DSP Genel Başkanı Aksakal, Erdoğan'la görüşmesinde neler konuştuklarını açıkladı
DSP Genel Başkanı Önder Aksakal, Erdoğan ile görüşmesinde neler konuşulduğunu açıkladı.
DSP Genel Başkanı Önder Aksakal, Erdoğan ile görüşmesinde neler konuşulduğunu açıkladı.
Independent Türkçe'den Abdulhakim Günaydın'ın sorularını yanıtlayan Aksakal'ın röportajı şöyle:
Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde bir görüşme yaptınız. Görüşmede neler konuştunuz? İttifak konusu gündeme geldi mi?
Erdoğan ile görüşmemiz çok spesifik bir hale getirildi. Ancak konu anlatıldığından farklı bir boyutta. DSP olarak Erdoğan'ın ekonomi ve hukuk reformu açıklamasıyla ilgili bir çalışma yaptık. Bu hususlardaki önerilerini başta Cumhurbaşkanı olmak üzere TBMM Başkanı, Adalet Bakanı, Meclis'te temsil edilen siyasi parti liderlerinden eş zamanlı randevu talebinde bulunduk. Randevu talebimize ilk yanıt CHP'den geldi ve Kemal Kılıçdaroğlu ile görüştük. Ve bu İYİ Parti, Demokrat Parti, Saadet Partisi ve Büyük Birlik Partisi şeklinde devam etti. 30 Aralık itibariyle de Erdoğan ile görüştük. Görüşmede yaptığımız çalışmaları kendisine sunduk. Ülkenin güncel konularına ilişkin düşüncelerimizi iletme imkanımız da oldu. Soruda belirttiğiniz üzere olası bir erken seçim veya zamanında yapılacak seçimlere ilişkin bir ittifak görüşmesi ya da seçimlere ilişkin bir davranış birlikteliği konusunda bir görüşmemiz olmadı.
"Zengin ile fakir arasındaki uçurum her geçen büyüdü"
İttifak konusunun sürekli olarak gündeme getirilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye'de gerçekten ekonomi alabildiğine sıkışık bir noktaya geldi. Zengin ile fakir arasında uçurum her geçen gün daha da büyüdü. Buna 2020'nin başlarında başlayan pandemi süreci de eklenince devletin yükümlülükleri daha da arttı. Esnaflara, memurlara, ek katkılar sunmak zorunda kalması, gerek sosyal yaşamda gerekse de ekonomik yaşamda devlet desteğinin hesap edilenin çok üzerinde bir noktada gündeme gelmesi ekonomiyi daha da sıkışık hale getirdi. Bunun yanında yeni bir süreç olarak başlayan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi işleyişinin mevcut hükümet tarafından da çok işler bir yapı olmadığı konusu gündeme gelmeye başladı. Evet, ortaya bir anayasa değişikliği konuldu ancak arzulanan düzeyde bir başarı elde edilemedi ya da umulanın sağlanamadığı görüşü ağır basmaya başlayınca erken seçim tartışmaları tekrar gündeme getirildi. Hükümetin 18-19 yıllık metal yorgunluğu da üstüne eklenince tartışmalar biraz daha alevlendi. Erdoğan'ın Saadet Partisi'nden Oğuzhan Asiltürk'ü ziyaret ederken Meclis dışındaki partiler ile görüşmeye devam edeceğini söylemesi ve DSP ile görüşmesi, muhalefet tarafından ya da erken seçimi arzulayanlar tarafından köpürtülerek gündeme getirildi.
"Anayasanın ilk üç maddesi DSP'nin kırmızı çizgisidir"
Demokratik Sol Parti'nin ittifak ile ilgili kriterleri nelerdir?
Konuyla ilgili birçok defa görüşlerimizi paylaştık. DSP'nin kuruluş ve varoluş gerekçesine uygun bir kırmızı çizgisi var. Anayasanın ilk üç maddesinde tanımlanmış olan kriterler DSP'nin kırmızı çizgileridir. Bunlarla hesabı olanların, bunlar üzerinden politika yapanlarla bizim herhangi bir şekilde ne doğrudan ne de dolaylı bir iş birliğimiz asla ve asla söz konusu olamaz.
"Önceki örnekler reformun uygulanmasını şüpheli hale getiriyor"
Erdoğan, 2021'in reform yılı olacağını söyledi. Hem ekonomik hem de hukuk anlamında gerçek bir reform olacağını düşünüyor musunuz?
Tabii bu çok göreceli bir konu. Öncelikle şunu söylemek isterim. Anayasa değişikliği sürecinde uyum yasaları konuları gündeme gelmişti. Yeni anayasa ile mevcut hukuk düzeninin birbiri ile uyumlu hale getirilmesi hususu anayasa hükümlerine göre altı ay içerisinde gerçekleşmesi gerekir. Bu altı ay içerisinde gerçekleşmedi. Bunu uygulaması gereken mekanizma elbette ki hükümet ve Meclis'tir. Meclis'teki etkin güç olan hükümet ve birlikte hareket ettiği MHP bunları gerçekleştirme imkanı yaratamadı. Bu reformların yapılabilirliğinin gerçekleşmesini biraz zayıflatıyor. Bunun yanında çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) Anayasa Mahkemesi'ne taşınabiliyordu. Bazı KHK'lar hala kanunlaştırılamadı. Anayasaya göre bir süresi var ve o süre içerisinde kanunlaştırılması gerekiyor. Bu örnekler önümüzdeki süreçte yapılması arzulanan reformu şüpheli hale getiriyor. Yani tereddütler hasıl oldu. Bizde bunu gözlemliyoruz.
"Milli duruşumdan dolayı sağcı sayıyorlarsa söyleyecek sözüm yok"
Demokratik Sol Parti'nin önceki başkanlarının hangi tarafta yani sağda mı solda mı olduğuna ilişkin bir tartışma yoktu. Ecevit dahi hepsinin sol görüşlü olduğu ifade edildi. Size yönelik ise "sağcı" mı "solcu" mu bilemiyoruz diyenler var. Buna ilişkin yorumunuz nedir?
Bu bakış açısına göre değişir. Yeri geldikçe söylemişimdir. Öncelikle DSP adında da yer aldığı gibi Türkiye'de şu an siyaset arenasında seçimlere katılma yeterliliği içerisinde bulunan tek sol partidir. Evrensel sol değerleri, ülkemizin kendi özgür koşullarıyla harmanlayıp, özellikle inançlara saygı ve laiklik ilkesini Türk siyaset hayatına kazandıran parti DSP'dir. DSP'nin Genel Başkanı, kendisini doğduğundan beri solcu bilen ve solcu hisseden memur bir ailenin çocuğudur. Yükseköğrenimini de en zor koşullarda tamamlamış birisidir. 12 Eylül faşist darbesini yaşamış, onun her türlü ceremesini çekmiş, siyasi yaşamının beş yılını hapislerde, 15 yılını da siyasi yasaklı geçirmiştir. Türkiye Cumhuriyeti'nin bayrağının tekliği ve bölünmez bütünlüğünü savunuyorum. Toprak üzerinde yaşayan her bir ferdin hangi etnik kökene ve inanca sahip olursa olsun ülkenin birinci sınıf vatandaşı olduğuna inanıyorum. Atatürk'ün "Türkiye Cumhuriyeti devletini kuran ahalinin adı Türk milletidir" dediği gibi. Milli duruşumdan dolayı beni sağcı sayıyorlarsa söyleyecek sözüm yok. Ama sağcılık ve solculuk kavramı milli ve manevi değerler üzerinden değil ekonomi politikaları üzerinden değerlendirilir.
"Böyle bir para varsa bize göstersinler hemen bağışlayalım"
DSP'nin iktidara yakın iş adamları tarafından fonlandığı iddia ediliyor. Buna ilişkin yorumunuz nedir?
Hakikaten böyle bir bilgi ya da bir kaynak varsa bilenler bize göstersin, bizde bilelim. DSP, 2002 yılından beri hazine yardımı almıyor. Çalışmalarını üyeleri ve seçimlerde aday olanların katkı ve destekleri ile sürdürüyor. Bu iddiayı şiddetle reddediyorum. Bu konuda bilgi ve duyusu olan varsa veya paranın nerede olduğunu bilen varsa bize göstersinler hepsini bağışlamayı vadediyorum. Tek kuruşunu istemiyoruz. Böyle bir para varsa bize göstersinler, hemen bağışlayalım.
"Başörtüsü tartışmaları emperyalizmin işine yarar"
Türkiye'de neden darbe ve başörtü tartışmaları bitmiyor. Bu konuların gündeme getirilmesi kime yarıyor?
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin tam bağımsız bir yapıya kavuşmasını istemeyen uluslararası emperyalizmin işine yarar. Bu nettir. Neden? Çünkü, bu tip ayrışmalar toplumda birlik ve bütünlüğü bozar, siyasi bir güçlenmeyi zayıflatır, milli ve toplumsal birliği zedeler. Dolayısıyla bunların hepsi emperyal sisteme yarar. Biz geçmişten beri kadınlarımızın başlarının örtülü olabileceğini içselleştirmiş bir toplumuz. Ama bunu yanında Atatürk'ün Cumhuriyet'i kurmasıyla birlikte yönümüzü Batı'ya çevirmiş ve çağdaş medeniyetler seviyesine ulaşma hedefi koymuşuz. Bu hedef içerisinde başörtüsünün insanın kendi bireysel tercihi olduğu konusunda bir tereddüt oluşmamış. Bizim nezdimizde Türkiye'de başörtüsü sorunu zaten yoktu. Bu istismarlar neticesinde ve siyaset kurumunu ayrıştırmak adına geçmiş dönemlerde bu hususlar yaratıldı. Ve sürekli de bu şekilde kullanıldı.
Başörtülülerin asker, hakim veya polis olmasını nasıl karşılıyorsunuz?
Yasal olarak başörtüsü sorunun olmadığını hepimiz biliyoruz. Kamuda çalışan askerin, polisin, hakimin veya savcının başörtü takması toplumda bir infiale neden olmadığı gibi bir karşı duruş da söz konusu değil. Yeter ki yaptığı görevi hakkı ve layıkıyla yapsın.
"HES, vergi borcu olanlar için de uygulansın"
"Sağlıkta HES uygulaması çok başarılı sonuçlar verdi. Vergide de HES uygulaması yapılmalı. Böylece vergi kaçıranlar belli olur" açıklamanız kimi taraflarca ‘elektronik borç kelepçesi' olarak yorumlandı. Nedir bunun içeriği, nasıl bir düzenleme yapılmasını arzu ediyorsunuz?
Elektronik borç kelepçesi tanımı belki biraz amacını aşmış bir değerlendirme olmuş olabilir. Çünkü o kavram zaten işler halde. Zaten devlet dijital ortamda her mükellefin ekonomik durumunu takip edebiliyor. Bu takip eğer elektronik kelepçe ise zaten o kelepçe var. Muhasebeciler bunu görebiliyor. Devlet bir tuşa bastığında herkesin bilgisine ulaşabiliyor. HES uygulaması için ‘çok başarılı' tanımı kullanmadık ama iyi bir uygulama oldu. HES kodu sayesinde kimin hasta, kimin temaslı olduğu biliniyor. HES'in vergi borcunu ödemeyenler için de uygulanması önerisinde bulunduk. Bunun elektronik kelepçe olarak tanımlanması doğru değil. Zaten işçi ve memurun tamamı vergisini peşin ödüyor. Çünkü maaşını alırken peşin olarak kesiliyor. Burada vergisi takip edilsin dediğimiz kesim, vergi kaçıran kesimdir. Bu holdingler, işadamları veya büyük esnaf olabilir. Bunlarla ilgili devletin takip yapmasını istiyoruz. Mesela vergi borcu olan yurt dışına çıkamasın. Bu memlekette hapis anlamında vergi kaçırmanın cezası yok. Ama birisine tokat attınız mı iki sene yatıyorsunuz. Halbuki devleti ayakta tutan mekanizma vergilerdir. Vergi toplayamıyorsanız, kalkınma olmaz, ekonomi çöker ve bağımsızlık tehlikeye girer. Bunu sağlamak için yaptığımız bir öneridir. Vergiyi kaçırmayanlar zaten bu öneriden rahatsız olmaz. Bunu elektronik kelepçe olarak tanımlayanlar, devletten vergi kaçırarak hayatlarını sürdürmeye çalışanlardır.
"İlkelerimizle uyuşmayan bir yapı ile yan yana durmak istemiyoruz"
HDP dışında herkes ile görüşebileceğinizi söylediniz. Neden HDP ile görüşmek istemiyorsunuz?
HDP'nin politikası, anayasamızda yazılı ilk üç maddesindeki hususların yeniden tartışmaya açılması noktasında düğümleniyor. Ülkenin bölünmez bütünlüğü, PKK terör örgütünün o bölgede arzuladığı siyasi yapılanmaların gerçekleşmesi, sözde özgürlük ve demokrasi arayışları kapsamında teröre destek veren politikaları itibariyle bizim bir masada oturup tartışabileceğimiz herhangi bir konu olmadığını düşündüğümüz içindir. Yoksa HDP bugün siyasi partiler yasası kapsamında legal olarak kurulu bulunan ve Meclis'te temsil edilen bir siyasi yapıdır. DSP olarak bizim sonuç alamayacağımız bir toplantının veya görüşmenin gerçekleşmesi, ilkelerinizle uyuşmayan bir yapı ile yan yana durmak bizi toplum nezdinde inandırıcı olmaktan uzaklaştırır. Gerekçesi budur.
"Devletin tedbir alması gerektiğine inanıyorum"
Kayyum atamalarını desteklediğinize ilişkin bazı haberler yer aldı. Nasıl bakıyorsunuz bu tasarrufa, seçimle gelenin yine seçimle gitmesi gerekmiyor mu?
Seçimle gelinme koşulları ile seçim sonrası oluşan koşullar her zaman aynı olmayabiliyor. Bunu geçmişte birkaç olayda yaşadık. ‘Bu adam eğer suçluysa veya zararlı bir iş yaptıysa neden aday yapıldı?' diye söylenenler de oldu. Aday olabilmeniz için erkekler için askerliğini yapma, en az ilkokul mezunu, sabıkasız ve bir ikametgah sahibi olmanız gerekiyor. Aday olanların hepsi bu şartları taşımış ki aday olabilmiş. Ayrıca görevi süresi içerisinde seçilmesine engel olabilecek türden suçların içerisine girmiş insanlar da oldu. Biz birbirimizi biliriz. Güneydoğu'da hangi belediye başkanın hangi koşul ve yöntemlerle siyaset yaptığını ve nerelere hizmet ettiğini hepimiz biliyoruz. Kendileri de biliyor. Kayyum atamalarında ya aşırı bir yolsuzluk olayı vardır ya da devletin birlik ve bütünlüğüne yönelik yasa dışı bir işin içine girme hususu vardır. Bu durumlarda devletin tedbir alması gerektiğine inananlardanım. Kayyum atamalarını bu kapsamda değerlendiriyorum.
"Kürt sorunu diye bir adlandırmanın doğru olmadığını düşünüyorum"
Türkiye'de Kürt sorununun olduğunu düşünüyor musunuz? Buna ilişkin görüşleriniz nelerdir?
Esasen Kürt sorunu tanımını münhasır değerlendirmeye tabi tutmak lazım. Daha geniş bir açılım ortaya koymak lazım. Mesela son zamanlarda da sıkça televizyon kanallarında izliyoruz. Kişisel olarak yadırgıyorum doğrusu. Kürt seçmen tanımı kullanılıyor. Ülkede değişik kimliklerde seçmen mi var ki Kürt seçmen, Laz seçmen, Gürcü seçmen veya Türk seçmen deniliyor. Böyle bir kavram yok ki. Seçmenlerin hepsi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı ve Atatürk'ün tanımıyla Türk milletinin birer ferdidir. Ancak bu ülkede, Güneydoğu'da bir sosyal mesele var mıdır? Evet, vardır. Bu eğitim olanaklarının tam olarak verilememesi ve büyük toprak ağaların ekonomiye hükmetmeleri ortamı kalkmadığı için sıkıntılar bölgesel düzlemde o içerikte devam ediyor. Bunu reddedemeyiz. Ama bunu bir Kürt sorunu gibi ortaya koyup, Kürt sorunu diye adlandırmamızın doğru olmadığı düşünüyorum.
"Öğrenciler tepki ve demokratik eylemde haklı"
Prof. Dr. Melih Bulu'nun Boğaziçi Üniversitesi'ne atanması çokça tartışıldı. Siz atamayı nasıl karşıladınız?
Atamayı yasal ve etik boyutuyla iki şekilde değerlendirmek gerekiyor. Yasal boyutuyla değerlendirdiğimizde atamanın şekli yasalara uygun ve hukuki bir atamadır. Hukuki alt yapı Cumhurbaşkanına rektör atama hakkını veriyor. Bunun tartışılacak bir yanı yok. Cumhurbaşkanı sadece rektörü değil komutan, bakan, genel müdür ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı dahil herkesi atayabiliyor. Çünkü anayasa öyle diyor. Ama işin etik kısmına bakacak olursak, nasıl ki Harran'da belediye başkanının bir Harranlı olması etikse, Trabzon'dan birini getirip belediye başkanı yapmak abestir. Boğaziçi Üniversitesi'ne rektör olmak istiyorum diyen birini atamak da o derecede etik değildir. Etik açısından baktığımızda bir sıkıntı var. Arzu ederiz ki üniversiteler kendi yöneticileri kendileri seçsin. Burada öğrencilerin tepkilerini ve demokratik eylemlerini haklı buluyorum. Yapmaları da gerekir. Demokratik yaşam kurallarının gereğidir. Yeter ki protesto ortamlarını kendi kişisel siyasi ikballerine yönelik bir zemin haline getirenler buradan uzak tutulsun. Orayla ilgili olan insanların her türlü tepkisini saygı duymak gerekir. Bunu yadırgamamak lazım.
Bu ev hepimizin. Bu topraklar bu milletin yaşam alanıdır. Hepimizin değeridir. Hiç kimse bir diğerinden üstün değildir. Bu gözle birbirimize bakıp kol kola girmeliyiz. Önce evimizi derleyip toparlamalıyız, dış dünyaya karşı başta düşmanlarımız olmak üzere onlara bu birlik ve beraberliğimizi ve yarattığı gücü göstermek durumundayız.