CHP'li Erdoğan Toprak: 'İktidarın AYM’yi dizayn etmeye girişmesi, gerçek niyeti açığa çıkardı'

CHP'li Erdoğan Toprak, 'Haftalık Değerlendirme Raporu'nda dikkat çeken tespitlerde bulundu.

CHP'li Erdoğan Toprak: 'İktidarın AYM’yi dizayn etmeye girişmesi, gerçek niyeti açığa çıkardı'

CHP Genel Başkan Başdanışmanı ve İstanbul Milletvekili Erdoğan Toprak, Türkiye ve Dünya gündemini değerlendirdi.

İç politika, Dış politika ve Ekonomi ana başlıkları altında toplayan Toprak, 'Haftalık Değerlendirme Raporu'nu kamuoyu ile paylaştı.

Toprak, açıkladığı raporda “Hukuk devletini güçlendirme vaadiyle reform seferberliği başlatacağını ilan eden iktidar, gerçek niyetini yüksek yargıyı dizayn etme girişimiyle gösterdi. 17 Aralık’ta Yargıtay’da yapılacak AYM Üyeliği Seçimleri’nde; Yargıtay’ın, adaylığını daha önce koymuş bulunan 8 yüksek yargıcın, bağımsız yargının onurunu ve saygınlığını korumak adına sergileyecekleri tavır, Türk yargısı için bir onur sınavı olacaktır!” dedi.

CHP Genel Koordinatörü Toprak, “Türkiye, ekonomi, dış politika, hukuk, adalet ve her alanda hızla büyük bir çöküntüye sürüklenmektedir. 2020 Hukukun Üstünlüğü Endeksi’nde 128 ülkedeki hukuk devleti, yargı bağımsızlığı, yürütme ve yasama üzerindeki yargısal denetim vb. kriterler açısından yine en alt sıralardadır. Yargı ve yasama denetimi kriterlerine göre 124’üncü sırada yer alan Türkiye, Taliban’ın yönettiği Afganistan’ın bile gerisindedir!” ifadelerini kullandı.

Toprak açıkladığı raporda, “Dağlık Karabağ konusunda inisiyatifi ele alan RUSYA, AGİT Bünyesindeki Minsk Grubu Eş Başkanları olarak, Fransa ve ABD ile ortak açıklamaya imza atarak Moskova’daki ateşkes anlaşmasına uluslararası destek sağladı. Böylece Türkiye-Rusya Ortak Gözlem Merkezi’nin Azerbaycan topraklarında faaliyetiyle Türkiye’yi saha dışına çıkartırken, ABD ve Fransa’ya da Kafkasya’da son sözü kendisinin söyleyeceğini kabul ettirdi!”dedi.

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkan Başdanışmanı Genel Koordinatör Erdoğan Toprak’ın kamuoyu ile paylaştığı rapordan dikkate çeken başlıklar şöyle:

İÇ POLİTİKA

1.İktidarın yargı ve hukuk reformu diyerek AYM’yi dizayn etmeye girişmesi, “gerçek niyeti” açığa çıkardı!

2.Türkiye, 2020 Hukukun Üstünlüğü Endeksi'nde gerilemeye devam ediyor!

DIŞ POLİTİKA

3.ABD 2021 Savunma Bütçesi’nde S-400 alımı nedeniyle Türkiye’ye CAATSA yaptırımlarının uygulanması zorunluluğu getirildi!

4.Alman Hükümeti’nin 2019 Yılı Göç Raporu’na göre Türkiye’den nitelikli-eğitimli beyin göçü ve ilticalar hızla artıyor!

5.Türkiye’yi sahada ve masa dışında bırakan Rusya, Dağlık Karabağ konusunda tüm inisiyatifi ele geçirdi!

6.AB Aralık Zirvesi öncesinde, Oruç Reis Gemisi’nin tekrar Antalya Limanı’na çekilmesi inandırıcı görünmüyor!

7.Yunanistan ile BAE arasında “Savunma ve Askeri İşbirliği Anlaşması” imzalandı. Hedefin Türkiye olduğu çok açık bir biçimde görülüyor!

8.Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıyan ve diplomatik misyonlarını Kudüs’e taşıyan ülkelerin sayısı artıyor!

9.İsrail medyasında, Türkiye ile İsrail arasında kapalı kapılar ardında diplomatik ilişkilerin başlatılması pazarlıklarının yapıldığı, öne sürülüyor!

EKONOMİ

10.Aylık TÜFE artışı yüzde 2,3 olurken, yıllık enflasyon yüzde 14,03’e yükseldi!

11.24 Aralık’da yapılacak MB-PPK toplantısında 300-350 baz puanlık yeni bir politika faizi artışı zorunlu görünüyor!

12.Üçüncü çeyrekte hızlı kredi büyümesiyle sağlanan zoraki ve kısa süreli yüzde 6,7’lik yapay büyümenin, “sürdürülebilmesi” mümkün değildir!

13.Kasım ayında ihracat yüzde 1 gerileyerek 16 milyar 88 milyon dolar, ithalat ise yüzde 16,1 artarak 21 milyar 158 milyon dolar olarak gerçekleşti.

14.Vergi Barışı yapılandırma başvuruları ve ödemelerle ilgili acilen yasa değişikliğine gidilmesi zorunludur!

TÜRK YARGISI İÇİN BİR ONUR SINAVI OLACAKTIR!

1.Hukuk devletini güçlendirme vaadiyle reform seferberliği başlatacağını ilan eden iktidar, gerçek niyetini yüksek yargıyı dizayn etme girişimiyle gösterdi. 17 Aralık’ta Yargıtay’da yapılacak AYM Üyeliği Seçimlerinde; Yargıtay’ın, adaylığını daha önce koymuş bulunan 8 yüksek yargıcın, bağımsız yargının onurunu ve saygınlığını korumak adına sergileyecekleri tavır, Türk yargısı için bir onur sınavı olacaktır!

27 Kasım’da Hakimler ve Savcılar Kurulu (HSK) tarafından Yargıtay üyeliğine yapılan 11 kişilik atama listesi, iktidarın hukuk ve yargı reformu söylemi ardına gizlediği karanlık niyetini açığa çıkarttı. Bazı iyi niyetli ve safça yapılan değerlendirmelerde, bu atamaların yargı reformuna hazırlık olduğu, bugüne kadar yargıda sivri ve keskin kararlarıyla, iktidarın talepleri doğrultusunda açtıkları ısmarlama davalarla içeride ve dışarıda iktidarı sıkıntılı duruma sokan, tepki çeken bazı isimlerin ‘tenzil-i rütbe’ yöntemiyle Yargıtay üyeliğine atanarak pasifize edilecekleri öne sürülüyordu. Oysa durumun tam tersi olduğu; iktidarın hukuk devleti, yargı bağımsızlığı, insan hakları ve özgürlüklerin teminat altına alınması vb. niyetinin olmadığı gibi, yüksek yargıyı kendi elemanlarıyla dizayn ederek, Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi’ni de (AYM) tamamıyla siyasetin kontrolüne almayı hedeflediği anlaşıldı.

Ocak ayında boşalacak AYM üyeliğine Yargıtay kontenjanından yapılacak üye seçimi öncesinde HSK’nın yaptığı 11 yeni atama iktidarın bu konuda sistemli ve planlı bir senaryo hazırladığını ortaya koydu. İstanbul Başsavcılığından Yargıtay üyeliğine atanan İrfan Fidan, üyelik koltuğuna oturmadan AYM üyeliğine adaylığını açıkladı. Daha bir hafta-on gün önce Yargıtay üyeliğine atanıp akabinde kıdemli, deneyimli Yargıtay üyelerine karşı AYM üyeliğine adaylığını ilan eden İrfan Fidan’ın bu girişimine karşı Yargıtay üyelerinin kurumsal ve onursal duruş sergilemeleri elzemdir. Ancak Yargıtay Genel Kurulu’nun 17 Aralık’ta yapacağı oylama öncesinde aday olan 8 Yargıtay üyesinin İrfan Fidan lehine adaylıktan çekilmelerinin istendiği dile getiriliyor. Önümüzdeki süreç, iktidarın yargı üzerindeki gölgesinin tescili, yargının bu siyasi müdahaleye direnip direnmeyeceğini göstermesi açısından, bir sınav niteliğindedir.

İktidarın yargı ve hukuk reformu diye ortaya çıkıp, yasaların anayasaya uygunluğunu ya da aykırılığını, yargıdaki hak ihlallerini ve hukuksuz kararları denetleyen AYM’yi dizayn etmeye girişmesi ibret vericidir ve yargının içine düşürüldüğü durumun en somut göstergesidir. 17 Aralık Türk Yargısı’nın siyasete tam teslimiyeti ya da bunu reddetmesi açısından tarihi bir gün olarak yargı tarihimize geçecektir!

TALİBAN’IN YÖNETTİĞİ AFGANİSTAN’IN BİLE GERİSİNDEDİR!

2.Türkiye, ekonomi, dış politika, hukuk, adalet ve her alanda hızla büyük bir çöküntüye sürüklenmektedir. 2020 Hukukun Üstünlüğü Endeksi’nde 128 ülkedeki hukuk devleti, yargı bağımsızlığı, yürütme ve yasama üzerindeki yargısal denetim vb. kriterler açısından yine en alt sıralardadır. Yargı ve yasama denetimi kriterlerine göre 124’üncü sırada yer alan Türkiye, Taliban’ın yönettiği Afganistan’ın bile gerisindedir!

Yargının dibe vurduğu, hukukun üstünlüğünün ortadan kalktığı bir Türkiye’de ekonominin ve dış politikanın çöküşe doğru gitmesi kaçınılmazdır. Yoksullaşma, milli gelirde ağır kayıplar, işsizlik, güvensizlik, yatırımsızlık, yerli-yabancı sermaye kaçışı, vb. geri kalmışlığın yükselişi artık gizlenemez boyuttadır.

Türkiye, 2020 Hukukun Üstünlüğü Endeksi'nde tüm kriterlere göre 128 ülke arasında 107'nci sırada yer alarak pek çok Afrika ülkesinin, bazı kriterlerde ise Afganistan’ın bile gerisinde kaldı. Bulunduğu bölgede, Doğu Avrupa ve Orta Asya’da, en alt sırada yer aldı!

İktidarın hukuk devleti ve yargı bağımsızlığının uluslararası alanda ülkemizi getirdiği nokta maalesef budur. Dış politikada gelinen nokta ise tecrit, yalnızlaşma, her önüne gelenin ambargo-yaptırım tehditleri savurduğu, ciddiye alınmayan, saygınlığını hızla kaybeden bir ülke görüntüsüdür.

Bir yandan ABD ve AB ile yaşanan gerilimlerde batıya yaklaşımını ideolojik ve batılıların din-İslam-Müslümanlık karşıtlığı üzerinden tanımlayarak, batılıların Türkiye’ye düşman olduğunu savunan iktidar, batılı ülkelerden daha ağır sorun ve gerginlikleri ise aksine Müslüman ülkelerle, Suriye, Irak, Libya, Mısır, BAE, Suudi Arabistan vb. ile yaşamaktadır.

Hem batılı ülkelerle hem de Ortadoğu’da, bölgemizde, dünyada pek çok Müslüman ülkeyle aynı anda kavgalı iktidar, İhvan ideolojisi üzerine oturttuğu dış politika zihniyetiyle, yargı bağımsızlığı, çağdaş demokrasi, laik-demokratik hukuk devleti, temel insan hakları ve özgürlükler gibi söylemlerine ve vaatlerinde samimi olamaz.

TÜRKİYE AÇISINDAN ZORLU BİR SÜRECİ İŞARET EDİYOR!

3.ABD Kongresi’nde son şekli verilen 2021 Savunma Bütçesi’nde S-400 alımı nedeniyle ABD Başkanı tarafından 30 gün içinde Türkiye’ye CAATSA yaptırımlarının uygulanması zorunluluğu getirildi. AB Liderlerinin Türkiye’ye yaptırımları ele almasına paralel olarak ABD Kongresi’nde de yaptırımları zorunlu kılan düzenleme üzerinde Cumhuriyetçiler ile Demokratların uzlaşması, Türkiye açısından zorlu bir süreci işaret ediyor!

Bu ay sonuna kadar yasalaşarak 1 Ocak’tan itibaren yürürlüğe girmesi gereken ABD 2021 Savunma Bütçesi’nde Rusya'dan alınan S-400'ler nedeniyle Türkiye yaptırım uygulaması zorunlu kılınıyor. Rusya'ya da Kuzey Akım 2 Doğalgaz Boru Hattı Projesi kapsamında uygulanan yaptırımların genişletilmesi öngörülüyor.

2021 mali yılı için savunma bütçesine 740 milyar dolar ayıran Ulusal Savunma Yetkilendirme Yasa Tasarısı (NDAA), yılsonundan önce ABD Başkanı Donald Trump’ın imzasına sunularak 2021 başından itibaren yürürlüğe girecek. Tasarıda kabul edilen Türkiye maddesinde başkanın CAATSA kapsamında yer alan 12 yaptırım maddesinden en az beşinin Türkiye’ye uygulanması, yaptırımların 'ithal edilen malları' kapsamaması istendi. Bu mallar 'doğal, ya da insan eliyle yapılmış maddeler, imal edilmiş erzak ve bunlara ilişkin denetim ekipmanı' şeklinde yaptırım maddesinde tanımlandı. ABD Dışişleri Bakanlığı, Kongre üyelerinin Türkiye'ye S-400 alımıyla ilgili yaptırımların gecikebileceği endişesiyle bu konuyu NDAA'ya eklediklerini duyurdu.

ABD Başkanı Trump'ın bu tasarıyı veto etme hakkı var. Böyle bir durumda savunma bütçesinin yürürlüğe girememesinden dolayı ABD ordusunda maaşların ödenememesi, savunma harcamalarının yapılamaması vb. sorunlar ortaya çıkacak ve ABD Savunma Bakanlığı Pentagon kilitlenecek. Trump daha önce yaptığı açıklamalarda ABD’deki bazı üslere iç savaş dönemindeki Güneyli generallerin isimlerinin verilmesini içeren madde nedeniyle savunma bütçe yasasını veto edebileceğini dile getirmişti.

Ekim ayında S-400’lerin Sinop’ta test edildiklerinin açıklanmasından sonra ABD’den yaptırım tehditleri yeniden dile getirilince, Cumhurbaşkanı Erdoğan; “Ya sen kiminle dans ettiğinin farkında değilsin. Yaptırımın ne ise geç kalma yap!” sözleriyle tepki göstermişti. Gelinen noktada görevi devredecek olan Trump’ın onayına sunulacak tasarı veto edilse de 20 Ocak’ta göreve başlayacak Biden’ın önüne tekrar gideceği anlaşılıyor. ABD ve AB’nin birlikte anlaşarak yaptırımları devreye sokmaları ise çok ciddi ekonomik ve siyasi sonuçları olabilecek bir süreci başlatabilir!

TÜRKLER 990 KİŞİYLE HİNDİSTAN’IN ARDINDAN İKİNCİ SIRADA YER ALIYOR

4.Almanya hükümetinin 2019 Göç Raporu’na göre, nitelikli-eğitimli iş ve beyin gücü için başlatılan Mavi Kart uygulamasıyla Almanya’ya göç eden Türkler 990 kişiyle Hindistan’ın ardından ikinci sırada yer alıyor. Türkler, Almanya’daki en büyük yabancı uyruklu göçmen topluluğu olmayı sürdürürken, ilticalarda ise Suriye ve Iraklıların ardından üçüncü sırada bulunuyor!

Alman Hükümeti’nin açıkladığı 2019 Yılı Göç Raporu’na göre ülkemizden nitelikli-eğitimli beyin ve iş gücü göçü ile ilticalardaki artış devam ediyor. Almanya’nın başlattığı Mavi Kart uygulamasıyla dünyanın çeşitli ülkelerinde alanında uzman nitelikli insanlarının Almanya’ya çekilmesi, ülke ekonomisine, sosyal ve kültürel hayatına katkı sağlaması hedefleniyor.

Mavi Kartlı beyin göçünün yanı sıra Almanya’ya iltica eden ya da başvuruda bulunan Türk vatandaşlarının sayısı da artıyor. Her dört kişiden birisinin göçmen olduğunu gösteren Alman resmi verilere göre en çok göçmen gelen ülkelerin ilk sırasında Türkiye yer alıyor. Türkiye’yi Polonya ve Rusya izliyor.

İstatistiklere göre Türkiye'den Almanya'ya göçenlerin sayısı 2018'e göre yüzde 8,8'lik artışla 51 bin 610 kişi olarak gerçekleşti. 2019 yılı itibarıyla Almanya'da 83 milyon 166 bin 711 kişilik nüfusta yabancı uyruklular arasında en büyük grubu 1 milyon 470 bin kişiyle Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları oluşturdu. Rapora göre Almanya'da yaşayan Türk vatandaşlarının yüzde 77,9'u ülkede en az 20 yıldan bu yana ikamet ediyor. Almanya'dan Mavi Kart alan yüksek nitelikli iş gücünün yüzde 30,1'ini Hintliler oluştururken Türkler yüzde 7,5'lik oranla ikinci sırada yer aldı. Almanya'dan Mavi Kart alan Türklerin sayısı 2016'da 439 iken üç yılda iki katı aşan artışla 990 kişiye yükseldi. Alman hükümetinin Raporu ülkemiz ve insanlarımız adına oldukça üzücü veriler içeriyor. 50 bini aşkın yurttaşımızın Almanya’ya göç etmesi yanında 10 binden fazla yurttaşımızın da iltica talebinde bulunması dikkat çekiyor!

İktidar yurt dışından 100 nitelikli araştırmacı getirerek yerli-milli bilim ve teknoloji hamlesi başlatacağını ilan ederken, ülkemizden bir yılda 990 nitelikli-eğitimli insanımızın Almanya’ya göçmesi içler acısı bir durumdur. Nitelikli insanlarımızı kaybetme, insan kaynaklarımızı tüketme sonucu doğuran bu sürecin yanında iltica başvurularında da Türklerin ilk sıralarda olması, başta iktidar partisi olmak üzere hepimizi derinden düşündürmelidir. Hâlâ toplumsal ayrıştırma ve kamplaştırma söylemlerini sürdüren, üniversitelerin içini boşaltan iktidarın bu doğrultuda kendisini ve politikalarını sorgulaması elzemdir!

ABD VE FRANSA’YA DA KAFKASYA’DA SON SÖZÜ KENDİSİNİN SÖYLEYECEĞİNİ KABUL ETTİRDİ!

5.Dağlık Karabağ konusunda inisiyatifi ele alan RUSYA, AGİT Bünyesindeki Minsk Grubu Eş Başkanları olarak, Fransa ve ABD ile ortak açıklamaya imza atarak Moskova’daki ateşkes anlaşmasına uluslararası destek sağladı. Böylece Türkiye-Rusya Ortak Gözlem Merkezi’nin Azerbaycan topraklarında faaliyetiyle Türkiye’yi saha dışına çıkartırken, ABD ve Fransa’ya da Kafkasya’da son sözü kendisinin söyleyeceğini kabul ettirdi!

Azerbaycan ve Ermenistan’ı Lavrov Planı çerçevesinde Moskova’da ateşkes anlaşmasını imzalamaya ikna eden Rusya, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) bünyesinde de Minsk Grubu eş başkanı olarak Fransa ve ABD’ye kendi tezlerini kabul ettirdi. [ABD, Fransa ve Rusya’nın eş başkanı olduğu AGİT Minsk Grubu’nda; Beyaz Rusya, Almanya, İtalya, Portekiz, Hollanda, İsveç, Finlandiya, Türkiye ve sorunun tarafları olan Azerbaycan ve Ermenistan yer alıyor.]

Minsk Grubu eş başkanı olan üç ülke, Rusya-ABD-Fransa, sorunun kalıcı çözümü için bir an önce tüm paralı yabancı askerlerin bölgeyi terk etmesini istedi. Rusya örtülü açıklamalarla Türkiye’yi Azerbaycan’ın yanında savaşmak üzere bölgeye Suriye’den cihatçı paralı askerler götürmekle itham ederken Türkiye bu iddiaları reddetti. Türkiye’nin Pakistan ile işbirliği yaparak Afganistan üzerinden bölgeye paralı cihatçı sevk ettiği haberleri Rus devlet medyasında öne sürülüyordu. Dolayısıyla ortak açıklamada bölgedeki yabancı paralı askerlerin bölgeyi terk etmesinin istenmesi dikkat çeken bir uyarı!

Üç ülke temsilcileri, Dağlık Karabağ'daki ihtilaf nedeniyle yerlerinden edilenlerin güvenli bir şekilde geri dönüş koşullarının sağlanması gerektiğini, Dağlık Karabağ ve çevresindeki tarihi ve dini mirasın korunmasının önemini vurguladı. Ortak açıklama Rusya lehine, Kafkasya’ya hiçbir şekilde başka ülkelerin müdahale edemeyeceğinin de tescil edilmesi sonucunu sağlıyor.

Fransa Parlamentosu’nun Dağlık Karabağ’ı devlet olarak tanıma hamlesi de daha baştan Minsk Grubu Eş Başkanı olarak Fransa’nın da altına imza attığı bu ortak açıklamayla dayanaktan yoksun bir hale geliyor.

Gerek Dağlık Karabağ’ın Azerbaycan ile gerekse Ermenistan ile olan sınırlarının Rus ordusu tarafından kontrole alınması, Nahcıvan-Azerbaycan koridorunun Rus askerlerinin denetiminde olması, Dağlık Karabağ’ın statüsüyle ilgili nihai sözü Rusya’nın söyleyeceğini gösteriyor. Azerbaycan’ın tüm ısrarına rağmen Türkiye’yi sahada ve masa dışında bırakan Rusya, iktidara ikili özel anlaşmayla Azerbaycan toprakları üzerinde kurulacak Türk-Rus Ortak Gözlem Merkezi ile yetinmeyi kabul ettirdi. Böylece Azerbaycan’daki Rus askeri varlığına resmi zemin sağlanmış oldu!

ALMANYA’NIN DAHA İLERİ BOYUTTAKİ YAPTIRIMLARI DİZGİNLEMEYE ÇALIŞTIĞI ANLAŞILIYOR

6.Yunanistan ve Fransa silah ambargosu da dahil ağır yaptırımlar için baskıyı artırırken, Almanya’nın daha ileri boyuttaki yaptırımları dizginlemeye çalıştığı anlaşılıyor. İktidarın Oruç Reis’i yeniden Antalya Limanı’na çekerek tansiyonu düşürme çabasına girişmesinden sonuç alınması bu kez güç görünüyor. Nitekim AB Komisyonu, ‘tek bir adıma bakarak yaptırımlar konusunda karar verilmeyeceğini’ açıkladı!

Yunanistan-GKRY-Fransa üçlüsüne Avusturya’nın da katılmasıyla Türkiye’ye karşı yürütülen lobi karşısında Almanya’nın yaptırım listesini sınırlı tutma çabasına yöneldiği anlaşılıyor. Alman hükümetine yakın bazı kaynaklara atfen yapılan haberlerde Almanya Başbakanı Merkel’in AB liderlerini yaptırımlar konusunu daha sonra ele almaya ikna etmeye çalıştığı, ABD’nin yeni başkanı Joe Biden’ın göreve başlamasını bekleyerek, Türkiye’ye karşı AB-ABD’nin ortak politika oluşturmasına zemin hazırlamak istediği dile getiriliyor. CB Erdoğan’ın güven verici bir adım gerçekleştirmemesi, reform seferberliği konusundaki açıklamalarının da içinin boş kalması, samimiyetin sorgulanmasını beraberinde getirdi. Yunanistan ve Fransa’nın Türkiye’ye silah ambargosu uygulanması önerilerinin kabul görmediği anlaşılırken, ilk etapta kısa bir yaptırım listesiyle bazı ihraç mallarına ve seyahat kısıtlamalarına gidilerek Türkiye’nin ihracatının ve turizminin olumsuz etkilenmesi yolunun deneneceği öne sürülüyor.

Türkiye’nin AB’ye yönelik ihracatında önde gelen bazı mal ve ürünlere kısıtlama ya da ilave gümrük vergileri getirilmesinin de yaptırımlar arasında olacağı belirtilmesine karşılık, kanımca böyle bir karar Gümrük Birliği Anlaşmasına aykırılık teşkil etmesi yanında Türkiye’ye de mütekabiliyet hakkı verecektir.

AB Dış İlişkiler Yüksek Temsilcisi Josep Borrell'in açıklanacak yaptırımların koşula bağlanmasını ve Türkiye Doğu Akdeniz’de yeni Navtex ilanı yoluna giderse ya da gerginliği tırmandırıcı adımlar atarsa uygulanmasını önereceği de iddia ediliyor! AB Komisyonu Sözcüsü Peter Stano, “AB liderleri, tek bir açıklama ya da tek bir hamle üzerinden hareket etmeyecek derken, Oruç Reis ile Ekim’deki adımın Aralık zirvesi öncesinde de yinelenmesinin inandırıcı olmadığına dikkat çekiyor!

Türkiye’nin Yunanistan’ın tahriklerine suskun kalmasını beklemek, karşılık verildiğinde de gerilimi tırmandırmakla itham edip, yaptırımları devreye sokmak bir aldatmacadan farklı olmaz. Böyle bir tavrı Türkiye’den beklemek, kabul etmesini tamamıyla sessiz kalmasını ummak Türkiye’yi yok saymak ya da her koşulda ne yaparsa yapsın suçlamak anlamına gelir.

BAE’NİN F-35 SAVAŞ UÇAĞI ALACAĞINI İLAN ETMESİ KRİTİK BİR GELİŞMEDİR!

7.Yunanistan ile BAE arasında “Savunma ve Askeri İşbirliği Anlaşması” imzalandı. Açık şekilde ifade edilmese de oldukça farklı coğrafyalarda yer alan iki ülkenin imzaladığı bu anlaşmanın hedefinin Türkiye olduğunu söylemek mümkün! İki ülke silahlı kuvvetlerinin ortak harekât ve tatbikatlar gerçekleştirmeleri yanında, gerek Yunanistan gerekse BAE’nin ABD’den F-35 savaş uçağı alacaklarını ilan etmeleri, kritik bir gelişmedir!

Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Veliaht Prensi Muhammed bin Zayed’in (MbZ) açıklamasına göre iki ülke arasında bu anlaşmayla oluşturulan askeri ve stratejik ortaklık siyasi, ekonomik ve kültürel işbirliğini geliştirmenin yanı sıra, askeri olarak da, taraflardan birisinin toprak bütünlüğünün tehdit altına girmesi halinde diğer ülkenin askeri yardım ve destekte bulunmasını içeriyor.

Her ne kadar iki ülke, söz konusu anlaşmanın kimseyi hedef almadığını açıklasalar da hedefin Türkiye olduğu çok açık bir biçimde görülüyor.

Doğu Akdeniz’de Mısır, İsrail, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) oluşturduğu, Fransa’nın da askeri ve siyasi destek verdiği ittifakın da hedefi Türkiye idi. Yunanistan ve GKRY Türkiye’ye karşı bölgede yeni ittifaklar oluşturma planlarını uygulamaya geçirirken şimdi bunlar arasına BAE’nin de katılması şaşırtıcı değil.

Kaldı ki BAE’nin kısa süre önce İsrail ile ilişkileri normalleştirme anlaşması imzaladığını anımsadığımızda bu anlaşmanın bir boyutuyla İsrail’in de destek ve katkısıyla ortaya çıkarıldığını öngörmek durumundayım.

BAE ayrıca Türkiye-Libya arasındaki Deniz Sınırlarının Belirlenmesi anlaşmasına Mısır ile birlikte tavır alırken, Yunanistan da BAE ve Mısır’a destek vermişti.

Daha önce de Doğu Akdeniz’deki gerilim sürecinde Yunanistan, GKRY, Mısır, BAE ve Fransa tarafından yayınlanan ortak bildiriyle Türkiye bölgede gerginliği tırmandırmakla suçlanmış, Fransız donanmasının da katıldığı bir tatbikatın Girit adası bölümünde ise BAE hava kuvvetleri de yer almıştı.

Bu arada her iki ülke bir yandan hava ve deniz kuvvetlerini güçlendirmek için Fransa ile uçak ve savaş gemisi anlaşmaları yaparken diğer yandan ise hem Yunanistan hem de BAE F-35 savaş uçakları almak için ABD ile mutabakat aşamasındalar.

Türkiye ise bilindiği gibi; S-400 alımı nedeniyle ortağı olduğu F-35 projesinden dışlandı, sipariş edilen F-35’ler ABD hava kuvvetlerine verildi.

Aynı zamanda Türk Hava Kuvvetleri’nin envanterindeki F-16’ların modernizasyonu ise 2018 yılında yaşanan Rahip Brunson krizinden bu yana ABD Kongresi’nin kararlarıyla engelleniyor!

Buna karşılık Yunanistan’ın F-16 filolarının modernizasyonu üretici şirket Lockheed Martin tarafından tamamlanıyor. Böylece Yunanistan, modernizasyon tamamlandığında Avrupa’nın en son teknolojik donanıma sahip F-16 savaş uçağı filolarına sahip olacak.

Doğu Akdeniz’deki gerilimden sonra Fransa tüm desteğini Yunanistan’a verirken bir yandan da Fransa hava kuvvetlerinde kullanımda olan 18 adet yeni nesil Rafale savaş uçağını çok sembolik fiyatlarla Yunanistan’a satma anlaşması imzaladı.

Sınır komşumuz Yunanistan bir yandan AB ve NATO içerisinde Türkiye’ye karşı lobi yürütürken diğer yandan silahlanmaya ve Türkiye karşıtı ittifaklar oluşturmaya yönelmiş görünüyor. BAE ile imzalanan savunma ve askeri işbirliği anlaşması bunun son örneği.

ABD Başkanı Trump görevden ayrılmadan BAE’ye 50 adet F-35 savaş uçağı ve 18 adet en gelişmiş SİHA’lardan birisi olan Reaper’ların satışını sonuçlandırma sözü verdi. İmzalanan anlaşma çerçevesinde BAE’nin ABD’den 50 F-35 alımını gerçekleştirmesi durumunda, BAE hava kuvvetleri filosundaki Mirage 2000-9 savaş uçaklarını da Yunanistan hava kuvvetlerine hibe etmesi gündemde.

Fransa ve ABD’nin de Yunanistan-BAE askeri işbirliği anlaşmasına açıktan destek veren açıklamaları dikkat çekerken, BAE Hava Kuvvetlerine bağlı uçaklara Yunanistan’ın Girit adasındaki üslerde konuşlanma olanağı sağlanmasının anlaşma kapsamında yer alması bir başka dikkat çeken kritik nokta! Önümüzdeki süreçte Yunanistan-BAE işbirliğine Bahreyn gibi bazı körfez ülkelerinin de katılması, Suudi Arabistan’ın da destek vermesi şaşırtıcı olmaz. İki ülkenin bir yandan silahlanmaya hız vermeleri diğer yandan Türkiye’ye karşı ittifakı yeni müttefiklerle genişletme arayışlarını izlemek durumundayız.

Yunanistan’ın ABD ve AB’yi arkasına almasının yanında İsrail, Rusya, Mısır, Hindistan gibi ülkelerle ve zengin Körfez ülkeleriyle geliştirdiği çok yönlü dış politika karşısında Türkiye; akılcı bir diplomatik strateji oluşturup, bölge ülkelerini kazanmak yönünde adımlar atarak, bu hamleleri boşa çıkartabilir. Ancak iktidarın Katar dışındaki tüm bölge ülkeleriyle kavgalı konumdaki dış politika yaklaşımı bu konuda Türkiye’nin çıkarlarını ve seçeneklerini ciddi anlamda kısıtlıyor, karşıt kampın güçlenmesine zemin yaratıyor!

KATAR DA İSRAİL İLE YAKINLAŞIYOR!

8.BAE ile başlayan ve Bahreyn ile devam eden süreçte Arap ülkelerinin İsrail ile ilişkileri normalleştirme anlaşmaları imzalamaları dikkat çekerken, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıyan ve diplomatik misyonlarını Kudüs’e taşıyan ülkelerin sayısı artıyor. AB üyesi Macaristan’ın ardından ÇEKYA da Kudüs’te diplomatik misyon açma kararını açıkladı. İktidarın Körfez bölgesinde yakın diyalogu bulunan Katar da İsrail ile yakınlaşıyor!

Sırbistan ve Kosova’nın İsrail ile ilişkileri geliştirme ve büyükelçiliklerini Kudüs’e taşıma kararından sonra CB Erdoğan Sırbistan ve Kosova Cumhurbaşkanlarını arayarak bu kararlarından geri adım atmaları girişiminde bulunmasına karşın iki ülke de kararından dönmedi. Aksine Sudan ve Fas da İsrail ile ilişkileri normalleştirme yönünde adım atma kararı aldıklarını duyurdular.

Bu kez AB üyesi Macaristan’ın ardından Çekya Cumhuriyeti de Kudüs’te diplomatik misyon açacağını duyurdu. Çekya Dışişleri kararın Kudüs’te yeni bir büyükelçilik açmak anlamına gelmediğini, İsrail’deki diplomatik ofislerinin bir kısmını Kudüs’e taşıyacaklarını kaydetti. Çek Cumhuriyeti, geçen yıl bu yönde bir karar alan Macaristan'dan sonra Kudüs’te diplomatik misyon açan ikinci AB üyesi ülke olacak. Şu ana kadar hiçbir Avrupa ülkesinin Kudüs'te büyükelçiliği bulunmuyor.

Hatırlanacağı gibi, ABD Başkanı Donald Trump uluslararası tepkilere rağmen Aralık 2017'de Kudüs'ü "İsrail'in başkenti olarak" kabul etmiş ve Amerikan elçiliğini bu şehre taşımıştı. Ardından da elçiliğin resmi açılışı yapılmıştı.

Filistin’in giderek hem Arap ülkeleri hem de Avrupa tarafından giderek yalnız bırakılmaya başlandığını, İsrail’in son dönemde bu açıdan ciddi hamleler ve atılımlar gerçekleştirdiğini görmekteyiz. Türkiye, Sırbistan’dan bağımsızlığını ilan eden Kosova’yı ilk tanıyan ülkeler arasında yer almasına karşılık Müslüman Kosova’yı bile bu kararından vazgeçiremedi. Sudan üzerinde ise artık zaten fazla bir etkinliği kalmadı. Bu sürece İktidarın gözdesi Katar da katıldı. Katar, ‘İbrahim Anlaşmaları’ olarak adlandırılan bir dizi anlaşmayla, Gazze ve Batı Şeria’nın finansmanına katkı için İsrail ile işbirliği anlaşmaları yaparak ekonomik ve siyasi ilişkilerini geliştiriyor.

ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun son ziyaret turuna Katar’ı da dahil etmesi, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile Katar arasındaki anlaşmazlıkların giderilmesini istemesi göz önünde tutulduğunda, Katar-İsrail ilişkilerindeki hızlanmanın arkasında bölgedeki en büyük askeri üssü Katar’da bulunan ABD’nin isteklerinin yattığını öngörebilirim!

İKTİDARIN İDDİALARI YANITSIZ BIRAKMASI DİKKAT ÇEKİYOR!

9.Şu anda Kudüs ve Filistin konusunda tepki gösteren yegâne bölge ülkeleri TÜRKİYE ve İRAN olarak kalmış görünüyor. Ancak bu görünürlüğün ötesinde İsrail medyasında, Türkiye ile İsrail arasında kapalı kapılar ardında diplomatik ilişki temaslarının başlatıldığı ve görüşmelerin MİT Başkanı Hakan Fidan tarafından yürütüldüğü, haberlerine yer veriliyor. İktidarın bu iddiaları yanıtsız bırakması dikkat çekiyor!

Türkiye 2018’in Mayıs ayında, İsrail’in Gazze’ye yönelik kanlı saldırıları ve ABD’nin büyükelçiliğini Tel Aviv’den Kudüs’e taşıma kararı üzerine İsrail ile diplomatik ilişkilerini askıya almış, büyükelçilik seviyesinin altına düşürmüştü. O günden bu güne iki ülke arasında diplomatik ilişkiler resmi olarak kesilmiş vaziyette…

İsrail medyasının önde gelen yayın organlarında İsrail Dış İstihbarat Servisi Mossad ve İsrail Dışişleri Bakanlığı kaynaklarına dayandırılan haber ve yorumlarda, Türkiye’nin talebi üzerine şu ana kadar MİT Başkanı Hakan Fidan’ın da katıldığı üç gizli görüşmenin gerçekleştirildiği iddia ediliyor.

Bunun yanında İsrail’e yönelik başlatılan bu hamlenin arkasında, “Ocak ayında göreve başlayacak Biden yönetimi ile yakınlaşma ve arayı düzeltme” çalışmalarının olduğu öne sürülüyor.

Türk medyasına da yansıyan bu bilgilere ve gizli diplomatik müzakerelere yönelik haberlere ilişkin iktidarın suskunluğu sürüyor!

Aslında Türkiye’nin İsrail, Mısır, Suriye’nin yanı sıra Katar dışındaki Körfez ülkeleri ile de ilişkileri normalleştirmesi, düşman üretmekten vazgeçmesi, ülkelerin içişlerine karışılmaması gerektiğini sürekli vurguluyorum.

Bu açıdan şayet İsrail ile öne sürüldüğü gibi ilişkileri yeniden tesis için arayışlar var ise bundan Türkiye’nin çıkarlarını ileriye taşınması adına memnun olmak gerek. İsrail ile ilişkilerin gergin ve kopuk olmasının, diyalog kanallarının kapatılmasının Filistin davasına ve Filistinlilerin sorunlarının çözümüne de fazla katkısının olmayacağı açık.

Bunun yanında ilişkilerin içinde bulunduğu durumun, sadece siyasi ve diplomatik alanda değil ekonomik açıdan da ülkemizin önüne ağır kayıplar, bedeller çıkarttığını görmekteyiz. Dolayısıyla Kudüs konusundaki ilkesel yaklaşım muhafaza edilmek kaydıyla İsrail ile ilişkilerin süratle normalleştirilmesi bölgede istikrarın ve Türkiye’nin çıkarlarının lehine olacaktır.

DOLAR/TL 8,5, EURO/TL İSE 10 LİRAYA KADAR ÇIKTI!

10.Kurlardaki ve enerji maliyetlerindeki yükselişin yanı sıra, gıdada yüksek fiyat artışlarının etkisi Kasım ayı enflasyonunda belirginleşti. Aylık TÜFE artışı yüzde 2,3 olurken, yıllık enflasyon yüzde 14,03 düzeyine yükseldi. Yıllık enflasyon en son bu düzeydeki seviyelere 2019’un Aralık ayında yüzde 15,01 ile ulaşmıştı. Haziran’dan bu yana yükselişe geçen ve rekor düzeylere gelen kur artışlarıyla kasım ayında Dolar/TL 8,5, Euro/TL ise 10 liraya kadar çıktı!

Daha önceki değerlendirmelerimde kurlardaki ve enerji zamlarındaki artışların fiyatlara tam yansıtılamadığını bu nedenle TÜFE ile Yİ-ÜFE ve çekirdek enflasyon arasındaki makasın iyice açıldığını kaydetmiştim. Eski Hazine ve Maliye Bakanının kur artışlarını önemsizleştirmeye çalışarak ‘Ben dövize bakmıyorum’ sözlerinin gayrı ciddiliği, şimdi enflasyonun yeniden halkı yoksullaştıran, cebindeki geliri eriten düzeylere yükselmesiyle somutlaşıyor. Kasım rakamları, döviz kurundaki yükselişle artan maliyetlerin başta gıda ve ulaştırma olmak üzere fiyatlara sert biçimde yansıdığını, kışlık turfanda sera ürünlerine geçişle birlikte Yİ-ÜFE’nin de aylık yüzde 4,08 artarak yıllık yüzde 23,11’e çıktığını gösteriyor.

Gıda enflasyonu aylık yüzde 4,16 artarak TÜFE’yi yaklaşık 1 puan etkilemiş görünüyor. Aylık yüzde 2,3 olarak açıklanan kasım enflasyonunun neredeyse yarısı gıda enflasyonundaki artıştan kaynaklanıyor.

Kasım ayı enflasyonunu olumsuz etkileyen ulaştırma grubunda aylık artış yüzde 4,51 ve TÜFE’ye etkisi 0,72 puan. Enerji ve akaryakıt zamlarıyla döviz kurundaki yükselişin etkisini en üst düzeyde yaşayan ulaştırma kalemlerinde dizel otomotiv fiyatı aylık yüzde 10,5, benzinli otomobil fiyatı yüzde 7,96 artarken, mazottaki artış yüzde 3,5. Aralık ayında kurların nispeten yatay seyretmesiyle enerji-ulaştırma grubundaki kur artışı yansıması daha sınırlı kalabilir.

Enflasyon sepetinde eğlence ve kültür grubundaki aylık artışlarda kur yükselişlerinin etkisine korona salgınının eklendiği evde ve uzaktan eğitimin zorunlu hale gelmesinin fiyatlara ve enflasyona ciddi katkı yaptığı görülüyor.

KASIM AYI ENFLASYON VERİLERİ, uzun süredir bastırılan ve perakende fiyatlara kısmen yansıtılan kur, maliyet, girdi artışlarının etkisinin belirgin hale geldiğini ortaya çıkarttı ve döviz kurundaki yükselişin yarattığı maliyet artışları net şekilde görüldü. Beklentiler TÜİK’in rakamları makyajlamasına paralel olarak aylık yüzde 1,1 düzeyinde yoğunlaşıyordu. Ekonomi yönetimindeki değişiklik TÜİK verilerinin nispeten daha gerçekçi açıklanmasına zemin yaratmış görünüyor!

300-350 BAZ PUANLIK YENİ BİR POLİTİKA FAİZİ ARTIŞI ZORUNLU GÖRÜNÜYOR!

11.Merkez Bankası'nın (MB) para ve faiz politikalarını oluşturmasında etkili verilerden birisi olan çekirdek enflasyonun yıllık yüzde 13,72'ye yükselmesi gelecek aylarda enflasyon artışının süreceğini gösteriyor. Çekirdek enflasyonda aylık artışın yüzde 2,14 ve TÜFE’deki aylık artışın yüzde 2,3 olması 24 Aralık’da yapılacak MB-PPK toplantısını kritik hale getiriyor. Yine 300-350 baz puanlık yeni bir politika faizi artışı zorunlu görünüyor!

MB’nin enflasyon hesaplamalarında yüzde 14 düzeyindeki yıllık enflasyon seviyelerine ancak gelecek yılın ilk çeyreği sonunda ulaşılacağı öngörülüyordu. Oysa bu oran Kasım ayında, yani 5 ay önce gerçekleşti. 2020’den devredecek yılsonu enflasyonuyla birlikte, en iyimser tahminle 2021’in ilk çeyreğinde hatta ilk yarısında da yüksek enflasyon seyrinin süreceğini öngörmekteyim.

MB’nin son enflasyon raporunda yılsonu enflasyon beklentisi yüzde 12,1 seviyesine yükseltilmişti. Hükümetin ilan ettiği Yeni Ekonomi Programı’nda ise 2020 yılsonu enflasyon beklentisi yüzde 10,5 idi. Enflasyonda gelinen nokta, MB hedef ve tahminlerinin, YEP öngörülerinin tümüyle çöktüğünü, iflas ettiğini apaçık ortaya koymaktadır. Bu noktaya gelineceğini çok önceden gelişmeleri analiz ederek dile getirmiştim. Ancak iktidar, ekonomide ‘şahlanış’ söylemlerini yinelemeye, halktan gerçekleri gizlemeye devam etti. Şimdi ise ekonomik kurtuluş mücadelesi verildiğini öne sürüp halktan 2023 yılına kadar sabır ve metanet göstermesini, ‘acı ilaç içmeye razı olmasını’ talep ediyorlar.

19 Kasım’daki PPK’dan 4,75 puanlık faiz artışı kararı çıkmasına rağmen MB’nin fiilen uyguladığı fonlama faizinin yüzde 14,80 düzeyinde olmasından ötürü gerçek politika faizi artışı yüzde 0,20 puan oldu. Faiz artışının kurları dizginleme etkisi sınırlı kaldı. Şimdi yıllık enflasyonun yüzde 14’ün üzerine çıkması bu oranın en az 3-4 puan üzerinde bir pozitif faizi zorunlu hale getirdi. 24 Aralık’taki PPK toplantısından faiz artışı kararı çıkması sürpriz sayılmamalı!

Hep vurguladığım bir uyarıyı ve çağrıyı bir kez daha yinelemek isterim;

Acilen orta vadeli yapısal, yönetsel ve sistemsel değişimleri, reformları içeren, kendi içinde tutarlı, güven verici ve istikrarlı bir ekonomik program hazırlanıp ilan edilmelidir. Bu programla eş zamanlı şekilde, öncelikle demokratik reformları, özgürlükleri-şeffaflığı genişletip, kamu kaynaklarının kullanımında denetim ve hesap verilebilirliği güçlendirecek, bireysel hak ve özgürlükleri güvence altına alacak, yargı reformu adımları atılmalıdır. Aksi takdirde ekonomik tablodaki kötüleşme, çöküş ve toplumsal yoksullaşma ağırlaşarak devam edecektir.

DÖRDÜNCÜ ÇEYREKTE YENİDEN EKSİ BÜYÜME, DARALMA DÖNEMİ SÖZ KONUSU OLACAKTIR!

12.Üçüncü çeyrekte yüzde 6,7’lik büyüme hızında en büyük katkı, tüketim harcamalarındaki artıştan geldi. İktidarın kamu bankaları eliyle başlattığı düşük faizli kredi kampanyalarının, BDDK’nın Aktif Rasyosu baskısıyla bankaları daha fazla kredi vermeye zorlayarak para pompalamasının etkisi görüldü. Şimdi yüksek faiz ve sıkı para politikasına geçildi. Dördüncü çeyrekte yeniden eksi büyüme, daralma dönemi söz konusu olacaktır!

Bu yılın 1. çeyreğinde büyüme oranı yüzde 4,5 idi. Salgının etkilerinin ve ekonomik kapanmanın en ağır döneminin yaşandığı 2. çeyrekte yüzde 9,9 küçülme yaşandı. TÜİK’in açıklamasıyla 3. çeyrekte ise yüzde 6,7 büyüme gerçekleşti. Açıklanan rakama bakarak yüksek büyüme hızının Türkiye ekonomisinde ve yurttaşların yaşamında sağladığı bir iyileşmeden söz edilemez. Verilerin ayrıntılarına girildiğinde de söz konusu büyümenin ağırlıkla bireysel tüketim ve harcamalardan kaynaklı olduğu görülüyor. Bu üç aylık büyüme hızı, iktidarın sıklıkla farklı dönemlerde uygulamaya koyduğu ve kamu bankalarına yüklü görev zararları pahasına kredi dağıttırarak sağladığı geçici süreli büyüme dönemlerinden birisidir. Nitekim bu politikanın getirdiği ağır ekonomik yük, kurları bastırmak için harcanan milyarlarca dolarlık rezerv kaybına rağmen sıkı para politikasına geçilmek zorunda kalındı. Faizler yükseltildi, krediler kesildi, BDDK AR uygulamasını kaldırmak zorunda kaldı. Şimdiden 4. Çeyrekte ekonomik daralma ve küçülme başladığını, 2020’nin de eksi büyüme ile kapanacağını öngörmekteyim.

Büyüme verilerinin alt kalemlerine ve ayrıntılarına bakıldığında, dolar bazında GSYH yıllık tutarının yüzde 6,7’lik büyüme hızına rağmen 736,1 milyar dolar olduğunu, bu tutarın da 2010 yılı ile yani on yıl öncesiyle aynı düzeylerde bulunduğunu görüyoruz. Buna bağlı olarak Kişi Başına Milli Gelir ise 8850 dolar. GSYH verilerine baktığımızda yüksek döviz kurlarına ve getirilen ek gümrük vergisi artışlarına rağmen ithalatın yüzde 9,68 büyüdüğü, sürekli aylık rekorlar kırdığı ilan edilen ihracatın ise yüzde 20,15 azaldığı görülüyor. Dış ticaretin büyümeye katkısı eksi 11,76 olarak gerçekleşmiş.

En dikkat çekici noktalardan bir tanesi devletin nihai tüketim harcamaları! Verilere baktığımızda devletin nihai tüketim harcamalarının yüzde 1,06 ile iç talep kalemleri arasında en alt sırada yer aldığı, büyümeye katkısının da neredeyse yok denecek düzeyde ve 0,15 puan olduğu görülüyor. Yani devlet neredeyse tüm kaynaklarını, bütçesini tüketmiş, takatsiz kalmış, harcama yapamaz halde!

Oysa geçen yılın aynı döneminde devletin nihai tüketim harcamalarındaki büyüme, yüzde 6,35 düzeyinde idi.

İktidarın sürekli yinelediği ‘salgında halkın yanında olduk’ söylemlerinin aksine giderek daha da ağırlaşmaya başlayan salgın ortamında vatandaşın iktidar tarafından yalnız bırakıldığı, kendi kaderine terk edildiği de büyüme verilerinde de gözleniyor. Salgın ortamında 3. Çeyrekteki “Kamu yönetimi, eğitim, insan sağlığı ve sosyal hizmetler” artış oranının yüzde 2,4 düzeyinde kalması bunu gösteriyor. Bu oran, insan sağlığı, sosyal hizmetler, eğitim alanlarındaki büyüme artışının diğer alanların pek çoğunun gerisinde kaldığını sergiliyor!

Yine 3. Çeyrekte büyümeye etki eden faktörler arasında yüzde 22,54 ile yatırımlar dikkat çekerken bu oranın gerçekleşmesinde geçen yılın aynı döneminde yatırımların ekside olmasının yarattığı baz etkisinin ön planda olduğunu görüyoruz.

Mesleki, idari ve destek hizmetleri sektöründe görülen yüzde 4,52’lik eksi büyüme-küçülme dışında, hemen tüm sektörlerde pozitif büyüme söz konusu. Diğer sektörlerin büyüme hızlarında ticaret-ulaştırma-depolama-konaklama-yiyecek hizmetlerinde sektörel bazda yüzde 0,75 ile en düşük büyüme hızı gerçekleşirken, bankacılık ve finans sektörünün ise yüzde 41,07 ile en yüksek hızda büyüyen sektör olması dikkat çekiyor.

Burada turizmin salgın nedeniyle en olumsuz etkilenen sektörlerin başında gelmesi, ticaretin yavaşlaması, hizmetler alanındaki büyümenin düşük kalmasını beraberinde getirirken, kamu bankaları ve özel bankaların dev kampanyalarla kredi dağıtımına yönlendirilmeleri ise bankacılık-finans sektörünün 3. Çeyrekte nasıl en hızlı büyüyen sektör olduğunu bize gösteriyor.

GSYH’dan (Milli Gelir) alınan paya baktığımızda da vahim ve çarpıcı bir tabloyla karşılaşıyoruz. Türkiye ekonomisi 3. Çeyrekte yüzde 6,7 büyürken emek kesiminin (İşgücü ödemelerinin milli gelirden aldığı pay) GSYH’dan aldığı pay yüzde 29,68’den yüzde 26,56’ye gerileyerek 3,12 puan birden düşmüş.

Bu tablo iktidarın TÜİK ve İŞKUR eliyle, çeşitli rakam oyunlarıyla ve farklı tanımlar altında işsizliğin üzerini örterek gerçek boyutlarını gizlemeye çalışmasına karşılık, emek kesiminin GSYH’dan aldığı paydaki düşüşün gizlenemediğini ortaya koyuyor. Milyonlarca kişinin işini kaybettiği, işsiz kaldığı, düzenli gelirini kaybettiği gerçeği milli gelirden alınan paydaki bu düşüşle açık şekilde kendisini gösteriyor. Hızlı kredi büyümesiyle sağlanan zoraki ve kısa süreli yapay büyümenin “sürdürülebilmesi” mümkün değildir!

13.Kasım ayı dış ticaret rakamları ihracatta gerilemeyi işaret ederken, döviz kıtlığına ve ithalatı zorlaştırmak için süresi üç ay daha uzatılan ek gümrük vergisi artışlarına rağmen ithalatın artmaya devam ettiğini gösterdi. Aylık dış ticaret açığı 5 milyar doların üzerine yükseldi. Altın ithalatındaki artış dikkat çekerken, Suudi Arabistan’ın gayrı resmi ambargosunun etkileri ihracat rakamlarına sert biçimde yansıdı!

Kasım ayı dış ticaret verileri ihracatın yüzde 1 gerileyerek 16 milyar 88 milyon dolar, ithalatın ise yüzde 16,1 artışla 21 milyar 158 milyon dolar tutarında gerçekleştiğini gösterdi. Salgında kapanan ülke sınırları ve pazarlar nedeniyle ilk yarıda sert düşüşler yaşanan ihracatta son birkaç ayda ciddi bir yükseliş eğilimi belirmişti. Şimdi bunun yerini ikinci dalga önlemleri ve yeni kapanma kararlarıyla tekrar gerileme sürecinin aldığı anlaşılıyor.

Buna karşılık ithalatta yüksek oranda artış söz konusu. Ocak-Kasım döneminde ise ihracat yüzde 8,3 gerilerken, ithalatta yüzde 3,6’lık artış yaşandı.

Kasım ayındaki 21 milyar 158 milyon dolar ithalat, 2020’nin en yüksek aylık ithalat tutarı.

Kasım ayında 37 milyar doları aşan dış ticaret hacmi, de aylık düzeyde 2020 yılının en yüksek dış ticaret hacmi.

Altın, 2,6 milyar dolarlık payla ithalattaki önemli yerini korumuş görünüyor. Bu tutarla birlikte Ocak-Kasım döneminde 11 aylık ithalat toplamı 24 milyar dolara yaklaştı. Ocak-Kasım döneminde 11 ayda yüzde 3,6 artan ithalatta altın hariç tutulduğunda ise yüzde 3,6 oranında gerileme söz konusu.

Ocak-Kasım döneminde 11 aylık ihracat geçen yılın aynı dönemine göre, yüzde 8,31 azalışla 151 milyar 704 milyon dolar, ithalat ise yüzde 3,55 artışla 197 milyar 47 milyon dolar oldu. Dış ticaret açığı da yüzde 82,51 artışla 45 milyar 343 milyon dolar olarak gerçekleşti. İhracatın ithalatı karşılama oranı ise yüzde 77 oldu.

Dış ticaret verileri, iktidarın söylemlerinin aksine döviz kurlarındaki artış ve TL’deki değer kaybının ihracatta artış ve Türk ihraç malları açısından fiyat rekabeti avantajı sağlamadığı gibi, aksine yüksek kurla pahalı hale gelen ithalatın buna rağmen artmaya devam ettiğini, dış ticaret açığı ve cari açığı beslediğini ortaya koyuyor. Ayrıca Türkiye ihracatının artmasında en önemli pazarlardan birisi olan AB pazarının yeniden salgındaki ikinci dalgayla kapanma sürecine girmesi, AB ekonomilerinde daralma ve küçülmeyi beraberinde getirecek Türkiye’nin ihracatındaki gerilemeyi de artıracaktır.

14.Kamu borçlarının yapılandırılmasına yönelik başvuru süreci başlarken, salgın nedeniyle alınan önlemlerle birçok işyeri ve işletmenin faaliyetlerinin sınırlandırılması, kısıtlanması yapılandırmaya başvuru ve taksitlerin ödenmesini zorlaştırıyor. Yapılandırma başvuruları ve ödemelerle ilgili acilen yasa değişikliğine gidilmesi zorunludur. Aksi takdirde birikmiş vergi-SGK borçlarının tahsilinde hedeflere ulaşılamayacaktır!

İktidarın torba yasayla TBMM’den geçirdiği Vergi Barışı, Servet Affı vb. düzenlemelerle ilgili başvuru süreci başlarken, salgın nedeniyle yürürlüğe konulan yeni kapatma, kısıtlama, faaliyet durdurma kararları nedeniyle pek çok esnaf, KOBİ; işletme yapılandırma başvurusunda bulunmaktan vazgeçti. Faaliyetleri kısıtlanan ve yeni sokağa çıkma yasaklarıyla gelir elde etmeleri zorlaşan işyerlerinin, mükelleflerin güncel vergilerle birlikte yapılandırma başvurusu yapmaları halinde Ocak ve Şubat aylarında başlayacak yapılandırma taksitlerini ödemeleri “olanaksız” görünmektedir. Mevcut düzenlemede ilk iki taksitin ödenmemesi halinde yapılandırma bozuluyor.

Oysa tahsil edilmesi öngörülen 289 milyar TL'si vergi, 165 milyar TL'si SGK ve kalanı da diğer kurumlara olan borçlar olmak üzere yaklaşık 500 Milyar TL kamu alacağının bu yasa kapsamında yapılandırılarak tahsil edilmesi, bütçe gelirlerinin artırılması ve 4 milyon mükellefin bu yapılandırmadan yararlanacağı hedeflenmekteydi.

TESK, TİSK, TZOB yöneticileri çeşitli illerin oda başkanlarıyla esnaf-sanatkâr meslek odalarının yöneticileri tarafından yapılan açıklamalarda iktiara çağrıda bulunularak, salgın nedeniyle binlerce işyerinin yeniden kapanmak ya da faaliyetini sınırlandırmak zorunda kaldığına dikkat çekilmektedir.

Şu anda vergi dairelerine yapılan başvurular ağırlıkla motorlu taşıtlar, trafik cezaları vb. cüzi borçlar için yapılandırma talepleri. Vergi ve SGK borçlarının yapılandırılması konusunda mükellefler “başvuru” konusunda tereddüt yaşıyor, cezalı duruma düşerek yapılandırma olanağını kaybetme kaygısı taşıyor!

Koronavirüs salgınına karşı haklı sebeplerle alınan son önlemler çerçevesinde çoğu esnaf ve işletmenin satışlarında ciddi düşüşler yaşandı. Bazıları siftah dahi yapamazken, pek çok işyeri kapananlar arasına eklendi. Aylık kirasını-yakıtını dahi ödeyemeyen, işçilerini çıkarmak zorunda kalan esnaf ve işletmeler, bu şartlar altında hem güncel hem ertelenen hem de yapılandırılacak borçları nasıl ödeyecekler?

Gerek “Vergi Barışı” gerekse “Servet Affı” düzenlemeleri TBMM gündemine getirilirken bu konuların dikkate alınması gerektiğini sürekli vurguladım. Daha önce 7 kez çıkarılan servet affı ve defalarca birbirinin aynısı olarak yasalaştırılan Vergi Barışı gibi düzenlemelerin yanlışlıkları apaçık ortada iken iktidar aynı yanlışları yinelemekte ısrar etti.

Öncelikle iktidar, mevcut salgında getirilen önlemler çerçevesinde, sınırlama-kısıtlama-yasakların zorunlu olarak yaşandığı süreçte; yapılan bu yanlıştan ivedi olarak dönmelidir. Yıl sona ermeden yapılandırma konusunda yeni düzenleme ve mükelleflerin ödeme gücüne uygun makul bir taksitlendirmenin mümkün olabileceği yeni bir yasa değişikliği TBMM’den geçirilmelidir. Bu çerçevede;

*Vergi-SGK vb. diğer borçlu mükelleflerin anapara borçları dışındaki tüm faiz ve gecikme cezası gibi borcu artıran ilaveler sıfırlanmalı, doğrudan mükellefin beyan edeceği gelir ve ödeme gücü planına göre anapara borcu 36 ay taksitlendirilerek yapılandırılmalıdır.

*Yapılandırma için başvuracak mükelleflere en erken 2021 yılı Haziran ayına kadar ödemesiz süre verilmeli, yapılandırma taksitlerinin tahsilatına 1 Temmuz 2021’den itibaren başlanmalıdır. Kısa çalışma ödeneğinde olduğu gibi, ödemesiz süreyi 2022 Ocak ayına kadar 6 ay daha uzatma yetkisi Cumhurbaşkanına verilmelidir.

*Yapılandırma taksitlerinin düşük faizli banka kredisi ile ödenebilmesine de imkân sağlanmalı, sözde değil gerçekte “Sicil Affı” uygulanmalıdır. Yapılandırma amaçlı banka kredisi alınması halinde, ödemelerin BANKA’dan VERGİ DAİRESİ’ne doğrudan aktarımı sağlanmalıdır.

*Kamu alacaklarının sadece Kamu Bankaları tarafından yapılmasını ve mükelleflerin buralarda ödeme yapmasını içeren karar yürürlükten kaldırılmalı tüm banka ve finans kurumlarına bu alacakların tahsilinde görev verilmelidir. Aksi halde salgın koşullarında milyonlarca mükellefin yapacağı başvuruların alınmasında vergi daireleri ve kamu bankalarının kapasitesinin yetersiz kalması, salgının artmasına zemin hazırlanması söz konusu olacaktır.

İktidarın bu doğrultuda TBMM’ye getireceği birkaç maddelik değişiklikle sorunların çözülmesi mümkün olacak, milyonlarca mükellef, esnaf, işletme rahatlayacak, ödeme gücüne göre ve kazancına göre beyan edeceği ödeme takvimiyle yapılacak düzenli ödemeler, kamu maliyesine ve bütçeye ciddi nakit gelir akışı sağlayacaktır. Yapılandırılacak borçları nasıl ödeyecekler? (YENİ SOLUK)

Etiketler
Erdoğan Toprak