CHP’li Toprak: İktidarın geçici makyajının boyası bir haftada aktı
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkan Başdanışmanı ve İstanbul Milletvekili Erdoğan Toprak, Türkiye ve Dünya gündemini değerlendirdi.
CHP Genel Başkan Başdanışmanı ve İstanbul Milletvekili Erdoğan Toprak, Türkiye ve Dünya gündemini değerlendirdi. İç politika, Dış politika ve Ekonomi ana başlıkları altında toplayan Toprak, 'Haftalık Değerlendirme Raporu'nu kamuoyu ile paylaştı.
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkan Başdanışmanı ve İstanbul Milletvekili Erdoğan Toprak’ın kamuoyu ile paylaştığı rapordan dikkate çeken başlıklar şöyle:
“İktidarın hukuk devletini güçlendirme, ekonomide, demokraside yeni dönem ve reform seferberliği vaatleriyle, 19 yıldır iktidardaki baskıcı, ayrıştırıcı yönetim zihniyetine yapılmak istenen geçici makyajın boyası bir haftada aktı. Yeni dönem iddiasıyla ortaya çıkıp, hukuk devletini güçlendirmekten, reform seferberliğinden söz edenlerin samimi ve gerçekçi olmadıkları, kendi kendilerini tekzip etmeleriyle ortaya çıktı!”
MUHALEFET LİDERİ’NE GÖZDAĞI VERİLMEYE ÇALIŞILMASININ ASIL SİYASİ HEDEFİ ERDOĞAN VE AK PARTİ’DİR
Erdoğan’ın gündeme getirdiği reform seferberliğinin akabinde, iktidar ortağının bu söylemlerin aksi yönünde takındığı tutum ve sergilediği sert tavrın, “bir mafya artığı üzerinden dile getirilip devreye sokularak”, Ana Muhalefet Lideri’ne gözdağı verilmeye çalışılmasının asıl siyasi hedefi ve muhatabının CB Erdoğan ve AK Parti olduğu gerçeğidir! Bu olay Cumhur İttifakı’nın kendi içinde yaşanan derin güç mücadelesini açığa çıkarmıştır!
İNGİLTERE İSTİHBARAT BAŞKANININ ANKARA ZİYARETİ PUTİN YÖNETİMİNDE RAHATSIZLIK YARATTI
İngiltere Dış İstihbarat Birimi M16 Başkanı Richard Moore’un Ankara ziyareti Putin yönetiminde rahatsızlık yarattı. İktidarın Azerbaycan’da ve Kafkasya’da öngördüğü hedeflere ulaşmasının önü Rusya tarafından kesilince, bu bölgede İngiltere ile farklı birtakım pazarlıklara girildiği yönündeki haberler, Rus devlet medyasında dillendiriliyor. Bu haber ve yorumların doğrudan Kremlin tarafından istendiğini gösteriyor!
TÜRKİYE İLE AB ARASINDAKİ İLİŞKİLERDE “GÜVEN” EN ALT DÜZEYE İNDİ
En baştan itibaren AB hedefinde samimi olmayan İKTİDAR, AB’yi kendi siyasi planlarını hayata geçirebilmek için bir atlama tahtası olarak gördü, Türkiye ile AB arasındaki ilişkilerde “güven” en alt düzeye indi. AB-TÜRKİYE ilişkilerinin bugün kritik dönüm noktasına gelmesinde, iktidarın uyguladığı politikaların önemli bir unsur olmasına karşılık AB’nin Türkiye’ye yaklaşımlarında tamamen “dürüst” olduğunu söylemek de doğru olmaz!
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkan Başdanışmanı ve İstanbul Milletvekili Erdoğan Toprak’ın kamuoyu ile paylaştığı raporun tamamı şöyle:
İÇ POLİTİKA
1.Hukuk devletini güçlendirme, ekonomide yeni dönem ve reform seferberliğinden söz eden iktidar, “dürüst” olmadığını gösterdi!
2.Cumhur İttifakı’nın kendi içinde yaşadığı derin güç mücadelesi açığa çıktı!
DIŞ POLİTİKA
3.Rusya Dağlık Karabağ’a ve Azerbaycan sınırına yerleşirken, Dağlık Karabağ’ın statüsü konusunda yeni bir tartışma alevleniyor!
4.İngiltere Dış İstihbarat Birimi M16 Başkanı Richard Moore’un Ankara ziyareti, Putin yönetiminde rahatsızlık yarattı!
5.AP 2020 Türkiye Raporu taslağında, AB yaklaşımının, iktidarı baskıcı politikaları sürdürme konusunda cesaretlendirdiği vurgulanıyor!
6.Türkiye’ye karşı siyasi, ekonomik ve askeri işbirliğine hız veren Arap ülkeleri, ‘Arapların Kılıcı’ adıyla askeri bir tatbikat düzenliyor!
7.ABD’nin Batı Şeria ve Filistin topraklarının büyük kısmını İsrail’e katmayı öngören 100 Yılın Anlaşması girişimi, BM’de ağır bir hezimete uğradı!
8.10-11 Aralık’ta gerçekleşecek AB Liderler Zirvesi’nde Türkiye üzerinde baskıyı artıracak adımların devreye girme olasılığı yükseliyor!
9.İktidar, siyasi hedefleri için AB’yi atlama tahtası olarak görürken, AB’nin de Türkiye’ye yaklaşımlarında “dürüst” olduğunu söylemek zor!
EKONOMİ
10.MB üzerinde baskı kuran ve 16 ayda 3 Başkan değiştiren CB Erdoğan, ikinci kez geri adım atmak zorunda kaldı. MB politika faizi arttı!
11.MB’nin politika faizini yüzde 15’e yükseltmesi, fiilen uygulanan faiz oranının resmileştirilerek politika faizine dönüştürülmesidir!
12.İktidar, tırmanan korona salgınına karşı “yeni önlemleri” açıkladı. Tüm çağrılara rağmen vatandaşına yine sahip çıkmadı!
13.Batık kredilerdeki artış, toplumun ağır borç yükü ve ödeme güçlüğü altında, icra-hacizle boğuşur durumda olduğunu gösteriyor!
14.Güneydoğu Asya’da dünyanın en büyük Serbest Ticaret Anlaşması imzalandı. ABD ve AB anlaşmadan dışlandı!
15.Ertelenen vergilerin tahsiliyle Ekim ayı bütçe açığı, geçen yılın aynı ayına göre yüzde 67 geriledi, 4,9 milyar TL düzeyine indi!
1.İktidarın hukuk devletini güçlendirme, ekonomide, demokraside yeni dönem ve reform seferberliği vaatleriyle, 19 yıldır iktidardaki baskıcı, ayrıştırıcı yönetim zihniyetine yapılmak istenen geçici makyajın boyası bir haftada aktı. Yeni dönem iddiasıyla ortaya çıkıp, hukuk devletini güçlendirmekten, reform seferberliğinden söz edenlerin samimi ve gerçekçi olmadıkları, kendi kendilerini tekzip etmeleriyle ortaya çıktı!
İktidar, ekonomi, demokrasi, hukuk devleti, yargı alanlarında yeni bir dönemin başlatıldığını, reform seferberliğine geçildiğini ilan ettiğinde, iktidarın benzer vaatleri defalarca dile getirdiğini hatırlatarak, önceki değerlendirmelerimde gerçekçi ve dürüst bulmadığımı ifade etmiştim. Bir hafta içinde yaşanan somut gelişmeler bu tespitimi teyit etti.
Öncelikle Sayın Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’na yönelik tehdit ve hakaret açıklamaları karşısında iktidar cephesinin sessizliğe bürünmesi, Cumhurbaşkanı, Adalet ve İçişleri Bakanlarının yanı sıra Cumhuriyet Savcılıklarının siyasi iktidardan işaret bekleyen bir tavır sergilemesi iktidarın aczini açığa çıkarttı. Bir mafya artığına ve tehditlerine 24 saat sonra Cumhur İttifakı’nın küçük ortağı konumundaki partinin genel başkanı sahip çıkarak, söz konusu suç örgütü organizatörünü ‘dava arkadaşım’ diyerek kanatları altına, korumasına aldı. Bu sahiplenme, olası soruşturma açılması durumunda Cumhuriyet Savcılarına bir nevi gözdağı ve cezasızlık uyarısı mesajıydı!
Nitekim mafya artığını sahiplenen bu beyanlardan 24 saat sonra, AK Parti Grup Başkanvekili ürkek bir açıklama yaparak savcılığın soruşturma başlattığını söyledi. Bu yaşananlar demokratik, hukuk devletinin ayakta olduğu bir ülkede olsaydı iktidar gücünü elinde bulunduranların sergilediği sorumsuzluk ve duyarsızlık karşısında en başta bağımsız yargı kurumu resen harekete geçerdi. Yapılan suç duyurusuna karşılık savcılığın soruşturma açtığı bilgisi de suç duyurusunda bulunanlara değil, iktidar partisinin Grup Başkanvekili’ne iletiliyor. Tek başına bu olay bile yargının siyasi vesayet altında olduğunun ve talimat alamadan bir dosya için işlem yapamadığının somut işaretidir!
Tüm bu gelişmeler yaşanırken, CB Erdoğan’ın MÜSİAD EXPO FUAR AÇILIŞINDA yine ekonomide, demokraside, yargıda yeni dönem vaatlerini anlattığı saatlerde, Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığının başlattığı operasyonla Diyarbakır Barosu’nun yanı sıra Aydın, İzmir ve daha birçok ildeki barolara kayıtlı onlarca avukatın evleri basılıp gözaltına alındı. İktidarın reform ve yargı güvencesi vaatlerinin laftan ibaret olduğu apaçık ortaya çıktı!
2.CB Erdoğan’ın gündeme getirdiği reform seferberliğinin akabinde, iktidar ortağının bu söylemlerin aksi yönünde takındığı tutum ve sergilediği sert tavrın, “bir mafya artığı üzerinden dile getirilip devreye sokularak”, Ana Muhalefet Lideri’ne gözdağı verilmeye çalışılmasının asıl siyasi hedefi ve muhatabının CB Erdoğan ve AK Parti olduğu gerçeğidir! Bu olay Cumhur İttifakı’nın kendi içinde yaşanan derin güç mücadelesini açığa çıkarmıştır!
Bu tablo, iktidar içindeki derin bir güç mücadelesinin ve ortakların birbiri üzerinde hegemonya kurma, devlette etkin olma hamlelerinin dışa vurulması yanında, bunun için her türlü yol ve yöntemin mubah görüldüğünü, gerekirse mafya artıklarının da siyasi güç mücadelesine dahil edilecekleri kanaatini güçlendirmektedir. AK Parti’nin kurucuları arasında yer alan, TBMM Başkanlığı, Adalet Bakanlığı görevlerinde bulunan ve şu anda da Cumhurbaşkanı Yüksek İstişare Kurulu (YİK) üyesi konumundaki iki ismin yaşanan süreçten rahatsızlıklarını ifade ederek, yargıdaki uygulamalara tepki göstermeleri ve reform vaatlerini inandırıcı bulmadıklarını söylemeleri, AK Parti için de görüş ayrılıklarının bulunduğunu göstermektedir.
Diğer yandan Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) tarafından düzenlenen Türkiye Ekonomi Şurası Toplantısı iktidarın ekonomide yeni dönem ve Hazine ve Maliye Bakanının tüm sorunların ‘istişare ve ortak akıl’ ile çözümleneceği söylemlerinin de gerçek dışı ve aldatmacadan ibaret olduğunu somutlaştırdı. Geçen yıl olduğu gibi bu yıl da hiçbir muhalefet temsilcisinin çağrılmadığı, konuşmalarına, eleştiri ve önerilerini dile getirmelerine izin verilmeyen toplantı, iktidarın ekonomi alanındaki söylemlerinin de samimi olmadığını gösteren bir turnusol kâğıdı işlevi gördü. Daha 1,5 ay önce, görevden istifa eden eski Bakan’nın açıkladığı YEP’e övgüler düzen TOBB yönetiminin bu defa aynı övgüleri iktidarın ‘ekonomide yeni dönem’ vaatleri için düzmesi iş dünyasının iktidarın uygulamaları karşısında baskı altında olduğunu, yanlışları ifade etmekten kaçındığını sergileyen bir tutumdur.
Türkiye’nin siyasi, ekonomik, insani, sosyal, hukuksal, temel hak ve özgürlükler ekseninde, demokratikleşme yönünde önündeki engellerin kalkacağına, birikmiş sorunlarının çözümü konusunda adımlar atılacağına ilişkin güven, inandırıcılık ve samimiyet yoksunluğu, aynı şekilde ülke gündemindeki ağırlığını, varlığını sürdürmektedir. Başlı başına sadece bu tablo ve sergilenen görüntü; bir başkan, bir bakan değişikliğiyle sanki iktidar değişmişçesine estirilen iyimserlik rüzgârına aldanılması halinde, Türkiye’yi ve tüm toplumsal kesimleri ağır bir düş kırıklığının beklediğini, apaçık ortaya koymaktadır!
3.Dağlık Karabağ’ın statüsü konusunda yeni bir tartışma alevlenirken Aliyev, statüyü tartışmayacağını Dağlık Karabağ’ın Azeri toprağı olduğunu söylüyor. Bu aşamada İngiliz M16 Dış İstihbarat Başkanı Richard Moore’un Ankara ziyareti Rusya devlet medyasında bazı çarpıcı iddiaları beraberinde getirdi. İngiltere’nin Kafkasya ve Orta Asya’daki farklı çıkar ve planları için Türkiye’yi ikna ederek yanına çekmeye çalıştığı iddiaları dikkat çekiyor!
Kafkasya’da 20 yıllık hayalini gerçekleştiren Putin ve Rusya binlerce asker, silah, uçak, helikopter, zırhlı araçla hem Dağlık Karabağ’a hem de Azerbaycan sınırına yerleşti. Türkiye-Nahcıvan sınırıyla, Nahcıvan-Azerbaycan arasındaki bağlantı yolunun kontrol ve denetimi de artık Rus askerlerinde. Rusya Devlet Başkanı Putin, Türk askerlerinin Dağlık Karabağ’da sahada olmasının kesinlikle söz konusu olmadığını, Azerbaycan’da kurulacak ortak gözlem merkezinde Rus askerleriyle Türk askerlerinin İHA’larla uzaktan gözetim görevi yapacağını açıkladı. İktidarın iç kamuoyuna yönelik söylemlerini bir kenara bırakıp gerçekçi bir gözle gelişmelere bakıldığında, Güney Kafkasya’da ve Dağlık Karabağ’da Rusya’nın kontrolünde ve Rus askerlerinin sorumluluğunda yeni bir düzen kuruluyor. Türkiye, Moskova’da kurulan üçlü masada olmadığı gibi Putin’in net ifadesiyle sahada da yok. TBMM’nin kabul ettiği tezkereyle Azerbaycan’a gönderilecek TSK mensupları, Dağlık Karabağ’a oldukça uzak bir noktada olacağı Putin tarafından belirtilen Türk-Rus ortak gözlem noktasında İHA’larla gözlem yapacak.
Ermenistan Başbakanı Paşinyan’ın Minsk Grubu eş başkanları Rusya, ABD ve Fransa’ya yaptığı çağrıda ateşkesten sonra Dağlık Karabağ’ın statüsünün belirlenmesi için müzakerelere başlanmasını istedi. Minsk Grubu ve AGİT, AB statü belirleme müzakerelerine destek verirken, Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev Dağlık Karabağ’ın statüsünün belirlenmesi gerekçesiyle masaya oturmayacaklarını, çünkü Karabağ’ın herkesin kabul ettiği gibi zaten Azerbaycan toprağı olduğunu açıkladı.
Rusya Devlet Başkanı Putin de artık Dağlık Karabağ sorunu diye bir ifadenin söz konusu olmayacağını ifade etti. Putin, statü müzakerelerine sıcak bakmıyor. Nedeni ise istediğini elde etmiş olması ve askerleriyle Rusya’nın bölgeye yerleşmesi. O nedenle bu müzakerelerin Rusya’nın bölgede kurmayı hedeflediği düzeni tartışmaya açmasını istemiyor. Bu noktada hem Azerbaycan’ı yanına almış görünüyor hem de Azerbaycan’a bölgedeki askeri varlığını ve söz hakkını kabul ettirmiş oluyor
4.İngiltere Dış İstihbarat Birimi M16 Başkanı Richard Moore’un Ankara ziyareti Putin yönetiminde rahatsızlık yarattı. İktidarın Azerbaycan’da ve Kafkasya’da öngördüğü hedeflere ulaşmasının önü Rusya tarafından kesilince, bu bölgede İngiltere ile farklı birtakım pazarlıklara girildiği yönündeki haberler, Rus devlet medyasında dillendiriliyor. Bu haber ve yorumların doğrudan Kremlin tarafından istendiğini gösteriyor!
İngiltere Dış İstihbarat Birimi M16 Başkanı Richard Moore’un Türkiye medyasında sadece resmi açıklamadaki birkaç satırla yer alan Ankara ziyareti ve CB Sözcüsü İbrahim Kalın ile görüşmesi, Rusya medyasında ve düşünce kuruluşları uzmanlarınca çok farklı biçimde yorumlandı. Rusya’nın Stratejik Araştırma Merkezleri tarafından Moore’un Ankara ziyareti ve Kalın ile görüşmesi ‘Britanya, Kafkasya ve Orta Asya’daki büyük oyununu Türkiye ve Erdoğan üzerinden yeniliyor’ şeklinde değerlendirildi. Dağlık Karabağ anlaşmasının akabinde Moore’un Ankara’ya gelmesine dikkat çekilirken İngiltere’nin Türkiye üzerinden Kafkasya ve Ukrayna’da farklı planları ve senaryolarının olduğu, Erdoğan’ı buna katmaya çalıştığı kaydediliyor. Moore’un Ankara’da olduğu sırada MİT Başkanı Hakan Fidan’ın Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu ile birlikte Bakü’de İlham Aliyev tarafından kabul ediliyor olması dikkat çekici!
Azerbaycan’daki petrol ve Hazar Denizi Doğalgaz rezervlerinin çıkarılması ve işletilmesinde İngiliz British Petroleum (BP) en büyük paya sahip. BP ve yan kuruluşlarının Azerbaycan’daki enerji politikaları üzerindeki ağırlığından ötürü Azerbaycan için ‘BP Cumhuriyeti’ nitelendirmeleri de kullanılıyor. Dolayısıyla bu ziyaretin Türkiye’nin Bakü üzerindeki etkisi çerçevesinde İngiliz şirketlerinin çıkarlarının korunması, Azerbaycan’da işbirliği gibi konuları da kapsadığı düşünülebilir. Rus medyasında yer alan yorumlarda ise Aliyev’in BP ve İngiliz şirketlerinin ülkesindeki etkinliğine karşı denge unsuru olarak Rusya’ya yanaşmayı yeğlediği, Putin ile Moskova’da Dağlık Karabağ anlaşmasını imzalayıp, Rus askerlerinin bölgeye gelmesine zemin hazırlayarak İngiltere’nin Azerbaycan’daki gücüne karşı bir denge oluşturmaya yöneldiği öne sürülüyor.
Kafkasya’daki görünen tablonun çok ötesinde bazı bağlantılar, işbirlikleri ve alttan alta yürütülen mücadelelerin olduğunu söylemek, öngörmek olanaklı. İngiliz istihbaratının başındaki Moore’un Ankara ziyareti ve doğrudan Cumhurbaşkanlığı ile resmi görüşme gerçekleştirmesi, kapalı kapılar ardında farklı pazarlıkların yürütüldüğünü işaret ediyor. Görüşmede MİT ve Dışişlerinin dışlanması ise dış politikanın yürütümünde iktidar içi bazı farklılıkların oluştuğunu gösteriyor!
5.Avrupa Parlamentosu’nun (AP) 2020 Türkiye Raporu taslağında, yargı bağımsızlığı, insan hakları, düşünce ve ifade özgürlüğü, yeni yönetim sisteminin kurumsal hasarı konusunda eleştirilere yer veriliyor. Türkiye ile güncel pazarlıklar üzerine kurulu ilişki tarzının yarar getirmediği, aksine iktidarı baskıcı politikaları sürdürme konusunda cesaretlendirdiği vurgulanıyor.
Avrupa Parlamentosu'nun (AP) yakında nihai şekli verilerek tartışmaya açılması ve AP’de oylanması gündemde olan 2020 Türkiye Raporu taslak metninde Türkiye ile tamamen durumsal ve güncel gelişmelere dayalı pazarlıklara üzerinden yürütülen ilişki tarzının Türkiye'nin demokratikleşmesine katkı sağlamadığı, aksine iktidarı mevcut baskıcı-anti demokratik politikaları sürdürme konusunda cesaretlendirdiği görüşüne yer verildi.
Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi de (AKPM) Türkiye raporunda demokratikleşme ve yargı bağımsızlığı alanındaki 'hızlı gerileme'ye dikkat çekerek Türkiye'yi 'yakın izleme' kategorisinde tutmayı kararlaştırdı. AP Türkiye Raportörü Nacho Sánchez Amor, Türkiye'nin artan bir hızla Avrupa Birliği değerleri, normları ve standartlarıyla arasına mesafe koymasının ilişkilerde tarihi bir dip noktanın yaşanmasına neden olduğu görüşünü dile getirdi.
Taslak raporda öne çıkan bu maddelerin ardından, Türkiye ile müzakerelerin kesilmesi gerektiği bir kez daha vurgulanırken, iktidara yönelik olarak da, “Bu aşamada Türkiye'yi AB vizyonu konusundaki samimiyeti ve bağlılığını sorgulamaya çağırıyoruz” mesajı verildi.
Raporun nihai halinin çok daha sert ifadeler ve eleştiriler içereceğini, AP’deki görüşmeler sırasında verilecek önergelerle içeriğinin daha ağırlaştırılacağını öngörmekteyim. Bu nedenle iktidarın bir an evvel dile getirdiği bazı vaatleri söylemden eyleme geçirmesi ve somutlaştırmasının Türkiye-AB ilişkilerinde Türkiye’nin lehine bir durum yaratacağını, bunun da siyasi ve ekonomik ilişkilerde olumlu yansımalarının olacağını düşünmekteyim.
Taslak raporun Liderler Zirvesi öncesi AB medyasına sızdırılması hem AB liderlerine hem de iktidara mesaj olarak görülmeli. İktidara bir an evvel AB müktesebatına uyum doğrultusunda adımlar atması, yargıda, hukukta, ikili ilişkilerde bunu doğrulayacak bir tavır sergilemesi uyarısında bulunulurken, AB liderlerine ise ‘Türkiye’den sıralanan bu alanlarda samimi ve güven verici adımlar gelmediği takdirde müzakerelerin kesilmesi kararı almaları’ mesajı iletilmiş oluyor.
6.Dört Arap ülkesinin katıldığı ‘Arapların Kılıcı’ adlı askeri tatbikat Mısır’da gerçekleştiriliyor. Tatbikatta Mısır ordusunun komuta ve koordinatörlüğünde, Sudan, BAE ve Bahreyn kara-deniz-hava kuvvetleri yer alacak. Son üç yıldan bu yana ilk kez Arap ülkelerinin ortaklaşa gerçekleştireceği bu askeri tatbikatta Libya’nın savunulmasına dönük planlama ön plana geçiyor!
Son dönemde Türkiye’ye karşı siyasi, ekonomik ve askeri işbirliğine hız veren Arap ülkeleri, bu kez ‘Arapların Kılıcı’ adıyla dört ülkenin katılacağı bir askeri tatbikat düzenliyor. 17 Kasım’da başlayan ve 26 Kasım’a kadar sürecek olan tatbikatın karadan, denizden ve havadan operasyonların ortaklaşa organize edilmesini içerdiği ve Mısır ordusunun komuta ve koordinasyonunda gerçekleştirileceği kaydediliyor. Arap ülkelerinin art arda İsrail ile imzaladığı normalleşme anlaşmalarıyla bugüne kadar tarihsel olarak bu tip tatbikatların ana hedeflerinden birisi İsrail olmasına karşılık, bu defa yapılacak anlaşmada yer alan dört ülkeden birisi olan ve tatbikata ev sahipliği yapan Mısır, İsrail ile daha önce savaşan ve barış anlaşması imzalayan ilk ülke. Tatbikata katılan diğer iki ülkenin de İsrail ile herhangi bir silahlı çatışma olmaksızın eylül ve ekim aylarında normalleşme anlaşması imzalayan iki ülke (BAE ve Bahreyn) olması dikkat çekiyor. Sudan ise kısa süre önce Fas ile birlikte İsrail ile ilişkileri normalleştirme ve büyükelçiliğini Kudüs’e taşıma kararı almıştı. Tatbikata katılan ülkeler aynı zamanda İhvan-Müslüman Kardeşler örgütüne verilen destek nedeniyle, Türkiye ile ilişkilerinde gerilim yaşayan, gerek bölgede gerekse Doğu Akdeniz, Körfez Bölgesi, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da Türkiye aleyhine ittifaklar oluşturan ülkeler.
Önceki hafta Atina’yı ziyaret eden Mısır devlet başkanı Abdulfettah el Sisi’nin, Yunanistan ve Güney Kıbrıs’a her konuda her türlü desteği vereceğini açıkça ifade etmesi anımsandığında, bu tatbikatı Doğu Akdeniz, Ege, Ortadoğu, Körfez Bölgesi, Irak-Libya-Suriye’de Türkiye karşıtı ittifakın askeri eksenli yeni bir hamlesi olarak değerlendirmek doğru olacaktır.
Tüm süreçler ve ilişkiler göz önünde tutulduğunda, Arapların Kılıcı tatbikatının açıklanmayan hedefinin Türkiye ve Türkiye’nin bölgedeki etkinlik alanlarına yönelik olduğunu dile getirmek doğru bir tespit olacaktır. Türkiye’nin Kuzey Suriye ve Kuzey Irak’taki operasyonları, askeri varlığı nedeniyle gerek Irak ve gerekse Suriye’nin başvuruları üzerine Arap Birliği’nin Türkiye’ye yönelik kınama kararları almasına paralel bir Arap askeri işbirliğinin oluşturulmaya çalışıldığını öngörmekteyim!
7.ABD’nin Batı Şeria ve Filistin topraklarının büyük kısmını İsrail’e katmayı öngören 100 Yılın Anlaşması girişimi, Birleşmiş Milletler’de ağır bir hezimete uğradı. BM’de yapılan oylamada İsrail’in Batı Şeria’daki yeni yerleşim yerlerinin İsrail toprağı olduğu iddiası, 156 ülkenin oylarıyla reddedildi. Bu toprakların Filistin’e ait olduğu, Yahudi yerleşim yerlerinin de Filistin topraklarında yer aldığı kabul edildi!
İsrail’in Batı Şeria’daki Filistin topraklarında ‘fiili ilhak’ uygulayarak gerçekleştirdiği Yahudi yerleşim yerlerinin İsrail’e değil Filistin’e ait topraklarda yer aldığı BM’de düzenlenen oylamada 156 ülkenin oylarıyla kabul edildi. İsrail’in Filistin topraklarında Yahudi yerleşim yerleri inşa ederek buraları fiilen ilhak etme girişimi BM tarafından ezici çoğunlukla reddedilmiş oldu.
ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun İsrail’e ve yasa dışı olmasına rağmen Batı Şeria’ya geçerek buradaki Yahudi yerleşim yerlerine yaptığı ziyarette dile getirdiği ‘Buralar İsrail topraklarıdır’ sözleri de böylece BM tarafından tekzip edildi.
Tasarıya ABD ve İsrail’in yanı sıra Kanada, Marshall Adaları, Mikronezya ve Nauru itiraz ederek ret oyu verdi. AB üyesi 27 ülke ve İngiltere tasarıya onay ve destek verirken, Avustralya, Brezilya, Haiti ve Honduras gibi ülkeler çekimser kaldı. Kabul edilen tasarıyla BM üyesi ülkeler, İsrail’i Filistin’in kalkınma ve ihracat faaliyetlerini engellemekten vazgeçmeye çağırırken, ABD ve İsrail tasarıya sert tepki gösterdi, BM Genel Kurulu’nda ağır bir hezimete uğradılar.
Kabul edilen bu karar tasarısının İsrail açısından herhangi bir yaptırım gücü yok. İsrail hâlâ Batı Şeria’da yeni yerleşim yerleri inşa etmeyi ve buralara Yahudileri yerleştirmeyi sürdürüyor. Trump yönetiminin girişimleriyle son dönemde atılan bazı adımlar sonrası aralarında Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn gibi zengin Arap ülkelerinin de yer aldığı ülkeler art arda İsrail ile ilişkileri normalleştirme ve Kudüs’te Büyükelçilik açma kararları alırken Filistin giderek yalnızlaşıyor, tecrit ağırlaşıyor.
Ancak yine de BM Genel Kurulu’nda 156 ülkenin onayıyla kabul edilen bu tasarıyı uluslararası kamuoyunun ve dünya ülkelerinin ezici çoğunluğunun Filistinlilere yapılan haksızlıkları, Filistin halkının karşı karşıya kaldığı insanlık dışı uygulamaları kabul etmediklerinin belgesi olarak görüyorum. İsrail’e en büyük desteği veren ABD’nin ise oylamada yanında iki elin parmaklarından az sayıda ülkeyi ancak bulabilmesi Trump yönetiminin politikalarının dünyada kabul görmediğinin ve ret edildiğinin işareti olarak değerlendiriyorum!
8.AB Liderlerinin 10-11 Aralık’ta Brüksel’de gerçekleştirecekleri zirve toplantısının ağırlıklı gündemi Türkiye ile ilişkilerde dönüm noktası olacak. Yapılan açıklamalar, AB liderlerinin Türkiye’ye yaptırımları masada tuttuğunu, ilişkilerin yeniden gözden geçirilmesi konusunda ise radikal kararların ortaya çıkabileceğini gösteriyor. Türkiye üzerinde baskıyı artıracak adımların devreye girme olasılığı yükseliyor!
Türkiye ziyaretinde sadece İstanbul’da Fener Run Patriği Bratholomeos ile görüşen, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun Ankara davetini geri çeviren ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, Türkiye’ye gelmeden önce ziyaret ettiği Paris’te Cumhurbaşkanı Macron’a destek vererek Türkiye’nin agresif bir politika izlediğini bunun kabul edilemeyeceğini söyledi. Pompeo bir anlamda ABD ve AB’nin Türkiye’ye karşı ortak politika izlemesi konusunda uzlaştıklarının işaretini verdi.
Her ne kadar 20 Ocak’tan sonra görevini bırakacak olsa da ABD Dışişleri Bakanının Türkiye’ye karşı bir ABD-AB hattını onaylaması, Biden yönetiminin Türkiye’ye bakış açısı göz önünde tutulduğunda önemli bir sinyal olarak görülmelidir. 10-11 Aralık’ta Brüksel’de gerçekleştirilecek AB Liderler Zirvesi öncesinde Türkiye-AB ilişkilerine yönelik olarak ‘kritik dönemeç’ ya da ‘sönüm noktası’ gibi nitelendirmelerin yapılmaya başlanması dikkat çekiyor!
Almanya Başbakanı Merkel’in AB'nin Türkiye'nin Doğu Akdeniz’de doğal gaz arama faaliyetlerini ele alacağını vurgulayarak, “Maalesef olaylar umduğumuz şekilde gelişmedi” ifadelerini kullanması kanımca örtülü bir yaptırım mesajıdır. Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas da, “Eğer Aralık'a kadar Türkiye'den herhangi bir olumlu sinyal geldiğini görmezsek o zaman zorlu bir tartışmaya doğru ilerliyor olabiliriz. Böyle bir durumda, Türkiye'ye yaptırım kararı alma konusu kesinlikle tekrar gündeme gelebilir” açıklamasında bulundu.
Doğu Akdeniz ve Türkiye ile ilişkilerin öncelikli gündem maddesi olacağı AB Liderler Zirvesi’nde başta Türkiye’ye yaptırım konusu olmak üzere ilişkilerin seyrine dair daha detaylı bir yol haritasını ele alacak. AB’nin ABD’de seçilen yeni yönetim ile daha yakın işbirliğine girmesi yönünde geliştirilen stratejiler ve şimdiden Joe Biden yönetimine yapılan işbirliği çağrıları önümüzdeki dönemde Trump yönetimiyle AB arasında gerilen ve bozulan ilişkilerin yeniden canlandırılacağını ortaya koyuyor. 10-11 Aralık’taki zirvede Türkiye ile ilişkilerde kritik bazı kararların ve kısmi yaptırımların çıkması ihtimalinin arttığını öngörmekteyim!
9.En baştan itibaren AB hedefinde samimi olmayan İKTİDAR, AB’yi kendi siyasi planlarını hayata geçirebilmek için bir atlama tahtası olarak gördü, Türkiye ile AB arasındaki ilişkilerde “güven” en alt düzeye indi. AB-TÜRKİYE ilişkilerinin bugün kritik dönüm noktasına gelmesinde, iktidarın uyguladığı politikaların önemli bir unsur olmasına karşılık AB’nin Türkiye’ye yaklaşımlarında tamamen “dürüst” olduğunu söylemek de doğru olmaz!
Kıbrıs, Ege, Doğu Akdeniz, Mülteciler ve daha birçok konuda Türkiye’nin yaklaşımlarını, haklı tutumlarını tartışmayı, dinlemeyi en baştan reddeden ve tek taraflı yaklaşımlarla sürekli şekilde yaptırım tehdidini masaya süren AB’nin de bu noktaya gelinmesinde ciddi kusurları var. AB hedefinde samimi olmayan iktidar da AB’nin bu yaklaşımlarını fırsat olarak gördü. Türkiye’yi AB’den, demokratik süreçten, temel hak ve özgürlüklerden uzaklaştırmak, baskıcı tek adam yönetimini kurmaya zemin hazırlamak açısından bu tabloyu siyasi hedef ve çıkarlarına dönüştürmeyi amaçladı.
Yunanistan, AB üyesi olmayan, üyelik adayı dahi olmayan Mısır, İsrail, BAE ile ilişkiler geliştirip Türkiye aleyhine anlaşmalar imzalarken, Türkiye’yi dışlarken suskun kalan AB, Türkiye ile Libya’daki Trablus yönetimi arasında anlaşma imzalanınca ayağa kalkıyor, yaptırım tehditleri savuruyor.
Ermenistan, Dağlık Karabağ’ı işgal edip Azerbaycan’a saldırırken suskun kalan destek veren AB ve ABD Türkiye Azerbaycan’a destek verince, Ermenistan kaybetmeye başlayınca Türkiye’yi itham ediyor, yaptırım tehditlerini masaya getiriyor.
Kıbrıs’ta Kıbrıs Türklerini ve KKTC’yi 46 yıldır yok sayan, dünyadan tecrit edilmelerine onay veren AB, Kıbrıs’ta darbe tezgahlayan Yunanistan’ı ve ardından da Annan Planı’na hayır diyen Güney Kıbrıs’ı AB tam üyeliğine alırken, Türkiye’ye yaptırım ve geri adım tehditlerini gündeme getiriyor.
Daha pek çok örnek sıralamak olanaklı… Ancak burada önemli olan iktidarın Türkiye’yi demokrasi, insan hakları, özgürlükler konusunda ileriye taşımak konusunda istekli olmaması. Görünüşte AB’ye boyun eğmemek adına sergilenen bu politikalar gerçekte Türkiye’yi AB’den uzaklaştırıyor, dünyada yalnızlaştırıp ayrıştırıyor!
AB Liderleri sadece Yunanistan ya da Fransa’nın Doğu Akdeniz’de, Libya’da, Kuzey Suriye’deki çıkarları ve önceliklerinin hayata geçirilmesine alet olmak, AB’yi birkaç üyenin isteklerini yerine getiren bir oyuncağa dönüştürmek yerine Türkiye’nin de haklı olduğu konulardaki tezlerini ciddiye alıp, müzakere etmeyi kabul ederek daha sağduyulu bir tavır sergilemelidir!
10.Yeni Yönetim Sistemi’nin başladığı 2018 Temmuz’undan bu yana geçen 2,5 yıllık sürede, tek seferde en yüksek ikinci faiz artışı 475 baz puan (4,75) ile 19 Kasım’da gerçekleştirildi. [İlki PPK’nın 13 Eylül 2018’de aldığı 625 baz puanlık (6,25) politika faizi artışıyla gerçekleşmişti.] Faizi indirmesi için Merkez Bankası üzerinde baskı kuran, 16 ayda 3 Başkan değiştiren CB Erdoğan, ikinci kez geri adım atmak zorunda kaldı!
CB Erdoğan tarafından ‘laf dinlemiyor, faizi indirmiyor’ diye 16 ay önde görevden alınan MB Başkanı Murat Çetinkaya’nın ardından göreve getirilen ve yüzde 24 oranındaki politika faizini yüzde 8,25’e kadar indiren MB Başkanı Murat Uysal da 7 Kasım’da görevden alınarak aynı gün yerine Naci Ağbal atandı. Ağbal’ın ilk icraatı ise yeniden faiz artırmak oldu. Son 10 yılda tek seferde en yüksek oranlı ikinci faiz artışı yürürlüğe konulurken, sürekli şekilde faize karşı olduğunu söyleyen CB Erdoğan, Temmuz 2018’de geçilen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin (CHS) iki yıllık icraat döneminde iki kez faiz artışı rekorunun sahibi oldu.
MB-PPK toplantısından sonra yapılan açıklamada para politikasında sadeleşmeye gidilerek, “net ve güçlü” parasal sıkılaştırma politikasına geçildiği vurgulandı. “Para Politikası Kurulu (Kurul) politika faizi olan bir hafta vadeli repo ihale faiz oranının yüzde 10,25’ten yüzde 15’e yükseltilmesine, tüm fonlamanın temel politika aracı olan bir hafta vadeli repo faiz oranı üzerinden yapılmasına karar vermiştir” denildi.
Ayrıca, enflasyon görünümüne dair risklerin bertaraf edilmesi, enflasyon beklentilerinin kontrol altına alınması ve dezenflasyon sürecinin en kısa sürede yeniden tesisi için, net ve güçlü bir parasal sıkılaştırma yapılmasına karar verildiği kararda ifade edilirken, parasal duruşun sıkılığının, enflasyonda kalıcı düşüş sağlanana kadar kararlılıkla sürdürüleceği belirtildi.
Bu ifadeler öncelikle CB Erdoğan’ın ‘faiz sebep enflasyon sonuç’ tezinin yanlış olduğunu kamuoyuna ilan ederken aynı zamanda faiz artışlarına da devam edileceğini duyuruyor. Bu noktada Cumhurbaşkanının MB’nin bağımsızlığına ne ölçüde izin vereceği, baskı tavrından vazgeçip vazgeçmeyeceği önemli!
CB Erdoğan PPK toplantısından bir gün önce TOBB Türkiye Ekonomi Şurası toplantısındaki konuşmasında ‘YATIRIMCIYI FAİZE EZDİRMEYECEĞİZ’ diyerek bir anlamda MB’nin faiz politikasına müdahaleye devam edeceğini, şimdilik çok zor durumda kaldığı ve mecbur olduğu için bir defalık yüklü faiz artışına ses çıkartamadığı mesajını verdi!
11.MB’nin politika faizini yüzde 15’e yükseltmesi gerçekte tezgâh altında, dolaylı yöntemlerle ve arkadan dolaşarak fiilen uygulanan faiz oranının resmileştirilerek, politika faizine dönüştürülmesinden öte bir adım değildir. Geç Likidite Penceresi (GLP), klasik repo ihaleleri, aylık repo fonlamaları vb. mekanizmalarla bankalara sağladığı kaynaklar için MB fiilen 3-4 aydır yüzde 14-15 arasında faiz uyguluyordu!
Bu politikanın yanlılığını görünürdeki 10,25’lik politika faizinin yüzde 12’ye yaklaşan enflasyonun altında olduğunu ve negatif faizle TL’nin sürekli değer kaybettiğini, kurların yükseldiğini sürekli vurguladım. Bu yanlış politikalar yüzünden TL yüzde 40’a varan düzeyde değer kaybederken, kurları baskılamak için ülkenin ve MB’nin 120 milyar dolarlık döviz rezervleri tüketildi. Şimdi iktidar medyası Cumhurbaşkanının bu durumdan ve rezervlerin tükendiğinden haberinin olmadığını bunu yeni öğrendiği için MB Başkanını değiştirdiğini yazıp-çiziyor. O zaman bu durum tek adam yönetiminin yanlışlığını ve yetersizliğini en somut şekilde sergiliyor. Bir yandan ekonominin tek sorumlusu ve sahibi olduğunu ilan edip diğer yandan ülkenin, MB’nin içinde bulunduğu durumdan bihaber olmak devlet yönetimindeki koordinasyonsuzluğu, yetersizliği ve liyakatsizliği kanıtlıyor.
Faiz artışıyla birlikte TL yatırım araçlarının getirisinin yükselmesi yabancı yatırımcıları cezbedebilir ve dış kaynak girişini başlatabilir. Bu da dövizde yükselişi durdurmakta ve MB rezervlerini yeniden takviye ederek toparlamakta bir imkân sağlayabilir. Ancak MB’nin faiz artışı kararı yeni ekonomik önlemler, kararlar, döviz ve gelir artırıcı, kamuda israfı önleyici, bütçe kaynaklarını sağlam alanlara dayandıracak adımlarla desteklenmez ise etkisi kısa süreli olacaktır. Tek seferlik bir faiz artışıyla MB’nin iç ve dış piyasalarda yeniden itibar kazanması olanaksızdır. MB’nin faiz artışıyla kurlardaki nispi gerilemenin TL’deki yüzde 2’lik değer kazanımının kalıcı hale gelmesi ve daha olumlu bir noktaya ilerleyebilmesi için iktidarın güven verici, belirsizlikleri ortadan kaldıran yeni adımları süratle atması gerekmektedir.
MB aldığı yüksek faiz artışı kararıyla kurları bir süreliğine frenleme, TL’nin değer kaybını önleme adımı attı. Bu adımın olumlu etkileri yanında enflasyon artışı, kredilerin pahalanması, ihtiyaç kredisi, kredi kartı, yatırım ve ticari kredi faizlerinin yükselmesi, bunun da yatırımları, harcamaları, tüketimi geriletmesi ve ekonomiyi daraltması söz konusu olacaktır. Ekonomik daralma ve yatırımlardaki gerileme beraberinde halen vahim durumdaki işsizlikte daha da ciddi artışa yol açacaktır!
12.İktidar tırmanan korona salgınına karşı yeni önlemleri açıkladı. Serbest ve yasak saatlerle ilgili kafa karıştıran kararların dışında asıl, restoran, kafe, lokanta, bar, kıraathanelerin 20 Kasım’dan itibaren süresiz olarak kapatılması kararı, bu yüzbinlerce işyerine herhangi bir ekonomik-nakit destek açıklanmaması, kira-vergi-SGK primi vb. ödemelerinin ertelenmemesi ya da kapalı oldukları sürece silinmemesi başlı başına vahim bir tablodur!
Korona salgınındaki tırmanışa karşı bir dizi yeni önlem açıklandı. Kıraathaneler, restoran, kafe-bar-lokanta vb. işyerlerinin 20 Kasım’dan itibaren süresiz olarak kapanacağı, restoran-lokanta vb. işletmelerin paket servisi ya da ‘gel al’ tarzı dışında hizmet veremeyeceği duyuruldu. Faaliyet alanı itibarıyla paket servise ya da gel-al tarzı hizmete uygun olmayan binlerce işyeri açısından bu fiili bir kapatma ve çalışanların işsiz kalmasıdır. Ülke çapındaki 1 milyon kıraathane ve kahvehane zaten batma noktasında iken şimdi bu işyerlerine süresiz olarak tümüyle kapanma uygulaması getirildi. İktidar bu kararları alırken, bu işyeri ve işletmeler için vergi, SGK, elektrik, doğalgaz, kira ödemeleri konusunda herhangi bir destek, erteleme ya da ödemelerin silinmesi, devlet tarafından ödenmesi gibi önlem yer almadı. Bu işyerlerinde çalışanları bir günde işsizliğe mahkûm edip evlerine gönderme kararı alınırken, ücretsiz izinde sayıp günlük 39 TL’lik nakdi destek ödemesini gündeme getirmek, ne ölçüde insani ve ekonomiktir? Önlemleri, kısıtlamaları açıklarken hiçbir ödemeden söz edilmemesi yine örtülü şekilde kredi ve borçlanma tavsiyesinde bulunulması insanlarımızla alay etmektir. Kaldı ki, MB’nin aldığı faiz artışı kararından sonra oluşacak kredi ve kredi kartı faizleriyle bu insanların, işletme sahipleri, çalışanlar, küçük esnaf işletmelerinin krediye erişimi ve alsalar bile bu kredileri ödeyebilmeleri olanaksız hale gelecektir. İktidar salgında ilk resmi vakanın saptandığı mart ayından bu yana açıkladığı önlemlerde, aldığı kararlarda sürekli şekilde kredi ve borçtan başka bir çözüm üretmediği gibi ertelenen kredi, vergi, SGK vb. borçların da ekim ayından itibaren vadeleri dolarak ödenmeleri mecburiyetinin söz konusu olacağı bilindiği halde TBMM’den geçirilen torba yasada yapılandırmaların kapsamına bu ödemeler tüm çağrılara rağmen dahil edilmedi. Özetle iktidar, vatandaşına yine sahip çıkmadı!
Kapanan işyerlerinde tam zamanlı çalışma imkânı ortadan kalkanların maaş ödemelerini ve işyerlerinin rutin ödemelerini devletin üstlenmesi gerekmektedir. Aksi takdirde “ekonomik kriz ve işsizlik” daha vahim boyutlara ulaşacak, tüm toplum kesimlerinde, her alanda ve her sektörde ağır bir krizin faturası vatandaşın sırtına yıkılacaktır!
13.Türkiye Bankalar Birliği (TBB) Risk Merkezi ve Bankacılık Düzenleme Denetleme Kurumu’nun (BDDK) verileri, bireysel kredi borcu olanların sayısının geçen yılın aynı ayına kıyasla 2 milyon kişiden fazla artarak 33 milyon 643 bin kişiye ulaştığını , bireysel kredi borçları tutarının ise 840 milyar liraya yaklaştığını ortaya koydu. BDDK verilerinde batık kredilerin 150 milyar TL’yi aştığı görülüyor!
TBB Risk Merkezi’nin Eylül 2020 bankalara bireysel kredi borçlusu kişi sayısının bu yıl 33 milyon 643 bin kişiye yükseldiğini, bireysel kredi borcu tutarının da 837 milyar liraya yükseldiğini gözler önüne serdi. Bireysel kredi borçlularının kişi başına ortalama borç tutarı da yaklaşık 6 bin TL artarak 18 bin liradan 24 bin liraya yükseldi. Bireysel kredi borcu olup ödeyemeyenlerin sayısı 3,5 milyon kişiye yaklaşırken, yasal takibe intikal eden borç tutarı 23 milyar TL düzeyine çıktı. 27 milyona yaklaşan kredi, kartı sahiplerinin toplam kredi kartı borç tutarı 133 milyar TL. Kart sahibi başına ortalama kredi kartı borcu tutarı ise yaklaşık 5 bin TL düzeyinde. Bu tablonun gerçekte daha ağır olduğunu öngörmekteyim. Korona salgını nedeniyle alınan kararlar çerçevesinde kredi ve kredi kartı borçlarının yasal takibe intikal ettirilmesi süresi 90 günden 180 güne çıkartıldı. Bu nedenle icra-haciz-yasal takip aşamasına geldiği halde uzatılan bu süre nedeniyle Risk Merkezi verilerine yansımamış olan çok ciddi batık bireysel kredi ve kredi kartı borcu olduğunu söyleyebilirim.
Bireysel kredi, kredi kartı borçlarının yanı sıra ticari hayatta vadeli ödeme araçları olarak işlev gören çek ve senetlere ilişkin Risk Merkezi verileri sadece bireylerin değil, işyeri ve işletmelerin de ödeme ve borç çarklarının ciddi ölçüde hasara uğradığını, sürecin ağırlaştığını gösteriyor. Rakamlara bakıldığında 11 milyar liralık çekin karşılıksız çıktığı için yasal işleme tabi tutulduğu, yine Eylül ayı itibarıyla 459 bin senedin ödenmediği için protesto işlemine uğradığı görülüyor. TBB Risk Merkezi’nin Eylül ayı itibarıyla 133 milyar TL olarak yer verdiği kredi kartı borçları tutarı ise BDDK’nın 13 Kasım haftası verilerinde 1,5 ayda 8 milyar TL artarak 141 milyar liraya çıkmış. Diğer deyişle milyonlarca kişi yaşamını kredi kartlarını çevirerek sürdürmeye çalışıyor!
Bu vahim kredi, borç, batık tablosu toplumun içinde bulunduğu ağır borç, ödeme güçlüğü, icra-hacizle boğuşur durumda olduğunu işaret ediyor. İktidar, bu tabloya karşı gerçekçi bir çözüm ortaya koyamadığı gibi milyonlarca kişiye sunduğu tek seçenek daha fazla borçlanma ya da yeni kredi alma. Artırılan faizler sonrasında ise bu seçenek anlamını yitirmiş bulunuyor!
14.Güneydoğu Asya’da 8 yıldır süren müzakereler sonrasında 15 ülke arasında dünyanın en büyük Serbest Ticaret Anlaşması (STA) imzalandı. Anlaşma küresel ekonomik ve ticari dengeleri ciddi şekilde değiştirecek. Yeni STA ile 2 milyara varan nüfus ve trilyonlarca dolarlık bir Pazar, birbirleriyle serbest ticarete kapılarını açarak ekonomik büyümelerine ivme kazandıracak. ABD ve AB ise anlaşmadan dışlandı!
Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği (ASEAN) geçtiğimiz hafta Vietnam’ın ev sahipliğinde gerçekleştirilen 37. Liderler Zirvesi’nde, zirve gündemindeki en önemli maddeyi oluşturan Bölgesel Kapsamlı Ekonomik Ortaklık (RCEP) görüşmelerinde anlaşmaya vararak imzaları attılar. Böylece dünyanın en büyük Serbest Ticaret Anlaşması (STA) ve Serbest Ticaret Bölgesi somut şekilde hayata geçirildi.
ASEAN üyesi ülkeler Brunei, Kamboçya, Endonezya, Laos, Malezya, Myanmar, Filipinler, Singapur, Tayland ve Vietnam ile birliğin diyalog ortakları Avustralya, Çin, Japonya, Güney Kore ve Yeni Zelanda liderleri, sekiz yıl süren uzun müzakereler ve pazarlıkların ardından anlaşmaya vardıklarını açıkladılar.
İmzalanan RCEP anlaşması 15 ülkeyi ve 2,1 milyar kişilik bir nüfusu barındıran pazarı kapsıyor. RCEP anlaşmasına imza atan ülkelerin ekonomilerinin toplam büyüklüğü, küresel gayri safi yurtiçi hasılanın yüzde 30'una tekabül ediyor. RCEP anlaşmasıyla Çin, Asya-Pasifik bölgesindeki ekonomik hâkimiyetini arttırırken, ABD ve Avrupalı şirketleri serbest ticaret bölgesinin dışında bırakarak, dezavantajlı konuma getiriyor.
ABD’nin sık sık gümrük duvarlarını yükseltmekle, yaptırım ve ambargoyla tehdit ettiği Çin, RCEP anlaşmasıyla çok büyük bir bölgesel ve küresel ticaret avantajı elde ederken, ABD ve AB karşısındaki ekonomik konumunu da güçlendirdi. ASEAN ülkeleri arasındaki anlaşmanın sadece üye ülkeler arasındaki ticareti STA kapsamına alması ABD ve AB ülkeleriyle firmalarını kapsam dışı bırakarak, yüksek gümrük duvarlarını devreye sokması batılı ülkelerin bu bölgedeki ticari ilişkilerini çok ciddi ölçüde olumsuz etkileyecek.
Türkiye açısından önemli bir stratejik-ekonomik Pazar imkânı olarak görülebilecek RCEP ile bir diyalog ortaklığı ya da gözlemci üyelik anlaşması yapılması hedeflenebilir. Ancak Çin ile olan ikili ticaretimizde oldukça aleyhimize gelişen ihracat-ithalat dengesi dikkate alındığında RCEP ile yapılacak bir STA, Türkiye pazarını yalnızca Çin’e değil RCEP üyesi 15 ülkeye de açarak aleyhimize olan tabloyu daha da ağırlaştırabilir.
15.Ekim ayı bütçe rakamlarında ortaya çıkan tablo halen TBMM’de görüşmeleri devam eden 2021 bütçe hedefleriyle birlikte değerlendirildiğinde, tablonun sürdürülebilir olmadığını gösteriyor. Aylık bütçe açığının düşüş göstermesinde, Vergi ve SGK alacaklarındaki erteleme süresinin Ekim ayında dolması ve vergilerin tahsil edilmesi en önemli etken. Faiz ödemelerindeki durum ise bütçe giderleri açısından dikkat çekici!
Ekim ayı Merkezi Bütçe Gerçekleşme Rakamları Ekim’de aylık bütçe açığının geçen yılın aynı ayına göre yüzde 67 gerilediğini, 10 milyar TL azalarak 4,9 milyar TL düzeyine indiğini gösteriyor. Yine geçen yılın ekim ayında 8 milyar TL açık veren faiz dışı bütçe, 2020 Ekim’inde 6,8 milyar TL fazla verdi. Aylık bütçe açığındaki bu düşüşte ekim ayında bütçe gelirlerindeki artış önemli rol oynamış görünüyor. Bunun nedeni ekim ayından itibaren hem ertelenen vergi ve prim taksitleri hem de ekim ayının normal vergi-SGK taksitlerinin tahsiliyle ciddi bir gelir artışı söz konusu ve bu da aylık bütçe açığını ciddi şekilde aşağı çekti. Ekim ayında bütçe harcamalarındaki artış yüzde 21,6 olurken, bütçe gelirleri bunun iki misline yakın yüzde 41,8 artış göstermiş. Bütçe gelirlerindeki artışta ise yüzde 23 dolayında artan vergi gelirlerinin en önemli unsur olması yukarıdaki tespitimizi doğruluyor. Vergi gelirlerindeki bu artışın kaynağı gelir ve kurumlar vergisinden değil başta KDV, ÖTV olmak üzere dolaylı vergilerden geliyor. MB’nin politika faizini artırması sonrasında artık negatif ya da düşük faizli konut ya da otomobil kredisi söz konusu olamayacağı için dolaylı vergilerde ve ertelenen vergilerin tahsilinde gözlenen artışla sağlanan bu bütçe geliri yükselişinin arızi olduğunu söylemek yanlış olmaz. Kurumlar vergisindeki artışın sadece binde 3’te kalması, şirketlerin, işletmelerin gelirlerinde ciddi bir artış olmadığı için ödedikleri vergilerin de çok düşük kaldığını gösteriyor.
2020 bütçesinde 139 milyar liraya yükseltilen faiz giderleri için 2021 bütçe tasarısında hedeflenen tutar ise 160 milyar TL. Yılın kalan iki ayında faiz giderleri için konulan ödeneğin aşılması yanında tek seferde 4,75 puan artırılan MB faizi ve bunun hazine borçlanma faizlerine yansımasıyla 2021 için öngörülen hedefin de tutmayacağını şimdiden söyleyebilirim.
Ekonomide yeni dönem iddiasını ortaya atan iktidarın öncelikle kendi içinde tutarlı ve dengeli kaynakları olan bir bütçe politikası izlemesi, kaynakların yarısından fazlası borç, maaş ve faiz ödemelerine ayrılmış, yatırıma kaynak kalmamış bir bütçe yapısından ülkeyi ve kamu maliyesini kurtarması gerekiyor. Bunun da temel unsurlarından birisi kamu harcamalarının şeffaf ve denetlenebilir bir hale getirilmesidir!