Öztrak'tan Soylu'nun istifa kararına ilişkin açıklama: Tek adam onayı olmadan istifanın söz konusu olmadığı açık
CHP Sözcüsü Faik Öztrak, 48 saatlik sokağa çıkma yasağının ardından yaşananlarla birlikte istifasını açıklayan Süleyman Soylu'nun kararının Erdoğan tarafından geri çevrilmesine ilişkin açıklamalarda bulundu.
CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Faik Öztrak, MYK gündemiyle ilgili gerçekleştirdiği basın toplantısında, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun dün gece saatlerinde açıkladığı ve AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın reddettiği istifa kararını değerlendirdi.
Soylu'nun, önce Erdoğan'ın talimatı olarak açıkladığı daha sonra 'şahsıma ait' dediği 48 saatlik sokağa yasağının eleştirilere neden olması istifa kararı getirmişti. Ancak bu karar Saray'dan geri dönmüştü.
Öztrak bugün yaptığı açıklamada, "Ben görevimi yapamadım diyerek' görevden istifa eden Soylu'nun yerine yeniden Süleyman Soylu getirildi. Tek istifası engellenen İçişleri Bakanı olmadığını da biliyoruz. Bakanların tek adam onayı olmadan istifasının söz konusu olmadığını açık seçik gördük." dedi.
"KAŞ YAPAYIM DERKEN GÖZ ÇIKARILDI"
Öztrak, "Tüm sağlık çalışanlarımızın olağanüstü gayreti, milletimizin evden çıkmama fedakarlığı boşa gitti." diyerek "Kaş yapayım derken göz çıkarıldı. Bu hayati hatanın sorumlusu kim? Milletin hem sağlığıyla oynuyorlar hem de aklıyla alay ediyorlar." ifadelerini kullandı.
Faik Öztrak'ın açıklamasından satır başları şu şekilde:
"Korona salgınıyla mücadele hem dünyada hem Türkiye’de sürüyor. Virüsün Türkiye’de teşhisinden bu yana 34 gün geçti. Vaka sayısı en hızla artan ülkeler arasındayız. Yitirdiğimiz yurttaşlarımızın sayısı ise bin 198. Tüm kaybettiklerimize Allah’tan rahmet, yakınlarına başsağlığı ve sabır, hastalarımıza ise acil şifalar diliyoruz. Alınan önlemlere mutlaka uyalım. Bunun salgınla mücadeledeki önemine, bir kez daha milletimizin dikkatini çekiyoruz.
EN KÖTÜSÜ BİLMEDİĞİNİ BİLMEMEK
Daha önce görmediğimiz, bilmediğimiz bir virüsle karşı karşıyız. Bir düşmanı yenmek için her şeyden önce onu tanımamız gerekiyor. Covid-19’la ilgili bazı hususlar var ki “bildiğimizi biliyoruz”. Bazı hususlar var ki “bilmediğimizi biliyoruz”. Bazı hususlar da var ki “bilmediğimizi bilmiyoruz”. İşte en zoru da bu sonuncusu… Bilinmezin bu kadar çok olduğu bir salgınla mücadele ederken, iki stratejik silahı elden bırakamayız. “Kesintisiz ihtiyat” ve “zamanında önlem”.
SÜREÇ SÜFLİLİĞİ KALDIRMIYOR
Salgınla mücadele gayrı ciddiliği ve süfliliği kaldırmıyor. Süreçte yaşanacak bir anlık gevşeme veya kararlardaki gecikme, o ana kadar yapılan tüm fedakârlıkları bir anda silip atar. Binlerce insanımızı aramızdan koparıp alır. Evlat, anasından babasından, ana-baba, evladından, eş, sevdiğinden olur. Kendini milletine karşı sorumlu hisseden vatandaşlar da, iktidarlar da, bunun vicdani ve hatta hukuki yükünü taşıyamazlar. Bu nedenle ne yaptığını bilen iktidarlar krizlerde liyakatli, ehil kadrolarla çalışır. Krizle, tek bir kişinin aklıyla değil; ortak akılla mücadele ederler. Çünkü bilirler ki “akıl akıldan üstündür”.
KESİN, KATI VE YAYGIN TEDBİRLERE İHTİYAÇ VAR
Parti olarak virüs Çin’de ortaya çıkıp dünya gündemine girdiğinden beri, Genel Başkanımızın direktifleriyle, Genel Merkezimiz, meclis grubumuz, belediyelerimiz ve teşkilatlarımızla birlikte durmaksızın çalışıyoruz. Salgınla mücadele sürecinde, bilimin ve aklın ışığında atılan her adımı destekledik, katkı verdik, veriyoruz. Gecikmelere dikkat çektik, yetersizliklere dikkat çektik, çekmeye de devam edeceğiz. Yeni tedbirler öneriyoruz, önermeye devam edeceğiz. Biz, ilk günden itibaren şu önemli gerçeğin altını çizip, duruyoruz: Mücadelede kesin, katı ve yaygın tedbirlere ihtiyaç var. Salgına kesin darbe vurmak için en kesin ve en katı yöntem, yurttaşlarımızın sokağa çıkışının bir süreliğine ertelenmesiydi. Bu sadece bizim değil, Bilim Kurulu üyelerinin de görüşüydü. Ancak salgınla mücadelede bu en etkili tedbir, bazı siyasi kaygılarla geciktirildi. Sarayın bazı eski danışmanlarının, “Ekonomi zarar görebilir, bu da yıpranmış iktidarı daha da yıpratır” tavsiyesi, insan hayatının önüne geçti.
ÜÇ YANLIŞ BİR DOĞRUYU GÖTÜRDÜ
Nihayet bu hafta sonunda, 31 şehrimizde 48 saatliğine, genel bir sokağa çıkmama tedbiri uygulandı. Ancak doğru bir karar; “yanlış biçimde”, “yanlış zamanda”, “yanlış bir iletişimle” uygulanınca hayati bir yanlışa neden oldu. Üç yanlış maalesef bir doğruyu götürdü. Tüm sağlık çalışanlarımızın olağanüstü gayretleri, günlerdir evden çıkmayan yurttaşlarımızın olağanüstü fedakârlıkları, iş bilmez bir yönetim tarafından bir kalemde silindi. Bir Bilim Kurulu üyesinin sözleri çok önemli… Diyor ki, “Karı kürekle kaldırırken, üzerimize çığ düştü.” Evet kaş yapayım derken, göz çıkarıldı. Peki, bu hayati hatanın sahibi ve sorumlusu kim? Türkiye’de öyle bir kadro iş başındaki milletin hem sağlıyla oynuyorlar, hem de aklıyla alay ediyorlar.
CUMHURBAŞKANININ TALİMATI OLDUĞUNU BAKAN SÖYLEDİ
İçişleri Bakanı 19 Mart tarihinde yaptığı açıklamada, sokağa çıkma yasağı taleplerine “bunlar terör örgütünün işi” demişti. Üzerinden bir ay geçmeden sokağa çıkma yasağını ilan etti. Bu yasağı açıklarken de kelimesi kelimesine şunları söyledi: “Akşamüstü Sayın Cumhurbaşkanımızın talimatı çerçevesinde hafta sonu itibariyle 30 Büyükşehir ve Zonguldak’ta sokağa çıkma yasağı ilan edildi”. Cümle tevil kabul etmeyecek kadar açık. Bakan “talimat aldım ve talimatın gereğini yapıyorum” diyor. İşler sarpa sarınca da olan bitenden “şahsım” sorumludur dedi ve istifa etti.
TAM BİR ORTA OYUNU
Şimdi dün akşam bu olayları yaşadık. Yine dün gece yarısı, “şahsım” sözcüğü artık alamet-i farikası olan Erdoğan tarafından istifası geri çevriliverdi. Tek taraflı bir irade beyanı olan istifanın artık anayasada yapılan bir düzenlemeyle “şahsın” kabulüne tabi olduğunu görüyoruz. Müellifi saray olan tam bir orta oyunu oynandı dün. Tüm bakanlar ucube rejimde istifa olmayacağını, azil olacağını bir kere daha görmüş oldular. Artık başta İçişleri Bakanı olmak üzere, bakanların tek adamın rızası olmadan istifa etme ehliyetleri dahi olmadığı açık seçik görüldü. Zaten tek adam parti devleti rejiminde başkada bir şey beklemek safdillik olurdu. Memur bakanlar “Sayın Cumhurbaşkanımızın talimatları doğrultusunda” demeden söze başlayamıyorlar. “Tensiplerine arz ettik” demeden de sözü bitiremiyorlar.
YETKİ VAR, SORUMLULUK YOK
Bu rejimde atama bakanların kendine ait bir fikri veya alacağı bir inisiyatif yoktur. Hepsi emir kuludur. Yetkili tek bir kişi vardır, ama her ne hikmetse onun da sorumluluğu yoktur. İlgililer bilgisiz, bilgililer ilgisiz. Etkililer yetkisiz, yetkililer etkisiz. Tek adam düzeni işte böyle bir düzen.
SARAY HER KRİZDE ORTADAN KAYBOLUYOR
Ne zaman bir kriz yaşansa, rejimin başındaki kişi hemen ortadan yok oluveriyor. Bu krizde de kural değişmedi. Memlekette kargaşa çıktı, millet ekmek kuyruklarında kavgaya tutuştu, fabrikalar ne yapacaklarını şaşırdı, işçiler, şoförler ortada kaldı. İktidarın tek adamından ağzından bir tek laf çıkmadı. Yine o gece milleti sakinleştiren, rahatlatan, en sağduyulu mesaj Sayın Genel Başkanımızdan geldi. Saray ne yaptı? İki gün boyunca sustu. Sonra İçişleri Bakanı, Saray’ın kibirli adamının hatasını üstlenip istifa edermiş gibi yaptı. Bir orta oyunu sergilendi.
BU PERFORMANSA YÜREK DAYANMAZ, SARAY NASIL DAYANSIN
Maşallah sarayın trolleri, medyası, programcıları, yorumcularının tekmili birden sanki hazır bekliyormuş… İstifayla birlikte yaman bir Soylu güzellemesinin düğmesine basıverdiler. Gözler süzüldü, gerdanlar kırıldı, televizyonlarda öyle bir onur istifası, öyle bir kahramanlık hikayeleri yazıldı ki, öyle bir meddahlık yapıldı ki yedi düvel parmak ısırdı. Bu performansa yürek dayanmaz, saray nasıl dayansın, “ben görevimi yapamadım” diyerek istifa eden Süleyman Soylu’nun yerine, yeniden Süleyman Soylu’yu getiriverdi. Dünyayı da kendine güldürdü. Sokağa çıkma yasağının ilan edildiği gece yaşanan sağlık skandalı, milletin aklıyla dalga geçen bir başka skandalla perçinlenmiş oldu.
ALLAH’TAN KORKMAK, KULDAN UTANMAK DA UNUTULMUŞ
Bu arada, son dönemdeki istifalar silsilesinde tek istifası engellenen tek makamın İçişleri Bakanı olmadığını da biliyoruz. İktidarın bu öldürücü hatasından sonra, bazı Bilim Kurulu üyelerinin de istifa kararı aldığını, ancak rica minnet istifadan vazgeçirildiklerini basından öğrendik. Yine bu son iki günde gördük ki; Allahtan korkmak, kuldan utanmak unutulmuş. Millete tepeden bakan saray trollerinin, yanaşmalarının arsızlığı arşıâlâya ulaşmış. Bunlar aldıkları ihaleler, topladıkları parsalar zarar görmesin diye, iktidara kızan millete hakaret edecek kadar, kibir sarhoşu olmuşlar.
O GAZETE VE YAZARI HAKKINDA NE YAPILACAK?
Millet kuyruklarda ekmeğinin, suyunun derdine düşerken; bu kendini bilmezler, ne milletin cahilliğini bıraktılar, ne aç gözlülüğünü, ne zeka özürlülüğünü... Saray’ın reklamlarıyla beslediği bir gazetenin yazarının gözü, o gece sokağa çıkan vatandaşlarımıza, ben buradan söylemeye bu lafı utanıyorum ama “ayı” diyecek kadar dönmüştü. Ben şimdi merak ediyorum, bu gazete ve bu haddini bilmez kişi hakkında neler yapılacak… Bunlara göre milleti açlık değil, alışılmış tokluk öldürürmüş, iki günde kimse aç kalmazmış, açlıktan korkmak bize yakışmazmış, evlerde illaki buzluk, kiler dolu olurmuş.
MİLLETİN HALİNİ BİLMİYORLAR
Çok güzel bir söz var “Tok açın halinden anlamaz”, “kişi herkesi kendi gibi bilirmiş.” Bunların bir eli yağda, bir eli balda... Bunlar milletin halini ne bilecekler. Atalarımız ne demiş, “ön teker nereye, arka tekerde oraya” demiş. Milletin ne yediğini ne içtiğini, halinin nice olduğunu saraydakiler bilmeyince, saray beslemelerinin cüreti de göklere çıkıyor. Atadıkları bürokratlar, “açım” diyen vatandaşa “geber” diyecek kadar izanlarını kaybetmiş durumdalar. Oysa bu memlekette; her üç çalışandan biri 2 bin 324 liralık asgari ücretle geçiniyor. Dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 2 bin 345 lira, yoksulluk sınırı 7 bin 639 lira. 26 milyon yurttaşımız haftada üç gün sofrasına bir kap et, tavuk veya balık yemeği koyamıyor. Bu ülkede 8 milyon 564 bin yurttaşımız işsiz. Sosyetesiyle, beslemeleriyle, yanaşmalarıyla, saraylara, köşklere kapanıp, milletin gerçeklerinden izole olunca elbette bunları görmüyorlar, duymuyorlar. Çıktıkları kibir kulelerinden milletin halini görmeyince de, millete afra tafra yapmaya kalkıyorlar. Yakında açık söyleyeyim “salgına yakalanmak suretiyle iktidarımızı zayıf gösteriyorsunuz” diyerek, hastalığa yakalananlardan da bir özür beklerlerse, isterlerse, talep ederlerse hiç şaşırmayacağız.
KARGAŞANIN NEDENİ: TEK ADAM PARTİ DEVLETİ REJİMİ
Bu son skandalda ayrıca şunu da gördük; ortak akıl, tek akıldan üstündür. Ama iktidarın ortak akla gitme niyeti yoktur. Sokağa çıkma yasağı ilan edilirken, belediye başkanlarına haber verilmedi, Bilim Kurulu üyelerine haber verilmedi, “ben yaptım, oldu” anlayışıyla süreç yönetildi, hâlbuki bu karar konuşularak, istişareyle alınmış olsaydı ne yurttaşlarımızın sağlığı tehlikeye atılırdı, ne de milyarlarca liralık zarara neden olunurdu. 48 saatlik sokağa çıkma yasağı, 48 saat önceden ilan edilir. İşçiye, işverene, esnafa, çiftçiye hazırlık yapması için süre tanınmış olurdu. Teşhis doğru konmadan tedavi olmuyor. Bu iktidar ülkemizi yönetemiyor. Tek adam rejimi ülkemizi oradan oraya savuruyor. Bugün yaşadığımız sorunların, kaos ve kargaşanın ve ülkenin oradan oraya savrulmasının sebebi tek adam parti devleti rejimidir. “Liyakatin yerine sadakat” diyerek ehliyetli kadroları tasfiye ettiler. Karar alma sürecini tek kişinin iki dudağı arasına bırakarak, bürokrasiyi felce uğrattılar. Ucube rejimin yetersizliği bu son krizle bir kere daha hem de çok net bir biçimde ortaya çıktı. Ama ne diyelim, “bir musibet bin nasihatten evladır” diyeceğiz. Dileriz ve isteriz ki bu krizde yapılan hataların bedeli çok ağır olmasın. Dileriz ve isteriz ki bundan sonra, işler “her şeyi ben yaparım, ben bilirim” anlayışıyla yürütülmesin. Ortak akla ve istişare mekanizmalarına başvurulsun. “Her şeyi şahsım yapar” kibrinden vazgeçilsin. Ama bu konuda çok da umutlu değiliz.
BU İFLASIN İLANIDIR
Salgın sadece sağlığımızı değil, ekonomimizi de tehdit ediyor. Türkiye iktidarın 2014’ten beri süren yanlış ekonomi yönetimi nedeniyle, korona krizine ters ayakta yakalandı. Kendi krizimizden çıkamamış, maliye ve para politikalarında manevra alanını tüketmiş, döviz rezervlerini eritmişken küresel bir krizle karşı karşıya kaldık. Aslında yapılacak tek bir mukayese bile durumun ne kadar ciddi olduğunu gösteriyor. Bu yıl dışarıya ödeyeceğimiz dış borç 172 milyar dolar, 9 Nisan itibariyle Merkez Bankasının kasasındaki net rezervlerde 16 milyar dolar. İşte bu nedenle kasayı boşaltmış olan, dövizleri tüketmiş olan saray iktidarı, ABD Merkez Bankası başta olmak üzere, pek çok gelişmiş ülke Merkez Bankası’nın kapısını çalıp SWAP anlaşmaları yapmaya uğraşıyor. Aslında bu iflasın ilanıdır. Maalesef bir kere daha, “borç alan emir alacaktır.”
EKONOMİ YÖNETİMİ İŞİ HAFİFE ALIYOR
Olağanüstü zamanlar olağanüstü ve akıllı tasarlanmış tedbirler gerektirir. Korona salgını kuşkusuz öncelikle bir sağlık sorunudur. Bu nedenle sağlıkçılarımızı sahada hiçbir şekilde yalnız bırakmamalıyız. Her türlü ihtiyaçlarını karşılamalıyız. Diğer taraftan Bilim Kurulu’nun önerilerine de harfiyen uymalıyız. Bu sorunu en kısa zamanda atlatmak için el ele hep birlikte çaba göstermeliyiz. Ama şunu söyleyeyim, bu sorunun ne kadar süreceğini şimdiden öngörmek hala daha çok zor. Gelişmiş ekonomiler, krizin üç ay, altı ay, bir yıl sürmesi durumlarına göre alternatif senaryolar hazırlıyorlar, buna göre de tedbir almaya uğraşıyorlar. Bizim ekonomi yönetimi ise bu işi hafife alıyor. Lafla, pansumanla, aspirinle bu iş geçiştirilir zannediyor. Oysa en iyimser tahminler dahi, zaten vahim olan işsizlik rakamlarına bu krizde en az bir 5,5 milyon kişi daha eklenebileceğini, işsizlik rakamlarının, işsiz sayılarının ikiye katlanabileceğini gösteriyor. Bu da resmi işsizlik rakamları. Gerçek işsiz sayısı bugün zaten resmi işsizlerin iki katı.
BÜTÇE HARCAMALARININ YÖNÜ VATANDAŞA DÖNMELİ
Bundan önce yaptıkları gibi; çalışanı, çalıştıranı, esnafı, çiftçiyi bankaların insafına terk ederek buradan çıkmak mümkün değildir. Saray bundan önce yaptığı gibi ihtiyaç sahiplerinin kredilerini yüksek faizle erteleyerek, tuzu kuru olan şirketlere kredi açarak, risklerini en azda tutmak isteyen, risk almak istemeyen bankalarla bu sorunu çözemez. Cirosu ve nakit akışı bozulmuş firmaları sadece kredilerle yüzdüremezsiniz. Kredi değil, sermaye vereceksiniz. Bahsettiğim tüm tedbirlerin finansmanını ekonominin dengelerini kalıcı bir biçimde tahrip etmeden bulacaksınız. Tüm dünyanın yaptığı gibi bütçe harcamalarının yönünü vatandaşınıza çevireceksiniz. Geçilmeyen yolun, tünelin, köprünün, uçulmayan havaalanının, kullanılmayan hasta yatağının garanti ödemesini erteleyin, vatandaşa gelir desteği verin. Bu yıl sadece köprü geçiş garantilerini öteleseniz, yaklaşık 8 milyon aileye biner TL destek verebilirsiniz. Aile Yardımları Sigortası’nı bir an önce Meclis’e getirin.
GEÇİŞ GARANTİLERİ ÖDENDİ Mİ?
Bu arada, geçtiğimiz hafta Saray’a bazı sorular yöneltmiştik: “Beş kuruş para vermeden” yapıldığını söylediğiniz Osmangazi ve Yavuz Sultan Selim köprüleri için; 2019’a ait araç geçiş garantileri kapsamında, Nisan ayında 2 milyar 720 milyon TL ödenmesi gerekiyordu. Bir daha soruyorum: Bu ödeme yapıldı mı, yapılmadı mı? Bu soruya mutlaka cevap bekliyoruz.
YURTDIŞINA GÖNDERİLEN PARALARLA İLGİLİ ARAŞTIRMA ÖNERGESİ VERECEĞİZ
Yapılması gerekenlere, alınması gereken önlemlere devam edelim: Bir müddet istihdam üzerinden yaptığınız vergi ve diğer kesintilerden vazgeçin. İşgücü maliyetini bu suretle aşağı çekin. Türken Vakfı başta olmak üzere, Kızılay üzerinden vergi ödemeden yurtdışına para gönderenleri bir karşınıza alın, o paraların yurda getirilmesini sağlayın. Türkiye’de inşaatlar durmuş, siz Türkiye’den giden paralarla yurtdışında gökdelen dikeceksiniz. Buna kimsenin hakkı yoktur. Bu konuyla ilgili bir araştırma önergesini de TBMM’ye en kısa sürede veriyoruz.
EKONOMİDE YENİ BİR HİKAYE LAZIM
Türkiye’de ekonomi yönetiminde bir bütüncül teknik kapasitesi yüksek bir hazırlığı maalesef göremiyoruz. Ekonomide yeni bir hikaye yazmaya dönük bir çalışma ortada yok. Dünyanın yaptığı gibi senaryo çalışmaları hiç yok. Alternatif senaryolardan vazgeçtik, ekonomi bürokrasisinde bir kriz masasının bile özel sektörle, özel kesimle, sendikalarla, işveren örgütleriyle birlikte çalışacak bir kriz masasının bile kurulmadığını duyuyoruz. Oysa kurumlar arasında koordinasyonu sağlayan, tüm sosyal kesimlerle istişare ve diyalog mekanizmalarını işleten bir bürokratik alt yapıya çok acil ihtiyaç var. Kaybedilen her dakika; şirketlerin nakit akışının daha da bozulması, iflas riskinin artması, istihdamın hızla azalması ve milyonların işsiz kalarak mağdur olması anlamına geliyor. İşte bu nedenle ekonomiyi ve istihdamı koruyan, işletmeleri, işi ve geliri destekleyen, işçinin güvenliğini ve sağlığını muhafaza eden, sosyal diyaloğu ve dayanışmayı temel alan, ardında da güçlü bir finansman imkânı olan, uluslararası koordinasyonu ve gelişmeleri yakından takip eden, parasal ve mali sürdürülebilirliği garanti edecek çıkış stratejilerini de içeren, ciddi bir ekonomik programa ihtiyacımız var.
YAPICI OLMAYA DEVAM EDECEĞİZ
Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak salgınla mücadelede hep yapıcı olduk. Bundan sonra da olmaya devam edeceğiz. Halkımızın yanında olacağız. Halkımızın dertlerini paylaşmak, yükünü hafifletmek için daha çok çalışacağız. Çünkü biliyoruz çare ortak akılda ve güçlü demokraside.
BU ZOR GÜNLERDE İNFAZ ACELESİ NEDEN?
Son olarak, TBMM’de görüşülen ve artık bir affa dönüşen infaz düzenlemesiyle ilgili bazı değerlendirmelerde bulunacağım. Bu düzenleme, ne adaletle, ne hukukla, ne de vicdanla bağdaşıyor. Ülkemizin Korona Salgını’yla mücadele ettiği, milletin canıyla uğraştığı bugünlerde, sokağa çıkma yasağının olduğu günde alelacele çıkarılması gereken yasa bu mudur? Nerede krizde dara düşen ihtiyaç sahiplerinin, işsizlerin imdadına yetişecek tedbirler? Nerede aile yardımları sigortası yasası?
BİZ ADALETSİZLİĞE, VİCDANSIZLIĞA KARŞIYIZ
Buradan açıkça ifade ediyorum: "Kader mahkumlarının” salıverilmesine değil, bunun adaleti, aklı, mantığı, vicdanı esas almadan yapılmasına karşıyız. Ekonomik kriz nedeniyle zora düşen esnaf hapse atılırken, gaspçı, hırsız, dolandırıcı affedilemez. Şebeke suyuna bilerek zehir katan birisi affedilirken, gazeteci ve yazarların salıverilmemesi adaletsizliktir. Bir çocuğu fuhuş yapmaya teşvik edenler serbest bırakılırken, anneleri, çocuklarıyla cezaevinde unutursanız bu adaletli olmaz. Hasta ve yaşlıların yararlanamadığı, çocuk istismarcılarının yararlanacağı bir düzenleme milletimizin vicdanında kabul görmez. Eline silah almamış, şiddete bulaşmamış kişiler içeride tutulurken, eli kanlı, mafya ve çetelerin sokağa salınması akla mantığa sığmaz. İhaleye fesat karıştırana, hırsıza, rüşvetçiye “elini kolunu sallayarak dışarı çık” diyemezsiniz. CHP halk için hakkın ve adalet için hukukun yanındadır.
TEDBİRLERE UYMAK ÖNEMLİ
Sözlerimi bitirirken, hafta sonunda sokağa çıkma yasağına riayet eden ve hepimizin sağlığının korunmasına destek olan değerli vatandaşlarımıza buradan teşekkür ediyoruz. Ayrıca, herkes evdeyken dışarıda görev yapan tüm kamu görevlilerine, sağlıkçılarımıza, polislerimize, jandarmalarımıza, bekçilerimize, belediye zabıtalarımıza ve belediye çalışanlarımıza, fırıncı esnafına, basın mensuplarına… Bu süreçte emek veren herkese şükranlarımızı sunuyoruz. Vatandaşlarımıza, bu salgınla mücadelede alınan tüm tedbirlere uymanın çok önemli olduğunu bir kez daha hatırlatmak istiyorum.
Benim söyleyeceklerim bu kadar. Şimdi öncelikle burada bulunan gazeteci arkadaşlarımın önce, sonrada sorularını bize sosyal medya aracılığıyla ileten gazeteci arkadaşlarımızın sorularına cevap vereceğim.
Soru- Efendim iki sorum olacaktı benim. Bir tanesi şu, İzmir’de yardım dağıtılıyordu İzmir Belediyesi adına ancak dağıtan kişilerin üzerindeki yeleklerde Tunç Soyer gönüllüleri yazıyor olması tepki çekti. Sadece İzmir Belediyesi yazılamaz mıydı diye sordular. Birinci sorum bu nasıl yaklaşıyorsunuz?
İkinci sorumsa şu olacak, bazı CHP’li belediyelerin hafta sonu iki gün sokağa çıkma yasağı varken ekmek dağıtımı gibi yardımları yaparken beraberinde Sözcü Gazetesini dağıttıkları da iddia edildi. Size böyle bilgiler geldi mi, haberiniz var mıydı, nasıl değerlendirirsiniz gazete dağıtılmış olmasını?
Faik ÖZTRAK- Önce birinci sorunuza cevap vereyim. Bu süreçte Belediye Başkanımız Sayın Soyer bir çağrı yapmış, bu yardımların dağıtılmasına destek versin diye. Bu çerçevede seçimde kendisiyle birlikte çalışan ve o dönemde kendilerine bu yeleklerin dağıtıldığı bir takım gönüllüler de bu dağıtım hareketine katılmak üzere gelmişler. Dolayısıyla burada organize olarak yapılan bir şey yok. Tamamen tesadüfen gerçekleşmiş bir olayla karşı karşıyayız.
Sözcü gazetesinin dağıtılmasına gelince, Sözcü gazetesi, gazeteleri bedava olarak belediyelerimize vermiş ve dağıtılmasını istemiş, belediyelerimiz de dağıtmış. Bize kim elindeki gazeteleri getirip belediyelerimize bedava olarak dağıtın diye verirse belediyelerimiz bu gazeteleri dağıtmak için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar, yapacaklardır.
Soru- Efendim sosyal medya aracılığıyla bize iletilen sorulara gelecek olursak, Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak hafta sonu yaptığı açıklamada kamu bankalarının salgınla mücadelede vatandaşların yanında durduğunu ama özel bankaların sergiledikleri tavırla buna destek vermediğini söyledi. Sizin bu konudaki görüşünüz nedir?
Faik ÖZTRAK- Şimdi özellikle kredilerini erteletmek isteyen ve yeni bu 5 milyarın altında kredileri kullanmak isteyen yurttaşlarımızın bankalara başvurduklarını, buradan kendilerine imkan sağlamak istediklerini ama bankaların kapısından çevrildiklerini duyuyoruz. Konuşmamda da söyledim, bugün ülkenin içinde bulunduğu krizin üstesinden yeni krediler sağlayarak ya da kredilere takla attırarak gelemezsiniz. Sorun nakit sorunudur. Nakit sorununu aşmak içinde hem şirketlere sermaye vermeniz lazım, hem de vatandaşlara doğrudan nakit yardımı yapmanız lazım.
Şimdi bir kere şunu söyleyeyim, bankalar ticari müesseseler. Dolayısıyla yardım kuruluşu değil. Bankalara çizmiş olduğunuz bir çerçeve var BDDK aracılığıyla ve BDDK aracılığıyla çizmiş olduğunuz bu güvenlik çerçevesine kendilerini uymak zorunda hissediyorlar bir.
İki, bir de banka sahiplerinin talimatları çerçevesinde kredileri veya kredi yenilemelerini en risksiz müşterilerine doğru yapıyorlar. Onun için hep altını çizerek söylüyorum. Yani bunlar aspirin tedbirleri, aspirin tedavisi, pansuman. Bunlarla bu işin üstesinden gelebilmek mümkün değil. Bakın orada İşsizlik Fonu duruyor. Şimdi bu İşsizlik Fonu’ndan normal olarak çalışanların yararlanması lazım… Ama dönüp bakıyorsunuz İşsizlik Fonu’ndan yararlananlar daha çok işletmeler oluyor. Şunu söylüyorlar: İşletmeler zaten işçi çalıştırıyorlar. İşletmeyi korumak, çalışanı korumaktır. Ama işletmeyi çalışan üzerinden de koruyabilirsiniz. Çalışanın maliyetini düşürerek, çalışana destek vermek suretiyle de işletmeyi ayakta tutabilirsiniz.
O nedenle söylediğim şey şu, Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın oturup da bankalara şuna şunu verin, buna bunu verin diye zorlamak yerine Hazine’nin kesesinin ağzını açması lazım. Yandaşlara bütçeden verdiği paraları kısması lazım... Vatandaştan aldığı vergileri, vatandaşın ödeyeceği vergileri ertelemesi, vazgeçmesi lazım… Şirketlere, vatandaşa yardımı doğrudan nakit olarak yapması lazım... Tüm dünya bunu yapıyor bizim Hazinemiz de, Maliye Bakanlığı da bunu yapmak zorunda.
Soru- MİT kanununa giren bazı suçların düzenlemesine gidildi. CHP olarak bu konuyla ilgili görüşünüz ve duruşunuz nasıl olacak?
Faik ÖZTRAK- Gece yarısı bir önergeyle TBMM’de görüşülmekte olan infaz yasasından yararlanmayacak suçlar arasına, devlet istihbarat hizmetleri ve MİT kanunu kapsamına giren suçlardan mahkum olanları ekliyorsunuz. Niçin ekliyorsunuz? Şu anda bu suçlardan tutuklu olan gazeteci arkadaşlar var. İnadına, tamamen ısmarlama elbise dikerek böyle bir düzenlemeyi yapıyorsunuz. Ondan sonrada gidiyorsunuz sağda solda diyorsunuz ki Cumhuriyet Halk Partisi kader mahkumlarını dışarı çıkartmaya istemiyor.
Biraz önce söyledim, kader mahkumlarını dışarıya çıkartma niyetinde olmayan sizsiniz. Adaletle, akılla, hakla, hukukla, vicdanla hareket etmeyerek milletin içine sinmeyecek olan bir yasayı sürekli zorluyorsunuz. Bu yaklaşımlardan bir an önce vazgeçin. Krizi kendi siyasi ihtiraslarınızın önünü açabilmek için fırsat olarak kullanmayın.