Kılıçdaroğlu çocukluk anısını paylaştı: Tren istasyonunda yumurta satardık...
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, Halk TV Genel Yayın Yönetmeni Suat Toktaş’ın sorularını yanıtladı. Çocukluk anılarını anlatan Kılıçdardoğlu, "İstasyonda yumurta sattık. Renk sarı olsun diye soğan kabuğunda kaynatırdık" dedi.
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, “Liderlerle Bayram Sohbetleri” programında, Halk TV Genel Yayın Yönetmeni Suat Toktaş’ın sorularını yanıtladı.
Kılıçdaroğlu'nun konuşmasından satır başları;
Bayram toplumun kaynaşması, bir arada olması için zorunlu bir unsurdur.
Babam memurdu, düzenli maaşı vardı ama arkadaşlarımızın büyük bir kısmının babaları memur değildi, düzenli maaşları yoktu. Dolayısıyla biz de öykünürdük onlarla çalışmaya. Karpuz tarlasında çalıştım. Öğle zamanları tren gelirdi. Hepimiz gelenleri gidenleri, yeni insanları görmek için istasyona giderdik. İstasyonda yumurta sattık. Renk sarı olsun diye soğan kabuğunda kaynatırdık. Elde ettiğimiz büyük bir gelir yoktu, çocuktuk.
Çocukluğumun geçtiği yerleri tek başıma görmek gezmek isterim. O duyguyu yaşamak isterim. Ama siyasetçi olunca bu mümkün olmuyor. Kendi çocukluğunuzun anılarını yaşayamıyorsunuz orada.
İstiklal Marşı'nın 10 kıtasını ilkokul 1 veya 2. sınıfta ezberlemiştim. Kim ezberle dedi onu bilmiyorum ama bir toplantıda, rahmetli babam gelmiş, öğretmenler beni çıkardılar ben İstiklal Marşı'nın 10 kıtasını okudum. Bayram mıydı bilmiyorum. Beni alkışladılar. Böyle güzel bir anım var okulda.
Babama haftalık Cumhuriyet gazeteleri gelirdi. O gazeteleri alırdım, Cumhuriyet ile tanışmam öyle oldu. Malkoçoğlu vardı, büyük bir dikkatle okurdum.
Rahmetli annem kızardı gözlerin bozulur diye kitap okurken. Orta okul son sınıfa doğru elektrik geldi. Gaz lambası duvara asılırdı, biz de bir köşede ödevlerimizi yapardık. Annem kızmasın diye okumayı gizli yapardım. Annemin en büyük merakı, okuma yazması yoktu onun, ben gazete okurken "Kemal burada ne yazıyor?" diye sorardı, ben de anlatırdım.
Annem sırdaşımızdı, baba otoriterdi. Derdimiz varsa anneye anlatırdık.
Abim ilk evlendiğinde, babamın yanında eşi ile konuşmazdı. Evlendim İstanbul’a geldim. Rahmetli annem ve babam bize geldi. Babamın yanında hanımla konuşamıyoruz. Anneme söyledim, hanımımla konuşması için babama izin vermesini söyledim. Onlar da izin verdi. Bizim ailede, babasının yanında eşi ile konuşan ilk kişi benim. Anneyi sırdaş olarak görüyorduk. Bir şikayetimiz olduğu zaman annemize iletirdik.
Üniversitede okuduğum için bize biraz daha ayrıcalıklı davranılırdı. Rahmetli babam para gönderirdi. PTT’ye yatırır ve gider o parayı çekerdik. Böyle olunca benim aylık almam, genelde ayın 5 veya 6’sını bulurdu. 4 arkadaşım ile çok samimiydim. Bir Pazar günü hiçbirimizde para yok. Sabah kahvaltısı yapmadık, öğle yemeği yemedik ve bir arkadaşımız vardı, o mutlaka Elazığ’dan bir şeyler getirmiştir diye. Bahçelievler’den Cebeci’ye yürüyerek gittik. Mehmet Topçu, bulgur getirdiğini söyledi ve orada bize pilav yaptı. Hayatımda yediğim en güzel pilavlardan biri oldu.
“GÜNLÜK HARCAMAMANIN 10 LİRAYI GEÇMEMESİ GEREKİYORDU”
Mehmet’e de Turgut’a da selam göndermek istiyorum. 4 arkadaş da Maliye Bakanlığı’nda önemli sınavları kazandık. Ben hesap uzmanlığı kazandım o zaman. Turgut Atalay daha sonra Diyarbakır’da belediye başkanlığına aday oldu. Dolayısıyla her birimiz bir yerlerde görev aldık. Dördümüz de bilgi ve kitap okuma konusunda yarışırdık. En iyi kitabı biz okuyalım diye yarışırdık. Dolayısıyla öğrencilerin çok iyi imkanlarla yaşaması mümkün değil. Günlük harcamamanın 10 lirayı geçmemesi gerekiyordu. Kebapçıya giderdik bazen ve orada yemeğimizi yerdik.
“EYLEMLERE KATILIRDIM AMA HİÇ GÖZALTINA ALINMADIM”
Ortaokulda şiir yaptığımı hatırlıyorum. Yerel gazete vardı. Turan gazetesi. Oraya yazdığım şiirleri götürürdüm ve gazeteyi alırdım. Orada yazdığım şiirler vardı ve ben Çam ağacı için bir şiir yazdım. Bizim okulumuz daha sonraki süreçte Gazi Üniversitesi’ne dönüştü. Sınıflarımız birinci sınıfta kalabalıktı ancak sonra sınıfa doğru daha kalabalıklaştı. Siyasi olaylar da Dil ve Tarih ile başladı, ben de katılırdım tabii. Aradan yıllar geçti, hesap uzmanlığı yaptığım dönemde Niyazi Adalı Kurul Başkan yardımcılığı yapıyordu. Niyazi bana sordu, ‘Sen hiç öğrenci olaylarında tutuklandın mı’ diye. ‘Hayır ama yürüyüşlere katıldım’ dedim.
SORU: KENDİNİZİ İSKANDİNAV SİYASETÇİLERİNE BENZETİYOR MUSUNUZ?
Olgun bir demokraside siyasetin yapması gerektiğini yapıyoruz. Devlette, yönetimde, evde tasarruf kuralları var. İsrafın haram olduğunu söylediğimiz inancımız var. Dolayısıyla buna dikkat ediyorum. Başkalarına bir şey diyemem ama benim anlayışım böyle.
Hesap uzmanı olarak göreve başladığımda, Nusret Kesler diye bir üstadımız vardı, çok kıdemliydi. Üstadın odasına girdiğimde elinde küçücük bir kurşun kalem, arkasında bir kamış vardı, onunla yazı yazıyordu. Kalemin ne kadar değerli olduğunu, tasarrufun ne kadar önemli olduğunu görüyordum. Hiçbir zaman bir kağıdın arkası boşsa onu asla yırtıp atmam, kullanırım. Salı konuşmalarımda bile arkası boş alan kağıtları kullanırım hâlâ. Maliye Bakanlığının bize verdiği bir alışkanlık bu. Bu alışkanlığı hep sürdürdüm, bunu tavsiye de ediyorum. Yapacağımız her tasarruf aslında ağacı da yaşatmak. Buna hemen hemen hayatımın her döneminde özen gösterdim.
Sütlacı çok severim. Eşim de çok güzel yapıyor. İlk evlendiğimiz yıllarda sütlacı sevdiğimi bildiği için bir sütlaç yapmıştı. O zaman bir espri yapmıştım "Ya bu sütlacı bıçakla kesmemiz lazım" diye. Sonra ustalaştı tabii. Benim yemek yapmaya pek yeteneğim yok. Annemiz yapardı evde. Alışkanlığım yok ama yapabilseydim yapmak isterdim.
KILIÇDAROĞLU'NUN TARİH MERAKI
Yerel tarihe de İslam tarihine de Cumhuriyet tarihine de merakım var. Fırsat buldukça tarih kitapları okurum. Tarihin şöyle bir avantajı var; gelecekle ilgili bir şey söylüyorsanız, geçmişi de artısıyla eksisiyle bilmeniz lazım. İslam konusunda da tabii ben ilahiyatçı değilim ama hepimizin bir inancı var, inancımızın köklerini bilmek önemli. Bu bağlamda, sevgili peygamberimizin hayatını, vefatından sonraki gelişmeleri bilmek lazım. Bunu tabii hem yerli hem yabancı kaynaklardan okuyorum. Bunlar bizim, bir konuda düşünce ifade ederken o düşüncenin sağlıklı bir zemin üzerine oturması için gerekli olan şeyler.
"UMUTSUZLUK BİZE YAKIŞMIYOR"
Ben karamsar birisi değilim. Bizim yetişmiş insan gücümüz var. Genç nüfusumuz var. Çözülemeyecek hiçbir sorunumuz yok. Çözme kapasitemiz de var. Bunlar bizim umutlu olmamızı sağlıyor. Zaman zaman olumsuz tablolarla karşılaşabiliriz. Bu yargıda, siyasette, devlette, medyada olabilir. Bunları aşacak kapasitemiz, birkimimiz var. Bu süreçte ciddi sorunlar yaşıyoruz, işini kaybedenler var, işsiz olanlar var, gelir elde edemeyenler, çocuğuna harçlık veremeyenler. Bütün vatandaşların bayramını kutlarken, onlardan umutsuz olmamalarını istiyorum. Biz, kendi güzel ülkemizi, her eve güzellik getirerek yeniden büyütebilir ve güzelleştirebiliriz. Umutsuzluk bize yakışmıyor. Dolayısıyla bayramı da umut içinde güzellikle geçirelim.
SALGIN SONRASI NELER DEĞİŞMELİ?
Dünya pandemi dolayısıyla ciddi bir travma geçiriyor. Herkesi doğrudan etkileyen bir olay. Biz bu süreçte sosyal devleti keşfetmeliyiz. Devlet dediğiniz kurum, her şey bittiğinde ve umutsuzluk doğduğunda, umut olarak ortaya çıkıp her vatandaşının sorununu çözebilecek güçte ve kapasitede bir organ olduğunu anlatmamız gerekiyor. Bunu yapabilecek devlet türüne de biz sosyal devlet diyoruz. Biz aslında doğayı da keşfetmek zorundayız. Günlük yaşayış içinde doğayı çok tahrip ettik. Yollar yaptık, ormanı tahrip ettik. Gölleri kuruttuk, nehirleri kurttuk... Evlere çekildik, evde yaşamanın ne kadar zor olduğunu keşfettik. Doğanın ne kadar değerli olduğunu keşfettik aslında. Dolayısıyla iki şeyi; doğayı ve sosyal devleti savunmamız gerekiyor.