Kılıçdaroğlu: Milletvekilini liderler değil, millet seçsin
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Odatv'den Nurzen Amuran'ın sorularını yanıtladı...
İşte o röportaj:
Nurzen Amuran: FETÖ darbe girişiminden sonraki süreçte darbeye teşebbüs edenlerin bir bölümü tutuklandı, bir bölümü yurt dışına kaçtı, bir bölümü ise soruşturulmadı, soruşturulamadı. Son dönemlerdeki gazetecilere yönelik tutuklamaların, çoklu baro ısrarlarının, sosyal medya takıntılarının benzer söylemleri FETÖ talepleriydi. O halde herkesin yönelttiği soru şu: Kripto FETÖ’cülerin bir kısmı, hala devletin içinde yerlerini koruyor mu yoksa benimsenen FETÖ yöntemleri mi uygulanıyor? Sözgelimi Odatv yazar ve yöneticilerinin son davaları.
Benim tanımımla "Genç duayen Barış'ların" azimleri, birikimleri, dürüstlük üzerine oturtulmuş gazetecilik etiği, "bir gazeteci nasıl olmalı" sorusunun tipik örneğini oluşturuyor. Barış Pehlivan, cezaevinden gönderdiği son yazısında, araştırmacı gazeteciliğin ipuçları veriyor. O zaman şu sorunun yanıtı nasıl olmalı? Eğer FETÖ ile mücadele gerçek bir mücadele ise Barış'lara teşekkür edilmeli ve ödüllendirilmeliydiler. Eğer gerçeklerin ortaya çıkması ürkütücü ise, önlem, tutuklanmalarıydı ve tutuklandılar. Barış Terkoğlu tahliye edildi, Pehlivan hala tutuklu, neden?
Sevgili kardeşim Müyesser Yıldız'ın geçtiğimiz günlerde bir duruşması vardı. Gizli tanık kod Abdullah’ın 17. Ağır Ceza Mahkemesi’nde tanık sıfatıyla Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar hakkında söylediklerini haberleştirdiği için, Müyesser'den tazminat isteniyor. O da sembolik bir bedel üstüne karşılık olarak bir tazminat davası açıyor. Duruşmaya gönderdiği yazılı açıklamasında dile getirdiği çelişkilerden biri, haber yaptığı için kendisinden tazminat isteniyor olması, haberine konu olan gizli tanık Kod. Abdullah'a hiçbir dava açılmamasıdır. İlginç değil mi? Odatv davasından sonra bir başka haber için Müyesser yeniden hedefte ve yeniden cezaevinde. Basın özgürlüğünün ifade özgürlüğünün sözde kaldığı bu süreçte sadece Barış Pehlivan, sadece Müyesser Yıldız, sadece Murat Ağırel, Hülya Kılınç değil, okurlar da cezalandırılmış oluyor. Kısa bir süre sonra hepsi aklanmış, başları dik, daha kararlı olarak aramıza katılacaklar. İnanmak istiyorum. Evet inanmak için güvenmek gerekir. Oysa yargıda olduğu gibi bugünkü siyaset arenasında da güven bunalımı yaşanıyor. Bugünkü söyleşimizde ilkeli siyaset nasıl olmalı ve güven nasıl sağlanmalı sorusunun yanıtını arayacağız. Konuğumuz CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu.
Sayın Kılıçdaroğlu, çoklu baro sistemini getirmek isteyen siyasi iktidara karşı Baroların tepkisi doğaldı. Anayasal ve demokratik haklar kullanılarak bu düzenlemeye karşı bir yürüyüş başlatıldı. Ama bütün dünyada şaşkınlıkla izlenen bir manzara ortaya çıktı. Yargı erkinin üçüncü ayağı olan Hak ve hukuk savunucuları cübbeleriyle geldikleri Ankara yakınlarında Başkente alınmamış ve güvenlik gücü bir duvar örmüştü. O anda bir fotoğraf çekildi. Resimde arkada polis barikatı önde oturan Baro Başkanları vardı. Fotoğrafı ilk gördüğünüz anda neler aklınıza geldi?
Kemal Kılıçdaroğlu: Fotoğraf, açıkça söylemem gerekirse Türkiye adına utanç verici bir fotoğraftı… Türkiye böyle bir fotoğrafı hak etmiyor… Ama yaşadığımız bir süreç var. 20 Temmuz “sivil darbe süreci…” Askeri darbeler döneminde yaşamadığımız olaylar bu süreçte yaşanmaya başlandı… Benzer bir fotoğrafı daha önce Siyasal Bilgiler Fakültesi hocalarına karşı polisin tutumunda da yaşamıştık… Akademik kadronun cübbelerinin polis postalları altında ezilmesiydi… O da utanç verici bir fotoğraftı…
Amuran: Siyaset arenası kutuplaştırıcı, cezalandırıcı, siyaset kültürünün yok olduğu etik ilkelerin unutulduğu bir platform haline geldi. Böyle bir çatışmacı ortamdan nasıl bir siyasi fayda beklenir, halkımızı hafife almak, değil midir? Bizim kültürümüzde barış var dayanışma var, birliktelik var. Siyaseti çatışmacı bir üslupta görenler için bu bir çelişki değil midir?
Kılıçdaroğlu: Doğru bir tespit, bu siyaset tarzı bizim kültürümüze uygun değil. Fakat Saray İktidarı, hem değerlerimizden, hem de değerlerimizi oluşturan kültürümüzden tamamen kopmuş durumda. O nedenle biz eleştirilerimizde “saray sosyetesi” deyimini kullanıyoruz… Saray artık kendi yoz kültürünün tutsağı konumunda… Onlarda; birlik, beraberlik hatta merhamet duygusu dahi kalmamış durumda… Korkuyorlar, korkularını toplumu gererek, kutuplaştırarak yenmek istiyorlar… Ama artık gidicilerdir. Onlar da bunun farkında… Zulümlerinin artması bu yüzden… Biz de onun için sık sık dillendiriyoruz, “zulmün artsın” diye…
Amuran: Son 18 yıldır siyaset terminolojisine, farklı söylemler girdi: "Sen kimsin" "haddini bil", "hesabını vereceksin", "alçaksın hainsin" gibi. Bunun ötesinde vesayet kavramı yerleştirildi ve bazı kurumlar değersizleştirilmeye çalışıldı. Askeri veya bürokratik vesayet ya da darbelerin kurbanı olmak, hakaret etmenin tehditlerin sadece iktidar yanlıları için ayrıcalık olduğu bir dönemi yaşıyoruz. Bütün bu söylemler demokrasiye ne kazandırır?
Kılıçdaroğlu: Siyasetin uzlaşmacı yönünü reddedip, dayatmacı yönünü yaşamınızın bir parçası haline getirirseniz, süreç akla değil, kaba güce teslim olur. Bugün de yaşadığımız budur. Kaba güç saraydan başlayarak en alt dokulara kadar inmiş durumda. Ama beni mutlu eden geniş halk kitlelerinin bu tutumu benimsememesidir. Bu da demokratik kültürün tüm baskılara karşın halkta kabulünün olmasıdır. Zaten son yerel seçimler de bunun en güzel göstergesidir.
Amuran: Siyasetle uğraşan bir kişinin, halkın bildiği tanıdığı profilinden bir süre sonra vazgeçmesinin, aksi söylemlere başvurmasının gerekçesini, "siyasetin gereğine" bağlaması, sizce siyasi dürüstlükle ne ölçüde bağdaşır? İnkar etmek veya ben değiştim demek kişiyi sorumluluktan kurtarır mı?
Kılıçdaroğlu: “Dilin kemiği yoktur” diye bir atasözümüz var. Bu atasözü bana göre omurgasız siyasetçiler için de söylenmiş güzel bir sözdür. Siyaseti, iktidarda gücü elinde tutmak için her türlü ahlaki kuralı reddeden bir anlayışla yaparsanız, sadece kendinize değil, siyasete de yönettiğiniz ülkeye de zarar vermiş olursunuz. Bizim ısrarla bir “siyasi ahlak yasası” çıkarılmalıdır dememizin temel gerekçesi de bu olumsuz tabloya dur demek içindir. Bugün siyasetçiye ve siyaset kurumuna güven duyulmamasının temelinde de siyasetçinin giderek çirkinleşmesidir.
BİR KİŞİYE İRADESİNİ TESLİM EDENLER HALKIN DEĞİL SARAY'IN MİLLETVEKİLLERİDİR
Amuran: Sistem değişikliğiyle birlikte TBMM'nin denetim etkinliği azaldı. Yasama görevini yaparken sonucu etkileyecek sayısal üstünlük de sağlanamadığı için, muhalefet partilerinin yasal anlamda etkinliği azalıyor. Sorumluluğu artıyor. Böyle bir ortamda muhalefet partileri için Meclis ne anlama geliyor? Bu dar görev tanımıyla biat kültürüyle oluşturulmuş siyasi partileri ikna edebilmeniz mümkün mü?
Kılıçdaroğlu: 20 Temmuz sivil darbe süreci rejim değişikliğine de yol açtı. Doğrudur Parlamentonun gücü zayıflatıldı. Sadece Parlamento değil, Cumhuriyetin tüm kurumları adeta düşman ilan edildi. Ama muhalefet en zor koşullarda da Parlamentoyu çalıştırmak zorundadır. Bunu yapmaya çalışıyoruz. Ak Parti MHP koalisyonu bugünkü Türkiye fotoğrafının sorumlularıdır. Dokunulmazlıklar konusunda da muhalefeti susturmak için bazı adımların atıldığını, bazı adımlar için de hazırlıklar yapıldığını biliyoruz. Ama bunlar bizi inandığımız davadan geri döndüremez. Çünkü bize demokrasi için oy veren kitlelerin sözcüsü olmak durumundayız. Ve bu görevimizi tüm baskılara karşın sürdürmeye kararlıyız. Vesayet altında bir parlamento var. Bir kişinin Parlamentodaki vesayetini temsil edenlerse Ak Parti ve MHP milletvekilleridir. Bir kişiye iradesini teslim edenler halkın değil, Sarayın milletvekilleridir.
Amuran: Eski bir Sayıştay denetçisi, Sayıştay raporlarının nasıl hazırlandığı konusunda ipuçları verdi. Rapor hazırlanırken de otosansür kullanıldığını açıkladı. Yolsuzluk bulgularının genel ifadelerle anlatıldığını, örneğin "...kimi satın almalarda", "...kimi uygulamalarda", "...kimi ihalelerde" denildiğini; milyarlarca lira tutarında bir işin “acele” deyip ihalesiz yandaşlardan birine verildiğinde yapılanın raporda, "yanlış uygulanan örnekler" olarak sunulduğunu vurguladı. Bu durumda yolsuzluklar bir şekilde hafifletiliyorsa, üzeri örtülüyorsa ve savcılığa gönderilecek bir yolsuzluk bulgusu ortaya çıkarılmıyorsa, KİT Komisyonu neyi, nasıl denetliyor?
Kılıçdaroğlu: Zaten ortada bir denetleme yok. Görevini layıkıyla yapan, namuslu bürokratların da önü kesiliyor. İktidarın liyakate değil de sadakate göre atama yapmasının nedeni de budur. Daha acı olanı ise Sayıştay’ın TBMM adına denetim yapmasına karşın, Sarayın kontrolünde olmasıdır. Yani Sayıştay da vesayet altında… Yolsuzlukların artık sıradanlaştığını, adeta günlük yaşamımızın bir parçasına dönüştüğünü görüyoruz. KİT Komisyonundaki arkadaşlarımız iğneyle kuyu kazar gibi, raporları didik didik inceleyip gerçekleri ortaya çıkarıyorlar… Kaldı ki Sayıştay raporlarında açık açık yolsuzluklar yazılsa dahi KİT Komisyonundaki Ak Parti ve MHP milletvekilleri, bu yolsuzlukları onaylayıp ilgili kurum yöneticilerini aklayacaklardır.
Amuran: 16 maddelik bir reçete düzenlemiştiniz. Reçetenizde, "TBMM’de Kesin Hesap Komisyonu kurulmalıdır. Komisyonun başkanlığı muhalefet partisine verilmelidir" önerisi yer alıyordu. Böyle bir Komisyon, Meclisin denetim yetkisinin etkinliğini, hesap verebilir bir anlayışı ve şeffaflığı sağlar mı?
Kılıçdaroğlu: Kesin Hesap Komisyonu önermemizin özünde, parlamentonun yürütme organını denetleme yetkisinin güçlendirilmesi yatmaktadır. Bütçe Kanunu geleceği anlatır, Kesin Hesap Kanunu ise Bütçe Kanunu uygulamalarında TBMM’nin iradesine uyulup uyulmadığını gösterir. Kesin Hesap Komisyonu Başkanlığının muhalefet partilerine verilmesi, iktidarın harcamalarını disipline eder ve Bütçe Yasasının TBMM’ce öngörülen şekilde uygulanmasını sağlar.
Amuran: "İfade, örgütlenme ve basın özgürlüğü güvence altına alınmalıdır" diyorsunuz da mevcut yasalarımızda ve Anayasamızda bu düzenlemeler var. Ne kadar mükemmel düzenlemeler getirirseniz getirin, hukuk kişilere göre uygulanıyor. Asıl çözüm yargı bağımsızlığı değil midir?
Kılıçdaroğlu: Elbette ki ilk adım yargı bağımsızlığı olmalıdır. Güçlendirilmiş Demokratik Parlamenter Rejim derken de aslında bunu kastediyoruz. Yasama, yargı, yürütme hem bağımsız, (vesayeti olmayan) hem de birbirini denetleyen kurumlar olarak işlevlerini sürdürmelidirler. Bu bağlamda çağdaş demokrasilerde medya da dördüncü güç olarak tanımlanmaktadır.
Yargı bağımsızlığı için Hakimler Savcılar Kurulu’nun yeniden yapılandırılması ve Kurulun siyasi vesayetten arındırılması gerekmektedir. Bu bağlamda Adalet Bakanının HSK’da yer almaması çok önemlidir.
BASKICI YÖNETİMLERDE İKTİDAR DENETLENMEK İSTEMEZ
Kılıçdaroğlu: Basınla ilgili binlerce dosya ya ceza mahkemelerini ya da hukuk mahkemelerini işgal ediyor. Gazetecilerimiz tutuklanıyor. Odatv'nin başına gelenler çarpıcı birer örnek. Siyaset-Medya ilişkisinde nasıl bir denge olmalı hem siyaset kazansın hem de basın görevini gereğince yapsın?
Kılıçdaroğlu: Az önce de ifade ettiğim gibi, demokrasilerde medya dördüncü güç olarak kabul ediliyor. Çünkü medya, iktidar gücünü halk adına denetleyen en önemli mekanizmadır. Ancak baskıcı yönetimlerde, iktidar denetlenmek istemez. Halkın gerçekleri öğrenmesi iktidar için sorun yaratan alan olarak kabul edilir. O halde yapılması gereken gerçekleri yazan, halkı bilgilendiren, gerçek gazetecileri cezalandırmak, onları sistemin dışına atmak için çaba harcamaktır. Bugün Ak Parti tam anlamıyla bunu yapmaktadır. Gazeteciler Müyesser Yıldız, Barış Pehlivan, Murat Ağırel ve Hülya Kılınç’ın hala tutuklu olması, Odatv’nin kapatılması, Halk TV ve Tele-1’e ağır cezalar verilmesi bu nedenledir… Aslında baskıcı yönetimlerin bu davranışları korkunun yarattığı bir sonuçtur. Çünkü baskıcı yönetimler iktidardan düşmenin kendilerine yansıyacak maliyetleri çok iyi biliyorlar.
Siyaset medya ilişkisinin ahlaki temelde yürümesi gerekiyor. Bunu sağlayacak olan da medyanın evrensel kurallarıdır. Gazeteciler bu kurallar çerçevesinde haber peşinde koşarlar. Siyasetçiler de gazetecilerin bu çalışmalarına saygı duymak zorundadırlar.
Amuran: Şu anda siyasi iktidar, muhalif medya kuruluşlarına reklam vermiyor verdirmiyor. Mali destek kapıları muhalif yayın yapan kuruluşlardan esirgeniyor. Bu yaklaşım, kutuplaştırıcı olduğu kadar ekonomik ve siyasi bir baskı değil midir?
Kılıçdaroğlu: Elbette öyle... Zaten kamu kurumlarının, yandaş medya dışında kalan medya kuruluşlarına reklam vermesi dahi yasak. Hiçbir kamu kurumu bağımsız medyaya reklam vermiyor. Sadece bu da değil. Özel sektörün üzerinde de aynı baskı var. Yandaş medya dışında bir kuruma reklam verdiklerinde, baskıyla, tehditle karşı karşıya kalıyorlar. “Vay efendim sen neden Erdoğan’ın eleştirildiği, AK Parti’nin ya da küçük ortağının eleştirildiği gazeteye, kanala reklam verdin” deniyor. Basın İlan Kurumu ve RTÜK de bu konuda bir sopa olarak kullanılıyor.
HER DARBE SONRASINDA DARBECİLER KENDİ HUKUKLARINI OLUŞTURURLAR
Amuran: Yerel seçimlerde halkın tercihiyle gelenler, siyasi iktidarın hoşuna gitmiyorsa, farklı gerekçelerle görevlerinden alınarak yerlerine kayyum atanıyor. Halkın iradesi göz ardı ediliyor. Bu kararların dayandığı yasal gerekçeler darbe hukukunun kalıntılarından mı kaynaklanıyor?
Kılıçdaroğlu: Darbe hukukunun kalıntıları, Ak Parti ve ortağı tarafından tahkim edildi, yani güçlendirildi… Ne zaman? 20 Temmuz sivil darbe sonrasında…
Her darbe sonrasında darbeciler kendi hukuklarını oluştururlar. Anayasa ve yasalarda değişiklik yaparak, meşruiyet kazanmaya çalışırlar. Bugün yaşadığımız tablo da budur. Bunu daha önce askerler yapıyordu. Şimdi bunu Saray İktidarı yapıyor. Halkın seçimler sonucu oluşan iradesi bunlar için önemli değildir. Çünkü darbeciler için halkın iradesinin bir önemi yoktur. Devletin sadık bürokratlarını ve saraya bağlı savcı ve hakimleri kullanarak amaçlarına ulaşmaya çalışırlar.
Amuran: Vurguladığınız önemli konulardan biri, "Devlette liyakat sistemi hâkim kılınmalıdır" çağrınız. Kamu kurum ve kuruluşlarında mevcut liyakatlı çalışanları emekliye özendirerek kadroları ya boşaltıp ya da yeni kadrolar açarak yandaşların yetenek ve liyakat gözetmeden işe alınmaları siyasi kollama dışında oy ticareti olarak adlandırılmaz mı?
Kılıçdaroğlu: “Oy ticareti” deyimi çok hafif kalmaktadır. Sorun oy ticaretinin çok ötesindedir. Liyakatsiz kadroların göreve getirildiği bir ülkede ülke yönetilmez. Bu gerçeğe aslında hepimiz tanıklık ediyoruz.
Baskıcı yönetimlerin temel özelliklerinden biri de iktidarlarını sürekli kılmayı amaçlamalarıdır. İktidarın sürekliliği için de liyakate değil, sadakate bağlı bir kadro kullanmaları gerekiyor. Bu tür rejimlerde, bürokrasi bilgi üretmez. Sorunlara çözüm üretmez. Bu sistemde bürokrat sadece verilen talimatın gereğini yerine getirir. Hatta verilen talimatların yasalara aykırı olması dahi önemli değildir. Çünkü yasadışı işlem yapan bürokratı koruyacak kurum vardır. O kurum da vesayet altındaki meclistir.
Liyakatsiz kadroların bir diğer özelliği de kamudaki savurganlığı, yolsuzluğu gizlemeleridir. Yani kamu yönetiminde olması gereken saydamlıktan, kamunun hızla uzaklaşmasıdır. Bunu ancak liyakatle değil, sadakatle çalışan bürokratlar yapabilirler. Çünkü bunlar da bir süre sonra kamudaki yolsuzlukların, yani kirlenmenin bir parçası olurlar. Bugün Erdoğan’ın övündüğü, yol, köprü, havaalanı, şehir hastanelerinin yapım maliyetini 600 milletvekili dahi bilmemektedir.
Amuran: Siz siyasi ahlak yasasından söz ediyorsunuz. Nasıl bir düzenleme getirmeyi düşünüyorsunuz?
Kılıçdaroğlu: Türkiye’de siyasetin çok kirlendiğini biliyoruz. Siyasetçi ile vatandaş arasındaki güven ilişkisinin de diplerde olduğu bir gerçek. Acı olanı ise siyasetin bir zenginleşme aracı olarak görülmesidir. Siyaseti kirlilikten arındırmak için temel etik kuralların, ilkelerin belirlenmesi gerekiyor. Bunun bir yasayla belirlenmesi siyasetin kirlilikten arınmasına katkı yapabilir. Örneğin, siyasete girecek kişi kendisi, eşi ve çocuklarının malvarlığını kamuoyuna açıklamalıdır.
Amuran: Siyasetin yeniden dizayn edilmesinde hedefiniz, güçlendirilmiş parlamenter sistemin yeniden getirilmesi. Bu sistem iktidarın da sorumluluktan kurtuluş reçetesi değil midir? Güçlendirilmiş Parlamenter sistem derken güçlendirme ile neleri kast ediyorsunuz, bu sistem demokrasiye yeniden ne gibi kazanımlar sağlayacaktır?
Kılıçdaroğlu: Kısaca ifade edeyim…
Milletvekilini liderler değil, millet seçsin. Bu lider sultasını sonlandıracak, parlamento üzerindeki vesayete de son verecektir. Bunun için Siyasi Partiler Yasası ve Seçim Yasasında değişiklikler yapılması...
Meclis İç Tüzüğü’nün değiştirilerek TBMM’de bir Kesin Hesap Komisyonunun kurulması ve bu komisyonun başkanlığının muhalefete verilmesi…
Kurulacak Hükümetin Meclisten güvenoyu alması…
Sözlü sorulara Bakanın Meclis Kürsüsünden yanıt vermesi…
Bakanlar hakkında TBMM’de gensoru verilebilmesi…
Bağımsız kurumların (Merkez Bankası, BDDK, Kamu İhale Kurumu, SPK gibi…) belli aralıklarla TBMM’deki ilgili komisyonlara bilgi vermesi ve bürokratların soruları yanıtlamaları…
Sayıştay, uluslararası (INTOSAI - Uluslararası Yüksek Denetim Kurumları Teşkilatı ve IFAC - Uluslararası Muhasebeciler Federasyonu gibi kurulların belirlediği normlar) normları esas alarak çalışmalı ve çalışmalarını raporlamalı...
Ulusal Vergi Konseyi kurulmalı ve bu Konsey düzenli aralıklarla Parlamentoyu bilgilendirilmeli… Böylece vergilerin adaletli olup olmadığı, nerelere harcandığı konusunda Parlamento bilgilendirilmeli…
Bu ilkeler, devletin saydam ve siyasetin de hesap verebilir olmasına olanak sağlayacaktır.
Amuran: Siyasi iktidar son zamanlarda demokrasiyle örtüşmeyen kararlar alıyor. Baroların bölünmesi güvenlik soruşturmaları ekran karartmaları sosyal medya için getirilmesi düşünülen kısıtlamalar ve muhalif gazetecilerin tutuklanmaları. Barış Pehlivan, Müyesser Yıldız, Hülya Kılınç ve Murat Ağırel'in düşünce ve ifade özgürlüğünün korunması için gösterdikleri özeni, vatan ve ulus sevgilerini kimse sorgulayamaz. Aslında bütün bunlar halkı incitiyor. Yargıda savunmadan yoksun; basında bilgilenme ve haber alma hakkından yoksun kalan halka ne vaat edilecek?
Kılıçdaroğlu: Gerçekten de Barış Pehlivan, Müyesser Yıldız, Hülya Kılınç ve Murat Ağırel’in hapiste olmaları vicdanın kabul etmediği bir uygulamadır. Bunlar kalemlerini satmayan, gücün karşısında eğilip bükülmeyen, halk için gazetecilik yaparken, yani haber peşinde koşarken sorumluluk hisseden gazeteciler. Mesleğin onurunu koruyan arkadaşlar… Yazdıkları haber aslında gizli bir haber de değil… Yani devlet sırrı değil. Ama siz kişileri cezalandırmak istiyorsanız gerekçe uydurabilirsiniz. Bugün yaşadığımız gerçek de budur. Odatv’nin medyada milyonlarca okura ulaşması, Odatv’nin haberlerinin güven vermesi doğal olarak baskıcı yönetimleri rahatsız eder. Bu tür mecraların kapatılmasını ister. Kapatarak (ki kapatma yasalara açıkça aykırıdır, çünkü haberi mahkeme kararıyla yasaklayabilirsiniz ama haber portalını kapatamazsınız) korkusunu yenmeye çalışır. Baskıcı yönetimlerin en büyük özelliği bu yönetimlerin gerçeklerden korktuğudur. Korkunun egemen olduğu yerde de akıl tutulması olur. Korku aklı, sağduyuyu teslim alır… Korkuya teslim olan bir yönetim de kendi sonunu hızlandırır. Tıpkı Sarayın kendi sonunu hazırladığı gibi…
Amuran: Sayın Kılıçdaroğlu demokrasiyi rahatlatacak ipuçlarını sıraladınız. Siyaset etiğinin öncelikleri üzerinde durdunuz. Eleştirileriniz yol gösterici öneriler içeriyor. Önemli olan bu önerilerden faydalanmak... Çok teşekkür ederiz.
Kılıçdaroğlu: Ben teşekkür ederim.