İbrahim Kalın: Ayetleri kafa kesmek için kullananlara karşı çıkmak zorundayız
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, son günlerde yoğun biçimde tartışılan Avrupa’da İslamofobiye ilişkin Hürriyet'in sorularını yanıtladı.
Son günlerde alevlenen İslamofobi tartışmalarıyla ilgili konuşan Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın, "Birileri çıkıp benim kutsal kitabımdaki ayetleri kafa kesmek için, masum insanları diri diri yakmak için kullanıyorsa ve bunu yaparken benim kutsal kelimelerimi kullanıyorsa buna herkesten önce ben karşı çıkmak zorundayım" ifadelerini kullandı.
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, son günlerde yoğun biçimde tartışılan Avrupa’da İslamofobiye ilişkin Hürriyet'in sorularını yanıtladı.
Paris'te sınıfta Hz. Muhammed karikatürü gösterdiği için başı kesilerek öldürülen öğretmen Samuel Paty cinayetinin kabul edilemez olduğunu vurgulayan Kalın’ın verdiği yanıtlar şu şekilde:
'Herkese barbar gözüyle bakınca insanlar kendilerini medeni varlıklar zannedebiliyorlar'
Avrupa’da İslam karşıtlığı yeniden yükselişe geçmiş durumda. Bunun arkasında ne var?
İslam karşıtlığı, Avrupa siyasetinde sistematik bir akım haline gelmeye başladı. Sağ ve sol popülizmin değişik türevleri, seküler ve dindar Batının İslam karşıtlığında buluşması, Avrupa’nın kendine olan inancını yitirmesi fakat dünyaya nizam verme arzusundan vazgeçememesi ve bin dört yüz yıl öncesine giden kadim ve derin ön yargılar, bu tabloyu şekillendiren dinamikler arasında yer alıyor. Tablo gerçekten endişe verici. Avrupa’nın ana akım siyaseti de bu İslam düşmanlığını giderek sıradan ve normal bir durum olarak kabul etmeye başlıyor. Bu şu demek: Almanya’da neo-Nazi partiler, Fransa’da Le Pen, İngiltere’de UKIP, Yunanistan’da Altın Şafak gibi göçmen, azınlık ama en çok da İslam ve Müslüman karşıtı olan siyasi organizasyonlar, hükümet ortağı olmadan kültürel ve siyasal iktidara ortak oluyorlar. Hatta iktidar partilerinin söylemlerini ve politikalarını belirliyorlar. İşsizlik, ailenin çözülmesi, sağlık sisteminin çökmesi, toplumsal güvensizlik, nihilizm, anlamsızlık, umutsuzluk gibi sorunları azınlık toplulukları üzerinden tanımlamaya çalışıyorlar. Böylece kendilerine sahte bir konfor alanı inşa ediyorlar. Herkese barbar gözüyle bakınca insanlar kendilerini medeni varlıklar zannedebiliyorlar.
'İslam karşıtlığında birleşiyorlar'
Aşırılar tamam da ana akıma ne oluyor? Onlar neden İslam karşıtlığına savruluyorlar?
Batıdaki elitler Müslümanların onlarla aynı haklara sahip olmasını kabullenemiyor. Eşit vatandaş muamelesi görmek için mutlaka inancından, geleneğinden, kültüründen taviz vermesi gerektiğini söylüyor. Bunun adı entegrasyon ya da bir arada yaşama kültürü değil elbette. Bunun adı asimilasyonizm. Yani “Ancak benim gibi olursan eşit haklara kavuşabilirsin” söylemi. Fakat mesele burada da bitmiyor. Seküler Batılılar İslam’ı ve Müslümanları demokrasi vs. adına bir tehdit ve tehlike olarak görürken, Hıristiyan çevreler meseleyi doğrudan bir din savaşı olarak vazediyor. Kendi aralarında neredeyse hiçbir konuda anlaşamayan seküler ve dindar batılı elitler, liberaller ve muhafazakârlar İslam karşıtlığında birleşiyorlar. Burada elitler ile kastettiğim Batı toplumlarına yön veren kesimler. Yani siyasetçiler, düşünce insanları, edebiyatçılar, gazeteciler, popüler yorumcular, dini liderler ve diğer kanaat önderleri. Kendi medeniyetlerine olan inancını yitiren Batılı elitler, başka toplumları dizayn etme sevdasından vazgeçemiyor. Kendi toplumları için talep edemedikleri şeyleri mesela Afganistan yahut Irak’ta talep ediyorlar. Eşitlik, adalet, hukukun üstünlüğü, hesap verebilirlik ve çoğulculuk gibi değerleri kendi toplumlarının alamet-i farikası olarak görüyor ve bunun üzerinden siyasi-kültürel hiyerarşiler inşa ediyorlar. Fakat aynı şeyleri bir Cezayirli yahut Pakistanlı talep ettiğinde bunu hemen ayrılıkçılık, radikallik yahut aşırıcılık olarak damgalıyorlar.
'Temel sorun, İslam karşıtlığının sıradanlaştırılması'
İslam karşıtlığını ne besliyor Avrupa’da? Mesela Fransa, bu konuda neden başı çekiyor?
Fransa nüfusunun yaklaşık yüzde 10’u Müslüman. Bildiğimiz kadarıyla Fransa’yı bölmek gibi bir hareket yok. Radikal unsurlar elbette var. Ama bunların da çok küçük bir azınlık olduğu ve Müslüman topluluğun ezici çoğunluğu tarafından reddedildiğini biliyoruz. Bu veriler, İslam karşıtlığından beslenen siyasi projeler içerisinde bir anlam ifade etmiyor. Zira bu söylemlerin bir ötekine, düşmana, ihtiyacı var. Şu anda en ‘elverişli öteki’, İslam. Hıristiyanlık ve Musevilik içinde de marjinal, radikal ve sapkın gruplar bulunduğu halde onlara karşı böyle kampanyalar yapılmaz. Bunun faturasının ağır olacağını bilirler. Ama İslam ve Müslümanlar söz konusu olduğunda istediğiniz hayali senaryoyu, fantaziyi, kurguyu yapabilirsiniz. Kimse de size “Bu dediklerin doğru bilgiye dayanıyor mu?” diye sorma ihtiyacı hissetmez. Çünkü kendinizi iyi, doğru, medeni ve insancıl hissetmenizi sağlayan bir barbarlar güruhunu bulduysanız onlardan asla vazgeçmek istemezsiniz.
Buradaki temel sorun, İslam karşıtlığının sıradanlaştırılması.
Sıradanlaştırılma nelere yol açıyor? Ne oluyor İslam karşıtlığı sıradanlaşınca?
Düşmanlık sıradanlaştığında ve ayrımcılık içselleştirildiğinde, tüm siyasi kodlar buna göre yazılır, kanunlar öyle yorumlanır, toplumsal algılar ona göre şekillenir. Kolektif bir cinnet hali, sıradan ve normal bir durum gibi takdim edilir. ABD’de beyaz ırkçılığının siyahilere karşı işlediği utanç verici suçların sosyalleşmesi, bunun hazin örneklerinden biriydi. Siyahilere sövmek, onları dövmek, linç etmek normal karşılandığı için çoğu Amerikalı nasıl bir vahşetin içinde olduklarının farkında bile değildi. Nazi Almanyası’nda Yahudilere karşı körüklenen nefret ve husumet de böyle başladı ve modern tarihin en büyük soykırımlarından biri olarak sonuçlandı.
İslam karşıtlığı deyip duruyoruz. Bunun yansımaları nelerdir? Gündelik hayatta Müslümanlara yönelik saldırılar artmış durumda mı?
Veriler korkunç. Örneğin Almanya’da 2019’da kişi ve kurumlara karşı 871 İslam karşıtı saldırı yapıldı. Bu sayı 2018’de 824, 2017’de 950 idi. Fransa’da 2019’da toplam saldırı sayısı 789 oldu. Avusturya’da 2019’da 1051 saldırı oldu. Bunlar sadece üç Avrupa ülkesinin bilinen yani rapor edilen, şikâyet konusu olan ve polis kayıtlarına geçen vaka sayısı. Gerçek rakamlar muhtemelen bunun çok üzerinde. Tüm Avrupa’yı düşündüğünüzde istisnasız her gün birkaç camiye, Müslüman işyerine, eve, mahalleye, bireylere saldırı yapılıyor.
Bu veriler karşısında korkunç bir duyarsızlık var Avrupa’da. Bunun arka planında ne var?
Şimdi bir an için Türkiye’de ya da bir başka Müslüman ülkede kilise ve havralara her hafta bir saldırı yapıldığını düşünün. Her gün bir Hıristiyan yahut Musevi’nin saldırıya uğradığını hayal edin. Bunların arasında ölenlerin olduğunu düşünün. Bu saldırıların “Siz bizim medeniyetimize ait değilsiniz, defolun ülkelerinize gidin...” mesajlarıyla yapıldığını hayal edin. Bazı siyasetçilerin çıkıp “halkımız çok öfkeli... ne yapalım” deyip bunlara arka çıktığını düşünün. Dünya buna nasıl tepki verirdi? Aynı tepkiyi neden Müslümanların kutsal mekânlarına saldırıldığında görmüyoruz? Onların mekanları başka standartlara mı tabi? Bunu talep etmek bizim en doğal hakkımız. Ama bunu bile içişlerine karışmak, radikallere arka çıkmak, beşinci kol faaliyeti vs. diye işlevsiz ve anlamsız hale getirmeye çalışıyorlar. Halbuki bu tür faşist ve ırkçı söylemlere ilk önce sağduyu sahibi Avrupa siyasetinin karşı çıkması gerekir.
'Tek siyasi sermayesi Müslüman ve Erdoğan düşmanlığı'
Hollanda’dan bir milletvekili, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yönelik bir paylaşım yaptı. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Tek siyasi sermayesi Müslüman ve Erdoğan düşmanlığı olan biri Hollandalı Geert Wilders. Bu ülkenin seçilmiş Cumhurbaşkanı’na hakaret etti. En güçlü tepkinin Avrupa’dan gelmesi gerekirdi. Ama böyle bir duyarlılık yok. Bu olmayınca Wilders gibi adamların söylemleri normalleşmeye başlıyor. Kanıksanıyor. Bugün buna sessiz kalanlar yarın başka sapmalarda çok geç kaldıklarını görecekler.
'Erdoğan’ı ötekileştirerek ve şeytanlaştırarak işgali örtbas etmeye çalışıyorlar'
Burada İsrail faktörünü de göz ardı edemeyiz. İsrail, Filistin topraklarını işgalini meşrulaştırmak için Filistinlileri, Arapları ve Müslümanları azgın teröristler olarak göstermek zorunda. “Karşımızda rasyonel aktör yok; barış için muhatap yok, gözü dönmüş, gerici, yobaz, Yahudi ve Batı düşmanı bir kitle var” dediğinde İsrail, Batı’da önemli bir propaganda cephesini kazanmış oluyor. Hatta daha ileri gidip “Filistin diye bir ülke, Filistinli diye bir halk yok” diyorlar. Bunun için Filistinlilere neredeyse hiçbir zaman Filistinliler diye hitap etmiyorlar. “Araplar” diyorlar. Bu kelimenin Batı tahayyülündeki bütün çağrışımlarını bilerek bunu yapıyorlar. Ellerinden gelse belki “Korkunç Türk” imajıyla bile irtibatlandırırlardı. Ama bunu da tamamen ihmal etmiyorlar. Filistin davasına sahip çıkan Türkiye’yi ve Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ı ötekileştirerek ve şeytanlaştırarak işgali örtbas etmeye çalışıyorlar.
Avrupalılar, sorun olarak azınlık bir Müslüman kitlenin radikalleşmesini ve teröre yönelmesini görmüyorlar mı? Meseleleri bu değil mi?
Meseleleri bu değil. Mesela Macron’a göre İslam’ın kendisi dünyanın her yerinde krizde. Bu ifadenin tesadüfen söylenmediğini düşünüyorum. Mesele artık azınlık bir grup değil, İslam’ın kendisi. Buna benzer ifadeleri daha önce bazı Avrupalı siyasiler kullanmıştı ama ilk defa bu kadar açık-seçik tanımlama yapılıyor. Buna göre İslam’ı Fransa’nın Cumhuriyet değerleriyle, Batı demokrasisiyle, Avrupa kültürüyle telif etmek mümkün değil. Bunun için İslam’ın özünden ve kökünden değişmesi gerekiyor. Bize bir Fransız İslam’ı lazım diyorlar.
Bu çok garip bir durum zira Fransız Hıristiyanlığı yahut Fransız Budizmi gibi ifadeleri kullanmaya cüret edemeyenler İslam üzerinde böyle bir tasarruflarının olduğunu düşünebiliyorlar. İslam’ı protestanlaştırmadan yola getiremeyiz diyorlar. Oysa iki İbrahimi din olarak Hıristiyanlığın ve İslam’ın teolojik ve tarihi süreçleri çok farklı mecralarda ilerledi. Hem aşırı sağcı ve dindar hem de sol ve sekülarist çevreler aynı malzemeyi kullanarak siyasi enerji üretmeye çalışıyorlar. Ve maalesef bunda da başarılı oluyorlar.
Fransa gibi ülkelerde karşımıza çıkan militan sekülarizm, laikliği din-devlet işlerinin ayrılması olarak değil, devletin dini dizayn etmesi olarak görüyor. ‘Fransa’ya uygun İslam’ projesinin arka planında bu yatıyor. İmamlar elbette Fransa’da yahut Almanya’da da eğitim alabilir. Nitekim Avrupa’da doğup büyümüş, o ülkelerin dilini, tarihini, geleneklerini, kanunlarını çok iyi bilen Müslüman din adamları var. Ama onlar da eğer siyasi elitlerin ve devletin istediği profilde değilse onları da hemen radikalize ve kriminalize ediyorlar. Mesela Avrupa’da yaşayan Türklerin o ülkelerden daha çok Türkiye’ye bağlı olduklarını, bunun aidiyet ve sadakat noktasında sorun teşkil ettiğini ileri sürüyorlar. Fakat örneğin dünya Yahudilerinin İsrail ile olan özel bağını tartışma konusu dahi yapmıyorlar. İsrail için yapılan bağışları, kampanyaları, ziyaretleri, eğitim programlarını vs. sorgulamıyorlar. Bunları Cumhuriyet’in değerleriyle çelişkili görmüyorlar. Doğru olan da bu belki. Fakat aynı anlayışlı yaklaşımı neden Müslüman topluluklar için göstermiyorlar? Bunu sormak en doğal hakkımız. Batılı ülkeler kendi yerli teröristlerini göz ardı etmekte çok mahir. Örneğin Almanya’da 1990’dan bu yana iki yüzden fazla insan neo-Naziler tarafından öldürüldü. NSU cinayetlerinin üzerindeki sır perdesi hala kalkmış değil. Buna rağmen Nazilerin devlet tarafından nasıl korunduğunu herkes gördü.
Müslüman imajıyla ilgili olarak Müslümanlara düşen görevler yok mu?
Fransızların yüzde 75’inin İslam hakkındaki kanaati son derece olumsuz. İlk akla gelen terimler terörizm, şiddet, kadın düşmanlığı, baskı vs. Bunda elbette Müslüman devletlerin ve toplulukların da suçu var. Fakat bu algının oluşmasında Avrupa’daki İslam karşıtı iklimi de yok sayamayız. Nasıl İslam toplumları homojen ve monolitik değilse, Batı toplumları da tek tip değil. Onların da nüansları, görüş ayrılıkları, farklı eğilimleri, farklı sınıfsal yapıları var. Bunları dikkate almayan tahlillerin hata yapması kaçınılmaz. Batıyla bu konularda daha yapıcı ve eleştirel bir ilişki kurmak mümkün. Müslüman toplulukların kendilerini daha iyi ifade etmesi gerekiyor. Şiddete dönüşen aşırıcı hareketlere karşı zaten tavır alıyorlar. Belki bunu daha görünür kılmaları gerekiyor. Ama asıl önemlisi yaşadıkları Avrupa toplumlara katkı veren, spordan sanata, eğitimden bilime her alanda o ülkeye artı değer katan bireyler olması lazım. İşte o zaman sözlerinin bir ağırlığı olacak ve bir anlamda vazgeçilmez hale geleceklerdir. Bunun için Müslüman ülkelerin de doğru adımlar atması ve bu sürece katkı sunması gerekiyor. Hep kendi doğrularımızla başkalarının yanlışlarını karşılaştırarak üstünlük elde etme alışkanlığından vazgeçmemiz gerekiyor. Kendi doğrularımızı da eksikliklerimizi de dürüst ve samimi bir şekilde masaya yatırmamız gerekiyor.
Fransa’da Hz. Muhammed karikatürü nedeniyle bir öğretmenin başı kesildi. Bu olayı nasıl yorumluyorsunuz?
Fransa’da malum karikatürleri derste gösterdiği için bir öğretmenin öldürülmesi de aynı şiddet sarmalının bir parçası ve asla kabul edilemez, asla meşru gösterilemez. Bu tür cinayetler, tam da İslam karşıtlığını ve Müslüman düşmanlığını körükleyenlerin istediği türden eylemler. Bu kısır döngüden çıkmak zorundayız aksi halde “dişe diş, göze göz” diye diye ortada sağlam bir tane insan kalmayacak. Müslümanlar kendi kutsallarına yapılan saldırıları sonuna kadar reddetmek ve meşru kurallar çerçevesinde tepkisini göstermek zorunda. Aksi halde kendisine ihanet etmiş olur. Fakat bunu şiddet, terör ve cinayet yoluyla yapmaya başladığında bu mücadeleyi daha baştan kaybetmiş olur. Zira Aliya İzzetbegoviç’in dediği gibi “Savaş, ölünce değil düşmana benzeyince kaybedilir”. Onlar Peygamber Efendimize saldırdı diye biz de kalkıp Hz. İsa’ya saldıracak değiliz. Çünkü Hz. İsa da bizim peygamberimiz. Bize bunu bile yasaklayan bir dinin mensupları cinayet yoluyla nasıl doğru bir iş yapmış olabilir ki?
'Avrupa’da Müslüman cadı avına çıkılması sıradan bir hadise haline gelir'
Bu tür provokasyonlara karşı herkesin tam bir teyakkuz halinde olması gerekiyor. Benzer birkaç olay daha yaşanırsa tüm Avrupa’da Müslüman cadı avına çıkılması sıradan bir hadise haline gelir. Birilerinin istediği de bu aslında. Hangi gerekçeyle olursa olsun Müslüman toplumların, din adamlarının ve siyasi liderlerin bu Deaşçı, el-Kaideci, tekfirci zihniyeti kesin bir dille reddetmesi ve bu tür fanatiklerin dinimizi rehin almasına izin vermemesi gerekiyor. Birileri çıkıp benim kutsal kitabımdaki ayetleri kafa kesmek için, masum insanları diri diri yakmak için kullanıyorsa ve bunu yaparken benim kutsal kelimelerimi kullanıyorsa buna herkesten önce ben karşı çıkmak zorundayım. O zihniyeti besleyen iklimi ben değiştirmek zorundayım. Bunu yapmadan başkalarını suçlamak sorunu çözmez sadece derinleştirir.