CHP'li Öztrak'tan 'saray promosyonu'na tepki: İktidarımızda Saray halkın malı olacak
CHP Sözcüsü Faik Öztrak, MYK toplantısının ardından yaptığı açıklamada gündemi değerlendirdi. Öztrak, AKP'ye üye olanlara Saray ziyareti şeklinde yapılan promosyonu eleştirdi.
CHP Sözcüsü Faik Öztrak, CHP MYK'sına gündemine ilişkin açıklamalarda bulundu. Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Yüksel Kocaman ile eşi Ayça Dursun'un nikahtan sonraki adresi Cumhurbaşkanlığı Sarayı olmasına Öztrak, "Savcılar artık düğünü yapınca soluğu sarayda alıyorlar. Bunlar sarayın savcısı olmayı Cumhuriyet'in savcısı olmaya tercih ediyorlar" diyerek tepki gösterdi.
Öztrak, hükümetin salgında halkı suçlamasına tepki gösterdi. İktidarın salgını başarısız bir şekilde yürüttüğünü belirten Öztrak, "Bunlar 5 maskeyi dağıtamadı üstüne bir de IBAN vererek halktan para istediler" dedi.
Öztrak, Anayasa Mahkemesi Başkanı'nı hedef alan İçişleri Bakanı Soylu'ya sert çıktı, 'devlet ahlakı' hatırlatmasında bulundu.
Öztrak, "Saray'daki herkese iki günde bir test yapılıyor. Aşılarda da saraya öncelik verilecek. Biz bu torpil düzenine karşıyız" iddiasında bulundu.
Kuryesinin verdiği mülakata göre Reza Zarrab İran ile Türkiye arasında 20 milyar dolar paraya aracılık etmiş, 800 milyon dolar rüşvet dağıtılmış. Böyle bir mülakatı, Türkiye'de kaç medya kuruluşu yapabilecek, bunu geçtik, yapılmış bu röportajı kaç medya kuruluşu görecektir?
Rüşvete konu alan Bakanlar Yüce Divan'da yargılansaydı bugün bunlar yaşanmazdı. Şehit kanları ile kurulmuş ülkemizin itibarı bu iktidar için bu kadar mı ucuz?
KOCA'YA TEŞEKKÜR
Öztrak'ın açıklamaları şöyle:
Sağlıktan daha büyük bir zenginlik yok… Covid-19 salgını hepimize bu gerçeği bir kez daha gösterdi.
Bugüne kadar 100 binlerce yurttaşımız salgına yakalandı. Bunlardan biri de benim.
Çok şükür hastalığı atlattım ve bugün sizlerin karşısında olmanın mutluluğunu yaşıyorum.
Hastalığımda başta ailem olmak üzere, pek çok kişinin yardım ve desteğini gördüm.
Hepsine müteşekkirim.
En büyük teşekkürüm hekimlerimize ve sağlık çalışanlarımıza… Sağlık Bakanı sayın Fahrettin Koca’ya,
İzmir İl Sağlık Müdürümüz sayın Burak Öztop ve çalışkan personeline, İzmir Çeşme Alper Çizgenakat Devlet Hastanesi Başhekimi sayın Orhan Güngör ve hastanenin tüm fedakâr çalışanlarına teşekkür borçluyum.
Gazi Üniversitesi’nden Prof. Dr. sayın Esin Davutoğlu Şenol hocamıza da
gösterdikleri yakın ilgi nedeniyle ayrıca teşekkür ediyorum.
Bir teşekkür de hastalığın ilk gününden itibaren destek ve ilgisini eksik etmeyen
çeşme belediye başkanımız sayın Ekrem Oran’a…
Kastalığın ilk anından itibaren iyi dileklerini paylaşan tüm siyasi parti liderlerine, temsilcilerine, sözcülerine, milletvekillerimize, cumhurbaşkanlığı kabinesi üyelerine,
nezaketleri için çok teşekkür ederim.
Hastalığımda iyi dilekleriyle bana destek ve moral veren çok sayıda yurttaşımız oldu.
Başta genel başkanımız olmak üzere cumhuriyet halk partisi örgütünün yakın desteğini hissettim.
Hem yurttaşlarımıza hem de parti örgütümüze çok büyük teşekkür borçluyum.
Sağ olsunlar, var olsunlar.
Ben yüce Allah’tan tüm hastalarımıza şifa, hekimlerimize, sağlık çalışanlarımıza ise güç kuvvet diliyorum.
Bu salgınla topyekûn mücadele şart...
Mücadelede hem devlete hem de yurttaşlarımıza büyük görevler düşüyor.
Salgın ülkemizde ve dünyada yeniden hız kazandı.
Sonbahar ve kış aylarında çok daha kötü tablolarla karşılaşmamak için tedbirleri şimdiden artırmak gerekiyor.
Milletimiz önlemleri sıkılaştırırken, devlet de tüm imkânlarıyla milletinin yanında olmalı.
Elde bir eylem planı olmalı.
Bunu tüm sorumlular ve halk şeffaf bir biçimde izleyebilmeli. Veriler bu kapsam ve yoğunlukta herkese açık olmalı. Herkes hata veya doğruların ülkeyi nereye götüreceğini bilmeli.
Hasta sayılarından, yatak doluluk oranlarına, okulların nasıl açılacağından, eğitimin nasıl devam edeceğine kadar her konuda milletimizin kafasında oluşan şüpheler mutlaka giderilmelidir.
Bir nesli kaybetme riskiyle karşı karşıyayız.
Sayın genel başkanımız geçtiğimiz günlerde iyi niyetli bir çağrı yaptı.
“Bir neslin kaybedilmemesi için” atılması gereken adımları sıraladı.
Ar etmeyin. bunların gereğini yapın.
Bugün anaokulları ve birinci sınıflar için okul zili çalıyor.
Her şeye rağmen tüm öğrencilerimize, öğretmenlerimize, velilerimize; sağlıkla, başarıyla dolu yeni bir eğitim öğretim yılı diliyoruz.
Salgının yönetiminde bir güven zaafı olduğu, bunun da giderek arttığı çok açık.
Bu güveni yeniden kazanmanın yolu, şeffaflıktan ve doğruları paylaşmaktan geçiyor.
Salgınla ilgili açıklanan verilerin bir kısmı artık açıklanmazken, verilerde matematikle açıklamakta güçlük çektiğimiz bazı hususlar da dikkati çekiyor.
Yoğun bakım ve entübe edilen hasta sayıları nedense artık açıklanmıyor.
Eylül’ün ilk günlerinde sayın bakan, “yoğun bakım doluluk oranımız yüzde 68” demişti. O günlerde ağır hasta sayımız ise 1.076 idi. Bugün ağır hasta sayımız 1.456.
ve Sağlık Bakanı “yoğun bakımda doluluk oranımız yüzde 66” diyor.
Çok kısa sürede ağır hasta sayısı yüzde 35 artarken, yoğun bakım doluluk oranımız nasıl düşüyor?
Yine bu yüzde 66 doluluk oranı, sadece yetişkin yoğun bakım yatak sayılarını mı kapsıyor? Yoksa yeni doğan yoğun bakım yatak sayıları da bu hesaba dâhil ediliyor mu?
Türkiye’de yoğun bakım yatak sayılarının yaklaşık üçte biri yeni doğan bebekler için.
salgınla mücadelede, yeni doğan yoğun bakım odaları kullanılamayacağına göre,
mevcut doluluk oranlarıyla kış aylarında ne yapacağız?
Bu ve buna benzer soruların açıklığa kavuşturulması gerekiyor. Tavsiyemiz yeni bir veri akış stratejisi oluşturulmasıdır.
"DÜNYA SALGINLA MÜCADELE EDİYOR, NUNLAR SALGINLA MÜCADELE EDEN DOKTORLARLA"
Bu verilerin bilimsel çalışmalara ve kamuoyu denetimine açık olmasıdır. Salgınla mücadelede ciddiyeti artırmamız gerektiği çok açık. Ama bakıyoruz, ülkeyi yöneten saray koalisyonu bu ciddiyetten çok uzak.
Saray koalisyonun başı, salgın nedeniyle sadece halkı suçlarken, sarayın bekçisi de almış eline ipini, “asalım da asalım” diye, Türk Tabipleri Birliği’ni linç etmeye uğraşıyor. Tüm dünya salgınla mücadele ediyor. Bunlar ise salgınla mücadele eden doktorlarımızla mücadele ediyor. Bu nasıl bir akıldır? Bu nasıl bir mantıktır?
Oysa salgınla mücadelenin ön saflarında çarpışan doktorlarımızın ve sağlık çalışanlarımızın morale ihtiyacı var.
Biz salgının hemen başında, “tüm sağlık çalışanlarımız için moral ikramiyesi verilsin” dedik. Hükümet ikramiye vermedi. Çalışanlar arasında ayrımcılık yapan bir “ek ödeme” verdi.
Sağlık çalışanları arasındaki bu ayrımcılık şimdi iş huzurunu bozuyor. Unutulmasın sağlık işi bir ekip işidir. Ekibin huzuru bozulursa, sağlığımız da bozulur.Bakanlık, sağlık çalışanlarımızın seslerine kulak vermelidir.
Çalışanlar arasında yapılan ayrımcılık ve adaletsizlikler bir an evvel giderilmelidir.
SORUMSUZ HÜKÜMET
Kendini her türlü kusurdan münezzeh ve sorumsuz gören bir kadro tarafından yönetiliyoruz.
Ülkede salgın pik yapar, halk suçlu olur. Hastaneler dolar, doktorlar suçlu olur. Enflasyon patlar, faiz suçlu olur. Avro 9 liraya, dolar 7 lira 60 kuruşa çıkar, dış güçler suçlu olur. Eğitim batar, öğrencilerimiz suçlu olur. Madencilerimiz ölür, işin fıtratı suçlu olur. Devletin kozmik odasını açtıkları ortakları, yol arkadaşları darbeye yeltenir, CHP suçlu olur. Yunanistan Ege adalarını silahlandırır, Lozan suçlu olur.
Okullar açılacak mı açılmayacak mı derken, sorumluluk velilerin olur.
Ama ülkeyi 18 yıldır yönetenlerin hiçbir konuda suçu ve sorumluluğu olmaz.
Ne güzel ülke yönetmek… Yetkileri çok, sorumlulukları yok.
Şu salgın döneminde bile yurttaşlarına bedava beş maske gönderemeyip, IBAN numarası gönderen dünyada tek hükümet olarak tarihe geçtiler.
Bildikleri tek şey var: o da milletten para toplamak.
Kendilerinden önceki 57 hükümet, 79 yılda, 714 milyar dolar kullandı.
Bu 714 milyar dolarla bir ülke inşa ettiler. Şeker fabrikalarını, PETKİM’leri, TÜPRAŞ’ları, Telekom’ları kurdular. Barajlar, köprüler, demiryolları, otoyollar yaptılar. Osmanlı’nın dış borçlarını ödediler. İkinci Dünya Savaşı’na göğüs gerdiler.
Kore Savaşı’nı ve Kıbrıs Barış Harekâtı’nı yaptılar.
Bunlar ise 18 yıllık iktidarlarında; 2 trilyon 433 milyar dolar kaynak kullandılar. Yani 79 yılda kullanılan kaynağın neredeyse 3,5 katını 18 yılda kullandılar.
18 yılda atadan, dededen kalan ne varsa satıp savdılar. Kalan son gümüşleri de Fon’a devredip, kayınpeder, damat beraberce üstüne çöktüler. Bunlar yetmezmiş gibi “beşli müteahhit çetesine” ülkemizin geleceğini ipotek ettiler.
Millete salgın günü veremedikleri desteği, bu beşli çeteye tıkır tıkır verdiler.
Geçilmeyen köprüler, yatılmayan hastaneler için çocuklarımız, torunlarımız on milyarlarca dolarlık yükün altına sokuldu.
Ülkemizin sadece geçmişini yemediler, geleceğine de ipotek koydular.
Merkez Bankası’nın kasasında “hini hacette” kullanılacak ihtiyat akçesi bile bırakmadılar. Şimdi hem ülkemiz, hem milletimiz çok daha borçlu ve elimizde borçları çevirecek kadar döviz rezervi de kalmadı.
Önümüzdeki bir yılda vadesi gelen dış borcumuz 176 milyar dolar. Altın dahil brüt döviz rezervimiz 90 milyar dolar. Brüt döviz rezervleri, vadesi gelen dış borcun ancak yarısını karşılıyor. Net döviz rezervlerimiz ise eksi bakiyede. Merkez Bankası’nın döviz varlıkları, döviz borçlarına göre 27 milyar dolar açık veriyor. Yani borcu bile ancak borçla öder hale gelmişiz.
Bunlar iktidara geldiğinde; ülkemizin her 100 dolarlık geliri karşılığında, 7 dolar kısa vadeli dış borcu vardı.
Şimdi; her 100 dolarlık gelire karşılık, 17 dolarlık kısa vadeli dış borcumuz var.
Borçlulukta durumumuz 2001 krizinden bile daha kötü.
Biz bunları yıllarca uyardık. “Borç alan emir alır” dedik, dinletemedik. Bugün ABD Başkanı Trump haddini aşıp, bu ülkenin cumhurbaşkanlığı makamında oturan Erdoğan’a, “aptal olma” diye hakaret edebiliyorsa, Erdoğan, “bu can bu tende durduğu müddetçe rahibi göndermem” dedikten sonra aynı rahibi, 24 saatte Oval Ofis’e teslim ediyorsa, Fransa Cumhurbaşkanı Macron, bozuk bir Türkçeyle tweet atıp, “artık mesajı aldılar” diyerek, istihza eden ergen tavırlar sergileyebiliyorsa,
sebepleri buralarda aranmalıdır.
Maalesef ülkemiz ve ekonomimiz, rüzgârın önündeki bir yaprak gibi oradan oraya savruluyor. İsel dayanıklılığı hızla tahrip oluyor. Ucube rejim ülkemizin en önemli kırılganlığı haline geldi. Geldiği günden bu yana da milletimiz gün yüzü görmedi.
Ucube rejim iş başı yaptığından bu yana iş, güç sahibi 2 milyon 744 bin yurttaşımız işini kaybetti. İşsizlerimizin sayısı 11 milyona dayandı. Bizim de üyesi olduğumuz Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD), bu yıl Türkiye ekonomisinin yüzde 2,9 daralacağını tahmin ediyor. Hem kayınpeder, hem de damadı buna seviniyor. OECD’nin bu tahminini de koyunca, son üç yılın ortalama büyüme hızı, sıfır yapar (yüzde 0,3). Yani bu ucube rejim iş başı yaptığından bu yana, ekonomimiz büyümeyi unutmuş. Dolar cinsinden milli gelirimiz ise 116 milyar dolar eriyip gitmiş. Bunlar benim değil, OECD’nin ve TÜİK’in rakamları. Bunları gören yok…
Böyle üç yıllık bir dönemde bakınca, OECD içinde çok gerilere düşüyoruz. Zaten o kadar büzülmüşüz ki, krizde sırtımız kapıya dayanmış ve tüm bu kuru rakamların ardında, acı çeken insanlarımızın hikâyeleri var. Evine ekmek götüremeyen analar, babalar var. Siftah yapamadan dükkanını kapatan esnaflarımız var. İşsiz gençlerimiz var. Borcunu nasıl ödeyeceğini düşünen çiftçilerimiz, iş insanlarımız var.
Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en derin buhranlarından birini yaşıyoruz.
Saray hükümeti vakit geçirmeden milletin sesini duyduğunu göstermelidir. Milletin derdine derman olacak bir programı derhal açıklamalıdır.
Ama ortada yasal olarak açıklanması gereken, orta vadeli program dahi yoktur.
Bütçe Kanunu’yla TBMM’den 140 milyar liralık borçlanma limiti aldılar. Daha sonra da TBMM’nin verdiği yetkiyi hiçe sayarak, ilk sekiz ayda 249 milyar lira borçlandılar.
Ortada ne program var ne de yasalara uyan liyakatli bir yönetim… Devlette liyakat bitti, millet ortada kaldı.
SARAY'A GİDEN SAVCIYA TEPKİ
Peki, bu hallere nasıl düştük?
Adalet dünyanın direğidir.
Bu ucube rejimle beraber ülkenin adalet direği tamamen çöktü. Artık sıfatlarında “cumhuriyet” olan savcılar, düğünlerini yaptıktan sonra, soluğu Saray’ın huzurunda alıyor (Ankara Cumhuriyet Başsavcısı). Bunlar Saray’ın savcısı olmayı, Cumhuriyet’in savcısı olmaya tercih ediyorlar.
REZA ZARRAB İDDİALARI
Yargı artık sarayın vesayeti altındadır.
Diğer taraftan, ucube rejimle özgür basın da bitirilmiştir.
Gazeteciler baskıyla, tehditle, hapisle yıldırıldı. Şeffaflık ve millete hesap verme kalmadı. Bakın dün gece dünyada büyük bir skandal patladı. Bazı bağımsız, özgür basın kuruluşları, ABD Hazine Bakanlığı belgelerinden yola çıkarak, dünya üzerinde yasa dışı para hareketlerini ve uluslararası bankaların kara para aklamadaki rolünü ifşa etti.
Bu belgelerde tanıdık bir isim de geçiyor. O da Reza Zarrab. Aynı gün Reza Zarrab’ın kuryesinin röportajı da dünya kamuoyuna servis edildi.
Bu kuryenin verdiği bilgilere göre Reza Zarrab, İran-Türkiye hattında, 20 milyar dolarlık bir para ticaretine aracılık etmiş. Bu para ticaretinde 800 milyon dolar,
Türkiye’de rüşvet olarak dağıtılmış. Bunlar kuryenin iddiaları. Röportajda Yüce Divan’da aklanmayan, aklanması TBMM’de AK Parti çoğunluğu tarafından engellenen bakanların hepsinin ismi geçiyor. Böyle bir mülakatı, Türkiye’de kaç basın kuruluşu yapabilir?
Mülakatı bıraktık, bakalım kaç gazete veya medya kuruluşu, bu iddiaları haber yapabilir? Bunu göreceğiz. Maalesef bu mesele uluslararası arenada, Türkiye’nin yumuşak karnı olmaya devam edecek.
Anlaşılan ABD başkanlık seçimlerinde de bu mesele kullanılacak. Trump’ın Halkbank meselesi için kişisel nüfuzunu kullanması, yargı süreçlerine müdahalesi, bunu sağlamak için damatlar arasındaki arka kapı diplomasisi iddiaları, ABD seçimlerinde ve Kongre’de sürekli dile gelecek. Türkiye’nin itibarı ABD seçimlerine yine malzeme olacak.
Bugüne kadar hiçbir yönetim bu ülkeye böyle bir zilleti yaşatmadı.
Rüşvet iddialarına konu olan bakanlar Yüce Divan’da yargılansaydı, bunları yaşar mıydık? Hayır. Yaşamazdık.
Bakanlar suçluysa cezasını çekerdi. Suçsuzsa aklanıp, milletin huzuruna alınlarının akıyla çıkardı. Bunlar yapılmadı.
Peki, ne yapıldı?
Rüşvetten aklanmayan bakanlar, “bakara, makara” dediği için büyükelçi yapıldı.
Yazık değil mi ülkemize? Şehit kanlarıyla kurulmuş cumhuriyetimizin itibarı,
bu ülkeyi yönetenler için bu kadar mı ucuz?
AYM'NİN BERBEROĞLU KARARI İÇİN ŞENTOP'A ÇAĞRI
Bu ucube rejimde ülkemiz sürekli patinaj yapıp yerinde sayıyorsa, bunun bir diğer nedeni de; yasama, yargı ve yürütme arasındaki “kuvvetler ayrılığının” ortadan kalkmasıdır.
Saray’ın gazi meclis üzerindeki vesayetidir. Bunun en son örneği; milletvekilimiz Enis Berberoğlu’nun durumudur. Anayasa Mahkemesi, oybirliğiyle aldığı kararla,
milletvekilliği düşürülen arkadaşımız Enis Berberoğlu’nun “seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal edildiğine” hükmetti.
Buna sebep olan ne? Milletvekilimizin dokunulmazlığını görmezden gelerek,
hukuksuz bir biçimde sürdürülen yargı sürecinin sonunda verilen hukuksuz karar.
ve bunun TBMM Genel Kurulu’nda okutulması.
Kendisi de bir anayasa hukukçusu olan TBMM Başkanı Mustafa Şentop, yarılarımızı dinlemedi. Onun yerine Saray’dan talimat almayı tercih etti. Şimdi Sayın Şentop’a düşen bir görev var. Acilen Aaray’ın kendisi üzerindeki vesayetini sonlandırmak, milli iradeye sahip çıkmak, milletvekilimiz Enis Berberoğlu’nun TBMM’ye dönmesini sağlamak. Bunu yapmazsa; sarayın emrinde olan bir TBMM başkanı olarak tarihteki yerini alacaktır.
SOYLU'YA: HADDİNİ BİL
Yürütmenin, yasama ve yargı üzerinde kurmak istediği vesayete bir başka örnek;
İçişleri Bakanı’nın akla zarar ifadeleridir.
Beyefendi, Anayasa Mahkemesi’nin kararını beğenmeyip, Anayasa Mahkemesi Başkanı’na kendince gözdağı veriyor. Bu ne cüret? Sen kolluk kuvvetlerinden sorumlu bakansın. Haddini ve yerini bileceksin. Sokaklar bisikletle gezilemeyecek kadar güvensizse bu kimin suçu?
Başta görevini ihmal eden içişleri bakanı olmak üzere, hükümetin suçu... Hem görevini yapmayacaksın hem de Anayasa Mahkemesi Başkanını tehdit edeceksin…Bu nasıl bir devlet anlayışıdır. Ne zamandan beri atanmış bakanlar, Anayasa Mahkemesi’ni tehdit edebiliyor? Bu nasıl hukuk devletidir?
“Şahsım ucube rejiminde” devlet yönetimi tel tel dökülüyor. Bundan da en çok milli olması gereken dış politika nasibini alıyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin en haklı davası olan Doğu Akdeniz meselesinde yalnız kaldık.
Yunanistan “şahsım rejiminin” kibrini, ülkemizi yalnız bırakan asabiyetini çok iyi değerlendirdi. Dostlarını çoğalttı. Arkasına AB’yi aldı. Ne oldu? Dönmeyecek dedikleri Oruç Reis limana geri döndü. Şahsım rejiminin bakanları bin bir bahane uydurdular. Yok “bakım yapılıyor” dediler, yok “ikmal yapıldıktan sonra geri dönecek” dediler. Ama şahsım rejiminin sahibi çıktı; “diplomasiye bir şans vermek için oruç reis’i geri çektik” deyiverdi.
Yunanistan’ın şımarıklığı karşısında geri adım attı.
Devlet, ülke böyle mi yönetilir? Yönetilmez. Yönetilemiyor da zaten. İşte biz, tüm bu çarpıklıkları gidermek için “güçlendirilmiş parlamenter sistem” diyoruz.
Bu hususta yalnız olmamaktan da büyük mutluluk duyuyoruz. Ülkemizin geleceğine dair umutlarımız büyüyor. Bu vesileyle dün gerçekleşen İYİ Parti’nin ikinci olağan kurultayında, yeniden genel başkan seçilen sayın Meral Akşener’e ve İYİ Parti’nin yeni yönetim kadrolarına hayırlı olsun dileklerimizi iletiyoruz.
SARAY HALKIN OLACAK
Saray koalisyonu milletin gönlünde erdikçe, ne yapacağını şaşırmaya başladı. En son partilerine üye yapabilmek için saray promosyonu dağıtmaya başlamışlar.
AK Parti'ye üye olana, Saray’da bir gün misafir edilmeyi vadediyorlar, yani bir günlüğüne, ejder meyveli smoothilerden, liçi meyvesi eşliğinde efulilierden tatma fırsatı elde edecekmişsiniz. Ne diyelim? Devlet, parti devletine dönüştürülünce,
böyle rezillikler de sıradanlaşıyor.
Artık sadece işe girmek değil, saraya girmek için de partili olmak gerekiyor…
Ama ne yaparsanız yapın olmaz, millet ne yaptığınızı görüyor. Notunuzu veriyor.
İlk sandıkta yerinizi gösterecek, sizleri evlerinize gönderecek.
Bizim iktidarımızda; kimseye ayrıcalık, imtiyaz tanınmayacak. Liyakat devlet yönetiminde esas olacak, Saray bir adamın, bir partinin değil, 83 milyonun, yani halkın malı olacak.
Biz tüm ülkeye özgürlük, tüm yurttaşlarımıza, huzur, iş, aş, refah ve bereket vadediyoruz. Çok çalışacağız, çok üreteceğiz, çok kazanacağız. Hiç kimseyi dışarıda bırakmadan hakça paylaşacağız.
SORULARI YANITLADI
"112 Acil Sağlık ekiplerinin siyasetçilerin, bakanlık çalışanlarının yakınlarına öncelikli hizmet verdiği" iddialarına ilişkin değerlendirmesi sorulan Öztrak, "Burada çok şaşırılacak bir şey yok. Tek adam, parti devleti rejiminin aslında tam bir torpil rejimi olduğunu, son üç yıldır sürekli görüyoruz. Dolayısıyla ambulanslar bile torpille veriliyorsa bu gerçekten son derece üzücü bir durumdur." ifadelerini kullandı.
Öztrak, "Rize İyidere'de lojistik liman için düzenlenen ihaleyi alan Cengiz İnşaat için vergi, resim, harç gibi kolaylıklar sağlandığı" iddialarına ilişkin, "Türkiye'de yolsuzluklarla ilgili çok ciddi sıkıntılar yaşanıyor. Daha önce bu grup, milletimizin iffetli analarına ağzına geleni söylemişti. Şimdi öyle anlaşılıyor ki sıra milletimizin babalarına sövmeye gelmiş. Bu keyfilik bir an önce bitmelidir, böyle bir ihale düzeni olmaz." dedi.
"Hazine'nin döviz cinsinden iç borcunun artmasına ve döviz kurlarındaki yükselişe" ilişkin görüşleri sorulan Öztrak, ülkelerin Hazinelerinin öncelikle kendi paralarıyla borçlandığını, böylece kur riskinden kaçındığını söyledi.
Faik Öztrak, "Öyle anlaşılıyor ki iş çok sıkıştı. Hazine, Türk lirasıyla borçlanamıyor, dolayısıyla sıra döviz cinsinden borçlanmaya geldi. Zaten daha önce ihaleleri döviz cinsinden yapıyor, garantileri de döviz cinsinden veriyorlardı. Bu gidişin sonunda bunlar doları milli para olarak ilan ederler." şeklinde konuştu.
"Yeni süreçte KKTC'nin diğer devletler tarafından tanınmasına ilişkin görüşler hakkında CHP ne düşünüyor?" sorusunu cevaplayan Öztrak, bu konuda geç kalındığını belirtti.
Bunun için gerekli lobi faaliyetlerinin yapılması gerektiğini söyleyen Öztrak, "KKTC'nin bir an önce başka ülkeler tarafından tanınması sağlanmalıdır. Yunanistan'a bakın, Güney Kıbrıs'ı AB üyesi yaptı. Bir de bize bakın, kaç ülkenin KKTC'yi tanımasını sağlayabilmişiz. Burada ciddi bir sorun vardır. Bu sorunun üzerine gidilmelidir." değerlendirmesini yaptı.
Öztrak, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun katıldığı bir toplantıda "çocukların ana dilde eğitim görmesi ve yeni Anayasa çalışması yapılabileceğinin" konuşulduğu iddialarına ilişkin, "CHP olarak yasal kuruluşların düzenlediği her toplantıya katılırız. Sorulan sorulara da ülkemizin menfaatleri doğrultusunda cevap veririz." dedi.
"CHP, Enis Berberoğlu'nun durumuna ilişkin hangi adımları atacak?" sorusuna Öztrak, şu yanıtı verdi:
"Bugün gelinen noktanın en önemli sorunlarından biri Mustafa Şentop. Bu nedenle kendisinden, bu konuyu düzeltmesi için önerilerimizi kendisine vermek amacıyla toplantı talep ettik. Yarın saat 14.00'te üç arkadaşımız kendisine gidecekler. Beklentimiz milletvekilimizin, vekilliğinin bir an önce iade edilmek suretiyle bu milli irade gasbının önüne geçilmesidir."