Türk Tipi Başkanlık sisteminin 3 yılının özeti: Fakirleştik
"Bu sistem, Merkez Bankası’nın “kara gün” akçesini bile yuttu" diyen Ece Güner Toprak, Cumhurbaşkanlığı Yönetim Sistemi'nin yargı ve ekonomi üzerindeki etkilerini anlattı.
16 Nisan Referandumu’nun üzerinden üç yıl geçti. Tüm sorunların çözümü olarak lanse edilen sistem, bugün hâlâ ateşli şekilde tartışılıyor. Referandumdan önce anayasa teklifine karşı en önde mücadele eden isimlerden biriydi hukukçu Ece Güner Toprak.
Cumhuriyet'ten İpek Özbey, "Bu sistem, Merkez Bankası’nın “kara gün” akçesini bile yuttu" diyen Toprak ile Cumhurbaşkanlığı Yönetim Sistemi'nin yargı ve ekonomi üzerindeki etkilerini konuştu.
- ‘Çare Başkanlık mı’ diye kitap yazdınız, çare oldu mu?
Çare olmadı, aksine maalesef zarar verdi. Şubat 2017’de yayınlanan kitabımda o sorunun cevabını vermiştim; önerilen “sistemin” her alanda ülkemizi gerileteceğini anlatmıştım. Güçler ayrılığı ve denge-denetim olmayan bir sistemde; Meclis’in, yargı bağımsızlığının, devletin kurumsal yapısının ve temel hak ve özgürlüklerin gerileyeceğini, ekonominin çok olumsuz etkileneceğini öngörmek zor değildi. Bunların yanı sıra, Cumhurbaşkanın bir siyasi parti Genel Başkanı olduğu bir sistemin milletimizi aşırı derecede kutuplaştıracağına da vurgu yapmıştım. Bunların hepsi maalesef gerçekleşti.
- Başkanlık sistemi yargı üzerinde nasıl bir tahribat yarattı?
Yeni “sistem” ile yargımızı şekillendiren HSK’nın 6 üyesi Cumhurbaşkanı tarafından, 7 üyesi ise nitelikli çoğunluk ile Meclis tarafından seçildi. Bu sistemin sonucu, HSK’nın büyük çoğunluğu bir siyasi parti tarafından seçilmiş oldu! Böyle bir sistem hiçbir demokraside yok; ne parlamenter ne başkanlık sistemlerinde. Yakın geçmişte de yargıda ciddi sorunlar yaşanmıştı, ancak bir yanlış başka bir yanlışla düzeltilemez. “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” sonucu maalesef yargıda siyasallaşma arttı. Bunun en önemli sonucu, hak ve özgürlüklerdeki gerileme oldu. Bugün dünyada en fazla gazetecinin cezaevinde olduğu, medya ve sosyal medyada en fazla sansürün (ve oto-sansürün) uygulandığı ülkelerdeniz. Temel sorun, yargı bağımsızlığının yeterli olmamasında. Anayasamızda, özellikle HSK ve Anayasa Mahkemesi yapısında reform yapılmadıkça hiçbir yargı reformu yargı bağımsızlığını temin edemez.
KARA GÜN AKÇESİNİ YUTTU
- İşsizliği arttırdı mı?
Referandum döneminde ve kitabımda, ısrarla ekonomi vurgusu yaptım, “sistemin” milletimizin fakirleşmesi ile sonuçlanacağını anlatmaya çalıştım. Somut gerçeklere bakalım: birkaç yıl önce kişi başı gelirimiz 12 bin 500 dolarlarda iken, 2019 sonu (daha “korona etkisi” olmadan) bu rakam 9 bin dolar civarına gerilemişti. Fakirleştik! Bir kere, denge-denetim olmayan bir sistemde, hükümet sınırsız harcar, israf artar. Örneğin bütçe açığı referandum öncesi 23 Milyar TL iken, 2019 sonu (“korona etkisi öncesi” dahi) 123 Milyar TL’ye yükselmişti. Bu sistem, TCMB’nin “kara gün” ihtiyat akçesini bile 2 yılda yuttu. İkincisi, sistem güven vermediğinden, Türk Lirası esaslı değer kaybetti. “Başkanlık” sürecinin resmen başladığı Ekim 2016’ya kadar 3 TL 1 dolar ederken, 3 yıl sonra, “korona etkisi” öncesi dahi; 1 dolar için artık 6 TL gerekiyordu (bugün ise 6,85)! Bunun sonucu ise korkunç bir enflasyon ve hayat pahalılığı oldu.
İşsizlik ise kanaatimce bu “sistemin” en vahim neticesidir. Resmi rakamlara göre 3 yıl önce işsizlik %10 civarıyken şimdi %14’e yaklaştı; üstelik “geniş işsizlik” oranı çok daha yüksek. Resmi rakamlara göre bile son 3 yılda yaklaşık 1,5 milyon yeni işsizimiz oldu! Sebebi çok basit: Ülkemizde zengin doğal kaynak veya sermaye birikimi yok, Çin gibi de “vazgeçilmez” bir üretim bazı değiliz. Güven vermeyen bir “sistem” devreye girince, yatırımlar kesildi. Yeni yatırım yok, nüfus artıyor; elbette işsizlik artar. Yatırımcı, güçler ayrılığı, denge-denetim ister, hukuk devleti ister, devlette güçlü bir kurumsal yapı ister (bağımsız hareket edebilen düzenleyici kurumlar ister), devlette liyakat ister, şeffaf-rekabetçi bir ortam ister.
“Sıcak para” en yüksek faizi veren ülkeye gider, ancak esas ihtiyacımız olan uzun vadeli sermaye yatırımlarıdır; iş ve aş yaratan yatırımlar. Bunlar ise güvenli liman ister. Ülkemiz, muhteşem sağlık çalışanları sayesinde Korona-sağlık krizini kanaatimce atlatacaktır, ancak beni endişelendiren ekonomi, yoksullaşma. Çünkü “Korona krizi” daha vurmadan önce, ekonomiyi “Başkanlık” sistemi esaslı şekilde zayıflatmıştı. Somut ekonomik veriler bunu gösteriyor.
- Siz beyin göçünün de sebebi olarak görüyorsunuz bu sistemi, açar mısınız?
Evet, bu sistemin en önemli neticelerinden biri de kanaatimce beyin ve sermaye göçüdür. Son 3 yılda 800,000 civarı insanımız temelli göç etti. TÜİK verilerine göre bunların büyük çoğunluğu genç, şehirli ve üniversite eğitimli. Temel sebebi, yeni “sistem” ile özgürlük ve liyakat ortamının zedelenmesidir. Bir kişinin tek başına tüm devleti atayabildiği, Kanunlardaki tüm liyakat kriterlerinin iptal edildiği bir sistemde liyakat yok olur.
Örneğin, akademik saygınlığı olmayan bir rektör ile parlak akademisyenler çalışmak ister mi? Özel sektöre ilişkin ise ihale sistemi ve denetimsizlik, adil rekabet ortamını baltaladı. Uluslararası alanda rekabet edebilecek birçok parlak beyin ve girişimci, liyakat ve özgürlük ortamı olan ülkelere gitti. Beyin göçünün ülkemize maliyeti, onlarca milyar dolar. Başka ülkeye kaptırılan tek bir patentin bile ülkemize yarattığı gelir kaybını kim hesaplayabilir? Geleceğimiz gidiyor. Bu akım mutlaka geri çevrilmeli.
TBMM DEVRE DIŞI
- TBMM’nin etkisini ortadan kaldırdı mı?
Cumhurbaşkanı, bir partinin genel başkanı olursa, bizdeki siyasi parti ve seçim sisteminde; Cumhurbaşkanı partisinin Milletvekili listelerini yapacak demektir! Cumhurbaşkanı ve Meclis de aynı gün, 5 yıl için seçiliyor. Üstelik Cumhurbaşkanına Meclis’i feshetme (seçimlerini yenileme) yetkisi verildi. Hiçbir demokratik başkanlık sisteminde bu tür düzenlemeler yok. Demokratik başkanlık sistemlerinin tümünde, Başkan partilidir ancak partisinin yönetiminde değildir, ayrıca seçim ve siyasi parti sisteminden dolayı milletvekili ve senatörlerin seçiminde etkin rolü yoktur. Yapılan bu yanlış düzenlemelerin sonucu, TBMM bağımsız gücünü kaybetti. Üstelik Meclis’in yetki alanı “Cumhurbaşkanı Kararnameleri” ile kısıtlandı.
Tam uygulamaya geçilen Haziran 2018’den sonra, 1,400 madde Kanun ile geçerken, 2,135 madde Kararname ile düzenlendi. Üstelik 1,400 maddenin esaslı kısmı Torba Yasalar ile yasalaştı (bunlar esasında yürütme tarafından hazırlanan yasalar). Sadece 17 “Temel Kanun” yasalaştı. Yeni sistemde Bakanlar Kurulu da olmadığı için; ülkemiz 1 kişinin (Cumhurbaşkanının) çıkardığı Kararnameler ile yönetiliyor. Böyle bir yönetim tarzının iki büyük sorunu var; ortak akıl sürecini ve dolayısıyla öngörülebilirliği yok ediyor ve milletimizin %100’ünün temsil edildiği tek organ olan TBMM’yi büyük ölçüde devre dışı bırakıyor.
- Sizce iktidar hata yaptığını düşünüyor mu?
Düşünüyor olmalı. Yerel seçimler bu mesajı net şekilde verdi. Bugün referandum olsa, kanaatimce kesinlikle kabul görmez, çünkü milletimiz olumsuz sonuçlarını gördü. Eğer iktidar bu yanlıştan geri dönmez ise, gelecek genel seçimlerde büyük bir oy kaybı yaşayacağını görüyordur diye düşünüyorum. Burada en önemli nokta, böyle sonuçlardan endişe edip, iktidarın gelecek seçimlere kadar medya ve sosyal medyada özgürlüklerde daha büyük kısıtlamalar getirmemesi, YSK’nın da sorunlu düzenlemeler yapmamasıdır. Bu çok yanlış olur; yapılması gereken hatadan geri dönmektir.
HATADAN DÖNELİM
- Buradan geri dönüş olabilir mi?
Elbette olur. Ülkemizde iyi kötü, inişli çıkışlı, 100 yıldır demokratik bir gelenek var. Düşünün ki, birkaç gün sonra Cumhuriyetimizin en önemli kazanımı, Türkiye Büyük Millet Meclisi, 100. Yılını dolduracak. Demokrasilerde benzeri olmayan, gerçek “Başkanlık” sistemi ile de hiç ilgisi olmayan bu “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” hatalı bir parantezdi; bu parantezi kapatmak gerekir. Hata yapılmış olabilir, kimse kimsenin yüzüne vurmasın, yeter ki hatadan dönelim!
Aylar önce 6 maddelik bir kısmi iyileştirme paketi teklif etmiştim; kolayca Meclis’ten 400 oy ile geçebilir (en azından bir iyileştirme olacağı için muhalefet de destek verebilir diye düşünmüştüm). Bunlar nedir; Cumhurbaşkanının partisinin başkanı olmaması, Meclis’i fesih yetkisinin iptal edilmesi, HSK yapısının değişmesi, üst düzey tüm atamaların Meclis’te yüksek nitelikli çoğunluk ile onaylanması ve ifade özgürlüğünün güçlendirilmesi. Bu kısa değişiklikler bile en azından biraz “nefes aldırırdı”. Ancak, sonrasında mutlaka gerçek bir Anayasa reformu yapılmalı: Çağdaş, iyileştirilmiş, parlamenter sisteme dönüş gerçekleşmeli. Elbette o zaman da milletimizin onayına sunulmalı. Bir Anayasa, bir ülkenin temel taşıdır; tüm topluma moral verecek, güç ve güven verecek bir Anayasa olmalı. İşte Türkiye o zaman uçar!