Akif Beki'den 2010 uyarısı: Ben dahil ‘yetmez ama evet’ çiler, bu umuda tav olmuştu
"Eminim o desteğin, FETÖ’nün kadrolaşmasına kapı açtığını ve ele geçirdiği mevzilerde paralel yargı kurmasıyla sonuçlandığını da unutmamışsınızdır."
İktidarın barolara yönelik operasyonu için gerekçe olarak ortaya koyduğu, yönetimin tabanı da yansıtacağı ve çok sesli olacağı gibi gerekçelere karşı 2010 referandumu sırasında yargı için de aynı söylemin kullanıldığını hatırlatan Akif Beki, "Ben dahil ‘yetmez ama evet’ çiler, bu umuda tav olmuştu" dedi ve o referandumun sonucunda yaşanan hayal kırıklığına dikkat çekti.
Baro seçimlerine müdahale için plan yapan AKP Sözcüsü Ömer Çelik'in açıklamalarına atıf yapan KARAR yazarı Akif Beki, AKP'nin iktidara gelirken benimsediği 3Y ilkesinden vazgeçtiğini de 'dar bölge milliyetçiliği' üzerinden anlattı ve kabinede 4 Trabzonlu bakanın olmasını örnek verdi.
Beki'nin "Barolara çok seslilik getireceklermiş" başlıklı yazısı şöyle:
AK Parti’nin kuruluşta iki tane üçlemesi vardı.
Biri yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklardan oluşan 3Y ile mücadele vaadi.
Diğeri de üç tür milliyetçiliğe karşı olma iddiası: Etnik, dinsel ve bölgesel milliyetçilik.
İktidarın, sadece bölgesel milliyetçiliğe kırmızı çizgisinin ne hale geldiğine bakmak bile yeterli.
Mart ayında bir gece yarısı kararnamesiyle Ulaşırma Bakanı değişti. Cahit Turhan’ın yerine yardımcısı Adil Karaismailoğlu atandı.
Gidenle gelenin hemşehri çıkması şaşkınlığa yol açmıştı. Bakan da yardımcısı da Trabzon’dan seçilmiş meğer.
Tesadüf eseri kabinede Trabzon’a 4 bakanlık düşüyordu. Ve başka hiçbir ile nasip olmayan bu sayının eksilmesine izin verilmiyordu.
Herkesin beldesi kendine mübarek elbette.
Ama kabinedeki Karadeniz ve tercihan Trabzon ağırlığı, bölgesel tutuculuğun en dar biçimiyle yansıması değil mi?
Bırakın bölgeciliği, hemşehricilik ölçeğinde bir mikro milliyetçiliği göstermiyor mu?
AK Parti Sözcü Ömer Çelik, barolarla ilgili hazırlığın amacını şöyle açıkladı:
‘’Aşağıdaki demokratik çoğulculuğun yukarıya çıktıkça daraldığını görüyoruz. Meslek örgütü tabanlarındaki demokratik çeşitliliği yönetimlerine yansıtma modellerini arkadaşlarımız tartışıyor. Muhalefet sivil toplumu ele geçirmekten bahsediyor. Tam tersine aşağıda geniş bir irade söz konusuyken bunun yukarıda tek tipleşmesi, bazı yönetimlerin siyasi kamp gibi davranmaları karşısındaki rahatsızlıklar bu düzenlemeyi gündeme getirmiştir...”
Argümanı, 2010’daki Anayasa değişikliği referandumundan da hatırlarsınız.
Yeni seçim usulleriyle yargı güya demokratikleştirilecekti. Yüksek yargı aşağıdan yukarıya doğru şekillenecekti. Tepeye çöken dar kafalıların hegemonyasından kurtarılacak ve tabana yayılacaktı. Üst kurullar camianın tüm renklerini temsilen çeşitlendirilecekti.
Ben dahil ‘yetmez ama evet’ çiler, bu umuda tav olmuştu.
Eminim o desteğin, FETÖ’nün kadrolaşmasına kapı açtığını ve ele geçirdiği mevzilerde paralel yargı kurmasıyla sonuçlandığını da unutmamışsınızdır.
Toparlarsak; kabine ne kadar çeşitlendirildi, yargı ne kadar çok seslileştirildiyse barolar da ancak o kadar çoğulculaştırılacaktır.