İYİ Parti'li Aytun Çıray’dan AKP'li Emrullah İşler'e Libya Tezkeresi yanıtı
İYİ Parti Milli Güvenlik ve İstihbarat Komisyonu üyesi Aytun Çıray, AKP milletvekili Emrullah İşler'in sözlerine yanıt verdi.
22.12.2020’de TBMM Genel Kurulunda Anayasa’nın 92. Maddesi uyarınca 20.01.2020 tarihli ve 1238 Sayılı Türkiye Büyük Meclisi Kararı’yla kabul edilen Libya Tezkeresinin süresinin on sekiz ay uzatılması konusunda görüşmeler yapıldı ve Cumhurbaşkanlığının ilgili tezkerenin içeriğini oluşturan konulardaki süre uzatma talebi TBMM’de kabul edildi.
Bu görüşmelerde en ilginç konuşmalardan biri AKP milletvekili Emrullah İşler tarafından yapıldı. İşler, Cumhurbaşkanlığı Tezkeresinin kabulüyle Türk askerinin barış ve istikrar sağlamak için Libya’da görevlendirilmesinin üzerinden geçen bir yılın, AKP’nin kararlarının doğruluğunu ortaya koyduğunu ileri sürdü.
İşler, Aytun Çıray’ın Milli Güvenlik Politikaları Başkanı da olduğu bir yıl önceki konuşmasını eleştirerek, “Türkiye’nin varlığı Hafter destekçisi bölgesel ve küresel aktörlerin Hafter üzerinden Libya’da asker bir diktatörlük kurma stratejilerini boşa çıkarmış, Türkiye’yi Doğu Akdeniz’de güçlendirmiştir. Bölgesel ve küresel bütün aktörleri bölgede adım atarken Türkiye’yi hesaba katma noktasına getirmiştir.” demişti.
Bu açıklamalar üzerine İYİ Parti Milli Güvenlik ve İstihbarat Komisyonu üyesi Aytun Çıray şu açıklamayı yaptı:
“Sayın İşler’in Libya Tezkeresinin uzatılması lehine sıraladığı güya ‘başarıların’ hemen ardından, ilgili Cumhurbaşkanlığı Tezkeresinin ilk kez Meclise sunulduğu tarihte, benim İYİ Parti adına yaptığım ‘ret konuşmasının belli argümanlarına’ gitmesi doğaldır. Şimdi ben de tıpkı 2 Ocak 2020 tarihindeki konuşmamda olduğu gibi gerçekleri kendi şahsım adına değil, mensubu olduğum ve bana kendisini milletvekili olarak temsil etme görev ve sorumluluğu veren Türk Milletinin yüksek çıkarlarını gözeterek açıklamakla mükellef sayıyorum.
Şüphesiz sayın İşler’in görüşleri hiç şaşırtıcı değildir. Çünkü; mevcut rejimin iktidar aktörleri en olumsuzu ‘olumlu’, başarısızlığı ‘başarı’ ve büyük kayıpları ‘önemli kazançlar’ gibi gösterme konusunda ortak bir beceri kazanmışlardır. Bu becerilerini, ‘düşünme ve ifade özgürlüğünü’ yoklara karıştırmış bir rejimin, sözde medya özde muazzam propaganda ve beyin yıkama mekanizmasına borçludurlar.”
ŞAHSİ KAYGILARIMI VE TEMENNİLERİMİ DEĞİL TÜRK MİLLETİNİN YÜKSEK ÇIKARLARI ADINA UYARILARIMI DİLE GETİRDİM
Libya’da gelişmelerin bir yıl önceki konuşması hakkındaki eleştirisini haklı kılacak türden gitmediğini söyleyen Çıray, “Bu çerçevede Sn İşler’in ideolojik tasavvurlarına cevap verirken, bir yıl önceki görüşlerimi şahsi kaygılarım ve temennilerim olarak savunan sayın Müsavat Dervişoğlu’na kayıtlara doğru geçmesi bakımında hatırlatmak zorundayım: Ben ilgili Cumhurbaşkanlığı Tezkeresinin reddedilmesine yönelik konuşmamda hiçbir şekilde şahsi kaygılarımı ve temennilerimi dile getirmedim. Benim ifade ettiğim görüşler İYİ Parti’nin Türk Milletinin yüksek genel çıkarları için sözkonusu tezkerenin reddedilmesi gerektiği yönündeki görüş ve kararlarını Türk Milleti adına temellendirmeye yönelikti. Milletvekili mükellefiyetinin kaynağını ve özü budur. Kendi adıma sayın Dervişoğlu’na teessüf ediyorum,” dedi.
Dış politikada tek adam rejiminin tesisi ve tahkimi uğruna Türk Milletinin yüksek çıkarlarının berhava edildiğini söyleyen Çıray AKP’nin Libya politikalarını şöyle eleştirdi:
AKP DIŞ POLİTİKASININ ZARARLARI YANINDA BERMUDA ŞEYTAN ÜÇGENİ HAFİF KALIR
“Türk Dış Politikası, klasik-kurucu rotasından siyasi İslâmcı ideolojik takıntılar nedeniyle çıkarıldı. Önce Kuzey Irak’ta, ardından Kıbrıs’ta, sonra Suriye’de, nihayet Libya ve Doğu Akdeniz’de hepsi de birbirinden feci başarısızlıkların, bir başarı kisvesiyle yoğun bir beyin yıkama eşliğinde sunulduğunu gördük.
Kuzey Irak’ta TSK’nın başına çuval geçirildi. Kıbrıs’ta, Güney Kıbrıs Rumlarının ‘Kıbrıs’ın tamamı bizimdir’ kibri olmasa, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinden söz edemeyecektik, Doğu Akdeniz’de tıpkı Ege’de olduğu gibi kendi kıyılarımıza hapsolmama mücadelesi verecektik. Bir ‘mavi Vatan’dan söz etmemiz ise büyük ölçüde hayal olacaktı. Suriye’de hala sonu nasıl biteceği belli olmayan bir felaketin içindeyiz. Uluslararası mahkemelerde savaş suçlusu ilan edilme riski, abanın altından zamanı gelince çıkarılacak sopa gibi bekletiliyor. Üstelik şu salgın döneminde milletimize maliyeti gitgide tahammül edilmez boyutlara ulaşan Suriyeli zorunlu misafirlerin her geçen gün kalıcı olmaları ihtimalinin yükselmesi de cabası. Ekonomik, sosyal ve iç-dış siyasi bedelleri ağırlaştırıyor. Yani AKP dış politikasının zararları yanında Bermuda Şeytan Üçgeni hafif kalır.”
“İşte 2 Ocak 2020 tarihindeki konuşmamın temel vurgusu, dış politikada içine sokulduğumuz kıskaca yeni ve çok tehlikeli bir boyut daha ilave edilmemesiydi. Bu riski anlatabilmek için ‘Goeben ve Breslau kruvazörlerine Osmanlı Bayrağı çekilmesine ve bunun Osmanlı devletinin yıkılmasına yol açan olaylar zincirini tetiklemesine.’ benzetmiştim. Sayın İşler bu örneğimi, ‘bak durum seni ne kadar açığa düşürdü’ edasında vurguladı. İşler’in yanlış bir örnek verdiğimi sanıyor. Goeben ve Breslau’yu hatırlattın ama bak aradan geçen bir yıl seni doğrulamadı demek istiyor. Sayın İşler bu tutumuyla benim örneğimin amacını hiç mi hiç anlayamadığını ortaya koyuyor. Ama dış politikada bir yıl çok kısa bir süredir. Goeben ve Breaslua Rus Limanlarını, yani Odesa ve Sivastopol’u Osmanlı bayrağı takarak vurdukları zaman tarih 29 Ekim 1914’tü. Mondros Mütarekesi bu olaylardan tam 5 yıl sonra, 30 Ekim 1918’de imzalandı. Yani Libya’da karıştığımız işlerin gerçek akıbetini ve sonuçlarını değerlendirmek için bir yıllık zaman çok erken. Hele bu zihniyetleri ile bir beş yıl geçsin, bu söylemlerinin gerçeklerin duvarlarına nasıl çarptığını yüce Milletimizle birlikte göreceğiz. Bundan elbette mutluluk duymayacağım, mensubu olmaktan gurur duyduğum yüce Türk Milleti için çok üzüleceğim. Ama o konuşmayı yapmış olmanın vicdan rahatlığı içinde olacağım.
RUSYA, AZERBAYCAN’LA ORTAK GELECEĞE YÜRÜMEMİZİN ÖNÜNÜ KESİYOR
“Sayın İşler’in propaganda amaçlı malzemelerle üretilmiş konserve söylemlerine göre ise, ‘Meğer biz Türkiye olarak Bölgesel ve küresel aktörlerin Hafter’de somutlaşan diktatörlük emellerine engel olmuşuz.’ Keşke hakikat gerçekten böyle olsaydı. Bölgesel güç dediği Libya’yla yüzlerce kilometrelik sahra sınırı olan ve içişlerine karıştığımız için ilişkilerimiz bozdukları ve şimdi alttan alta görüştükleri Mısır.
“Ya küresel güçler ABD, AB, Rusya! Hangileriyle gerçek anlamda somut çıkarlarımıza dayalı sağlam ilişkiler içindeyiz. Hiçbiriyle. İşte ABD, CAATSA yaptırımları… İşte AB, Mart zirvesine ertelenen yaptırım tehditleri… İşte Rusya; Azerbaycan’da bizimle işbirliği mi yapıyor, yoksa Azerbaycan’la ilişkilerimizi iyice güçlendirmemizin ve mutlak bir ortak geleceğe ilerlememizin önünü mü kesiyor? Libya’da milletimizin refahı pahasına kalkışılan işler, bu güçlerle ilişkilerimizde bize somut olarak ne kazandırdı? Elimizi hangi anlamda ve nasıl güçlendirdi? Libya’da ve Doğu Akdeniz’deki yaşadıklarımız bize kesinlikle bir başarı hikayesi sunmuyor.”
MAGRİP’TEN MAŞRIK’A KADAR DÜŞMANLAŞTIRILIYORUZ
“Sayın Erdoğan, 30 Kasım 2010’da Sayın Cumhurbaşkanı Libya Devlet Başkanı Kaddafi’den İnsan Hakları Ödülü aldı. Üç ay sonra, 28 Şubat 2011 ‘de Libya’da çıkartılan karışıklıklar neticesinde NATO’nun Libya’ya müdahale etmesine ‘NATO’nun Libya’da ne işi var?’ diyerek karşı çıktı. Aradan bir ay geçmeden 26 Mart 2011’de, İzmir’in Libya’ya NATO müdahalesinde komuta merkezi olmasına razı oldu. Libya’da da vekalet savaşçıları çıkınca, AKP iktidarı tercihini hep olageldiği gibi siyasi İslamcılardan yaptı. Bunu da BM’nin bir oldu bitti anında meşru hükümet olarak tanıdığı Ulusal Mutabakat hükümetinin uluslararası meşruiyetiyle açıkladı. Ama ondan daha meşru bir hükümet olan Suriye hükümetini gayrımeşru ilân etti. 27 Kasım 2019’da imzalanan Libya’da Ulusal Mutabakat Hükümeti’yle mutabakat muhtırası imzalandı. Şüphesiz özellikle deniz sınırları ile ilgili mutabakat muhtırası iddialarımız açısından şarttı ve bir başarıydı. Nitekim TBMM’de buna olumlu oy kullandık. Ancak onaylanması için Ulusal Mutabakat hükümetinin karşıt güçlerinin hakimiyetindeki Trablusgarp’taki Meclisin onayı gerekiyordu. Bu onay hâlâ alınmadı ve mevcut koşullarda alınması da imkansız görünüyor.
“Sonuçta 2 Ocak 2020’de Libya’ya asker dahil kapsamlı bir müdahalenin önünü açan Cumhurbaşkanlığı Tezkeresi’ni getirdiler. Bunun kısa vadede birtakım başarılı sonuçları olsa bile, supra güçlerin müdahaleleri ve bölge ülkelerinin tepkileri nedeniyle orta vadede dahi Türkiye için tatsız sonuçları olacağı muhakkaktı. Nitekim Tezkere’nin kabul edilmesinden sadece altı gün sonra Fransa, Yunanistan, Mısır ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi bir araya geldiler Libya’yla yaptığımız anlaşmayı geçersiz sayan bir deklarasyon yayınladılar. Düşmanlaştırdığımız Mısır, Ulusal Mutabakat Hükümeti karşıtlarıyla sıkı işbirliğine başladı. 25 Şubat 2020’de Libya’da şehitler verdik. Ancak sayılarını ve kimler olduklarını öğrenemedik. Sayın Cumhurbaşkanımızın Libya’da şehitlerimiz vardır açıklamasıyla yetinmek zorunda kaldık. Hassasiyetle belirtmeliyim ki, Türk ordusu verilen görevleri her zaman başarıyla yerine getirdi.
Nisan 2020 sonuyla Mayıs aylarında devreye Rusya da girmeye başladı.
2020’nin Haziran ayında Rusya’yla Libya’da Suriye’dekini andıran işbirliğimiz başladı: yani örtülü güvensizliğe dayanan samimiyetsiz bir işbirliği.
Haziran’ın sonlarına doğru Mısır, Türkiye’yi durdurmak için gerekirse silahlı müdahalede bulunacağını açıkladı. Bu da bize karşı Rusya’nın elini güçlendirdi. Temmuz başlarında askerlerimizin ve jetlerimizin bulunduğu bir üssün vurulduğunu öğrendik.
Daha yakın zamanlarda, Libya’ya silah götürdüğü şüphesiyle önemli bir gemicilik şirketimize, ARKAS Holding’e ait bir gemiye Avrupa Birliği tarafından askeri operasyon düzenlenmesi gibi asla kabul edilemez, çirkin bir olayı yaşadık. Bir NATO müttefikinin gemisi diğer beş NATO müttefiki tarafından basılmış oldu. Arap dünyasının tamamında, yani Magrip’ten Maşrık’a kadar olan koca bir coğrafyada yeniden düşmanlaştırılmaya başlandık.
MİLLİ OLMANIN GEREĞİ YANLIŞ DIŞ POLİTİKALARI ELEŞTİRMEKTİR
Sayın İşler’in bizim işaret ettiğimiz meselelere çok dar bir açıdan baktığını düşnüyoruz. Burada hepimizin her zaman aklında bulundurması gereken gerçek, dış politikada iktidar aktörlerini ve karar alıcılarını eleştirmek milli olmamızın ve milli menfaatlere sahip çıkmamızın bir gereğidir. Gerçek milliyetçilerin ve vatanseverlerin gayrı millilik tuzağına asla düşmeyeceklerine ebedi Başkomutanımız ve Kurucumuz Mustafa Kemal Atatürk’ten aldığım sonsuz ilhama güvenerek bütün kalbimle inanıyorum.”