğimiz yıl Güney Afrika’nın, Endonezya’nın, Rusya’nın, Meksika’nın para birimleri Dolar karşısında değer kaybederken, bizim paramız değer yitirdi. 2019’da Arjantin’den sonra parası en çok değer yitiren ikinci ülke Türkiye oldu. Vatandaş bankalarda mevduatını döviz cinsinden tutmayı tercih ediyor. Döviz mevduatları aldı başını gidiyor. Neden? Çünkü hiç kimse ne sosyete damada ne de Saray yönetimine güvenmiyor.
TÜRKİYE’NİN POTANSİYELİ BÜYÜKTÜR, İYİ YÖNETİM GEREK
2011 seçimlerine giderken AK Parti cumhuriyetimizin 100.yılı için birtakım hedefler açıklamıştı. Biz de yine bu dönemde bu hedeflerin ülkenin gerçek potansiyelini yansıtmadığının altını çizmiş ve 2023 yılı için Cumhuriyet Halk Partisi olarak bu hedeflerden çok daha iddialı hedefleri ilan etmiştik. Çünkü biz iyi yönetildiği takdirde bu ülkenin potansiyelinin çok yüksek olduğunu ve ülkemizin çok büyük başarıları elde edebileceğini biliyoruz.
HEDEFLERDE YÜZDE 50 TENZİLAT
Ama bugün geldiğimiz noktada bu iktidarın Cumhuriyetin 100. Yılı için 2010’ların hemen başında açıkladığı o iddiasız hedefler şuanda ulaşılamaz hale geldi. Geçtiğimiz yıl açıkladıkları 11. Kalkınma Planıyla tüm hedeflerde yüzde 50 tenzilata gittiler. 2023’te milli gelirimiz 2 trilyon dolar olacak diyorlardı. Şimdi 2023’te 2 trilyon dolar dedikleri gelir yerine 1 trilyon 80 milyar dolarlık bir milli geliri tuttururlarsa öpüp başlarına koyacak hale geldiler. 2023’te kişi başına yıllık 25 bin dolar gelir hedefliyorlardı şimdi 25 bin dolardan yüzde 50 tenzilat yaptılar 12 bin 484 dolara inmek zorunda kaldılar. 2023’te 500 milyar dolar ihracat hedeflediler. TOBB’a, TİM’e hatırlayacaksınız bir sürü şaşalı törenler, büyük büyük filmler yaptırdılar. Geçtiğimiz yıl 2023 ihracat hedefini de 500 milyar dolardan 227 milyar dolara indirdiler. Bir örnek, 2019’da ihracat son 3 yılın en düşük artışıyla yüzde 2 arttı. 180 milyar dolar civarında gerçekleşti. Bir de baktık yandaş basında bayram havası esiyor. Rekor kırmışız. Zaten ihracat artar kaç senedir. Ama bu gördüğümüz en düşük artışlardan bir tanesi. Şimdi 2023’te 500 milyar dolar ihracat hedefi nerede? Üç yıl kalmış bu tarihe 2019’da gerçekleştirilen 180 milyar dolar ihracat nerede? Yarısı bile değil. Ama buna seviniyorlar.
2009’UN TEĞET GEÇMEDİĞİ BURADAN BELLİ
Bu iktidar 2023 için koymuş olduğu hedeflerden sadece bir tanesinde tenzilat yapmadı zam yaptı. O da işsizlik. Yüzde 5 hedeflendi işsizlik. 11. 5 Yıllık Kalkınma Planında işsizlik 2023 yılı için 9,9’a çekildi. Şimdi Erdoğan çıkmış, “2009 krizi teğet geçecek demiştim, teğet geçti” diye dün akşam övünüyor. Sayın Erdoğan bu krizin teğet geçmediği aslında 2023 hedeflerinizin ne hale geldiğinden açık seçik belli oluyor. 11. Kalkınma Planı’nda ilan ettiğiniz hedefler aslında ekonomi politikalarınızın iflasının ilanıdır. Bundan kaçamazsınız. Kriz teğet geçsin diye 2009 Haziranında, döviz geliri olmayan şirketlere dövizle borçlanma izni verdiniz. Dünyada şirketleri dövizle en hızlı borçlanan ikinci ekonomi olduk. Bunun bedelini şimdi; iflas ve konkordatolarla ödüyoruz. Yüksek işsizlik ve enflasyonla ödüyoruz. Gencecik yavrularımızın intiharıyla ödüyoruz. Ama AK Parti Genel Başkanı yaptığı hataların farkında bile değil.
FIRSATLAR FEDA EDİLDİ
Oysa 2010’lu yıllarda ekonomimizin rekabet gücünü tahkim edecek tedbirleri alsalardı, sınırlı kaynakları beton yerine sanayi, tarım gibi dış ticarete açık sektörlere yöneltmiş olsalardı, iş gücümüzün niteliğini ve verimliliğini artıracak reformları gerçekleştirmiş olsalardı yine para dünyada bol ve ucuzken yeterli döviz tahkimatını yapmış olsalardı hiç tereddüdünüz olmasın ki ülkemiz bugün çok daha farklı, çok daha yıldızlı, çok daha müreffeh bir noktada olacaktı. Ama maalesef bu fırsat bu ülkede tek adam parti devleti kurma hırsına feda edildi. Türkiye, 2010’lu yılları bu iktidarın beceriksizlikleri, basiretsizlikleri nedeniyle heba etti.
TAHRİP EDİLMİŞ KURUMSAL YAPIYLA 2020’LERİ KARŞILAYAMAYIZ
Türkiye’nin önü vakit yitirmeden birinci sınıf bir demokratik parlamenter rejimle açılmak zorundadır. Güçler ayrılığı, hukukun üstünlüğü, kamu yönetiminde liyakat prensiplerini vakit yitirmeden uygulamaya koymak zorundayız. Devlet bugünkü gibi tarumar edilmiş bir kurumsal yapıyla 2020’leri karşılayamaz. Bir an önce silkelenerek bu iktidarın milletin omuzuna bıraktığı yükü kaldırıp atmamız gerekiyor. Milletin gerçek gündemi olan aş ve işi büyütmemiz gerekmektedir. Dünya yapay zekayı, nano teknolojiyi, nöro teknolojiyi konuşurken biz 1980’lerin sorunlarına takılıp kalmamalıyız. Macera peşinde koşan yöneticilerle, mehdi arayanların aklıyla bu işleri götüremeyiz. Kaybedecek bir dakikamız bile yoktur. Bu ucube rejimden ve süflilikten bir an evvel kurtulmalıyız.
HİÇBİR FEDAKARLIKTAN KAÇINMAYIZ
Ben sözlerimi tamamlarken 2020’li yılların eşiğinde ülkemizin bu krizi atlatacağına olan inancımızı, umudumuzu bir kere daha ifade etmek istiyorum. Milletimiz 2019’da bunun işaretini vermiştir. Gerek 31 Mart seçimlerinde gerekse 23 Haziran İstanbul seçiminde bu iktidara kuvvetli bir şamar atmıştır. Şimdi esas şamarı atmak için sandığın önüne gelmesini beklemektedir. Anlaşılan iktidar da artık ömrünün sınırlı olduğunun farkındadır. O nedenle Erdoğan’ı mutlu edecek programları şimdi yandaş televizyonlara yaptırıyorlar. Önce CHP olarak milletimizin cebini boşaltan, işini elinden alan bu ucube rejimden kurtulmak için geniş bir siyasal yelpazede yapılacak her türlü iş birliğini kolaylaştıracak tüm fedakarlıkları yapmaktan kaçınmayacağız. Sonra da CHP olarak ülkemizi yeniden küresel yarışta başa güreşir hale getirecek iddialı bir stratejiyi, bir kalkınma, büyüme stratejisini, bir demokratikleşme stratejisini hızla hayata geçireceğiz. Bu düşüncelerle 2020’nin ülkemize, milletimize bir kez daha hayırlar getirmesini diliyorum. Şimdi varsa sorularınızı alayım.
Soru- Benim iki sorum olacak efendim. Sayın Cumhurbaşkanı dün akşamki programda yeni parti kurma hazırlığında olan eski ekonomiden sorumlu bakan Ali Babacan’a yönelik eleştiriler yöneltti. IMF’den talimat almakla, faizcilikle suçladı, eleştirdi. Bir bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
İki, FETÖ’yle mücadele konusunda iki yetkilinin değerlendirmeleri var. Bunlardan birisi Adalet Bakanı. FETÖ’yle mücadele sulandırılmamalı, FETÖ’yle ilişkisi olmayanlarda aynı çuvala konuluyor sözleri dikkat çekti, Sözcü soruşturmasından yola çıkarak. Yine Sayın Numan Kurtulmuş’un da FETÖ illaki siyasete bulaşmıştır ifadesi var, FETÖ’nün siyasi ayağıyla ilgili sözleri. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Faik ÖZTRAK- Şimdi ilk olarak tabi bu kendi içlerindeki bir problem ben buna çok fazla girmek istemiyorum ama hükümetlerin almış oldukları her kararda hükümetlerin tüm yetkilileri ortak sorumluluğu vardır. Hele hele Başbakansanız bunda çok ciddi sorumluluğunuz vardır. Şimdi siz çıkıp o gün bunlar IMF’ciydi, bunlar şöyleydi, böyleydi diyerek kendi sorumluluğunuzu inkar edemezsiniz. Yani bu ülkede Suriye’ye gireceksiniz bizi aldattılar diyeceksiniz. Darbe olacak bizi kandırdılar diyeceksiniz. Birileri kalkacak hain darbe girişiminde bulunacak, bizi kandırdılar diyeceksiniz. Şimdi de hükümetin içinde ortak sorumluluğumuz varken bakanlar bizden habersiz IMF’cilik yaptı diyeceksiniz. Artık bu sorumluluktan kaçmanın daniskasıdır. Bu ülkede en son IMF anlaşması imzalayan Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan’dır. Dünyada hem de paranın çok bol olduğu bütün ülkeler IMF anlaşmalarını bir yana bırakırken kendisi gitmiştir IMF’yle anlaşma imzalamıştır. Dolayısıyla IMF’ci arıyorsa önce gidecek aynaya bakacak.
FETÖ’cülük meselesine gelince, Sayın Adalet Bakanının sözleri aslında aklıselime işaret etmektedir. Bugün sanki kasıtlı olarak bu örgütle ilgili soruşturmalar sulandırılmaktadır. Yani bu örgütle ilgili olması mümkün dahi olmayan, bu örgütle ilgili olduğunu akıldan dahi geçmeyecek insanları kalkıp bu örgütle ilgili diye göstermeye başladığınız noktadan itibaren burada bu iş çok tabir-i amiyaneyle söyleyeyim cıvır.
FETÖ’nün siyasi ayağının ortaya çıkarılmadığını biz baştan beri ifade ediyoruz. FETÖ’nün siyasi ayağının ortaya çıkarılmasına, önce bu darbe araştırma komisyonunun kaybolan raporunun ve buraya Cumhuriyet Halk Partisi’nin koymuş olduğu muhalefet şerhinin bir an önce açıklanmasıyla başlamak lazımdır. Türkiye’de FETÖ’yle ilgili olmayan kimse kalmadı neredeyse(!) ama FETÖ’yle ilgili olan hiçbir siyasetçi özellikle iktidar partisi siyasetçisi ortada yok. Bunun böyle olması mümkün değil. Dolayısıyla artık bu işlerin özellikle FETÖ’nün siyasi ayağının ortaya çıkması lazım. Aksi takdirde bütün bu sulandırma çabalarını, aslında siyasi ayağın ortaya çıkmaması için gerçekleştirilen girişimler olarak görmek gerekir.